Kızının ardından mücadelesini Barış Annesi olarak sürdürüyor

  • 09:09 26 Kasım 2023
  • Güncel
Marta Sömek-Elfazi Toral 
 
İSTANBUL - Colemerg’de 22 Ekim 2011’de yaşamını yitiren YJA STAR’lı Ebru Muhikancı’nın annesi Birgül Muhikancı, kızının mücadelesini Barış Annesi olarak sürdürmeye başlıyor. Devletin tüm baskılarına karşı barış talebinde ısrarcı olan Birgül, “Bütün annelere çağrım, elinizi taşın altına koyun ve barış diye haykıralım” sözleriyle sesleniyor.
 
Colemerg’in (Hakkari) Kazan Vadisi’nde 22 Ekim 2011’de yaşamını yitiren 36 HPG’li ve YJA STAR’lıdan biri de Ebru Muhikancı (Eylem Ararat). Cenazesi Malatya’da morga kaldırılan Ebru’nun ailesi, uçakla İstanbul’a götürmek için bilet alıyor. Ancak “uçakta yer yok” denilerek Ebru’nun cenazesinin İstanbul’a uçakla götürülmesine izin verilmiyor. Ebru’nun ailesi ise ambulans kiralayarak cenazeyi İstanbul’a götürüyor. Kitlesel eylemle kadınlar tarafından omuzlanarak taşınan Ebru’nun cenazesi, zılgıt ve sloganlarla defnediliyor.
 
Mücadelesini Barış Annesi olarak sürdürüyor
 
Ebru’nun annesi Birgül Muhikancı da, kızının ardından mücadelesini Barış Annesi olarak sürdürmeye başlıyor. Birgül’ün kızından devraldığı mücadele dolu yaşamına uzanıyoruz.
 
Êzidî kimliğini sürdürüyorlar
 
Êzidî ve Ermeni kökenli bir ailenin çocuğu olan Birgül, çocuk yaşlardayken ailesi ile birlikte Agirî’ye (Ağrı) yerleşiyor. Babasının Êzidî kimliğini daima yaşattığını ve her koşulda devlete karşı mücadelesini sürdüren Birgül, çocukluk yıllarını şu sözlerle anlatıyor: “O dönemde devlet baskıları çok fazla vardı. Babaannemin kendi ırkından vazgeçmesi için çok uğraşmışlar. Geri adım attırmaya çalıştırılmış. Ama babaannem asla kökenini inkar etmemiş. Êzidîliğinden vazgeçmemiş. Babam ben doğmadan önce İzmir’e göç ediyor. Orada sigortalı bir işe girip çalışıyor. Ben de orada doğuyorum. Ben altı aylıkken babam Kars’a gidip orada bir arsa alıyor ve köye yerleşiyor. Hepimiz orada büyüyoruz. O köyde Êzidî, Ermeni, Kürt ve Türk var. Birçok kesimin bir arada olduğu o köyde babam çok sevilen ve saygın biriydi.”
 
Bir aylık tutsaklığında işkence!
 
Qers’in (Kars) bir köyünde evlenen Birgül, ekonomik sorunlar nedeniyle önce İzmir daha sonra da İstanbul’a göç ettiğini paylaşıyor. İlk çocuğu Ebru’nun İzmir’de doğduğunu dile getiren Birgül, “Eşimin iş yeri kapandıktan sonra tekrardan Kars’a geri dönmek zorunda kaldık. Gidip oraya yerleştik. Kızım 8 yaşını doldurduğunda ise bu sefer eşim İstanbul’da iş buldu ve taşındık. Artık İstanbul’da yaşamaya başladık. Diğer çocuklarım burada doğup büyüdü” diye anlatıyor. Ebru’nun Qers’te üniversite okumaya gittiğini aktaran Birgül, “Kızım Kars’ta okul okurken Kafkas Öğrenci Derneği Başkanı seçiliyor arkadaşları tarafından. Orada kızımın adına bir dergi geliyor. Ve kızım gözaltına alınıp bir ay cezaevinde kalıyor. Kızımı okula sınava girmek için elleri kelepçeli götürüyorlar. Kızım da diyor ki, ‘Benim ellerimi kelepçe ile götürmeyin. Arkadaşlarımın ve öğretmenlerimin yanına bu şekilde çıkmak istemiyorum.’ Onlar da kızıma diyorlar ki, ‘Sen teröristsin, senin terörist olduğunu bilsinler’. Kızım da, ‘beni bu şekilde götürüyorsanız ben sınava gitmeyeceğim’ diyor. Daha sonra arkadaşları ve öğretmenleri kızımı dışlıyor ve rencide ediyorlar. Kızım sınavlara giriyor, öğretmenler sınav notlarını vermiyorlardı” üniversite yıllarında maruz kaldıklarını aktarıyor.
 
Mücadeleci kimliğiyle yönünü dağlara çeviriyor
 
Ebru’nun defalarca ırkçı saldırılara maruz bırakıldığı bilgisini veren Birgül, “Kızım okul bahçelerinde ırkçı saldırılara maruz kalıyordu. Polisler sık sık kızımın önünü kesip, ‘Sen daha gitmedin mi, teröristsin, neden dağa gitmedin’ diyerek dağ yolunu devletin polisi gösteriyor. Bütün çocuklarımıza dağ yolunu devlet gösteriyor” sözlerini kullanıyor. Ebru’nun direnişçi ve mücadeleci bir ruha sahip olduğunu vurgulayan Birgül, “Benim kızım çok akılı, zeki, merhametli, yurtsever, duyarlı ve çok başarılıydı. Devletin baskılarını hiç kabul etmezdi. Kürtlere baskı ve zulüm uygulandığında kızım asla kabul etmezdi. Haksızlığı kabul etmiyordu, vicdanı el vermezdi” diyor. 24 Haziran 2008 yılında Ebru’nun yönünü dağlara çevirdiğini paylaşan Birgül, “Kızım gittiğinde bana bir mektup göndermişti. Mektubunda, ‘Anneciğim sen bu dünyada en değerli varlığımsın. Sensiz yaşayamam ama canını feda edecek birileri varsa, o biri de ben olmalıyım bu yolda. Senin üzülmeni asla istemem’ demişti” şeklinde konuşuyor.
 
‘Bedenleri kimyasal silahtan paramparça olmuştu’
 
22 Ekim 2011 tarihinde ise kızı Ebru’nun yaşamını yitirdiği haberini alan Birgül, şöyle devam ediyor: “Aylardan Ekim’di, kızım üç buçuk yıl alanda kaldı. Ebru altı ay Cîlo Dağı’nda ve komutanmış. Bir gün bir rüya gördüm. Rüyamda bir dere vardı ve benim bir ayakkabım o dereye düşüp gitti. Rüyada kızımın amcasının kızının öldüğünü gördüm. Daha sonra ölen kişinin aslında kızım olduğunu öğrendim. Eylemde 24 gerillanın şehit düştüğünü söylediler ve içimden bir his Ebru’nun da içinde olduğunu söyledi. Daha sonra Ebru’nun şehit olduğu haberini aldım. Malatya Morgu’ndan cenazemizi almaya gittik eşim, abim ve kardeşim ile birlikte. Morga giderken, ‘annesi gelip bakmasın dayanamaz’ demişlerdi. Sadece babası ve dayısı gidip baktı. Cenazemizi aldık. Tam uçağa bineceğimiz zaman cenazenin gerillaya ait olduğunu öğrendiklerinde uçağa almadılar. Cenazemizi uçağa almayınca kardeşim ambulans kiraladı, öyle getirdik İstanbul’a. Çocuklarımızın bedenleri paramparça olmuştu kimyasal silahtan. 34 gerilla kimyasal silah ile katledildi. Kimisinin başı, kimisinin kolu yok, kimisinin de bedeni paramparça. Yani çocuklarımızın hepsi yanmış kül olmuştu.”
 
Cenazelere yapılan işkenceler…
 
Birçok ailenin Malatya Morgu önünde aylarca beklediğini söyleyen Birgül, “Çocukları kimsesizler mezarlığına defnedilmişti. Aileler gece gündüz demeden o morgun önünde bekledi. Çünkü DNA raporları çıkmıyordu, bedenleri paramparça olmuştu. Benim kızım daha önce gözaltına alındığı için parmak izinden hemen DNA testi çıktı. Ama diğer aileler aylarca bekledi. Öyle aileler var ki çocuklarının kemiklerini bile bulamadı. Çocuklarımızı kaldırım taşlarının altına gömüyorlar. İntikam alırcasına cenazeleri kolilerde, paketlerde ailelere gönderiyorlar. Bu bir kul hakkıdır, benim hakkıma girerek suç işliyorsunuz. Bizlere yapılan insanlık suçudur. Her gün topraklar ölüm ve kan kokuyor. Topraklarımız kana bulanmış, kanla sulanmış” diyor.
 
‘Barış yaşatır, öldürmez’
 
Sonrasında ise beş yıl, Anadolu Yakınlarını Kaybedenler Dayanışma Derneği’nde çalışma yürüttüğünü (ANYAKAYDER) ifade eden Birgül, “Her gün bir cenaze geliyor. Ailelere çocuklarının ölüm haberini nasıl veririm, ben bu acıya nasıl dayanırım diye düşündüm. Birkaç kez söyledim, acılarını paylaştım. Ama çok acı. Her gün şehit haberi duymak ve ailelere söylemek acı veriyordu bana. Bir gün bir arkadaş bana ‘Barış Anneleri’ne’ katıl dedi. Ben de artık kimsenin içi yanmasın, evlatları ölmesin, yürekleri yanmasın diye bir anne olarak elimi barışa uzattım ve Barış Annesi oldum. Çünkü barış yaşatır, öldürmez. Anneler cenazelere, kefenlere, mezar taşlarına değil, çocuklarına sarılsın. Kirli savaş öldürür, sömürür ama barış güldürür, yaşatır” ifadeleriyle mücadelesine Barış Annesi olarak devam ettiğini anlatıyor. 
 
‘Önderlik barış için gençliğini adadı’
 
Öte yandan 33 ayı aşkın süredir İmralı Adası’nda 25 yıldır ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan hiçbir haber alınamadığını vurgulayan Birgül, “Önderlik gençliğini adadı ve 70 yaşın üstünde. Binlerce bedel ödendi. Bunu canı gönülden söylüyorum, kimse savaştan yana değildi, hepsi barıştan yanaydı. Hepsi de demokratik bir ülke istemişti. Bu insanlar özgürlük, demokratik bir ulus devlet için bedel ödemişlerdi. Artık hiçbir anne ağlamasın, herkes ele ele versin, barışı haykıralım. Benim 3 oğlum var, büyüyüp askere gidiyorlar. Kürt çocukları askerlik yapıyor, hepsi yoksul ve askere gidiyor. Ne bir cumhurbaşkanı ne de bir milletvekilinin çocuğu askerlik yapmıyor. Bizler çocuklarımızı 20 yaşına getirip kirli bir savaş için askere göndermek istemiyoruz. Kardeşe kardeşi öldürtüyorlar” sözlerini kullanıyor.
 
Barış Anneleri ‘sonuna kadar barış’ diyor
 
Özgür ve barış dolu yaşam talepleri için Barış Anneleri’nin mücadelelerini daima sürdüreceklerinin altını çizen Birgül, “Gerekirse Meclis önünde de oturalım barış için. Yüreği yanan bütün anneler için diyorum, hiç kimse çekinmesin ve Meclis’in önünde ‘biz savaşı değil, barışı istiyoruz’ desinler. Herkes duysun, bu anneler, kadınlar ne istiyor diye. Benim kızım şu an mezarda. Ben gidip mezar taşında iki gözyaşı döküyorum, yanımda olmasa bile mezarına gidiyorum, içimi rahatlatabiliyorum. Ama öyle anneler var ki yıllarca mezar taşlarına hasret. Mezar taşları bile yok. Ben sonuna kadar barışın peşindeyim ve hiçbir tereddüdüm yok. Hep barış diyorum. Bütün annelere çağrım, elinizi taşın altına koyun ve barış diye haykıralım” sözleriyle tüm annelere sesleniyor.