Mahkeme, fail ve avukatlarının savunması benzer!

  • 09:04 25 Kasım 2023
  • Güncel
 
Nazlıcan Nujin Yıldız
 
İZMİR - Avukat Sena Yazıbağlı, kadın katliamı davalarında mahkeme heyetlerinin tavırlarının, faillerin ve fail avukatlarının savunmalarının aynı olduğuna dikkat çekerek “Böyle bir cezalandırma sisteminin olduğu bir yerden tabi ki adalet çıkmayacak” dedi. Sena hem hukuk alanında hem de sokakta mücadele edeceklerini vurguladı.
 
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısı ile kadınlar günlerdir alanlarda şiddete karşı seslerini yükselterek özgürlük taleplerinden vazgeçmeyeceklerini gösteriyor. Kadınların şiddete karşı mücadele ettikleri alanlardan biri de yargının failleri koruma yaklaşımları. Avukat Sena Yazıbağlı, konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
Faillerin savunmalarının benzerliği
 
Mahkemelerde faillerin savunmalarının çok benzer olduğuna dikkat çeken Sena, “Hem trans cinayetlerinde hem kadın cinayetlerinde hep gördüğümüz ortak savunma anlaşarak verilmiş ifadeler gibi. Örneğin trans cinayetlerinde, ‘Ben kadın diye biliyordum erkek çıktı’, ‘Erkekliğime laf etti’ gibi şeyler. Kadın cinayetlerinde de çok farklı bir yerden ilerlemiyor konu. Yine namus, şeref, haysiyet gibi şeyler söz konusu olabiliyor. Bunlar hep kırılgan erkeklikleri yüceltilmiş erkeklere gelen bir saldırıymış gibi ve buna karşı bir gard alınmış gibi savunmalar var. Suçu hiçbir zaman için zaten kabul etmiyorlar ama yaşanan bir tartışma varsa da bu tartışmanın sebebinin bu olduğunu söylüyorlar” dedi.
 
‘Fail avukatları müdafilik amacının dışına çıkıyor’
 
Fail avukatlarının savunmalarını da Şule Çet davasından örnek vererek değerlendiren Sena, failin avukatının “Kişinin zaten o saatte, erkeklerle bir plazada ne işi var, alkollü bir ortam” sözleriyle yaptığı savunmayı hatırlatarak avukatın müdafilik amacının dışına çıktığını vurguladı. Sena, “Bu işi bizim de işaret ettiğimiz politik yerin tam tersinden ele alan bir yerden, nefret üretme ve bunu kanıksatma görevini üstlendiklerini düşünüyoruz, görüyoruz üzülerek. İnsanlık tarihinin başından beri kadını hep emeğini değersizleştirme, kapalı kapılar ardında saklama ve metalaştırma gibi bir durum söz konusu. Dolayısıyla bugün gelinen noktada da, evet çok bedeller ödendi, büyük kazanımlarımız var ama toplumsal cinsiyet rollerinin bu kadar körüklenmiş ve kemikleşmiş bir yapıda olduğu durumda buraları henüz aşabilmiş değiliz” şeklinde konuştu. 
 
Kadın katliamları davalarında mahkeme heyetlerinin tavrı
 
Kadın katliamları davalarında mahkeme heyetlerinin farklı bir noktada olmadığının altını çizen Sena, şöyle dedi: “Sanıklar da zaten mahkemelerde bu tür savunmaların işe yarayacağını bildikleri için buna ilişkin savunmalar yapıyorlar. Çünkü ne yazık ki Türkiye’deki Hukuk Fakülteleri ki bugün gelinen noktada pek çok Hukuk Fakültesi var ama öncesinde de durum çok farklı değildi. Sayı azken de durum aynıydı. Yani yoğun dersler, yoğun bir müfredat ama bu müfredatın içerisinde insan hakları dersi yok, toplumsal cinsiyet eşitliği dersi yok. Hâkim, savcı olmak için okullarda sarf edilen zaman gerçek hayattan biraz kopuk olmayı sağlayabiliyor. Ama özellikle kariyer hedeflerinde hâkim, savcı olmak varsa o halde biraz daha politik eylemlere katılmama, sokağa çıkmama, herhangi bir sivil toplum kuruluşuyla temas etmeme gibi bir eğilim içerisinde oluyorlar o yüzden hayatı kaçırıyorlar. Yani o küçük devlet olan aile yapısından gelen bir insan, eğer dışarıya, topluma, komşuya, dünyaya gözünü kapatırsa o da bu mitleşmiş olan toplumsal cinsiyet rollerini körükleyen bir yerde böyle bir karar verir.” 
 
‘Toplumun vicdanının sesini yansıtmaya çalışıyoruz’
 
Sena, bu durumda savunma avukatlarına düşen sorumluluğun Türk Ceza Kanunu’nda yazanları anlatmanın ötesinde olduğunu söyleyerek şu ifadelere yer verdi: “Aslında neden hâkimin vicdani kanaatiyle karar verirken göz önünde bulundurması gereken şeyin sadece sanık savunması değil, dünyada başka bir şey olduğunu ve bunun alt metninde yatan şeyin ne olduğunu, dahası buradan çıkan kararların toplumun vicdanı için bir yere tekabül ettiği. Çünkü bu toplumda sadece kadını meta olarak gören gerici bir topluluk yok. Aynı zamanda aydınlanmacı, ilerici düşünen, bunu kendine mesele edinen ve bütün yurttaşlığı eşit bir vatandaşlık üzerinden gören insanlar da var. Dolayısıyla o mahkemelerden çıkan kararların herkes için aşağı yukarı tatmin edici bir yere tekabül etmesi lazım. Biz de toplumun vicdanının sesini bu noktada yansıtmaya çalışıyoruz.”
 
Bu cezalandırma sisteminden adalet çıkmaz
 
Faillere daha fazla ceza verilmesi noktasındaki söylemlerin tek başına çözüm olmadığını dile getiren Sena, “Bugün kasten insan öldürmenin cezası müebbet hapis cezası. Bir insanı öldürdüğün zaman ne ile karşılaşacağını biliyor bu insanlar ama içeriye girdikleri zaman onlar için daha büyük ve ulvi bir şey var: ‘Ben şerefimi kurtardım, ben namusumu kurtardım.’ Bu onlar için almış oldukları hapis cezasının yanında hiçbir şey. Yine onlar hiçbir rehabilitasyona, hiçbir eğitime, hiçbir aydınlanmaya maruz kalmadan aynı şekilde topluma karışmaya devam ediyorlar. Bu böyle bir kısır döngü. İlkel metotlarla insanların cezaevine atıldığı ve orada bekletildiği böyle bir cezalandırma sisteminin olduğu bir yerden tabi ki adalet çıkmayacak. Bu anlamda toplumsal adalet ve toplumsal barışın sağlanabilmesi mümkün değil” değerlendirmesi yaptı. 
 
Okullardaki eğitimin önemi
 
Buna karşılık olması gereken şeyin okul müfredatlarında ilkokuldan itibaren eşit yurttaşlık, insan hakları, toplumsal cinsiyet derslerinin konulması olduğunu kaydeden Sena, özelde hukuk fakültelerinde olan sorunu dile getirerek, “Çağımızın en büyük sorunu. Oradaki müfredatın da değişiyor olması lazım. İnsan haklarına dair bir şey bugün üniversitelerin hiçbirinde zorunlu bir ders olarak okutulmuyor ancak seçmeli olarak, kendi kişisel bir hobiniz varsa seçmeli ders olarak İnsan Hakları Hukuku dersini görebiliyorsunuz. Buralardan ayrı karar verici mekanizmalarda bulunan insanların, doğru karar verebilmeleri mümkün değil. Evet, kanunlar toplumsal kurallardan ve ahlaktan da etkilenmiştir. Haksız tahrik gibi bir durum var. İşte mini etek giymesi, kırmızı ruj sürmesi ya da erkekliğine, şerefine hakaret etmesi gibi şeyler haksız bir tahrik olarak değerlendirilip cezada indirime giden unsurlar olarak görüyor ama çok ezbere savunmalar. Hiç atlanmıyor, hiç eksilmiyor. Bunun aksi bir örnekle çok da karşılaşmadık” şeklinde konuştu.
 
Hem hukuk alanında hem sokakta mücadeleye devam
 
Adaletin yalnızca verilen cezalarla sağlanmayacağını vurgulayan Sena, toplumsal barışın ve huzurun sağlanabilmesi için kadınların sokakta güvenle yürüyebilmeleri gerektiğini dile getirdi. Sena, “Biraz daha toplumsal yaşamın düzenlenmesi lazım ama son dönemde yapılan özellikle geçen yıldan beri dillendirilen Anayasa değişikliği çalışmaları gösteriyor ki bunun çok daha korkunç bir yeri tartışılıyor. Kadınların varlığının mevcut gündemi aileyi konsolide etmek üzerinden yine erkekliğin saltanatının sarsıldığı bir yerden, LGBT anti-propagandası üzerinden gerçekleşiyor. Evliliğin şeklinin nasıl olacağına, sanki çok veriliyormuş gibi nafakanın kaldırılması gibi yerlere tekabül eden tartışmalar var. Son dönemde de zaten Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında suç duyurusunda bulunmasıyla ayyuka çıkan bir sistem var. Biz inat edeceğiz. Mücadele sadece bugün doğan bir şey değil. Hep mücadele vardı, biz de mücadele etmeye hem hukuk alanında hem sokakta devam edeceğiz” dedi.