Sarah Glynn: Kürtler fikirleriyle umut oluyor

  • 09:02 27 Aralık 2023
  • Güncel
 
Melek Avcı
 
ANKARA - Kürdistan Dayanışma Komitesi üyesi Sarah Glynn, uluslararası kurumların tecride sessizliğini, “Aralarında oldukça kirli bir anlaşma var” sözleri ile özetlerken, Kürt halkına yönelik saldırılara ilişkin de "Aman Tanrım, Kürtler her gün saldırıya uğruyor" demek yerine Kürtlerin fikirleriyle her yerde insanlara umut ve ilham kaynağı olduklarına vurgu yaptı. 
 
İmralı’da ağır tecrit koşulları altında tutulan ve 34 aydır kendisinden haber alınamayan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun siyasi çözümü için 10 Ekim’de dünyadaki 74 merkezde kampanya başlatıldı. Bir yandan okuma günleri ve uluslararası diplomasi işletilirken, diğer yandan cezaevindeki açlık grevleri ve Adalet Nöbetleri sürüyor. Tüm bu çalışmaların karşısında ise Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT)  ile tecritte rol ve misyonu olan uluslararası kurumların sessizliği sürüyor. 
 
Kürdistan Dayanışma Komitesi üyesi Sarah Glynn,  tecrit ve sessizliğe ilişkin JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
 
“Bu tecrit Sayın Öcalan'a mutlak olarak uygulanırken aynı zamanda diğer mahkûmlara da uygulanıyor ve giderek derinleşerek artıyor. Fakat bence bu, Türkiye’nin aslında Öcalan'ın ne kadar önemli olduğu ve fikirlerinin ne kadar değerli olduğunun anladığının bir göstergesidir.”
 
*Türkiye'nin yıllardır PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde yürüttüğü bir tecrit politikası söz konusu, ne avukatlar ne aile görüşü sağlanıyor mutlak bir iletişimsizlik hali var. Bu konuyu nasıl ele alıyorsunuz?
 
Her zaman şunu söylüyoruz bu tecrit tamamen yasa dışı. Ne uluslararası hukuk ne de Türkiye hukukuna uyuyor. Bu bir tür işkencedir; ailenizi görememek, avukatlara ulaşamamak, hepsi işkence. Herkes biliyor ki avukatlarla görüşememek yasal hiçbir adım atamamak demektir. Bu tecrit Sayın Öcalan'a mutlak olarak uygulanırken aynı zamanda diğer mahkûmlara da uygulanıyor ve giderek derinleşerek artıyor. Böylece bir bakıma Türkiye'deki diğer siyasi tutsaklara bir model olarak uygulandı. Fakat bence bu, Türkiye'nin aslında Öcalan'ın ne kadar önemli olduğunu, fikirlerini ne kadar değerli olduğunu anladığının bir göstergesidir. Bu fikirler gerçekten önemli, Türkiye ve Orta Doğu'da barışı inşa etmek için önemlidir. Her yerde daha iyi, daha adil ve yaşanılabilir bir topluma ilham vermek için uluslararası düzeyde önemlidir.
 
*Abdullah Öcalan’ın Türkiye getirilmesinde ABD ve Avrupa ülkelerinin açık rolünü hatırladığımızda bu sessizlik Türkiye iktidarının uyguladığı tecrit politikalarına bir çeşit “onay” ya da destek olarak adlandırılabilir mi?
 
Burada gördüğümüz şeyin reel politikası ile Öcalan'ın neyi temsil ettiğine dair korkunun bir karışımı olduğunu düşünüyorum. Yani batılı ülkeler kendi çıkarları doğrultusunda Türkiye'yi üzmek istemiyorlar. Ama aynı zamanda liberal kapitalizme karşı herhangi bir alternatiften de çok korkuyorlar. Batı gerçekten de onlarca yıldır liberal kapitalizmin alternatiflerini, düşünce sistemlerini sistematik olarak eziyor. Yani bunun bir karışım olduğunu düşünüyorum.
 
“Gerçekten yapabilecekleri tek şey, suçlu olan ülkelerin Avrupa Konseyi'nde rol almasını engellemek ve sonuçta onları Avrupa Konseyi'nden ihraç etmeye yönelik yaptırım uygulamaktır. Türkiye AB'nin bir üyesi değil ama 20 yılı aşkındır üye olmaya çalışıyor. Fakat bilinmelidir ki üye olabilmesi için insan haklarına dair pek çok kuralı içeren Kopenhag kriterlerine uyması gerek.”
 
* AİHM kararlarının uygulanmaması, bütün hak ihlallerine rağmen AB ülkelerinin Türkiye hükümetiyle işbirliğini sürdürmesini nasıl tanımlamak lazım?
 
Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği'nden çok daha eskidir ve AB bu konseye bağlıdır. Avrupa Konseyi çok daha geniş bir alana yayılıyor ve Türkiye'yi de kapsamakta. Dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi evrensel kuralları Türkiye'ye uygulamalı. Türk yasalarını geçersiz kılmalıdır. Bu evrensel kurallar Türkiye hukukuna da dâhil edilmiştir. Bu mahkeme, Türkiye ve Avrupa Konseyi'nin diğer üyeleri için nihai mahkemedir. Fakat diğer yandan kendi kurallarını zorla uygulatma yetkileri de yok. Gerçekten yapabilecekleri tek şey, suçlu olan ülkelerin Avrupa Konseyi'nde rol almasını engellemek ve sonuçta onları Avrupa Konseyi'nden ihraç etmeye yönelik yaptırım uygulamaktır. Ancak onları ihraç ettiğiniz takdirde de gelecekleri hakkında hiçbir söz hakkınız kalmıyor, ülke üzerindeki müdahalenizi ve nüfuzunuzu kaybedersiniz. Ancak Avrupa Mahkemesi bir karar verdiğinde ve bir ülke bu karara uymadığında, konu Avrupa Konseyi'ni oluşturan tüm ülkelerin dışişleri bakanlarından oluşan Bakanlar Konseyi'ne gidiyor.
 
‘Aralarında oldukça kirli bir anlaşma var’
 
Yani asıl mesele bundan sonra ne yapılacağı ve bu sürecin nasıl ileriye götürüleceği, bunlara nasıl yaptırım uygulanacağı veya uygulanmayacağıdır.  Bu inanılmaz derecede yavaş bir süreç, topu sürekli ileri geri sallarlar. Ve tabii ki, Türkiye'yi gerçekten kızdırmak istemeyen, çıkarlarını düşünen ülkeler de var. Aynı zamanda Avrupa Birliği'nden de bahsediyoruz ki bu da elbette Türkiye'yi kızdırmak istemeyen, çıkarlarını düşünen ülkelerin oluşturduğu bir başka örgüt. NATO üyelerini gücendirmek istemiyorlar. Mesele sadece Türkiye'yi kızdırmak değil, Türkiye'yi diğer kampa itmeye çalışmak olsa da, Türkiye'yi NATO'nun içinde tutmak istiyorlar. Türkiye ile çok fazla ticaret yapıldı. Avrupa Birliği'nde de Türkiye ile birçok işbirliği söz konusu, Türkiye etkin bir şekilde konumunu koruyor. Göç meselesi var ve Avrupa'ya geçmelerini istemediği göçmenleri Türkiye bünyesinde tutuyor. Kısacası, oldukça kirli bir anlaşma var ve Türkiye ile ters düşmek istemiyorlar. Türkiye AB'nin bir üyesi değil ama 20 yılı aşkındır üye olmaya çalışıyor. Fakat bilinmelidir ki üye olabilmesi için insan haklarına dair pek çok kuralı içeren Kopenhag Kriterleri’ne uyması gerek. İlk başlarda bu konuda, özellikle de Sayın Öcalan davası açısından çok önemli olan idam cezasının kaldırılması konusunda bir miktar ilerleme kaydediyorlardı. Ancak artık AB üyeliğine ilişkin müzakereler resmen rafa kaldırıldı. Ama bir yandan da biliyorsunuz Türkiye bu kuralların hiçbirine uymuyor tam aksine insan hakları konusunda geriye gidiyor. Avrupa Birliği Türkiye ile çalışabileceği başka yollar bulmaya çalışıyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği'nde özel statüsü var. Yani eğer üyelik olmadan tüm bunlara izin veriyorsa, üyelik olmadan da pek çok başka şeyi elde ediyorlarsa, AB üyeliği Türkiye'yi kurallara uymaya ikna etme konusunda onlara gerçekten hiçbir avantaj sağlamıyor.
 
“CPT pek çok tartışmada diplomasi yoluyla tavsiyelerini fiilen gerçeğe dönüştürmeye çalışıyor. Ancak kendi kurallarını çiğneyemeyecekleri, bu sözleşme hükümlerine göre bir şeyler yayınlamayacakları konusunda çok ısrarlılar çünkü bunu yaptıkları durumda gelecekte ülkelerin cezaevlerine erişimlerinin engellenmesi riskiyle karşı karşıya kalacaklardır.”
 
* CPT İmralı'yı ziyaret etmesine rağmen raporu Türkiye'ye gönderdi ama yayınlamadı. CPT raporu açıklamamasını kendi kural ve kanunlarının gereği olduğunu söylüyor. CPT'nin yıllardır yaptığı tavsiyelere uymayan bir Türkiye gerçeği varken neden harekete geçilmiyor?
 
Avrupa Konseyi'nin bir parçası olan CPT, tıpkı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi gibi, ülkeye fiilen uygulayabileceği yaptırımlarla sınırlıdır.  Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin gözaltı yerlerini ziyaret etme konusunda benzersiz haklara sahiptir. Ancak ziyaretleriyle ilgili hazırladıkları raporları yayınlasalar bile, bunu ancak ilgili devletin izni olması ve o devletin yanıt verme fırsatı bulmasından sonra yapabilirler. Türkiye ile ilgili yayınlanan son rapor 2019 yılına ait. Yani konuşmalar arasında, elbette CPT pek çok tartışmada diplomasi yoluyla tavsiyelerini fiilen gerçeğe dönüştürmeye çalışıyor. Ancak kendi kurallarını çiğneyemeyecekleri, bu sözleşme hükümlerine göre bir şeyler yayınlamayacakları konusunda çok ısrarlılar. Çünkü bunu yaptıkları durumda gelecekte ülkelerin cezaevlerine erişimlerinin engellenmesi riskiyle karşı karşıya kalacaklardır. Ancak, gerçekten verdikleri tavsiyelere uyulmadığı takdirde, raporlardan bağımsız olarak kamuya açıklama yapmalarına olanak tanıyan bir açıklama yapma süreçleri var. Ayrıca 1992'de ve 1996'da Türkiye'yle ilgili kamuoyuna açıklama yaptılar. Genel olarak Türkiye ile ilgili böyle bir süreci başlatmışlardı, yine 2008'de kamuoyuna açıklama yapmak için süreci başlattılar. Ama Türkiye buna karşı çıkıp cevap vermeye başlayınca buna Yeni Tevkif Merkezi'ni inşa edip diğer tutukluları da yanına getireceklerini söylemeye başlayınca açıklamaları ve sürece durdurdular. Fakat şu anda Sayın Öcalan'ın avukatları CPT'yi görevini yapmaya çağırıyor, özellikle sağlığı ve güvenliği konusunda bilgi akışı sağlaması ve görevini yerine getirmesini söylüyorlar.
 
* Şu an dünyanın birçok ülkesinde Abdullah Öcalan'ın özgürlüğü için kampanya yürütülüyor. Bu kampanyalar neden büyük bir ilgiyle dünyaya yayıldı?
 
Kobanê saldırıları sırasında Kürtler ve onların gösterdiği direniş hakkında bilgi sahibi olan tek kişinin ben olmadığıma eminim. Bu tabii ki sadece Kürtlerin IŞİD'e karşı nasıl mücadele ettiğini görmek değildi, aynı zamanda farklı halklarla ve duygularda neyin inşa edildiğini görmekti. Biliyorsunuz, biz hep farklı türde bir dünya yaratmaktan bahsediyorduk ve bu insanların bunu bir savaş bölgesinin ortasında yaptıklarını gördük. Bu çok ilham vericiydi. Birçok insana büyük ilham oldu. Daha sonra soru sormaya başlıyorsunuz. Bunun kaynağı, fikri nereden geliyor? Tabii ki, bu fikirlerin çoğu Türkiye'de veya daha önce hayata geçirilmeye çalışılmış olsa da ya da Rojava'da insanlar ve diğer yerlerde bu fikirlerin farkında olmasalar da, bence Rojava bunu ön plana çıkarıyor. İnsanlar tecride karşı ne yapabiliriz diye soruyor ve Mandela'nın serbest bırakılmasına yönelik kampanyalarla karşılaştırmalar yapıp yenilerini üretiyorlar.
 
“Sayın Öcalan'ın ne söylediğini, bunun hepimize her yerde nasıl yardımcı olabileceğini öğrenmeye odaklanıyoruz. Tüm bu saldırılara karşı Kürt hareketi dünya için bir çözüm, bir yaşam tarzı üretiyor. Bu çok çok ilham verici.”
 
* Bütün bunların temelinde yatan Kürt sorununun ve tecridin çözümü için sizce yol ve yöntem nedir? 
 
İşte büyük soru bu. Yani bence bunu ancak kampanyayı Güney Afrika örneğinde olduğu gibi bizi görmezden gelemeyecek kadar büyüterek yapabiliriz. Fakat bana göre bu tecritten ibaret bir durum değil, Sayın Öcalan'ın ne söylediğini, bunun hepimize her yerde nasıl yardımcı olabileceğini öğrenmeye odaklanıyoruz. Bunun yanı sıra her yerde insanların kendi hükümetlerimizi daha hesap verebilir kılmak için demokrasi için kampanya yürütmesinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bunların hepsi aynı mücadelenin parçası. Hepsi birbirini destekliyor. Bu yüzden onun bu mücadeleleri bir araya getirdiğini düşünüyorum ve bu gerçekten zor bir iş. Çünkü kitlesel bir hareket yaratmanın hiçbir kısa yolu yoktur. Biliyorsunuz, insanların neler olup bittiğini bilmesini sağlamak ama aynı zamanda Kürtlerin başına gelenleri de bilmesini sağlamakla ilgili bir durum. Bu sadece, şundan ibaret değil "Aman Tanrım, Kürtler her gün saldırıya uğruyor" bu değil, aslında Kürtler bu fikirleriyle her yerdeki insanlara bir umut kaynağı, bir ilham kaynağı oluyor. Bunu göstermek gerek. Yani bu destek çoğunlukla iki yönlü ilerletilmelidir. Açıkçası, insanlara Kürtlerin içinde bulunduğu durumu, bir halk olarak soykırıma uğradığını ve bölgede olup bitenleri hatırlatmak, bu kadar çok şey olup bittiği göstermek şu koşullarda gerçekten çok zor. Türklerin Rojava'ya yönelik saldırıları da benzer şekilde orada yaşamı imkânsız hale getirmek, sivilleri öldürmek ve altyapıyı vurmak için tasarlandı. Ama tüm bu saldırılara karşı Kürt hareketi dünya için bir çözüm, bir yaşam tarzı üretiyor. Bu çok çok ilham verici.