Ebru Günay: Hakikatin üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz

  • 11:05 25 Ağustos 2022
  • Siyaset
 
DİYARBAKIR - HDP Sözcüsü Ebru Günay, hafta içerisinde katliam gibi iki kazanın yaşandığının altını çizerek, “Bir suçluluk psikolojisiyle suç işleri bakanını olay yerine göndererek her zamanki gibi hakikatlerin üzerini örtmeye çalıştılar. Ama ne Derik halkı ne de bizler asla hakikatin üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz” dedi.
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Ebru Günay, gündemdeki gelişmelere dair Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Genel Merkez’inde düzenlediği basın toplantısında değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Katliam gibi kaza’
 
Acı dolu bir haftayı geride bıraktıklarını söyleyen Ebru, Antep ve Mardin’de yaşanan kazaların katliam niteliğinde olduğunu belirtti. Ebru, “Antep’te 16 canımızı yitirdik Derik’te ise 21 canımızı kaybettik. Elbette ki kazalar telafisi mümkün olmayan derin izler bıraktı. Asla unutulmayacak yaralar asla kapatılmayacak izler ve acılar bıraktı. Ben başlarken yaşamını yitirenlerin yakınlarına sevenlerine dostlarına ve tüm halkımıza başsağlığı diliyorum, yaralılar için de acil şifa diliyoruz. Bu kazaların kaza olmadığını, tesadüf olmadığını tamamen ihmaller zinciri sonucunda gerçekleştiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bir kaç gündür ve arkadaşlarımızla birlikte olayın ilk anından itibaren alandaydık tüm olanları görgü tanıklarını yakından takip ettik. Sonra da eş genel başkanlarımız ve heyetlerimizle taziye ziyaretlerine katıldık, halkımızla yan yanaydık. Şunu gördük baştan sona göz göre göre gelen katliam gibi bir kaza” dedi.
 
‘Kazaya davetiye çıkarıyor’
 
Yaşanan kazaların temel nedenin tedbirlerin alınmaması olduğunu belirten Ebru, “Basit önlemlerle bu kazalara karşı önlemler alınabilirdi. Her iki kazada da ilk kazadan sonra tedbirlerin alınmaması facianın asıl sebebi. Derik’te tam 20 dakikalık bir zaman farkı var. Bütün demokratik eylemlerde yolları kapatan her yeri abluka altına alan adeta kuş uçurtmayan kolluk bir kaza anında daha büyük felaketleri engellemek için yolu kapatmaya dahi gerek duymuyor. Her yeri ablukaya alan adeta hiçbir kuş uçmasına izin vermeyen kolluk, bir kaza ardından daha büyük felaketleri önlemek için yolu kapatmaya ihtiyaç duymuyor. Kazaya davetiye çıkarıyor. İlk kaza gerçekleştikten sonra yol trafiğe kapatılsaydı ikinci kaza gerçekleşmezdi. Yine yandaşın kar hırsı dolayısıyla bağımsız tonaj kontrolleri yapılmayan TIR’lar Mardin, Derik ve Mazıdağı’nda ölüm saçmaya devam ediyor. Herkes çok iyi biliyor ki TIR’lar Cengiz Holding’in Eti Bakır Fabrikası’ndan aldığı fosfat gübreyi taşıyor. Yanıcı bir madde ve dünyanın hiçbir yerinde yanıcı ve tehlikeli maddeler kent içinden geçirilmez. Gerekli tedbirler alınır. Hem bizim çokça dile getirmemize rağmen hem de Deriklilerin taleplerine rağmen gerekli tedbirler alınmadı” diye belirtti. 
 
‘Katliam gibi kazanın sebebi Cengiz Holding’dir’
 
“AKP iktidarının derdi, halkın can güvenliği yoksulluğu, sağlığı değil. Derdi yandaşının korunması, yandaşının güvenliği” diyen Ebru, devamında şunları söyledi: “Derik, Mazıdağı Diyarbakır, Mardin Diyarbakır arası sadece Eti Bakır TIR’larının yol güvenliği için kontrol noktalarının, özel tren hatlarının oluşturulduğunu herkes biliyor.  İhmaller ve yandaş koruma politikasında sayabileceğimiz çok örnek var. Bu katliam gibi kazanın sebebi Cengiz Holding’dir,  AKP iktidarının kendisidir. Bizler ilk andan itibaren oradaydık. Büyük katliam dosyalarında AKP iktidarı, ilk yaptığı şey  olarak yayın yasağı getirerek hakikatlerin üzerini örtmeye çalıştı. Gerçekler ortaya çıktıkça gizlemeye çalıştıkları suç ortaklığı ortaya çıktıkça yaptıkları ilk iş yayın yasağı almak oldu. Bu yayın yasağı mağdurları korumak için alınan bir yayın yasağı değil. Bu yayın yasağı, Cengiz Holding’i ve yandaşını korumaya yönelik bir yayın yasağı. Çünkü ihmaller silsilesinin ortaya çıkmasını engellemek istediler ve iktidar, iktidar yandaşları bundan rahatsız oldular.
 
‘Hakikatin üstü örtülmeye çalışıldı’
 
 Bir suçluluk psikolojisiyle suç işleri bakanını olay yerine göndererek her zamanki gibi hakikatlerin üzerini örtmeye çalıştılar. Yani AKP iktidarının kendi suç içişleri bakanını gönderdiği her yerde bir şeyler gizlenir, gerçeğin üzeri örtülür. Ama ne Derik halkı ne de bizler asla hakikatin üzerinin örtülmesine izin vermeyeceğiz. Bu katliamın gerçek failleri hesap verene kadar mücadele etmeye ve acılarını paylaşmaya devam ediyoruz. Bir kez daha hayatını kaybedenlerin yakınlarına ve halkımıza başsağlığı diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum. Onlarla dayanışmamız elbette devam edecektir. Nasıl ki kaza anında yan yanaydık acılarını paylaştı bundan sonra da gerçeklerin ortaya çıkması için mücadele edeceğiz. Gerçeklerin üzeri ne kadar örtülürse örtülsün, her hakikat açığa çıkar. Toplumu aydınlatır.”
 
‘Saldırılar sürüyor’
 
Ülkeyi yaşanamaz hale getiren ve kendi iktidarını korumak adına her türlü yıkımı reva gören bir zihniyet ile karşı karşıya kaldıklarını belirten Ebru, şunları söyledi: “İktidarın Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları sürüyor ve bizler de Suriye’deki gelişmeleri çok yakından takip ediyoruz. 2011 yılından itibaren kesintisiz bir şekilde Suriye’deki savaşı destekleyen hatta besleyen iktidar ilk kez Esad’la görüşmekten, diyalogdan bahsediyor. Biz elbette parti olarak bütün sorunların diyalog ve müzakere ile çözülmesinden yanayız. Ancak iktidarın amacının gerçekten müzakere ve diyalog olmadığının da farkındayız. Bu diyalog teklifinin gerekçeleri bir yana gelinen aşamada Esad’ın yeniden muhatap alınması, Saray’ın ve ona bağlı çetelerin Suriye’deki savaşı kaybettikleri anlamına da gelmektedir.
 
Çözüm politikalarında ısrar ediyor
 
Yani Saray’dan çekilen ‘Esad’ı devirmek’ adlı korku/macera filminin finali absürt bir komediye dönüşmüştür artık. Şam Emevi Camii’nde namaz kılma vaadiyle başlayan süreçte sistem muhalefetini de arkasına alarak özellikle her seçim öncesindeki operasyonlarıyla şov ve hamasetten beslenen iktidar, bugün itibariyle Türkiye’yi milyonlarca mülteci ile karşı karşıya bırakmıştır. Bu maceraperestliğin ve ihvan rejimini Suriye’de hakim kılma girişimlerinin bedelini milyonlar çok ağır ödedi ve halen de ödüyor. Ancak Saray Rejimi, geniş bir Ortadoğu coğrafyasını etkileyen bu yıkımdan ders almamış olacak ki, Esad’la diyalogun yine Kürtsüzlük temelinde gerçekleşebileceğine ilişkin çözümsüz bir politikada ısrar ediyor. Saray Rejimi, önce IŞİD eliyle yapamadığı, daha sonra bizzat kendisi Suriye topraklarına girerek gerçekleştirmek istediği Kürtleri tasfiye operasyonunu bu kez diyalog ve müzakere adı altında Esad rejimi ile ortaklaşarak ya da Esad’a devrederek gerçekleştirmenin yollarını arıyor.
 
Kürtlerin statüsüz bırakılmasıdır
 
Türkiye’nin Suriye’de bir çözüm perspektifi bulunmuyor. Tek hedefi Kürt karşıtlığı ve Kürtlerin statüsüz bırakılmasıdır. İşgal ettiği, kendine bağlı güçleri yerleştirdiği tüm alanlardan çekilmesinin şartı olarak ön plana çıkaracağı temel şart Kürtlerin sahip olduğu hakların geri alınmasıdır. Bu da bir çözüm siyaseti değil, pazarlık ve şantaj politikasıdır. Bir kere rejim açısından Türkiye, Suriye’nin birçok bölgesinde işgal gücü bulunduran bir ülke. Hatta Suriye rejimine göre Türkiye’nin desteklediği tüm silahlı gruplar terörist. Buna rağmen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu kalkmış bulundukları bölgelerden çekilip çekilmeyeceklerini açıklamadan, bu konuda bir değerlendirmede bulunmadan kendince muhalefet olarak gördüğü, ancak kontrol ettikleri yerlerde birçok insanlık suçunu işlemiş bu grupları Şam yönetimiyle barıştırmaktan söz ediyor. 
 
Hedef Suriye ve Rojava’yı istikrarsızlaştırmak
 
Türkiye’nin önceliği Kürtleri statüsüz bırakmak için rejim ile ilişki geliştirmek. O yüzden kendilerine bağlı grupları rahatlıkla bırakabilir ancak bunun yaratacağı sorunlar olacak. Açıklamalarla zemin yoklamaya çalışıyor. Yine rejim ile anlaşmalı bir tampon bölge oluşturup bir kısım mülteciyi oraya yerleştirmek diğer bir hedeftir. Bu yüzden ne kadar barıştan söz etse de Türkiye’nin temel siyaseti Suriye ve Rojava’yı istikrarsızlaştırmak, işgal ve yeni saldırılara zemin hazırlamaktır. Tüm eylemleri ve planları buna yöneliktir. En doğru siyaset Suriye’deki çözümü Suriyeli halklara bırakmak. Türkiye bu pozisyona çekilirse ancak çözüme hizmet eder. Pazarlık, şantaj ve Kürt düşmanlığı bir çözüm siyaseti olamaz. Türkiye’nin Suriye’de bir çözüm ve barış derdi varsa yapması gereken tek şey Suriye topraklarından çıkmasıdır, kendisine bağlı gruplara verdiği destekten vazgeçmesidir. Her gün sivillerin SİHA saldırıları ile katledildiği, kaçırıldığı, malların yağmalandığı, demografik yapının değiştirildiği, cinayetlerin gerçekleştirildiği bölgelerde sorumluluğu olan bir iktidarın diyalog ve müzakere arayışı olsa olsa bu suçların daha derinleştirilmesine neden olacaktır.
 
Çözüm Suriye halkının iradesini tanımaktır
 
HDP olarak Suriye’de yabancı güçlerin herhangi bir müdahalesi olmaksızın kendi aralarında siyasi ve kalıcı bir çözüm için doğrudan görüşmelerini savunduk ve savunmaya devam ediyoruz. Savaş suçu işleyenler hariç ülkelerini terk etmiş tüm Suriyelilerin kendi memleketlerine güven içinde dönmelerini sağlayacak bir çözüm mümkündür. Savaş suçu işleyen çetelerin ise bulundukları ülkelerde derhal yargılanmaları sağlanmalı ve örgütlerinin lağvedilerek bölgesel silahsızlanmanın önü açılmalıdır. Saray rejiminin taktiğiyle Suriye tarafına 3 adam gönderip, oradan Türkiye tarafına 5 füze attırarak savaş ya da müdahale bahanesi yaratmanın ve bu asılsız iddialarla Suriyeli Kürtleri ‘terörist’ ilan etmenin ucuzluğuna başta ana muhalefet olmak üzere kendisine ‘demokrat’ diyen kimse kapılmamalıdır. AKP-MHP’nin her ‘terörist’ ya da ‘düşman’ dediğine muhalefetin de sorgusuz-sualsiz uyması, bu ülkenin barış ve istikrar umutlarını gölgelemektedir. 
 
Aynı gemide değiliz
 
HDP olarak nasıl ki Türkiye’de Kürt sorununa siyasi çözüm temelinde yaklaşıyorsak, Suriye’de de müzakerelerle siyasi ve kalıcı bir çözümden yanayız. Bu ilkeli duruşumuzu her zaman ve her yerde savunmaya devam edeceğiz. Ne zaman bir siyasal ya da ekonomik kriz çıksa yönetenler halkları birlik ve beraberliğe davet eder ve ‘boğulma’ korkusuyla kendilerine destek vermeye çağırırlar. Bu dünyanın her yerinde bilinen klasik bir iktidar taktiğidir. Erdoğan’da yine tüm ülkeyi batıran kendisi değilmiş gibi herkesten sabırlı olmasını istedi ve ‘aynı gemideyiz’ dedi.  Biz seninle aynı gemide değiliz. Biz halkımızla aynı gemideyiz. Soruyoruz: Bu ülkeyi 20 yıldır yöneten kim? Bütün siyasetini toplumu ayrıştırmak, kutuplaştırmak, bölmek için kullanan kim? Hazineden döviz garantili milyarlarca dolar ve Euro ‘luk ihale alanlarla, toprağını işlemek için sürekli borçlanan, tohum, gübre, elektrik fiyatları altında ezilen yoksul köylüler aynı gemide mi?
 
Yandaşa karşı halkı savunmaya çağırıyor
 
Bizler ise halklarımızın gemisinin batmasına, su almasına asla izin vermeyeceğiz. Hep birlikte, el ele, omuz omuza vererek bu gemiyi limana sakince yanaştıracağız. Çünkü bu liman AKP’nin talimatıyla hareket eden Merkez Bankası’nın faiz manipülasyonlarıyla yürümez. Dokuz ay önce ‘Bir Müslüman olarak ‘nas’lar neyi gerektiriyorsa onu yapmaya devam edeceğim. Hüküm bu’ diyen Erdoğan’a soruyoruz. Yüzde 13 Merkez Bankası, yüzde 25 banka faizlerinde nas işlemiyor mu? Hüküm, paradan para kazanan bankalar için geçerli değil mi? Gerek KOBİ’ler gerekse de vatandaşlar bakımından ihtiyacı olanlar için faizi sıfıra indirelim. Geçmişte çekilen kredilerin faizlerini silelim. Ana paraları, uzun vadeli şekilde yapılandıralım.
 
Nas da, insanlık da, vicdan da faize karşı, yandaşa karşı halkı savunmaya çağırıyor. 
 
Memleketi ve ülkeyi batıranlar şimdi panik halde kendilerini kurtarmanın arayışındalar. Geçtiğimiz günlerde Erdoğan ve kurmayları olağanüstü ‘seçim zirvesi’ yaptılar. Gerçi toplantıya çağrılanların bile haberi yoktu, çünkü Saray fena halde sıkışmış veya panik içinde. O zirveye ‘seçim zirvesi’ dediler ama aslında zirve ‘Memleketi batırdık, filikalarla nasıl kendimizi kurtarırız’ zirvesiydi. 
 
Çıkan sonuçlar kamuoyuna deklere edilecek
 
Bütün anketler Türkiye toplumunun, ülkeyi felakete sürükleyen bu zihniyetten uzaklaştığını ve AKP’nin toplum desteğini kaybettiğini gösteriyor. Kendi yandaşları bile her gün güç kaybettiklerini anket sonuçlarıyla önlerine koyuyor. İşte zirveyi bu korku ve panikle yaptılar. Ama korkunun ecele faydası yok, iktidar miadını doldurdu, onlar 40 bin zirvede yapsalar toplumu kandıramayacaklar, felaketlere sürükledikleri toplumdan rıza alamayacaklar. Gidişleri yaklaştı ve bu zirve aynı zamanda AKP’nin bu ülkenin yakasından düştüğü, kaybettiği zirve olarak tarihe geçecek. Bu da kendiliğinden olmayacak biz gerçekleştireceğiz. Bunu örgütlü gücümüzle yapacağız, ittifaklarımızla gerçekleştireceğiz. Bugün Eş Genel Başkanlarımızın katılımıyla İstanbul’da partimizin de dahil olduğu ittifak toplantısı gerçekleştiriliyor. Bu toplantıda ittifakın ilkeleri netleştirilecek, çalışma esasları ve birliktelik hukuku belirlenecek ve toplantıdan çıkacak sonuç üzerinden önümüzdeki günlerde bir deklarasyonla toplantıdan çıkan sonuçlar kamuoyuna deklere edilecek.
 
1 Eylül mitingine çağrı
 
Bizler alanlarda tekrar halkımızla birlikte mücadele etmeye, savaş politikalarına karşı milyonlarla etkinlik halinde olmaya devam edeceğiz. Savaş ve tecride karşı 1 Eylül’de alanlarda olacağız. ‘Savaş kaybettirir, barış kazandırır’ şiarıyla gerçekleştireceğimiz 1 Eylül Dünya Barış Günü etkinliklerine güçlü bir şekilde katılmaya çağırıyoruz. 1 Eylül Günü Van’da Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan’ın katılımıyla Van’da, Eş Genel Başkanımız Mithat Sancar’ın katılımıyla Şırnak’ta mitingler düzenleyeceğiz. Her yerde de emek demokrasi güçleri ile alanlarda olacağız. Savaşa karşı sesimizi yükselteceğiz çünkü savaş kaybettirir, barış kazandırır diyoruz.”