‘Mahpusta Kadın Olmak’ kitabı üzerine söyleşi ve imza günü etkinliği

  • 15:02 23 Eylül 2024
  • Kültür Sanat
WAN – TJA öncülüğünde Wan’da “Mahpusta Kadın Olmak Çalıştayı” kitabının  söyleşi ve imza günü gerçekleştirildi. Söyleşiye katılanlardan DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Biz çözüm sürecinde, herkesin Sayın Öcalan’ı barış elçisi olarak gördüğünü gördük. Tecrit karşısında toplumsal bir mücadele gerekiyor” dedi.
 
Tevgera Jinên Azad (TJA), “Mahpusta Kadın Olmak Çalıştayı” kitabı için söyleşi ve imza günü gerçekleştirdi. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Wan Şube binasında gerçekleşen söyleşiye Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HDP) milletvekilleri, demokratik kitle örgütleri ile çok sayıda kişi katıldı. Söyleşi salonuna, “Mahpusta Kadın Olmak Çalıştayı Kitabı Üzerine Söyleşi ve İmza Günü” yazılı pankart asıldı.
 
‘Fikirleri asla hapsedemezler’
 
Söyleşide ilk söz alan TJA aktivisti Hacer Özdemir cezaevlerinden söz etti. Hacer, “İktidarların amacı zindana hapsetmektir. Fiziki olarak bir hapis durumu olsa da fikirleri asla hapsedemezler, sınırlandıramazlar. Zindan bizim için hep bir direniş alanıydı. O nedenle bu anlamda çok sayıda çalışmalar yapıldı. Mazlum Doğan ve Sakine Cansızların Amed Cezaevi’nde yürüttüğü bir direniş söz konusu. Bu nedenle bir çalıştay yaptık. Dünden bugüne kadınların zindan direnişini ve tarihini işledik. Zindanlarda devam eden işkencelere karşı nasıl bir direniş sergilendiğine dair tartışmaları kitaplaştırdık. Çok sayıda direniş söz konusu ama bunların yazılı hale gelmesinde zayıf kalıyoruz. O nedenle bu çalışmanın da boşa gitmesini istemedik ve kitaplaştırdık. Bu kitapta 80’lerin, 90’ların ve 2000’lerin zindan tarihi var. Devlet bizi sınırlandırmaya çalışsa da biz TJA olarak sınırları tanımıyoruz. Uluslararası bir konferans da gerçekleştirdik. Dünyanın birçok yerinden çok sayıda kadın katıldı ve konferansta güzel sonuçlar alındı. Tüm dünyadaki siyasi kadın tutsakların sesi olalım ve ortak bir mücadele yürütelim” şeklinde konuştu.
 
‘Sayın Öcalan üzerinde başlayan tecrit İmralı’yı aştı’
 
Tecride dikkat çeken Hacer, “İmralı’da Sayın Öcalan üzerinde başlayan tecrit bugün İmralı’yı aştı. Tüm zindanlarda tecrit yaşanıyor. Garibe Gezer’in sesini duyuramadığımız için katledildi. Bugün çok sayıda arkadaşımız tek başına, tecrit altında tutuluyor. Tüm zindanların sesi olmalıyız. Yaşanan işkenceleri ve ahlaksızlıkları teşhir edelim. Biz içerinin sesi olursak dışarıdaki direnişi de artırmış oluruz” diyerek, 30 yılı aşkın süredir cezaevinde tutulan siyasi tutsaklara  değindi.
 
Hasta kadın tutsakları anlattı
 
Ardından kitabın yazarlarından gazeteci Esra Çiftçi, çocukluğunun cezaevi kapılarında geçtiğini ifade ederek, cezaevindeki hasta tutsaklara işaret etti. Esra şu ifadeleri kullandı: “Devlet hiçbir yükümlülüğünü yerine getirmiyor. Fatma Özbay uzun yıllardır cezaevinde ve kanser hastası. Sağ göğsü alındı ve tedavi olmadığı için sol göğsüne de yansıdı. Biyopsi yapılması gerekirken yapılmadı ve şimdi de bu şekilde kanserle mücadele ediyor. Gülistan Abdo 1993’te gözaltına alındı ve işkence sonrası bir bacağı kesildi. Diğer bacağı da yeterli tedavi göremediği için hastalık kaptı. Özge Özbey, beynindeki tümör nedeniyle İstanbul Acıbadem Hastanesi'nde ameliyat oldu ve yoğun bakımdayken tutuklanarak cezaevine götürüldü. Beynindeki tümör çoğalıyor. Dicle Bozan 2017’de bir çatışmada ağır yaralandı ve bir bacağı diz altından kesildi. Bağırsakları dışarıda ve bu halde tutuklandı. Cezaevinde yaşamlarını sürdüremeyen hasta tutsaklar hakkında cezaevinde kalabilir raporu veriliyor. Selver Yıldırım 28 yıldır cezaevinde. Sağ gözü görmüyor ve sol gözü ise yüzde 15 oranında görüyor. Gözüne lazer tedavisi uygulanması gerekirken, faşist doktorlara denk gelerek ‘lazer fabrikası kapatıldı’ denilerek tedavi edilmedi. Örnekler çok fazla. Bütün hasta tutsaklar dışardayken hasta değillerdi, hepsi cezaevinde hastalandı. Örneğin, Aysel Tuğluk’a baktığımızda demans hastası olmasının en önemli nedeni annesinin cenazesine yapılan saldırıydı.”
 
‘ATK bağımsız değil’
 
Cezaevlerinde Hipokrat yeminine rağmen doktorların ırkçı yaklaşımları olduğunu ifade eden Esra, Adli Tıp Kurumu'nun (ATK) bağımsız karar almadığını söyledi. Yargının ATK’yi esas aldığını kaydeden Esra, “ATK, Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kurum. Bu da kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı. AKP’den önce kısmen de olsa ATK bağımsız davranırken, AKP’den sonra bu durum da kalktı” diyerek devamında, muhabirimiz Rabia Önver’in uyuşturucu-fuhuş çetesini teşhir eden haberini hatırlattı.
 
‘Devlet suç işliyor’
 
Son olarak söz alan DBP Eş Genel Başkanı Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Devlet suç işliyor. Bugün cezaevinde olan hak arayışçılarının ödediği bedel, Türkiye’nin suç işlemedeki istikrarıdır. Biz her gün Adalet Bakanı ve yetkililerden yeni cezaevleri müjdesi duyuyoruz. Hem hasta tutsaklar meselesi hem de birçok arkadaşımızın tahliye edilmeme sorunuyla karşı karşıyayız. Şefik Esen birkaç ay önce cezaevindeydi ve Eskişehir’de hayatını kaybetti. Cenazesi ailesine teslim edilirken tabutundan kan damlıyordu. Bütün bu hikayeler devletin bizimle kurduğu ilişki. Hapishaneler bir ölüm hanesine dönüşmüş durumda. AKP, Adalet Bakanlığı eliyle hak mücadelesi yürüten herkes cezaevinde öldürülüyor. Ali Ekber Oruç dün hayatını kaybetti. 2014’te yatalak hale geldikten sonra yaşamını yitirdi. Yaşam hakkımız gasp edilmiş durumda. Bütün bu yaşadıklarımızın kaynağını tartışmamız gerek. Cezaevinin mimarisi bile özgürce düşünmemizi engelliyor. Ailenizle ne kadar görüşeceğiniz sınırlıdır. Sağlıklı beslenme koşulunuz yok. Birçok insan hapishanelerde hastalanıyor. Hastaneye gitmek isteyen tutsaklar, ağız içi aramasıyla karşı karşıya kalıyor. Bu nedenle tedavi olamıyorlar. Bunlara hapishane yerine başka bir şey demek gerek” şeklinde konuştu.
 
‘42 aydır Sayın Öcalan’dan tek bir haber yok’
 
Cezaevlerinin, mücadeleye inanan herkes açısından bir direniş mekanı olarak görüldüğünün altını çizen Çiğdem, “Cezaevinde adli tutuklularla bir araya gelmemiz, onları etkilememiz açısından engelleniyor. Yine koğuşa asla tek bir gardiyan gelmezdi. Adalet Bakanı, iktidar ve ilgili tüm merciler yaşam hakkını değil ölüm hakkını güvence altına alıyor. Asrın Hukuk Bürosu'ndan arkadaşların bir tespiti var. ‘İmralı Cezaevi'nde nasıl bir şey yapıldığını tarif edemiyoruz’ demişlerdi. 42 aydır Sayın Öcalan’dan tek bir haber yok ve tecrit altında. Ailesi ve avukatlarıyla görüşemediği halde sürekli disiplin cezası veriliyor. Bu ülkenin Adalet Bakanı ‘İmralı’da tecrit yok’ diye yanıt veriyor bize. Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda devletten yana herhangi bir mekanizma yok. Ama biliyoruz ki ülkeyi bu çıkmaza götüren şey devletin çözümsüzlük ısrarıdır” sözlerine yer verdi.
 
'Kimse ömür boyu cezaevinde tutulamaz'
 
Daha önce bir barış süreci deneyimi olduğunu ve o dönemde ülkenin ulaşabileceği en yüksek refah seviyesine ulaştığının altını çizen Çiğdem, “Devlet Sayın Öcalan’a itibar suikastı yaparak sorunu çözümsüz kılmak istiyor. Ama biz çözüm sürecinde herkesin Sayın Öcalan’ı barış elçisi olarak gördüğünü gördük. Tecrit toplumsallaşıyor. Narin Güran cinayetini niye öğrenemiyoruz? Çünkü hakikat tecrit ediliyor. Rabia Önver’in haberine ‘yalan haber’ deniyor. Çünkü gerçek tecrit edilmek isteniyor. Devletin barış yerine tercih ettiği savaş ve tecrit evlerimize kadar girdi. Bizim de esas bakmamız gereken yer devletin İmralı’da kuramadığı hukuktur. AİHM’in de bu anlamda verdiği bir karar vardı ancak Türkiye bunları hep göz ardı etti. En son 17-18 Eylül’de AK BK, Sayın Öcalan’ın ‘umut hakkı’na dair toplandı. Kimsenin ömür boyu cezaevinde tutulamayacağı belirtildi. AK BK’de çıkan karar, AİHM kararlarının ve umut hakkının yerine getirilmediği ve bu kararların yerine getirilmesi için bir yıl süre verildiği yönündeydi. Bunlar çözülmeden biz Türkiye’de demokrasiyi, barışı konuşamayız. İdare ve Gözlem Kurulu diye bir kurul çıkarıldı. Adalet Bakanlığı da bunu sahiplenmediği için kime bağlı olduğunu bilmiyoruz. Bu kurul çeşitli gerekçelerle tahliyeyi engelliyor ve arkadaşlarımız tahliye edilmediği için yaşamını yitiriyor. Tecrit karşısında toplumsal bir mücadele gerekiyor. Tecrit ve hayatımızdaki ablukayı hep birlikte dağıtacağız” ifadelerini kullandı.
 
Söyleşinin ardından katılımcılar da konuya dair değerlendirmelerde bulunarak, sorular sordu.
 
Soruların yanıtlanmasının ardından etkinlik, kitapların imzalanmasıyla devam etti.
 
Etkinlik, kitapların imzalanmasının ardından son buldu.