Barış ve kadın paneli: Barış mücadelesi birlikte yaşam çağrısıdır

  • 16:04 25 Şubat 2024
  • Güncel
 
AMED - TJA’nın “Barış süreçlerinde kadın hakikati ve kadın sorunsalı” başlığıyla gerçekleştirdiği panelde konuşan Barış Grubu üyesi Yüksel Genç, “Barış mücadelesi her yerde birlikte yaşam çağrısı ve birlikte yol alma isteğidir. Barış için çalışma yürüten kadınlar meydan okuyucuydu. Bundan dolayı Kürt kadınları özgürleşmekten vazgeçmiyor” dedi.  
 
Tevgera Jinên Azad (TJA), 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinlikleri kapsamında “Barış süreçlerinde kadın hakikati ve kadın sorunsalı” başlığıyla Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası’nda panel gerçekleştirdi. Panele TJA aktivistlerinin yanı sıra Barış Anneleri Meclisi, Adalet Nöbeti eylemcileri, DEM Parti Amed Büyükşehir Belediye Eşbaşkan adayı Serra Bucak, DEM Parti ilçe belediye eşbaşkan adayları, Rosa Kadın Derneği üyeleri ve çok sayıda kişi katıldı. Kolaylaştırıcılığını TJA aktivisti Zeynep Sipçik’in yaptığı ilk oturumda Barış Grubu üyesi Yüksel Genç ile bağımsız feminist Hülya Osmanağaoğlu konuşurken, moderatörlüğünü Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Eş Genel Başkanı Ekin Yeter’in yaptığı ikinci oturumda ise Avukat Cemile Turhallı ve DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan sunum gerçekleştirdi.
 
İlk oturumda “Kürt Sorunun demokratik çözümü, 2000 yılında barış için yapılan çağrılara cevap ve barış heyeti olarak kadından doğru üstlenilen sorumluluklar” ve “Kürt Sorunun demokratik çözümünde kadının rolü, yapılan görüşmelerde kadının üstlendiği sorumluluk, Barış Masası ve Kadın Özgürlük Meclisleri’nin (KÖM) oluşturulma süreci” konu başlıkları tartışıldı.
 
‘Kabul edilmese de Kürt sorunu vardır’
 
Panelin açılış konuşmasını yapan Zeynep Sipçik, iktidarın kabul etmediğini ancak uzun yıllardır Kürt sorununun sürdüğünü belirtti. Zeynep, “Bu ülkede Kürt kadının kimlik mücadelesi sadece cins mücadelesi olarak ele alınmıyor. Varlık bilinciyle kendini hissettiriyor ve siyasete yön veriyor. Türkiye’de ve Kurdistan’da yakıcılığı devam eden Kürt sorununu gündemimize alacağız. Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan üzerinde tecrit politikası uygulanmakta. Onun şahsında tecrit, bu coğrafyada yaşayan bütün kimliklere karşı başlatılan savaştır, bu durumu tartışacağız” dedi.
 
‘Hikâyelerimiz en büyük güçlendiricimiz’
 
İlk olarak söz alan Yüksel Genç, bedellerin ödendiği ve güçlü dönemlerin olduğu süreçlerin yaşandığını ve bu deneyimlerin konuşulması gerektiğini dile getirdi. “Hikâyelerimiz en büyük güçlendiricimiz. Bizim hikâyelerimiz yaşıyor. Bunun için hikâyelerimiz gerçekleşene kadar yaşayan hikâyelerimizi sahiplenerek yol almamız gerekiyor” diyen Yüksel, 1999 yılını anımsatarak bu yıl itibariyle Kürt meselesinin yeni bir aşamaya girdiğini kaydetti. Bu sürecin aynı zamanda Kürt hareketinin paradigma değiştirdiği dönem olduğunu söyleyen Yüksel, “Biz o dönemin inşacıları olarak yer almış insanlarız. Bu mücadele ile kurduğumuz bağ ile kadınlar öznesi oldu sürecin. Önderliğin esir düşmesinin ardından kaos yaşandı. 1999’dan sonra Türkiye’de Kürt sorununun barışçıl zeminde çözülebileceğine dair nüvelerin olduğuna ve örgütün mücadele araçlarının farklılaşmaya hazır olduğunu İmralı’dan duymaya başladık. Her söylem mücadele yürütenler ve dışında olanlar için farklı geldi. Devletin içerisindeki kanatlar birlikte yaşama ile büyük çabanın olduğunun, şiddetin yıpratıcı etkilerini sınırlayabilecek adımlara ihtiyaç duyulduğunun farkına varamadı” şeklinde konuştu.
 
‘Barış ve demokrasi sürecinde ısrarcıyız diyordu’
 
“Savaşın karşı tarafındaki devletin içindeki askeri güçlerin barışa ikna edilebilmesi için zemin gerekiyordu” diyerek süreci özetleyen Yüksel, “Örgüt ne kadar ciddi olduğuna dair adımlar attı. Geri çekilme ve çatışmaya zemin sunacak alanların azaltılması ile sorumluluk üstlendi. Örgüt ‘Barış ve demokrasi sürecinde ısrarcıyız’ diyordu ve kendi üstüne düşeni yapabileceğini gösteriyordu. Bu süreç çok sancılıydı. Örgüt kendi inisiyatifi ile bir süreç geliştirdi. Bu kararın savaşın diğer tarafından kabul edilmeme, bu sürecin imhalarla gerçekleşme durumu vardı. Bu süreç ne yazık ki yağdan kıl çeker gibi ilerlemedi, birçok arkadaşımızın şehadeti oldu. Devlet içindeki bir kanat, bu duruma şans vermek, siyasal araçlarla ve Kürt meselesinin konuşularak nereye varacağını görmek istiyordu. Bu kanat güçsüzdü ve bu kanat güçlendirildi. Gerilladan bir grup barış için Türkiye’ye gelerek silah bırakabileceğine ve PKK’nin buna hazır olduğuna dair adımlar attı. Kürt meselenin barışçıl araçlarla çözülebileceğine dair anlayış olduysa bu, örgütün girişimleri sayesinde oldu. Barışa ve demokrasiye teslim olma kavramı ile özetlenen bir süreçti” değerlendirmelerinde bulundu.
 
‘Kadınların öncülüğünü yaptığı süreci ördük’
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesi ile devletin PKK’nin yenildiğine dair bir algı oluşturduğunu ancak PKK içerisinde böyle bir algının oluşmadığını söyleyen Yüksel, sözlerini şöyle sürdürdü: “O dönem risk ile Barış Grubu olarak Türkiye’ye geldik. Barış Grubu’nun gelmesi en değerli deneyimlerden biri oldu. Barış Grubu’nun gelişi sırasında hem erkek hem de kadın militan yapılarından başvurular oldu. PKK örgütlülüğün güçlü olduğu yerlerde cinsiyetçiliğin aşılması için yapıları vardı. Ondan dolayı bu sürecin kadınsız olması düşünülemezdi. Bu grupta 3 kadın 5 erkek yer aldı. Günün sonunda karakola vardığımızda bu duyurulduğunda farklı bir süreç başladı. Devletle bir dizi görüşme yaptık. Gelişimizin ardından tutuklandık. Bizim tutuklanmamız barış çalışmasının durdurulması anlamına gelmedi. Yazışmalarla, birçok kanala erişmeye çalışarak çalışmamızı sürdürdük. Barış Grubu sözcülerimizden biri kadın biri erkekti. Sözcülüğünü benim üstlendiğim bir dizi görüşme yaptım. Kadınların öncülüğünü yaptığı süreci ördük.
 
Bizim mücadelemiz hakikat
 
Cezaevinden çıkar çıkmaz bütün yelpazelerle görüşme aldık. ‘Barış Grubu üyesiyiz, sizinle görüşmek istiyoruz’ dediğimizde insanlar ürküyordu, onlarda ‘terörist’ algısı vardı. Kürt kimliği kabul edilmiyordu. İlk geldiğimizde Kürt olduğumuzu anlatmak zorunda kaldık. Bu halkın özgürlük talebinin ne kadar meşru olduğunu anlatmakla uğraştık. O görüşmeleri yaparken insanların gerillaya, Kürt’e dair çarpıtılmış şekilde oluşturulan kavramlarını yıkmaya çalıştık. Görüşmemizi reddeden çok az kurum oldu. Şiddet sarmalından çıkmanın yolunun toplumun el ele vermesinden geçtiğini göstermek için süreç kurduk. Türkiye’nin barışa ihtiyacı olduğunu kabul ettirme sürecini yaşadık. Barış mücadelesi yürütüyorsanız savaşın ortaya çıkardığı gayri insani yönlerine karşı cephe alıyorsunuz demektir. Barış mücadelesi her yerde birlikte yaşam çağrısı ve birlikte yol alma isteğidir. Barış için çalışma yürüten kadınlar meydan okuyucuydu. Bizim gelişimizden sonraki sürecin kendisi meydan okuyuculuktu. Bizim mücadelemiz hakikat. Biz güçlendikçe, özgürleştikçe dünya özgürleşir. Bundan dolayı Kürt kadınları özgürleşmekten vazgeçmiyor.”
 
‘Ortak barış sesi yükseliyordu’
 
Oturumun ikinci sunumunu yapan Hülya Osmanağaoğlu, feminist hareketin 1994 yılında gerçekleştirdiği “Arkadaşıma Dokunma” kampanyasını hatırlattı. 1997’de örgütlü Kürt kadınların, feministlerin, sendikacıların birlikte örgütlendiği bir 8 Mart’ı karşıladıklarını ve bundan sonra bir geleneğin oluştuğunu vurgulayan Hülya, “98’de yollarımız tekrardan ayrıldı. 99’da zaten Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ardından hiçbir eyleme izin verilmedi. 2000’lerde beraber 8 Mart, 25 Kasım eylemlerine başladık. Daha çok savaşa karşı yan yana geliyorduk ama ortaklaşılan söz eksikti. Çünkü barışı kadınlar, savaşta en çok zararı gördükleri için savunuyordu. 2000’lerle beraber Kürt kadınların kadın örgütlenmesini ayırması ile ilişkilerimiz güçlendi. 2004’le beraber ilk kadın belediye başkanları gündeme geldi. Bu süreci daha dikkatli takip etmeye başladık. Kürt kadın hareketi ile feminist hareketin bir araya gelişini hızlandırıyordu. 2009’da ikinci Barış Grubu’nun gelişi söz konusu oldu. Bu süreçte DÖKH ile dayanışma komisyonu ‘Barış İçin Kadın Girişimi’ oldu. Berçalan’a gittik. Berçelan kadınların barış mücadelesine dağlardan ses vermesi açısından önemliydi. Taksim’de de kadınlar sabaha kadar oturdular. Ortak barış sesi yükseliyordu” dedi.
 
‘Kadın kurtuluş mücadelesinin taleplerinin yükseltilmesi gerekiyor’
 
Hülya, konuşmasının devamında şunları söyledi: “Barış sesini yükseltmeye devam ettik. Rojava’daki direnişe destek olmak için Boğaziçi Köprüsü’nden bayrak sallandırdık, havaalanında pankart açtık, Suruç’ta sınırdaydık. İmralı’da uygulanan tecride karşı ses yükseltiyorduk. Yeniden savaşın patriarkayı güçlendireceğini görmüştük. Varto’da, Cizre’de, Şırnak’ta devletin şiddeti artarken Türkiye’de de engellemeler artmaya başladı. Savaşın yeniden başlamasının bir parçası olarak feminist gece yürüyüşlerinde ve 25 Kasımlarda gözaltına alınıyoruz, TJA’lı arkadaşlarımız tutuklanıyor, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılıyor. Kürt sorununun demokratik siyasal çözüm için barışı isterken kadın kurtuluş mücadelesinin taleplerinin yükseltilmesi gerekiyor.”
 
‘Alanlara çıkalım zincirleri kıralım’
 
Soru-cevap ile devam eden panelin ilk oturumunda söz alan hasta tutsak Hamdusena Ada’nın kardeşi Reşahat Ada, İmralı’da uygulanan tecride karşı Adalet Nöbeti’nde olduklarını dile getirerek, şu ifadeleri kullandı: “Çocuklarımızın tabutlarını karşılamayalım, onları çiçeklerle karşılayalım. Adalet Nöbeti sürdürüyoruz, aileler gelip bize destek olsun. Alanlara çıkalım zincirleri kıralım. Devlet bilsin ki biz çocuklarımızın peşindeyiz. Biz bu baskıyı, şiddeti kabul etmiyoruz. Önderliğin üzerindeki tecrit kırılmadan cezaevlerindeki tecrit kırılmaz. Bijî berxwedana zindanan.”
 
Reşahat’ın konuşmasının ardından çalınan zılgıtlar ile ilk oturum sona erdi. Panel, verilen ara sonrası ikinci oturumla devam etti.