Sebahat Tuncel: Kadınlar ve gençler örgütlenmeli

  • 09:07 22 Kasım 2023
  • Güncel
Dilan Babat
 
ANKARA - Kürt kadınların yüz yıllık süreçte ikili bir ezilme yaşadığını söyleyen Kürt siyasetçi Sebahat Tuncel, bu durumun mücadeleyi zorunlu kıldığını söyledi. Sebahat, “Türkiye devleti, Kürt kadınların örgütlü mücadelesinden korkmaktadır. Özgür kadın çizgisine karşı, kadınların binbir emekle yarattığı kazanımlara saldırmaktadır” diyerek, kadınların ve gençlerin örgütlenmesi gerektiğini vurguladı. 
 
İktidarın kadına yönelik şiddeti, her boyutuyla devam ederken, kadınların direnişi de her alanda sürüyor. Mücadelesinden bir an olsun vazgeçmeyen kadınlar, bulundukları her yerden seslerini birleştirirken, erkek devlet şiddetine karşı kazanılmış hakları için birlikte mücadelenin önemini vurguluyor.
 
Yaşamı boyunca kadınların özgür ve eşit koşullarının sağlanması için mücadele eden yeri geldiğinde devlet-polis-yargı şiddetine maruz kalan Kürt siyasetçi Sebahat Tuncel, mücadelesine, tutulduğu Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde sürdürüyor. Sebahat, DAİŞ çetelerine karşı ses çıkardığı için altı yıl sonra açılan Kobanê Davası’nda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanan isimlerden biri.  
 
Sebahat, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla  sorularımızı yanıtlarken, kadın mücadelesinin önemini değerlendirdi. 
 
‘Yüzyıllık tarih ile yüzleşmeden yeni bir başlangıç yapılmaz’
 
Türkiye’nin 100 yıllık tarihinin farklı kimlik, inanç ve kültürler açısından inkar, imha ve asimilasyon politikasının yarattığı katliam, şiddet yoksulluk, ayrımcılık, ötekileştirme ve eşitsizliğin yarattığı acı deneyimlerin tarihi olduğunu söyleyen Sebahat, “Cumhuriyetin kurucu üyesi olan ve 1921’de kurucu anayasasında demokrasi ve özgürlükler için farklılıkların kendisini ifade etmesinin olanağı varken, 1924 anayasasıyla birlikte cumhuriyetten demokratik öğeler kaldırılmış, inkarcı dinci ve militarist, ilkeler, otoriter faşist bir karaktere bürünmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin bu karakteri bugün ‘Kürt sorunu’ olarak adlandırılan Kürt halkının eşitlik, özgürlük ve demokrasi talebinin zorla bastırılması, isyanlar ve katliamlar sürecine yol açmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin farklıkları yok sayan faşizan yapısı, kendisini devletin zor aygıtları ile amansız bir devlet şiddeti üzerinden var etmiştir. Bu durum, Türkiye’de on yılda bir yaşanan darbeler dinamiğini sürekli devrede tutmuştur. Türkiye’nin ikinci yüzyılına girerken, yüzyıllık tarihi ile yüzleşmeden yeni bir başlangıç yapılması mümkün değil. AKP- MHP-Ergenekon, faşist iktidarı ikinci yüzyılla birinci Cumhuriyetin politikalarını temel alarak yine Kürtler, kadınlar, Aleviler başta olmak üzere farklı kimlik ve kültürlerinin inkarı, erkek, Sunni, Türk, ulus devletini temel alan bir anayasa yaparak girmek istiyor. Bunun içinde hem iç hem de dış politikasının merkezine Kürt düşmanlığını alıyor” dedi.
 
Asimilasyona karşı kadın mücadelesi 
 
İktidarın bu yüz yılda da kadın köleliğini süreklileştirmek istediğini kaydeden Sebahat, demokratik bir cumhuriyetten yana olan herkesin bu gerçekliği dikkate alması gerektiğini vurgularken, Türkiye’nin farklı kimlik ve kültürlerle barışacağı, çoğulcu, eşitlikçi, ekolojik, özgürlükçü ve demokratik bir anayasa ile bunun güvence altına alınması için geniş bir demokrasi cephesine ihtiyaç olduğunu söyledi. Sebahat, “Bu birliktelik uzun soluklu mücadeleyi esas almadan sadece seçimlere ve parlamentoya endeksli olduğunda istenen sonuca ulaşılmadığını, yaşanan siyasal deneyimlerden biliyoruz. Kürt kadınlar olarak, yaşanan bu yüz yıllık süreçte ikili bir ezilme yani hem kadın kimliğimizden hem de Kürt kimliğimizden kaynaklı bu durumu yaşamamız, hem kimliğimizin özgürleşmesi hem de kadın olarak özgürleşme mücadelesini zorunlu kılmıştır. Kadınlar, 1924 sonrası yaşanan isyan ve direniş sürecinde çok etkilenmiştir. Ama aynı zamanda Kürt dili, kimliği ve kültürünün gelişmesinde, varlığını korumasında da önemli rol oynamıştır. Asimilasyon politikalarıyla tam anlamıyla başarıya ulaşılmamasında kadınların rolü tartışılmazdır” ifadelerini kullandı. 
 
12 Eylül darbesinde kadınların rolü
 
12 Eylül darbesinin ardından Türkiye’de yaşanan siyasi atmosferin, Kürtleri de etkilediğine dikkat çeken Sebahat şu sözleri kullandı:  “Özellikle Diyarbakır  Cezaevi’nde yaşanan insanlık dışı uygulamalar, tutsak yakınlarının mücadelesi ki, bundan da kadınların rolü belirleyicidir. Leyla Zana, o dönem politikleşen ve parlamentoya seçilen bir kadın siyasetçi olarak dönemin isimlerinden biri olmuştur. 1990’lı yıllarda hem devlet şiddetinin topluma göz açtırmadığı, ‘düşük yoğunluklu savaş’ olarak tanımlanan bir süreç olarak faili meçhullerin, gözaltında kaybetmelerin, köy yakmalar, zorunlu göçün yaşandığı Kurdistan’da OHAL ilan edildiği süreçte Kürt kadınların, gençlerin, halkın da politikleştiği bir süreç olmuştur. Kadınlar, bir yandan silahlı mücadeleye katılırken, diğer yandan siyasi partilerde, derneklerde, kadın kurumlarında, örgütlenmeye başlamıştır. Bu süreç, ‘serhıldan’ olarak adlandırılan kitlesel eylemselliklerin, isyanların yoğunca yaşandığı bir süreçtir aynı zamanda. Devlet şiddetinin yoğun yaşanması, Kürt halkının, kadınların bu şiddete karşı direnişi, mücadelesi, Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözüm arayışlarının kadınların barış taleplerinin, dilinin, kimliğinin tanınması ve eşit yurttaşlık taleplerinin etrafında örgütlendiği bir süreç.” 
 
Kadınların siyasi partiye katılımı
 
Kürt siyasi hareketinin ivme kazandığı 1990’lı yılları hatırlatan Sebahat, “OHAL ilan edilen Kurdistan coğrafyalarında yaşanan katliamlar, şiddet, hak ihlalleri görmezden gelinmiş, halkın zorunlu göç ve metropollerde yaşamasına, yoksulluk, emek sömürüsü, ucuz, güvencesiz iş gücü olarak sömürülmesine yol açılmış. Yine gözaltı, tutuklama, cinsel şiddet, koruculuk dayatması gibi pek çok şiddet politikasından yoğun olarak kadınlar etkilenmiştir. Kürt halkı sürekli ve sistematik şiddet politikasına karşı, Kürt sorunun çözümünü sağlamak için siyasi partiler kurmuştur. İlk süreçlerde kadınlar yönetimde yer almasa da HEP, DEP’ile birlikte kadınlar yönetimlerde yer almıştır. HADEP ile birlikte kadınlar daha aktif görev almıştır. Kadın ve gençlik alanlaşması, kadınların özgün ve özerk örgütlenmesi, yüzde 25 kadın kotasıyla kadınların siyasete katılması, yerel yönetimlerde kadınlara yer verilmesi (1999’da HADEP’te 39 belediye kazanılmış bunlardan Mardin, Kızıltepe, Derik, Ağrı Doğubeyazıt’ta 3 kadın belediye başkanı seçilmişti) 28 Mart 2022’de yerel seçimlerinde ise kadın belediye başkan sayısı 40’a çıktı. (Dersim, Amed, Bağlar, Bismil, Kızıltepe, Mazıdağı, ilçeleri ile Savur, Surgucu, Adana Seyhan, Agri, Doğubeyazıt, Van ve Bostaniçi) DEHAP’ta, kadın kotası yüzde 35’e çıkarılmış ve özgün özerk örgütlenme sürdürülmüştür. DTP ile yüzde 40 cinsiyet kotası ile eşbaşkanlık ve kadın meclisleri şeklinde örgütlenmeye gidilmiş, HDP, DBP’de ise eşbaşkanlık ve eşit temsiliyet, meclis örgütlenmesi esas alınmıştır” ifadelerini kullandı.
 
DÖKH, KJA, TJA…
 
 Siyasi partilerin kadınların politikleşmesinde önemli rolü olduğuna dikkat çekerek şu sözleri paylaştı: “Kadınların çalışma yaşamından, ev içi emeğine, sendikalardan, fabrikalardan köylere kadar yaşadıkları toplumsal ekonomik sorunlar özellikle kadına yönelik her türlü ayrımcılık ve şiddete karşı mücadele ihtiyaçları, kadın çalışmalarının alanını genişletmiş Demokratik Özgür Kadın Hareketi de (DÖKH), bu ihtiyaçtan 2003 yılında İstanbul’da ilan edilmiştir.  2015 yılında DÖKH kendisini feshederek, KJA çatısı altında kadınlar mücadelelerini yürütmüş, KJA’nın KHK ile kapatılması sonucunda Tevgera Jinên Azad (TJA) ile mücadelelerine devam etmektedir. 
 
Kürt özgür kadın hareketi ile Türkiye kadın hareketi arasında yaşanan gerilim bugünün sorunu değil, sosyalist ve feminist kadın hareketi, ‘kadın sorunu’ ile savaşa karşı etkinliklerde, eylemlerde yan yana gelse de esasta bu dayanışmayı aşmamaktadır. Bunda Türkiye kadın hareketinin, Kürt halkının özgürlük sorunu, Kürtlerin kendi kaderini tayin etme hakkı yönelik politikasına üstenci yaklaşımı veya devletin Kürtlerin hak ve özgürlük talebini, ‘bölücü’ mücadelesini ise ‘terörist’ faaliyetler olarak kodlanmasında etkilenmelerinden kaynaklı gerilimli bir ilişkisi vardır. Tabi bu sadece bugünün sorunu değil.”
 
‘Kürt sorunu yaklaşımı belirleyici oluyordu’
 
90’larda Kürt siyasi hareketinin güçlenmesinin Kürt halkı ve Kürt kadınların desteğinin arttığını belirten Sebahat,  bu süreçte Türkiye’de milliyetçi, Kürt düşmanlığının devlet eliyle derinleştirildiği bir süreç yaşandığını vurguladı. Sebahat, “Türkiye’de sosyalist hareket dışında Kürtlerle dayanışma zayıftı ki, kendisini sosyalist olarak adlandıran, ancak Kürt sorununa, ‘devletin perspektifi’ ile bakan siyasetçilerin var olduğunu da biliyoruz. Sosyalist ve kadın hareketi de genel siyasi durumdan etkilenmiştir. Kürt kadınlar Kurdistan’da yoğun bir baskıya maruz kalırken, Türkiye metropollerinde ise ayrımcı, ötekileştirici, milliyetçi, politik şiddetle karşı karşıya kalıyordu. Tüm bu süreçlerde kadınlar, var olmak, taleplerini dilendirmek için çok büyük bir emek ve çaba harcamıştır. 
 
Kürt kadınların, feminist yürüyüşlerde, etkinliklerde, söz alarak kendi kimliği ile konuşması hala pek tercih edilen bir durum değil. Türkiye’de 1989’daki İHD’nin çağrısı ile toplanan kadın kurultayında Kürt kadınlar, talepleri için ayrı bir bildiri hazırlamak durumda kalıyor ki kurultayda Kürt kadınlar ayrımcı tutumlarla karşılaşıyor. Bu ayrımcı tutum Kürt kadınların ayrı örgütleme ihtiyacını da açığa çıkarıyor. O yıllarda Yurtsever Kadınlar Derneği, bağımsız Kürt kadın kurumu gibi oluşumlar ve dergiler etrafında örgütlenme çalışması yapılıyor. 2000’li yıllarda da Türkiyeli kadın hareketi ile savaş karşıtı eylemsellikler ve kadın sorunu etrafında ortak birçok etkinlik yapılsa da bu yan yana gelişlerde kadın örgütlenmesinin Kürt sorununa yaklaşımda belirleyici oluyordu” sözlerine yer verdi. 
 
Kadın özgürlük meclislerinin aktifleşmesi vurgusu
 
Sebahat sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’deki siyasetçilerin, feministlerin bunu geçmesi gerekir. Feminist hareketi haklı olarak, İsrail’in Filistin’i işgaline, katliamlarına karşı itiraz ederken yanı başındaki Kuzey Doğu Suriye, Irak Federal Kurdistan Bölgesi’ne yönelik işgale, Türkiye’nin Kürtlere karşı savaş politikasına karşı sessiz kalması-ki bu konuda Kürt halkının dayanışma içinde olan savaş karşıtı platformlarda birlikte yürüdüğümüz (feminist, sosyalist, kadınları ayrı tutuyorum) Türkiye’de savaş politikalarının süreklileşmesine, çözümsüzlüğün derinleşmesine yol açmaktadır. Bundan çıkışın yolu kadınların öncülük edeceği güçlü bir barış hareketinin gelişmesi, Barış için Kadın Girişimi ile kadın özgürlük meclislerinin aktifleşmesi önemlidir.”
 
‘Halkların geleceği İmralı’da rehin alınmış’
 
Türkiye’deki feminist hareketlerin, Kürt kadınların PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlük taleplerine, Kürt sorununun çözümündeki rolü ve politik görüşlerine karşılık, Abdullah Öcalan’ın “erkek” olması ve “bir erkeğin arkasında yürümek” eleştirilerine de değinen Sebahat,  bu eleştirinin feminist hareketin, sorumluluk üstlenmesini gizleyen bir durum olduğuna işaret etti. Sebahat, “Varlığı inkar edilen, soykırım kıskacında tutulan, sömürgeleştirilen bir halkın özgürlük, eşitlik talebi bir arada yaşama talebinin öncülüğünü Sayın Öcalan şahsında somutlaşması gerçeğini görememek anlaşılır değildir. Bu Kürtlere yönelik uygulanan baskı, zor, zulüm politikalarının Kürtlerde yan yana durma, dayanışma göstermenin riskli bir durum olması ile adlandırılabilir belki. Tabi bunu söylerken; Kürt halkıyla her zaman dayanışma içinde olan dostluk gösteren ve bunun için risk alan siyasi hareketleri, parti, kurum ve kişileri dışında tutuyorum. Sonuç olarak, bunun Türkiye halklarının geleceği İmralı’da Sayın Öcalan şahsında rehin alınmıştır. Türkiye’nin ikinci yüzyılına demokratik cumhuriyet, kadın özgürlüğünü esas alan, ekolojik bir yaşamı isteyen herkesin Kürtlerin özgürlük sorununun çözümü ve barışın ancak diyalog ve müzakerelerle mümkün olduğu ve bunun için de Sayın Öcalan’ın mutlak tecrit ve izolasyonuna son verilerek özgürlüğün sağlanmasının gerekliliğini kabul etmesi önemli diye düşünüyorum” ifadelerine yer verdi. 
 
‘Devletin ürettiği kavramlar kadınları bölen bir işlem görmekte’
 
Tecridin savaş politikasının bir parçası olduğunu kaydeden Sebahat, Kürt kadınların bu gerçeği gördüğü için tecride hayır dediğini, Kürt sorununun diyalog ve müzakere ile çözümü için mücadele ettiğini dile getirdi. Sebahat, “Türkiye kadın hareketi ve feminist hareketin Kürt kadınların bu mücadelesine anlam vermesi ve dayanışma içinde olması, barışı, birlikte inşa etmek açısından önemlidir. Kadın sorunlarına, kadına yönelik şiddete, ayrımcılığa, cinsiyetçiliğe karşı yan yana olurken, etnik kimliğimizden kaynaklı sorunlarda yan yana duramamak, Kürt sorununa yaklaşımdan kaynaklanmaktadır. Devletin ürettiği ‘bölücü’, ‘terörist’ kavramları kadınları bölen, ötekileştiren, kutuplaştıran, devlet şiddetinin, hukuksuzluğunu ve zulmünü meşrulaştıran bir işlem görmektedir. Türkiye devleti, Kürt kadınların örgütlü mücadelesinden korkmaktadır. Özgür kadın çizgisine karşı, kadınların binbir emekle yarattığı kazanımlara saldırmaktadır. Bir yandan Kürt gençlere yönelik uyuşturucu, fuhuş gibi yöntemlerle toplumu çürütmeye, mücadele gücünden yoksun bırakmaya çalışmaktadır. İşsizlik, yoksulluk, bir tas çorbaya muhtaç hale getirme devletin Kürt politikasının bir soncudur” dedi. 
 
‘Kadınlar ve gençler örgütlenmeli’
 
İktidarın, Kürtlerin kimlik sorununun hak ve özgürlük sorunu olmaktan ziyade durumu ekonomik sorun olarak yansıttığına değinen Sebahat, sözlerini şu şekilde tamamladı: “Kurdistan’da ekonomik yatırım yapmazken, ekonomiyi Kürtlüğünden vazgeçme, devlete biat etme aracı olarak kullanmaktadır. Kurdistan’da görevlendirdikleri asker, polis memurlarının gençleri uyuşturucuya alıştırma, fuhuş yaptırma, uyuşturucu satışına yol verme veya bunu işbirliği içinde olduğu çeteler aracılığıyla yaptırması devletin Kürt politikasından bağımsız değil. Batman’da genç bir kadına tecavüz eden Musa Orhan’ın korunması, Van’da askerlerin kadınlara saldırması, Kürt kadınların fuhuş bataklığına sürüklenmesi, uyuşturucu bağımlılığına ve uyuşturucu satışına aracı olanların korunmaları devletin politikasının bir yansıması olduğunu göstermeye yeter. Kürt illerinde Kürt çocuklarına panzer çarpması, polis kurşunuyla öldürülmesi, savaş uçakları ile bombalanması sonucu katledildiler. Sokak ortasında bekletilen cenazeler, Ekin Wan, Silopi’de bir genç kadının cenazesine yapılanlar vb. Birçok uygulaması ile devlet, insani, vicdani, dini tüm değerleri yerle bir etmekte, cezasızlık politikası ile Kürtlere karşı işlenen suçları aklamaktadır. Bu politikaları kabul etmek mümkün değil elbet. Buna karşı kadın ve gençliğin örgütlenmesi önemli” dedi.