‘İmralı Adası bir savaş ya da barış tercihidir’

  • 17:00 24 Aralık 2023
  • Güncel
ANKARA – İmralı tecridine dair düzenlenen panelde söz alan konuşmacılar, Orta Doğu krizi ve Kürt sorununun çözümü için PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın rolünü ve paradigmasını hatırlatarak, tecridin kırılmasını bir “savaş ve barış tercihi” olarak değerlendirdi.
 
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Ankara Şubesi ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi, “İmralı tecridi ve toplumsal barış” konulu panel düzenledi. Elektrik Mühendisleri Odası’nda gerçekleşen panelin moderatörlüğünü  İHD Merkez Yürütme Kurulu (MYK) Üyesi Nuray Çevirmen yaptı. Üç bölümden oluşan panelde Avukat Raziye Öztürk, “İmralı’nın inşası ve tecridin hukuki boyutu” başlığıyla sunum yaparken, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Milletvekili Cengiz Çiçek, “Orta Doğu’daki kriz ve barış hakkı kapsamında İmralı tecridi”, Gazeteci-Yazar Hüseyin Aykol ise “İmralı tecridinin tarihsel sonuçları” başlıklarında sunumlar gerçekleştirdi.
 
Birçok sivil toplum örgütü ve parti temsilcisinin yanı sıra çok sayıda yurttaşın izlediği panelin açılış konuşmasını ÖHD üyesi Arzu Kurt yaptı. Sonrasında söz alan Nuray Çevirmen, PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecridi ve Kürt sorununun demokratik çözümü için cezaevlerinde süren açlık grevlerinin 27’inci gününde olduğunu hatırlatarak, “Ağır bir tecrit sürecindeyiz” vurgusu yaptı.
 
‘Lozan ile Kürtler inkar ve imha sürecine alındı’
 
Ardından avukat Raziye Öztürk söz aldı. Lozan ile Kürtlerin inkar ve imha sürecine alındığını belirten Raziye, 1938’lere kadar sürdürülen bu politikanın, daha sonra asimilasyon politikalarına dönüştürüldüğünü kaydetti. Her düşünce ve kimliğin maruz bırakıldığı bu politikaların Kürtleri de etkilediğini vurgulayan Raziye, “Sayın Öcalan çözüm için tarih sahnesinde yerini aldı. Kürtlerin anayasal düzeyde haklarını elde etmesi için her imkanı aramış ve siyasi diplomatik yollardan meseleyi çözmek için her yolu denemiştir fakat buna karşı komplo ile karşılaşmıştır. Bu komploların hiçbiri sadece bir grup ve devlet tarafından gerçekleştirilmedi. Bunların hepsinin uluslararası bir boyutu oldu” sözlerine yer verdi.
 
Türkiye’nin görevi ‘gardiyanlık’
 
Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkmak zorunda kaldığı süreçte Avrupa’ya giderek uluslararası diplomatik görüşmelerle Kürt sorununun demokratik çözümü için mücadele etmek istediğini hatırlatan Raziye, “Bu süreçte Öcalan ambargoya maruz bırakıldı ve hava yollarının tümü Sayın Öcalan’a kapatıldı. İltica taleplerine cevap verilmedi ya da reddedildi ve Öcalan’ın Kürdistan’a gitmesi de engellendi. Son tahlilde de Avrupa Öcalan’a bu hakkı tanımayarak Avrupa dışında  üçüncü bir ülkeye sürükleyerek Türkiye’ye kaçırılmasının önünü açtı ve bu komplonun bir parçası oldu. Sayın Öcalan Türkiye’nin bu komplodaki rolünü ‘gardiyanlık’ olarak ele aldı. Bunun uluslararası bir komplo olduğunu en iyi açıklayan dönemin başbakanının söylediği şu söz olmuştur, ‘Neden bize teslim ettiler anlamadık.’ Aynı zamanda Amerika’nın Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında Kürtler üzerindeki planları ile ilgiliydi. Ancak Sayın Öcalan pratikleriyle komployu defalarca boşa düşürdü” diye belirtti.
 
33 aydır haber yok
 
Abdullah Öcalan’ın tutulduğu İmralı Cezaevi’nde dayatılan koşullarla “ruhunun ve bedeninin tüketilmesinin” amaçlandığına dikkat çeken Raziye, İmralı’da uygulanan ihlalleri anlattı. Raziye, “Sayın Öcalan'ın avukatlarından 36’sı tutuklandı. 2011 yılından bu yana sadece 2019 yılına sıkıştırılmış 5 avukat görüşü gerçekleşebildi. 25 yıllık süreç boyunca sadece 2 kez ailesiyle telefonla görüşebildi. Son olarak 25 Mart 2021 tarihinde gerçekleşti. O da yaşamının yitirdiğine dair sosyal medyada çıkan haberler sonrası gerçekleşti ama Öcalan hukukun uygulanmasını ve avukatlarının İmralı’ya gelmesi gerektiğini belirtti. Ancak biz şu an 33 aydır Sayın Öcalan’dan hiçbir şekilde haber alamıyoruz” ifadelerini kullandı.
 
‘Tecrit Sayın Öcalan’ın politik kimliği etrafında örüldü’
 
İmralı Cezaevi’ndeki tecridin tüm topluma yayıldığını dile getiren Raziye şöyle devam etti:  “Sayın Öcalan’ın politik kimliği etrafında bu tecrit örüldü. İmralı Ada Hapishanesi’nden cesaret alarak F tipleri inşa edildi. İmralı Ada Hapishanesi’nin yansıması Türkiye’deki F tipi cezaevleri oldu. Bu hapishaneler sosyal yaşamdan uzak ve izolasyonu esas aldı. Şimdi ise S tipi yüksek güvenlikli cezaevleri ile başka bir boyut kazandı. AİHM, 2014 yılında bu sistemin insan haklarına aykırı olduğunu belirterek Türkiye’nin yeni bir yasal düzenlemeyle umut hakkının korunmasına dönük bir çalışma yapması gerektiğini belirtti. Binlerce tutsak dışarıya çıkacağına dair herhangi bir umudu olmadan yaşamaya çalışıyor. AİHM 2005 yılında ise Öcalan için yeniden yargılama olması gerektiğini vurguladı. Ancak şekli bir yargılama yapıldı. Bu karar uygulanmadı ve AİHM ise bu duruma hiçbir ses çıkarmadı. Bunun yansımalarını daha sonra Demirtaş ve Kavala dosyalarında gördük. Artık AİHM kararları uygulanamaz hale geldi.”
 
‘AİHM ve CPT işkence diyor’
 
Raziye, Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin ağırlaştırılması ile iktidarın militarist ve otoriter bir yapıya büründüğünü ve paralel geliştirilen antidemokratik uygulamaların daha da arttığını vurgularken, “Kürt sorunu ülkenin her yönüyle toplumsal refahını ve huzurunu etkilerken, bunun çözüm gücü olan Sayın Öcalan’a uygulanan gayri insani, gayri ahlaki ve gayri hukuki muameleyi görmezden gelmek gerçekten de mevcut tecritte pay sahibi olmak anlamına geliyor. AİHM VE CPT İmralı’daki durumu işkence olarak tanımlıyorken, kendini demokrat olarak adlandıran kesimler bu konuyu konuşmaktan ve gündeme getirmekten imtina ediyor. Bu mesele sadece hukuki olarak değil siyasi mücadele ile çözülebilir” dedi.
 
‘İmralı lağvedilmelidir’
 
Raziye, sözlerini şöyle sonlandırdı: “CPT tavsiyelerine rağmen bunu uygulamayan Türkiye’ye karşı hala pasif davranmak hukuki mücadelenin yeterli olmadığını göstermektedir. Siyasi çözüm olmalıdır çünkü Sayın Öcalan’ın politik bir kimliği ve oluşturduğu bir paradigma var. Öcalan’ın İmralı’da geliştirdiği Türkiye, Kürdistan ve Orta Doğu’daki tüm sorunlara çözüm olacak kadın özgürlükçü, ekolojik ve demokratik paradigmadan çekiniyorlar. Şuan haber alamamamızın nedeni bu paradigma ve çözümün dışarıya çıkmasını engellemektir. İmralı sistemi lağvedilmediği, Sayın Öcalan’ın hukuki pozisyonu değişmediği sürece kalıcı bir çözüm oluşturulamaz.”
 
‘Karşımda 4 dil bilen zeki bir lider var’
 
Ardından Gazeteci Hüseyin Aykol, “İmralı tecridinin tarihsel sonuçları” üzerine değerlendirmelerde bulundu. Son 40 yılda Kürt halkının kimliğini bulduğunu,  anadilinde yayıncılığı geliştirdiğini belirten Hüseyin, “Sayın Öcalan ile tanışmamdan bahsetmek istiyorum.  Özgür basının kurucularından biri olarak kendimi çok şanslı biri hissediyorum. Türkiye’de medya Sayın Öcalan’ı tanımaya çalışıyordu. Ben de gittim ve şöyle gittim ‘Bir Kürt lider var ama Kürtçesi yok’,  anti propaganda olarak bunu yürütüyorlardı. PKK hareketi her yeri sarmış ve yayılmıştı, fakat esas olarak hep Sayın Öcalan hedef alındı. Ben gördüm ki Kürtçe bile bilmeyen diye lanse ederken şakır şakır Kürtçe konuşuyor, Farsça konuşuyor, Arapça konuşuyor ve Türkçe ile beraber 4 dil biliyordu. Dünyadaki gelişmeleri ayrıntıları ile çok iyi bilen bir liderdi. Karşımda bir lider ve ülkesini çok seven biri vardı. Karşımda gerçek bir insan vardı ve çok zeki olduğunu gördüm” sözlerini kullandı.
 
Defalarca barış grupları gönderildi
 
Abdullah Öcalan’ın her fırsatta barış yolunu aradığını ve işlettiğini söyleyen Hüseyin, sözlerini şöyle sürdürdü: “Nitekim özgürlük hareketi işe başladığında Marksist bir hareket olarak ulusların kendi kaderini tayin hakkını savunuyordu. Ancak son gelişmeler nedeniyle Sayın Öcalan bir ulus devletin milyonlarca insanın ölmesine değmeyeceğini ortaya koymuş ve demokratik modernitenin insanca, kardeşçe yaşayabileceği bir sistemi ortaya koydu. Tam bir barış insanıydı. Savaşmak diye bir dertleri yok. İlk ateşkes kararı Şam’da karşılıksız denendi, barış grupları defalarca gönderildi ve demokratik yollardan çözmek için her defasında adım atıldı. Demokratik yollarla sorunun masada çözüleceğini söyleyen Sayın Öcalan nitekim çözüm sürecini de başlatandı. Onun bütün derdi kendisi olmadı, yıllarca bu tecrit koşullarında yaşayarak esas hedefi barış oldu.”
 
‘Bu bir savaş ve barış tercihidir’
 
“Tecridin sürmesi, iktidarın ‘Savaşı sürdüreceğim’ demesidir” sözlerine dikkat çeken Raziye, “Alınan her uçak ve silahla rant elde ediyor ve demokratik sistemin önünü kesiyor. Sayın Öcalan’dan gelecek tek kelime onlar için bir tehdit ve ‘Masaya oturmaya bir çağrı yapacak’ endişesidir. Savaş ile toplumun nasıl çürümeye götürüldüğünü görüyoruz. Özgür Ülke’de yakılan ateş şu an bütün toplumu yakıyor, sadece sol sosyalistleri değil, kendi toplumunu da yakıyor, çürütüyor. Bazı solcu arkadaşlar bizi bir türlü anlamıyor, ‘Neden Sayın Öcalan diyorsunuz’ diyorlar. Şöyle ki bu bir savaş ve barış tercihidir. Bu anlamda tecrit sadece insanlar üzerinde bir baskı değil Türkiye’deki her nokta her alan üzerinde bir baskıdır. Bu tecrit sadece Kürtlerin, sol grupların değil, hepimiz için Türkler için de en birinci gündem maddesi olmalıdır” şeklinde konuştu.
 
‘Öcalan liderliğindeki mücadele oyunları bozmuştur’
 
Son olarak söz alan Cengiz Çiçek ise Kürt sorunu da dahil olmak üzere tüm krizlerin sistem sorunu olduğunu dile getirdi. Abdullah Öcalan’ın “Bir toplum için en büyük felaket kendisi hakkında düşünce ve eylem gücünü yitirmektir” sözünü hatırlatan Cengiz, “Düşünce ve eylem gücünü nasıl ayakta tutacağız? Orta Doğu krizi dediğimiz krizi değerlendirdiğimizde Öcalan’ın liderliğini yaptığı hareketin tarih sahnesine çıkışı, Orta Doğu’da sınırsız sermaye birikimi olarak kapitalist sömürünün tekeline çomak soktu. Orta Doğu krizini kapitalist modernite ile değerlendirmezsek ve 200 yıllık politikalarıyla birlikte değerlendirmezsek kalan kaba Kürtlük oluyor. Kürtçenin tarih sahnesine çıkışı, dramatik bir biçimde tekrardan hatırlanması ve hatırlatılması, kültürel soykırım kıskacındaki bir halk olarak bunun mücadelesini vermesi ne kadar değerliyse 21’inci yüzyılda nasıl bir Kürtlük tanımı içeriğini doldurma ödevi karşısında KDP şahsında nasıl tehlikeli bir duruma dönüştüğünü görüyoruz. Oyun bozulmuştur. Öcalan liderliğinde yürütülen mücadele Orta Doğu’daki oyunları bozmuştur. Sömürü sistemini bozmuş ve bu gidişata dur demiştir” sözlerini kullandı.
 
‘Orta Doğu halklar mezarlığına dönüştürüldü’
 
Orta Doğu’nun halklar mezarlığına çevrildiğini belirten Cengiz, böl-parçala zihniyetinin bir silah olarak kullanıldığını kaydetti. Cengiz sözlerini şöyle sürdürdü: “Tarihsel olarak Kürt meselesi Türk’ün ya da Arap’ın Kürt’ten nefret etmesi değil. Savaş ortamında lümpenleşen akılların tehlikesi mevcut. Tarihsel olarak Orta Doğu çok da krizli değildi. Semavi dinlerin kapitalizm öncesi birbiriyle ilişkisi bu kadar krizli değil ama şu an İslamiyet ve Yahudilik birbirine düşman. Orta Doğu halklar bahçesi iken halklar mezarlığına dönüşmüş durumda. Buradaki temel tehlike kapitalist modernitenin tarihsel süreç içerisinde kendisini böl-parçala zihniyetiyle birlikte tecrit örneğinde olduğu gibi kendini uzmanlaştırması ve halklara bu uzmanlığı bir silah olarak doğrultmasıdır. Tam da bu zaman diliminde halkların kurtuluş mücadelesi, ekolojik mücadeleyle, kadın özgürlük mücadelesiyle, emek mücadelesiyle harmanlamazsak bize, sistemin bize tanıdığı alanlar içerisinde ‘rol yapmak’ kalıyor” dedi.
 
‘Öcalan’ın yürüyüşünü engelleyemediler’
 
Cengiz, Abdullah Öcalan’ın oyun kurucu potansiyelinin gelişmesiyle İmralı rejiminin bu yürüyüşe engel olamadığının altını çizerken, şöyle konuştu: “Bu nedenle mutlak iletişimsizlik ile karanlık bir çağ açmaya çalıştılar. Kürt meselesinin demokratik mücadelesini yürütmek başlı başına bütün kapitalist haydutları karşınıza almaya yetiyor. Aynı tecrit sisteminde olduğu gibi bütün politik saldırılar, gözlemleme, biriktirme, uzmanlaşma ve tüm gücüyle saldırma olarak karşımıza çıkıyor. Öcalan Roma’dayken CIA’in Öcalan’ı ziyaret eden insanlarla ilişkisini gözlemlediği yönünde ciddi bir öğrenme çabası içerisinde olduğunu görüyoruz. Onu tanımak, öğrenmek ve ona karşı nasıl mücadele edileceğini öğrenmek için gösterilen bir çaba. Türkiye’deki 100 yıllık Kürtlere karşı savaş Türkiye’ye de çok şey öğretti. Savaşı nasıl büyüteceğini, nasıl pazarlayacağını öğrendi. Bizim de bir şeyleri biriktirmemiz lazım. O yüzden buradaki mutlak tecrit sadece bir bedene dönük değil, kapitalizmden hesap soran ve halkların özgürleşmesine dönük bir mücadeleye karşı olan bir tecrit. Bu sadece Kürtlerin kurtuluş mücadelesi değil, halkların özgürlük mücadelesidir. Modern zamanların en büyük işkence sistemi var. Bu kuru bir düşmanlık olabilir mi? Öğreniyor, biriktiriyor ve saldırıyor. Biz ne yapacağız? Öcalan teorik, felsefik ve pratik olarak bir çözüm gücüdür. Öcalan’ın dostları ve kendisi yalnızlaştırılmaktadır.”
 
Panel yapılan soru ve cevapların ardından sona erdi.