Bir saç telinden doğan isyan…

  • 09:02 31 Ekim 2022
  • Kadının Kaleminden
 
 
“İran’da ayaklanmaların Kürt kentlerinde yaşanması Rojava kadın devriminin kadınların mücadelesine ilham olduğunun bir tezahürüdür. Rojava kadın devriminin etkilerinin yansıdığı her alanda başka bir hayat mümkün, başka bir yönetim mümkün fikri doğuyor.
 
Zelal Bilgin*
 
Jîna Emînî, artık bizim sırrımız, bizim sembolümüz… Duyuyor musunuz? Hissedebiliyor musunuz, “Jin jiyan azadî” isyanını…
 
Biz sadece duymuyor, kulak zarımızı geçip beynimizde yankısını buluyoruz. Ne mi oldu yine? Yine diyoruz, çünkü her gün yeni bir şey oluyor. Ve kesinlikle tesadüf olmaktan uzak, olanlar hep kadınlara oluyor. Sistemli bir şekilde; coğrafya, inanç, yönetim biçimi fark etmeksizin kadın kazanımlarına, yaşam haklarına, özgürlüklerine çok yoğun bir saldırı var. Bu saldırılar  “cins kırımı” olarak tanımlanıyor. Çünkü kapitalistler, egemenler, emperyalistler eliyle kadınlar katlediliyor, yaşam alanı daraltılıyor ve eziliyor. Son olarak İran’da yaşanan ve kadın öncülüğünde isyana dönüşen cinayet, kelebek etkisi yaratarak her ülkeden, inançtan kadınların, itirazlarını yükseltiyor. Bir kadın alındı aramızdan ama öyle sessiz sedasız olmadı alınışı… Öyle görünüyor ki bundan sonra da öyle sessiz sedasız olmayacak, olamayacak. Canları pahasına isyanlarını büyüterek kararlı ve korkusuz adımlarla sistemleri sarsmaya devam eden kadınlar, arkeologlar gibi kazı yapa yapa, emek vere vere kazanım elde ettikleri hiçbir alanı gerici, dinci, tekçi rejimlere bırakmayacağa benziyor. Bu cümleler kaynağını Jîna Emînî’den alıyor.
 
Kadınların rejime karşı direnişi
 
Jîna, hayat vermek anlamına geliyor, ancak Jîna’nın hayatı alinden alındı. Şimdilerde Jîna’nın alınan hayatı can buluyor her kadının saç telinde. Nasıl mı oldu? 13 Eylül’de tatil için geldiği Tahran’da kamusal alanda örtünme kurallarına tam riayet etmediği gerekçesiyle gözaltına alınan 22 yaşındaki Jîna Emînî, 13 Eylül’de kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Yani Jîna, molla rejiminin ahlak polisi tarafından yapılan gözaltında uygulanan işkence ile katledildi. Öyle şiddet değil sadece, işkence yapıldı ve hayattan koparıldı. Jîna’nın görünen saç teli bütün kadınların isyanı, çığlığı oldu. Kadınlar ve gençler en ön saflarda baskıcı ve gerici molla rejimine karşı ayaklanarak, isyanlarını dersliklerde, sokaklarda, yaşamın her alanında inşa etmeye başladılar. Bu isyanın kadınlar açısından hayati önemi var. 1979’da İslam Cumhuriyetinin iktidara gelmesinden hemen sonra hükümet, kadınları başörtüsü takmaya zorlayarak, başörtüsü takmayanların okullara ve devlet binalarına girmesine izin vermedi, başörtüsü takmayanların yüzlerine asit atıldı. Yasaya göre ise başörtüsü olmadan çıkarsanız para cezasına çarptırılır, 70 kez kırbaçlanır, 60 güne kadar hapis cezasıyla cezalandırılırsınız. Başörtüsü takmadığınız takdirde eğitim hakkınız olmuyor, çalışamıyor ve toplum içine çıkma hakkınızı kaybediyorsunuz.
 
Jîna’nın saçı isyan oldu
 
Bu nedenle İranlı kadınlar yaşamlarına yönelik bu saldırıyı kabul etmediklerini, örgütlülüklerini güçlendirip çeşitli kampanyalar düzenleyerek ortaya koydu. Bu kampanyalardan yakın zamanda yapılan ve sosyal medyada da gündem olan 12 Temmuz İran ulusal tesettür ve iffet gününde kadınların başlarını açıp, peçelerini kaldırarak “Başörtüsüne hayır” diyerek dalga dalga kadınların başkaldırılarına tanıklık ettiğimiz kampanya oldu. Kadınların ve gençlerin yaşam haklarının tamamen ellerinden alındığı, baskı ve işkence ile sürekli yüz yüze kaldıkları molla rejimine karşı korkusuzca, ölümü göze alarak ayaklanması bu nedenle önemli. Jîna’nın örtünme kurallarına tam riayet etmediği için işkence ile katledilmesinden sonra kadınların saçlarını kesmesinin İran tarihinde Firdevsi’nin Şahnamesi’ne kadar uzanan köklü bir geleneği var. Kadınlar ayağa kalkacak gücü, özgürlüğü bulamadıklarında bir isyan, bir yas, itiraz olarak saçlarını keserler. Bu İranlı kadınların itirazı, reddetme biçimidir. Bu, rejim tarafından zorunlu örtünme yasasından sonra da kadınlar için en anlamlı direnişe dönüşmüş durumda. Jîna’nın saç teli de bütün kadınların isyanı, çığlığı oldu. Saç tellerinden örülen bu isyanın duvarına çarpan molla rejiminin en kanlı yöntemleri kullanarak bu ayaklanmayı bastırmaya çalışacağı hepimizin öngörüleri arasında. Zira bir gecede değişen İran rejimine karşı bu ilk ayaklanma değil.
 
Kadınların bitmeyen isyan hareketi
 
Köklü bir devlet geleneğine sahip olan İran’da İslamcıların devleti ele geçirmesinden sonra ‘dinci molla rejimi’ inşa edilerek yaşam tüm İran hakları için kâbusa çevrildi. 1979’da İran İslam Devrimi gerçekleştikten sonra 1980’de toplumsal muhalefeti ezmek adına kullanılan İran-Irak savaşı, 2009’da yüzlerce kişinin yaşamını yitirdiği ve Mida Aga Sultani’nin katledilmesinin simge olduğu Yeşil Hareket; 2019’da keskin nişancılarında hedefi olan protestoculardan 1500 İranlının öldürüldüğü Kanlı Kasım, 2021’de Susamışlar Ayaklanması 2022’de “Boş Tencere” ve şimdi Jîna’nın katledilmesinin ardından “Jin jiyan azadî” sloganları eşliğinde kadınların isyanı molla rejimine karşı canlılığını hep korumuş. Molla rejimi bu ayaklanmaların tamamına karşı geniş önlemler almış ve kanlı bir bastırma yolu seçmiştir. 2009’daki Kanlı Kasım bin 500 İranlının keskin nişancıların da devreye girmesiyle katledildiği en kanlı halk ayaklanması olarak tarihe geçti. 2022’de bahar aylarında başlayan “Boş Tencere” eylemleri ise Jîna’nın katledildiği 16 Eylül’e kadar da aralıklarla devam ediyordu.
 
Toplumu sindirme kuvvetleri
 
Çeşitli kuvvetlerden oluşan molla rejiminin temelinin ilki 1979 sonuncusu, 2005’te kurulmuş olan ahlak polisi ya da İrşad Devriyesi oluşturuyor. Bu kuvvetler günlük yaşamı kontrol ederek molla rejiminin baskısını süreklileştirip toplumu sindirmeye çalışıyor. 2005’de Mahmud Ahmedinejad’ın cumhurbaşkanlığında kurulan bu kuvvetler emniyet içinde özel bir teşkilat olarak yer alıyor. Türkiye’de de son zamanlarda sıkça duyduğumuz geniş yetkilere sahip olma gücü bu kuvvetlerde de söz konusu. Giyim, kuşam ve davranışları İslam’a aykırı olanları kontrol etmekle yükümlüler. Günlük yaşama tarzına sürekli bir müdahale durumu söz konusu.
 
İran-Türkiye benzerliği
 
Nasıl da tanıdık değil mi? Tabi bu tanıdıklık sonra Başûr’da karşımıza çıkıyor. Jineoloji Araştırma Merkezi üyesi ve Jineoloji Dergi Editörü akademisyen Nagihan Akarsel Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Süleymaniye kentinde bulunan evinin önünde suikast sonucu yaşamdan kopartıldı. Süleymaniye’de yaşayan Nagihan, Jineoloji Akademisi’nin kurulması ve Kürdistan Kadın Kütüphanesi’nin kurulması için çalışmalar yürütüyordu. Yine aynı tanıdık, kirli eller yazıları, düşünceleri ve cesaretiyle kadınların yaşamlarına dokunan emperyalistlerin kirli oyunlarını oynamasına izin veren Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne rağmen kadınlarla yan yana, omuz omuza kadın mücadelesini yürüten; kadın aklını ve değerini ortaya koyan Nagihan’ı aramızdan aldı. Faşist, dinci, tekçi bir ideolojiyle Saralardan Nagihan’a suikastlar düzenleyerek kadın varlık mücadelesini boğmaya çalışıyorlar. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Nagihan’ın suikastında işaret ettiği Türkiye’yi İranlı kadınların anlatımlarından dinlemek önemlidir. Molla rejiminin baskılarından kaçarak daha özgür olabileceklerini düşündükleri Türkiye’nin ne kadar da çok kaçtıkları İran rejimine benzemeye başladığını korku dolu gözlerle anlatıyorlar.
 
Taliban’ı ilk tanıyan Türkiye oldu
 
Biz de günlerdir kısıtlı imkânlarla İran’da yaşananları İranlı kadınların anlattıklarını takip etmeye çalışıyoruz. Ebeveynlerin çocuklarıyla beraber katıldıkları bu isyanı dışarıda da olsaydık yine aynı kısıtlılıkla takip etmek zorunda kalacaktık. İran’daki molla rejimi kitle iletişim araçlarına sınırlama getirdiği gibi kendi yasaları çerçevesinde yabancı hiçbir yayın organının haber yapmasına izin vermiyor. Bu nedenle yaşananları tam olarak bu isyanın sonuçlanmasından sonra öğreneceğiz sanırım. Bu sınırlılık içinde İran’da kadın öncülüğünde başlayan eylemlere karşı AKP’nin sessizliğinin dikkat çekici olduğunu gazetelerden okuyoruz. “Dikkat çekici” kelimesi bizim de dikkatimizi çekiyor ve birbirimize şaşkın gözlerle bakıyoruz. Önce aklımıza Afganistan geliyor. Yakın zamanda Taliban’ın Afganistan yönetimini ele geçirmesinin birinci yılı doldu. 15 Ağustos 2021’de Taliban başkent Kabil’i kuşatarak yönetimi ele geçirdi. 20 Ağustos 2021’de ABD Afganistan’dan çekilme sürecini tamamlayarak ülkeyi Taliban’a teslim etti. Kadınların ve kız çocukların korku ve panik içindeki feryatlarını duymayan Türkiye’nin aklına ilk gelen Kabil Havalimanı’nın yönetimi oldu. Sonrasında Taliban yönetimini kabul eden ilk ülke Türkiye oldu. İlk ülke statüsünü alan Türkiye AKP ve MHP iktidarı inanç olarak aramızda çok fazla bir fark yok diyerek itirafta bulunmuştu.
 
Daha ‘dikkat çekici’ pratiklerden birkaçı…
 
26 Eylül 1996 tarihinden sonra sözde özgürlükçü, emperyalist, sömürgeci ABD’nin 2001 yılında Afganistan’ı işgaline kadar kadınların yaşadıkları korku dünyası bütün canlılığını koruyorken, AKP iktidarının Taliban ile inançsal fark gözetmemesi daha çekici değil mi? Sonra çok yakın zamanda ülkeyi terk edenlere “süpli”, ön saflarda Gezi direnişine katılanlara “sürtük, çürük” denmesi ya da kadınların yaşam tarzları, giyimleri, kahkahaları ve seslerinin tonu nedeniyle hedef olarak gösterilmesi… Cinsiyetçi bir müfredat hazırlayarak toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin örülmesi yaklaşık olarak 1 buçuk milyon kız çocuğunu okuldan koparılması daha dikkat çekici değil mi? Pervasızca “Bir kereden bir şey olmaz” diyenlerin iktidarda olması ve yargıyı da siyasallaştırmış olması daha dikkat çekici değil mi? En önemlisi de İstanbul Sözleşmesi’ni kurmaya çalıştıkları rejimin önündeki en büyük engel olarak görüp İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen, yasaların tamamını İslami normlara göre şekillendirmeye çalışan, şeriat kanunları ve İslami yönetime geçmek için muazzam bir çaba sarf edildiği gerçeğini görmezden gelmeyerek, AKP iktidarına dikkat etmek gerekiyor.
 
Kadınlar vazgeçmiyor!
 
İsimlerinin hiçbir önemi olmayan derneklerin, vakıfların, zihniyette ortaklaşan gerici, dinci ve kincilerin tehditleri ve yürüttükleri kampanyalarla artarda iptal ettirdikleri konserler, festivaller ve tiyatrolarla direk yaşam tarzına müdahale ediliyor. Sistemli bir şekilde yapılan bu saldırıların tamamının hedefinde özelde kadınlar, genelde de ise sol-sosyalist kesimler ve toplumun yaşam tarzı var. Çok değil, bahar aylarında yeni bir düzenleme ile bekçilere yalnız yaşayan kadınların evlerine girme izni verilmeyecek miydi? Tüm bunlara rağmen kadınları “evdeki meleğe” çevirmek isteyenler, aile denen karanlığın içinde ışığını söndürmeye çalışanların varlığına rağmen kadınlar değerlerinden, mücadelelerinden vazgeçmiyor.
 
Rojava kadın devrimi…
 
İran’dan Irak’a, Irak’tan Afganistan’a, Afganistan’dan Türkiye’ye gerici, dinci, tekçi, milliyetçi, faşist rejimlerin yönetimi söz konusu. Bu rejimlere karşı her dönemde etkin ve örgütlü kadın mücadelesi yürütüldü. Kadınların işkenceyi, katledilmeyi, cezaevine girmeyi göze alarak öncülük yapmaktan bir adım olsun geri adım atmadığına bugün de tanıklık ediyoruz. İran’da molla rejimine, Başûr’da Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne, Afganistan’da Taliban’a, Türkiye’de AKP-MHP ve cemaatlere karşı en ön saflarda kazanımlarına, yaşam haklarına, kimliklerine sahip çıkıyorlar. Rojava kadın devrimi sonrası Kürt kadın mücadelesinin etkileri tüm dünyayı sararken, Rojhilat’ta, Bakûr’da, Başûr’daki etkilerine daha güçlü tanıklık ediyoruz. İran’da ayaklanmaların Kürt kentlerinde yaşanması Rojava kadın devriminin kadınların mücadelesine ilham olduğunun bir tezahürüdür. Rojava kadın devriminin etkilerinin yansıdığı her alanda başka bir hayat mümkün, başka bir yönetim mümkün fikri doğuyor.
 
Şimdi tam zamanı
 
İran’da yükselen bu kadın isyanında bedeli ne olursa olsun korkusuzca ve kararlılıkla molla rejimine karşı direnen kadınların sesinin daha gür çıkması için daha güçlü bir sahiplenmenin söz konusu olması gerekiyor. Bu nedenle küresel çapta bütün farklılıkları içinde barındıran saç telleri örgüsüz olan bir dayanışma ağı ile erkek egemen sistemine karşı “Jin jiyan azadî” şiarının öğretisiyle kadın devrimine yürüyelim, şimdi tam zamanıdır.
 
* Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi…