'Üniformalıların Kürdistan’da neden konumlandığını tartışmalıyız'

  • 09:04 5 Şubat 2022
  • Siyaset
Marta Sömek
 
İSTANBUL - Devletin özü itibariyle bir gasp sistemi olduğunu vurgulayan HDK Halklar ve İnançlar Komisyonu’ndan Çiğdem Kılıçgün, “Kürdistanlı kadınların polis, asker gibi bireylerle nasıl ilişkilendikleri sorgulandı ama öncelik çok farklı. Askerin, polisin, devletin tüm güvenlik politikalarıyla o coğrafyada niçin ve nasıl konumlandığını tartışmak ilk görevlerimizden biri” dedi. 
 
Bölgedeki özel savaş politikaları arasında çocuk ve kadınların asker ile polisler tarafından tacize, tecavüze uğraması yer alırken, son zamanlarda fuhuş ve uyuşturucuya sürüklenen gençler ile kadınlara ilişkin haberler de artmış durumda. Batman’ın Beşiri ilçesinde yaşayan ve geçtiğimiz yıl intihar girişiminde bulunduktan sonra tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren 18 yaşındaki İpek Er’in uzman çavuş Musa Orhan tarafından Siirt'te tecavüze uğradığı ortaya çıkmıştı. Musa Orhan fail üniformalılardan sadece biriydi. Akabinde de Cizre ve Van’da üniformalıların kadın ve çocuklara dönük tecavüzleri ortaya çıktı.
 
Irkçı saldırılar
 
Son aylarda birçok ırkçı saldırının yaşandığı Türkiye’de, Kürtlere ve Suriyelilere dönük oluşturulan “nefret” ve hedef gösterme de sürüyor. Deniz Poyraz, 17 Haziran 2021’de HDP İzmir İl binasında fail Onur Gencer tarafından katledilmişti. Konya’da da Temmuz 2021’de Kürt ailenin önce ırkçı saldırıya uğraması ardından ise katledilmesi ise ırkçılığın geldiği boyutu gözler önüne serdi. 10 Ocak’ta İstanbul’da evi basılan Suriyeli mülteci Nail Alnaif, kesici aletle katledilirken, yine 22 Ocak’ta da Bursa’da biri kadın iki Suriyeli silahlı saldırıya uğradı ve bir kişi katledildi. Failler ırkçı saldırıları gerçekleştirirken, cezasızlık politikaları nedeniyle iktidar tarafından adeta “ödüllendiriliyor”. Birçok kadın kimlikleri ve ırklarından ötürü katledilirken, ırkçı saldırılar ise iktidar, siyasetçiler ve birçok kesim tarafından hedef gösterilmesi nedeniyle her geçen gün artış gösteriyor.
 
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Halklar ve İnançlar Komisyonu’ndan Çiğdem Kılıçgün ile özel savaş politikaları, ırkçı saldırılar sonucunda yaşanan katliamlar, cezasızlık politikaları ve kadın mücadelesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Devlet özü itibariyle bir gasp sistemi!’
 
Özel savaş politikalarıyla ilgili ilk olarak yapılması gerekenin, devletin daha net bir tanımını yapmak olduğunu söyledi. Devlet mekanizmasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Çiğdem, “Devlet özü itibariyle bir gasp sistemi, gasptan kastım da sadece bir maddiyat değil kadın etrafında örülen o demokratik tüm değerlerin gaspı üzerine kendisini konumlandırıyor” sözlerini kullandı. Yine devletin erkek ittifakının “kurumsallaşmış” bir biçimi olduğuna vurgu yapan Çiğdem, “Dolayısıyla Kürdistan üzerinde konuştuğumuz bu mesele tüm dünyada bağlayıcı bir nokta aslında ama Kürdistan coğrafyasında daha özel şeyler söylemek gerekli. İpek Er, Gülistan Doku belki en öne çıkan örnekler ama haberdar olmadığımız birçok kadın arkadaşımızın da yaşadığı mağduriyetler, olumsuzluklar olduğunu söylemek mümkün” şeklinde konuştu.
 
‘Üniformalı failler savaş aygıtı’
 
“İpek Er olayında en çok tartışılan mesele, Kürdistanlı kadınların polis, asker gibi bireylerle nasıl ilişkilendiklerini sorgulamak oldu ama öncelik çok farklı, askerin, polisin, devletin tüm güvenlik politikalarıyla o coğrafyada niçin ve nasıl konumlandığını tartışmak ve ona karşı bir duruş sergilemek ilk baştaki görevlerimizden birisi” ifadelerini kullanarak bölgede uygulanan özel savaş politikalarına işaret eden Çiğdem, üniformalı faillerin bir “savaş aygıtı” olarak bölgede var olduğuna dikkat çekti.  Çiğdem, “Devletin Kürdistan coğrafyasındaki konumlanışını doğru tarif etmek ve buna karşı mücadele etmek çok daha kıymetli bir yerde duruyor” diye ekledi.
 
‘Kadınların Emani El Rahmun’a bir borcu var’
 
Türkiye’nin Suriyelilerin yoğun göç etmek zorunda kaldığı coğrafyalardan biri olduğunu aktaran Çiğdem, “Sakarya’da Emani El Rahmun isimli Suriyeli kadın karnındaki çocuğuyla birlikte tecavüz edilerek öldürüldü, bu meseleyi hatırlayan kadınlar mutlaka var ama yeterli kadın tepkisinin verilmediğini düşünüyorum. Batıda olan bir mevzu olmasaydı ya da kadın Suriyeli olmasaydı durum biraz daha farklılaşırdı, bu yüzden bütün kadınların Emani El Rahmun’a bir borcu olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı. Çiğdem ayrıca ırkçı saldırılara yeterince değinememek ve buna dair ifşaları yapamamanın diğer coğrafyalardaki ırkçı kadın saldırılarını da arttırdığını vurguladı.
 
‘Devlet taşıdığımız toplumsal hafızayı elimizden aldı!’
 
Deniz Poyraz, İpek Er, Gülistan Doku’nun bu durumun bir parçası olduğunu paylaşan Çiğdem, Türkiye’de egemen olan Türk ve Sünni kimlikte olmamanın bu tür katliamlarla baş başa bırakılmanın bir sebebi haline geldiğine işaret etti. Çiğdem, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Devletin en büyük organizasyonlarından birisi de bizim taşıdığımız o toplumsal hafızayı elimizden aldı. Bu coğrafyadaki bütün insanlar, Ermenisi, Alevisi, Türkü, Kürdü, Suriyelisi, herkes birbiriyle aynı sofrada oturdu, aynı türküleri söyleyip aynı halayları çektiler, aynı değerlerden beslendiler ama devlet kendi varlık gerekçesi olarak bizi birbirimize yabancılaştırmak durumundaydı. Bunu da çok iyi başardı, ne yazık ki biz ırkçı saldırıların da ciddi bir baskısı altında olmaya devam ediyoruz. Şunu yeniden yeniden anlatmaya ihtiyaç var, toplumsal hafızamızda bütün farklı kimliklerin bir arada olabildiğini, yaşayabildiğini, birlikte mutlu ve huzurlu olabildiklerine dair hafızamız var, belki bunu canlandırmak bunun için bir başlangıç olabilir.”
 
‘Afgan kadını öldüren erkek-devlettir!’
 
İran sınırında Afganistanlı bir kadının donarak hayatını kaybettiği örneğini veren Çiğdem, “Bu meseleyi neredeyse ‘kar yüzünden öldü’ diye açıklamaya çalıştılar. İsmini bile bilmediğimiz Suriyeli, Afgan veya birçok öldürülen ya da hayatını kaybeden kadının isimlerini bile bilmiyoruz ne yazık ki, bu da acı bir durum. İki çocuğunu yaşatmak uğruna hayatını kaybeden Afgan kadını öldüren erkek-devlettir, erkek devletin sınırlarıydı, sadece soğuk hava bunu birazcık daha hızlandırmış oldu” dedi.
 
Büyüyen kadın mücadelesi
 
Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında son yıllarda büyüyen çok ciddi bir kadın mücadelesi olduğunun altını çizen Çiğdem, “Devletin saldırılarından da bunu anlamak çok çok mümkün. Hiçbir kadın mücadelesinde yan yana gelişlerimizde kimin hangi kimlikten ya da inançtan olduğuna bakmaksızın beraber yan yana durduk. Ve bu inançla devam ettiği için mücadelemiz bugüne kadar hiçbir soruna takılmadan sürdü, sürmeye de devam ediyor” değerlendirmesinde bulundu. 
 
‘Kadın mücadelesi toplum alanları için örnek teşkil ediyor’
 
Kadınların yürütmüş olduğu bu mücadelenin toplumun diğer mücadele alanları için de örnek teşkil ettiğini dile getiren Çiğdem, kadınların asla sokakları terk etmediğini ve devletin tüm “yönelimlerine” karşı ortak cevap vermekte gecikmediklerini belirtti. Kadınların, kendilerini ve toplumu ilgilendiren tüm konularda söz kurmaya ve sokaklarda olmaya cesaretle devam edeceklerinin altını çizen Çiğdem, “Bu cesaret ve erkek-devletin bilgisinden uzaklaşma hali en ön açıcı şeylerimizden biri olmaya devam ediyor. Toplumun çoğulcu yapısının tüm örgütsel mücadelelerde olması gerektiğine inanıyoruz, kadınların yüzyıllardır verdiği mücadelenin biriktirdiği birçok deneyim var. Devlet bir yandan sürekliliğini devam ettirirken şiddet biriktirdi ama toplumun kendisi de barışa, özgürlüğe, demokrasiye dair çok şey biriktirdi. Bu birikimleri bir ortak mücadele alanına dökmek için amasız fakatsız bir araya gelmenin zamanı. Kadınlar bunu başardı, toplumsal kesimlerin de bunu başarması gelecek dönemler açısından çok kıymetli bir yerde duruyor” sözlerini kullandı.
 
‘Tüm etnik kimliklerle bir araya gelme çabamız var’
 
Çiğdem, “Devletin ifşasını yaptıktan sonra ötelenen farklı kimlikleri nasıl bir araya getirileceğinin de tartışılması gerekir. Devletin halkların birbirlerini birbirlerinden öğrenmelerini engelleyen bir pozisyonda olduğunu aktardı. Tüm etnik ve inançsal kimliklerle bir araya gelme çabalarının olduğunu söyleyen Çiğdem, şu değerlendirmelerde bulundu: “Ermeniler, Aleviler ve Kürtler toplum içinde bir tehdit değil, devlet için bir tehdit. Bunun bilgisini yaymak önceliklerimizden birisi. Yine iki yıldır da HDK olarak, ‘Halklar kendini anlatıyor’ diye bir etkinlik yapıyoruz, bütün halklar ve inançlar birbirlerini ne yazık ki devlet aygıtlarından, devletin ötekileştirici, reddedici ve inkarcı dili üzerinden öğrenmiş durumda. Bunu aşmak için ulaştığımız bütün etnik ve inançsal kimliklerle bir araya gelme çabamız var, onlara bütün tarihselliklerini kendilerinin anlattığı organizasyonlar yaratmaya çalıştık ve yaklaşık 8-10 program gerçekleştirdik. Bizler açısından çok ciddi bir tecrübe, Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasının ne kadar çok kültürel değerlerle örülü olduğunu fark etmiş olduk.”
 
‘HDK çabalarını ısrarla yürütüyor’
 
Çiğdem, son olarak şunları söyledi: “Kadınlar açısından da farklı kimliklerle bir araya geldiğimizde şiddet ve kültürel değerleri örme konusunda çok fazla ortak yönlerimizin olduğunu fark ettik. HDK, meseleyi biraz daha devletin tekçi yapısının toplum karşıtlığından okuyor ve toplumun çoğulcu yapısının yeniden hayat bulması için bir araya gelme, sözlerini onların yerine kurmak değil, her inanç ve etnik kimliğin kendi sözünü kendisinin kurabileceği mekanlar, mecralar yaratmaya çalışıyor” mesajını verdi.