Serhildanlaşan kadınlar, kadınlaşan serhildanlar (2)

  • 09:03 15 Kasım 2024
  • Jıneolojî Tartışmaları
  
“Kadınların tutuşturduğu serhildanların etki alanı, dağlardan esen özgürlük yeli iken kıvılcımın ilk tutuştuğu an’lar ise kültürel olarak ana-kadın vicdanının harekete geçmesi olarak okunabilir.”
 
Xane Anuş 
 
Mezopotamya’nın yerleşik kültüründen gelen halklarda bazı ritüeller anlamdır, yaşamdır. İnsanın maddi ve manevi bir varlık olduğu gerçeğiyle inanç ve anlam bütünlüğü içinde gerçekleştirilen ritüellere saldırmak, kültürel kökleri derin olan halklar için toplumsal hafızada derin yaralar açar. 
 
Doğanın döngüsünün oluşturduğu bütünlük içinde kendini doğa yasalarının bir parçası olarak gören toplumlarda yaşam-ölüm-yaşam bir döngüye işarettir ve bu dualite ritüelleri yerine getirildiğinde birbirini tamamlayan bir ahengin parçaları olurlar. Bir kültürü parçalamak için erken çağlardan bu yana erkek egemen zihniyetin keşfettiği bir savaş yöntemi olarak uygulanır bu ahengi bozmaya yönelik saldırılar. 
 
Binevş Agal’ın mücadeleye katılması ve ardından köklerine dönüş yolculuğuna çıkması, Berivanlaşma süreciydi. Onun ardından, onun miras bıraktıklarına sahip çıkan ve ahengi arayan binlerce Botanlı kadın, savunduğu ve temsil ettiği değerlere bağlı kalmak için başkaldırdı. Yarattığı serhildan dalgasını, eylemin teoriye dönüşmesi ve niceliksel bir birikimin niteliksel patlaması olarak yorumlayabiliriz. 
 
“Kürt Kadın Hareketi’nin en önemli özelliği, eylemin teoriyi üretmiş olmasıdır. Akademilerde metinler üzerinden açığa çıkan veya eğitimli, sınıfsal ayrıcalıklara sahip kadınlar veya teorisyenler tarafından ortaya konan bir kadın perspektifi söz konusu değildir. Yaşamsal pratiğin içinde, savaş sürecinde yani “erkeklik”in en yoğun yaşandığı ortamlarda üretilmiştir. Bu hem Türkiye’deki hem de dünyadaki “feminist teorilerin”, kadın hareketi ve kadının özgürleşme mücadelesinden ne anlaşıldığını yeniden sorgulaması gerektiğini açığa çıkarmıştır.” ( Ruken Alp, “Kürt Özgürlük Hareketi’nde Kadın Direnişi”, Toplum ve Kuram Dergisi, Sayı:10)
 
Koçgiri’de Zarife-Alişer örneği dışında 20. yüzyıl serhildan hareketlerinde erkeğin bir adım gerisinden duran, öncülüğü ona bırakan roller; Ruken Alp’in de belirttiği gibi kurucu ideolojide yer almasına rağmen asıl toplumsal bir kadın hareketine dönüşme ve öncülük yapma durumuna bu tarihten sonra evrilmeye başladı. 1990’ların başından itibaren özgürlük mücadelesine katılan her devrimci kadının ismi geçtiği köy ve şehirlerde, binlerce kız çocuğuna verildi, binlerce genç kadına rol model oldu ve genç-yaşlı-çocuk her yaştan kadın için yaşamları ve ölümleriyle yeni yaşam arayışının ve özgürlüğün simgesi oldu. 
 
Şehir ve köylerden dağlara akış ve bu akışın yeniden şehir ve köylere yayılan mekansal döngüsü, 1990’ların serhildan geleneğinin en önemli kaynağı olarak ele alınabilir. “Kadın Özgürlük Hareketi, her yönüyle mekân üzerinden okunabilecek bir harekettir ve söz konusu, kadınlar olduğunda mekânlar özel bir önem kazanır. Kadınlar kendileriyle birlikte hapsedildikleri mekânları da özgürleştirmiş, evlerden sokaklara, alanlara açılmıştır.” (Ruken Alp, “Kürt Özgürlük Hareketi’nde Kadın Direnişi”, Toplum ve Kuram Dergisi, Sayı:10) 
 
Kadınların tutuşturduğu serhildanların etki alanı, dağlardan esen özgürlük yeli iken kıvılcımın ilk tutuştuğu an’lar ise kültürel olarak ana-kadın vicdanının harekete geçmesi olarak okunabilir. Zira Silopi, Cizre, Şırnak ve Nusaybin’den başlayarak ülke sathına ve metropollere yayılan mücadelelere neden olan ise işkence edilen ve mezarsız bırakılan çocuklarına gömme hakkı isteyen kadınların isyanı olmuştur. 
 
“Özgür Basın geleneği gazetelerinin birinci sayfaları takip edildiğinde, 90’lardan itibaren ‘öteki ölü bedenler’ üzerinde uygulanan ‘alıkoyma’ biçimlerinin sistemli bir şekilde devam ettiği gözlemlenebilir. 1980’lerin sonu ve 1990’ların başında gerilla cenazelerinin sayısının giderek artması; halkın, cenazeleri dolayısıyla Kürt hareketini sahiplenip toplumsallaştırmasına yol açmıştır. ‘Serhildan’lar ile cenazelerin sahiplenilmesi, (bir anlamda ölü bedenin aslında ‘Kürt halkının bedeni’ olması) devletin iktidar alanında bir kırılma meydana getirmiştir. Dolayısıyla egemen; fiziksel olarak ortadan kaldıramadığı/dokunamadığı kitlelere duygu yoluyla ulaşıp ‘yaralayabilme’ gücü ile cezalandırmaya yönelmiştir.” (Kürt Savaşçıların Cenazeleri ve Devletin Sınırları”, Evrensel)
 
1990 yılında Bagok Dağı’ndaki çatışmada yaşamını yitiren gerillaların cenazelerinin gömülmesine izin verilmemesi üzerine cenazeleri almak için yürüyüş yapan 7 kadının bütün bir Nusaybin’i “gömme hakkı” için harekete geçirmesi, hala yaşayan ve artık aramızda olmayan tanıklarıyla anlatılan bir hikayedir.  “Nisebîna Rengin” adıyla stranlara konu olan ve şehir serhildanlarının başlangıç noktası sayılan bu serhildanı, tanıkların dilinden dinlemek için evine gittiğim Akide, şiirsel bir acı ve isyanla anlatmıştı: 
 
“Kar yağmıştı, her tarafı kar kaplamıştı. Karın üzerinden kardan daha beyaz bir genç kızın kanlar içinde çırılçıplak yattığını gördüm. O an, ondan çok ben üşüdüm. Ben soba başında uzaktan silah seslerini dinlerken o kız kıyasıya bir kavganın içindeydi. O günden sonra duramadım evimde, nerede bir serhildan olsa, nerede bir çatışma olsa kar üzerinde kalmış bir kız bedeni kanlar içinde üşümesin diye peşine düşer oldum...”
 
Akide’nin kar, kan ve bir genç kızın kıyasıya direnişi karşısında vicdanı, harekete geçiren bir olgu olarak tüm Bakur’da bir dönemin başlangıcına işaret ediyordu. Belki anlattığı tekil bir hikayedir ama bu hikâyenin toplumsallaşan bir eylem kültürünün başı olarak dalgalar halinde yayılmaya başladığını söyleyebiliriz. Yine Akide’nin andığı yıllarda Silopi’de 1989 yılında çatışmaların ardından beş köylünün kurşuna dizilmesinin ardından dağlara ve ardından şehir merkezine yürüyen kalabalığın en önünde yürüyen bir grup beyaz leçekli kadını kaydeder tarihsel bellek. Zamanın ana akım gazetelerinde kullanılan dilin arkasında o fotoğraf çok şey anlatır. (Ali Yılmaz,  Karanlık Vardiya: 90’lı Yılların Politik Arşivi)
 
*Yazının devamı haftaya yayınlanacaktır. 
 
*Bu yazı, Jineolojî Dergisi’nin “BAKUR” dosya konulu 29. Sayısından kısaltılarak alınmıştır.