‘Özgür basına yönelmekle, tüm basına ders verilmek istendi’

  • 09:03 22 Haziran 2022
  • Güncel
 
DİYARBAKIR - Gazetecilerin gözaltına alınmasından tutuklama aşamasına kadar sürece tanıklık eden Avukat Ruşen Seydaoğlu, “Cesareti ve istikrarıyla kendini bugüne kadar getirmiş özgür basına yönelmekle, Türkiye’deki tüm basın bileşenlerine bir ders vermek hedefleniyor” dedi.
 
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen bir soruşturma kapsamında 8 Haziran’da 20’si gazeteci olmak üzere 22 kişi polislerce evlerine yapılan baskınla gözaltına alındı. Uzatılan 8 günlük gözaltı süresinden sonra 15 Haziran'da adliyeye çıkarılan ve aralarında yer alan ajansımız haber müdürümüz Safiye Alağaş, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Serdar Altan, Xwebûn Yazı İşleri Müdürü Mehmet Ali Ertaş, Mezopotamya (MA) Ajansı Editörü Aziz Oruç ile gazeteciler Ömer Çelik, Zeynel Abidin Bulut, Mazlum Doğan Güler, İbrahim Koyuncu, Neşe Toprak, Elif Üngür, Abdurrahman Öncü, Suat Doğuhan, Remziye Temel, Ramazan Geciken, Lezgin Akdeniz ve Mehmet Şahin çıkarıldıkları mahkemece “örgüte üye olmak” ve “örgüt propagandası yapmak” iddialarıyla tutuklandı.
 
Gazetecilerin mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklandığı bu süreci başından itibaren takip edenlerden biri Avukat Ruşen Seydaoğlu. 8 günlük gözaltı süreci boyunca gazetecileri sık sık ziyaret eden Ruşen, adliyeye getirilme süreci, savcılık ile hakimlik aşamasında alınan ifadelere dair tanıklığını anlattı.
 
* Gazetecilerin gözaltına alınmalarından tutuklanmalarına kadar geçen süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Şunu söyleyerek başlamazsam bu 8 günlük sürecin hakikatini ifade etmemiş olurum gibi geliyor. Gözaltına alınan gazeteciler, müvekkillerimiz özgür basının ne kadar örgütlü ne kadar güçlü ve ne kadar yaptığının bilincinde olduğunu bir kez daha gösterdi. Bulunduğum yer yani avukatlık açısından hak ihlallerine karşı direnenlerin avukatlığından, direnen avukatlığa geçişin müvekkillerimizden bağımsız olmadığını, onlar yaptıkları meşru işleri savundukça bizim de avukatlık pratiğimizin güçlendiğini belirtmem gerekiyor. ‘Susma’ haklarını kullanarak emniyette ifade vermeyi reddettiler. Yargının, ‘susma’ hakkı gibi meşru ve yasal bir hakkın kullanımını bile şüpheli açısından suç eğilimi olarak değerlendirdiği bu atmosferde kazanılmış haklarını ifa etmeleri çok önemliydi.
 
Onlar adına konuşamam elbette ama bir savunma performansı olarak gazetecilik pratiğini doğrudan savcıyla, hakimle tartışmak, düşünce ve ifade özgürlüğünün ne anlama geldiğini meselenin özneleri olarak ortaya koymak, yargıya ölçü kazandırmak ya da ölçüleri uygulaması için demokratik bir baskı uygulamak açısından kıymetlidir. Müvekkillerimizin bunu sağladığına inanıyorum.
 
* Hukukilik ve yasallık tartışmasını beraber düşündüğümüzde gazetecilerin yargılanması ne anlama geliyor?
 
Sürecin zemininin hukuki olmadığını biliyoruz. Çünkü gazetecilik faaliyeti doğası gereği gazetecinin özgün ve özerk olmasını gerektirir. İktidarlar ne düşünecek diye düşünmeden yürütülür, bu sebeple yapılan haberler ya da programlar sebebiyle gözaltına alınmak, tutuklanmak ya da cezalandırılmak hiçbir surette hukuki-ahlaki görebileceğimiz bir husus değildir. Kaldı ki Kürt halkının gizlenen deneyimlerini, yaşadıkları ihlalleri dile getiren, bunu önceleyen ama elbette enternasyonal nitelikteki gazetecilerden bahsediyoruz.
 
Suçlamak için delil üretmeleri gerekiyordu
 
Diğer taraftan bu soruşturma ne kadar yasal biz de bilmiyoruz. Çünkü bırakılanlar ve tutuklananlar arasında nasıl hukuki farklılıklar var, kestirebilecek enformasyona sahip değiliz. Dosyada kısıtlama kararı mevcuttu. Bizce gözaltı kararını verenler de bu bilgiye sahip değildi ve 8 günlük uzun gözaltı kararının sebebi buydu. Suçlamak için delil üretmeleri gerekiyordu. Uzun zamandır olduğu gibi yine kısıtlama kararlarının gölgesinde bir gözaltı süreci geçirdik. Bir kısım basın ve yayın kuruluşu merkeze alınarak, gazetecilere sorular yöneltildi. Adı geçen kuruluşların tamamı yasal prosedürü yerine getiren; kültürden sanata, güncel politikaya hayatın içinden programların yapıldığı yapım şirketleri. Müvekkillerimiz de anayasal çerçevede zaman zaman bu yapım şirketleri bünyesinde gazetecilik faaliyetlerini yürüten isimler.
 
Yargının güvenirliğini tükettiler
 
Yapılan haberlerin toplumda yaratacağı riskler anayasal çerçevede soruşturmaların konusu olabilir. Taraflar hukuki delillerini sunar, yargılamada hukuki tartışmalar yürütülür. Bu hukuk devleti olmanın gereğidir. Fakat taraflara eşit ve adil yaklaşılması gerekir ama bu ülke artık öyle bir ülke değil. Son 5 yıldır tutuklamanın bir tedbir değil cezalandırma olarak yargı tarafından kullanılıyor olması hukukla izah edilemez. İktidarın istediği formu almayan herkesi cezaevlerine kapatamazlar. Bu kararlarla hukuki meşruiyeti ortadan kaldırdılar. Yargının güvenirliğini tükettiler.
 
* Bu süreçte gazeteciler hangi uygulamalarla karşı karşıya kaldılar?
 
Alışmakla ifade edemem ama hukukçu olarak hala “Ne gerek vardı” dediğimiz uygulamaların olduğu bir gözaltı ve tutuklama süreci geçirdik. Dosyanın savcısı kırmızı takım elbisesi, beyaz bluzu ve ay yıldızlı kolyesiyle sanıyoruz bir şeyler anlatmaya çalıştı. Ama bu semboller zaten 100 yıldır aşina olduğumuz sembollerdi. Özgür basın kendisini tüm iktidarlardan azade tutarak gazetecilik faaliyetlerini yürütmeye çalışırken, bizce hukuka iktidarın gölgesini düşürmeye gerek yoktu.
 
‘Neden kameramanlık yaptın’ sorusu
 
Örneğin müvekkillerimizden biri yaklaşık 4 aylık bir süreçte adı geçen basın ve yayın kuruluşlarından birinde aşçılık yapmış. Bunun için soruşturuluyor. Gazetecilerin karnı bile aç kalmalı galiba… Ya da bir başka müvekkilimiz sanat programı sunuyor. Farklı Kürt coğrafyalarında müziğe, resme, sinemaya dair içerikler oluşturuyor. Savcı kendisine “Neden” diye sorarken kendisinin cevabı “Sanatın tüm coğrafyalarda iyileştirici gücü olduğuna inanıyorum” oldu. Aşağı yukarı tüm sorular cevaplardan suç unsuru çıkarmaya dönüktü. “Neden bu programın kameramanlığını yaptın, neden bu programın açılışında şu ifadeleri kullandın… Neden şu kişiyle ilgili haber, röportaj yaptın…”
 
Savcının istediği kelimeler zapta geçirildi
 
Diğer taraftan müdafilerin savcılık ifadelerindeki beyanlarına müdahale edildiği ilk deneyimimdi. Ağzımızdan çıkan kelimeler değil savcının istediği kelimeler zapta geçirildi ve tüm ısrarlarımıza rağmen düzeltilmedi. Kullandığımız kelimelerin olduğu gibi zapta geçirilmesini talep ettiğimizde de bırakın müdafi olarak, şüpheli olarak bile sorulması anayasal anlamda yasak olan sorular yöneltildi. “Sizce terör örgütü değil mi” gibi… Bir başka avukat arkadaşımın ifade ettiği gibi, bu soru tam da Tahir Elçi suikastına ilişkin duruşma devam ederken ve kendisi bu soru sebebiyle katledilmişken adliyenin başka bir odasında bizlere yöneltildi.
 
* Tutuklanan 16 özgür basın çalışanı üzerinden yaratılmak istenen neydi?
 
Gazetecilerin yaptıkları tüm haberleri, çektikleri tüm programları zaten dosya arasına almışlardı. Sordukları sorulardan programların VTR’lerine kadar hâkim olduklarını anladık. Gözaltı sırasında yasal prosedür bile ihmal edilerek evleri, işyerleri arandı, eşyalarına el konuldu. Peki, mevcut tüm deliller dosyada olduğu halde neden tutukladılar? Cesareti ve istikrarıyla kendini bugüne kadar getirmiş özgür basına yönelmek, en güçlü halkayı kırmaya çalışmakla Türkiye’deki tüm basın bileşenlerine bir ders verme hedefleniyor. Yani siyasi bir mesaj verildi ve bu mesaj sadece Kürt basını diye ifade edilen özgür basına değil Türkiye’deki tüm gazetecilereydi. Burada aslında “İstediğimi söylemezsen ya da yazmazsan yine istediğimi gizlemezsen seni cezaevine gönderirim” denilmek istendi. Hâlbuki yargı siyasi mesaj veremez, hele iktidarın arzusunu tatmin etmek asla görevi değildir, verirse meşruiyeti kalmaz, iktidarın uzantısı olur. Kalanlara ama sadece özgür basına değil, gazeteciliği mesleğin onurunu koruyarak sürdürmeye çalışanlara, haber alma hakkına sıkı sıkıya tutunan kadınlara, gençlere, siyasi partilere ve hukukçulara düşen de onlarla dayanışmak, mücadeleyi sürdürmek oluyor.