Pervin Buldan’ın İstanbul Sözleşmesi savunması: Mücadeleye devam edeceğiz
- 12:29 7 Haziran 2022
- Güncel
ANKARA - İstanbul Sözleşmesi’ni HDP adına savunan Eş Genel Başkan Pervin Buldan,” İstanbul Sözleşmesi'ni savunmaya da etkin bir şekilde uygulanıncaya kadar mücadele etmeye de devam edeceğiz” dedi.
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik 20 Mart 2021 tarihinde verilen çekilme kararına karşı açılan 200’e ilişkin davalara dair ikinci grup başvuruların duruşması Danıştay’da başladı. Danıştay Konferans Salonu’nda görülen duruşmalara Danıştay 10’üncü Daire Heyeti bakıyor.
Salon Türkiye’nin dört bir yanından gelen kadınlar tarafından dolduruldu. Duruşmaya Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ve çok sayıda milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) çok sayıda milletvekili katıldı.
HDP adına Eş Genel Başkan Pervin Buldan savunma yaptı.
‘Tüm kadınlar adına savunma yapıyorum’
Sadece HDP’li kadınlar adına değil, Türkiye’de yaşayan tüm kadınlar ve LGBTİ+’lar adına da mahkeme salonunda olduğunu belirten Pervin, “Dolayısıyla yapacağım savunma, tüm kadınlar adınadır. Kadına yönelik şiddet, erkek egemen sistemin sonuçlarından biridir ve aynı zamanda bu sistemi devam ettirmenin araçlarındandır. Bazı ülkeler uygulamaya koydukları gerçekçi ve çözüm üretici politikalar sayesinde kadına yönelik şiddeti azaltmayı başarabilmişlerdir. Ülkemizde de kadın örgütleri ve kurumlarının mücadelesi sonucu 2011 yılında imzalanan ve 2014’te yürürlüğe giren ancak 21 Mart 2021 yılında Cumhurbaşkanlığı kararıyla feshedilen İstanbul Sözleşmesi de bu amacı taşımaktaydı” dedi.
Nahide Opuz kararı
Türkiye’yi bu sürece götüren esas olayın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2002 tarihinde verdiği Nahide Opuz kararı olduğunu anımsatan Pervin, “Bu karar bazı önemli gelişmelere zemin olması ve kararın işaret ettiği hususlar bakımından son derece önemli bir karardır. Opuz davasında AİHM, Türkiye’yi yaşam hakkını koruyamadığı için mahkûm etmiştir. AİHM, tarihinde ilk defa, ev içi şiddette bir tarafın kadın olduğu için ayrımcılığa uğradığı gerekçesiyle bir devleti mahkûm etmiştir.Bu, AİHM’in bu alanda verdiği ilk mahkûmiyet kararıdır. Bu karar Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerde kabul ettiği yükümlülükleri yerine getirmediğine, dolayısıyla Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletler nazarında oldukça olumsuz bir tabloya işaret etmiştir” ifadelerini kullandı.
‘Kadınların uzun soluklu mücadelesi sonucu kazanıldı’
Bu tablonun ayrıca, Türkiye’yi 2012’de yürürlüğe girecek olan 6284 Sayılı aile içi şiddeti önlemeye yönelik yasanın hazırlıklarına ittiğini dile getiren Pervin, sözlerini şöyle sürdürdü: “İstanbul Sözleşmesi kadınların uzun soluklu mücadelesinin sonucu kazanılmış ve erkek şiddetine karşı mücadelenin yollarını adım adım örmüş temel bir sözleşmedir. Her ne kadar 2011 yılında imzalandığında AKP iktidarı kendilerinin bir kazanımı gibi lanse etse de esasen cumhuriyet tarihinden daha eski bir mücadele olan bu topraklardaki kadınların mücadelesinin bir başarısıdır. Bu Sözleşme kadın örgütleri başta olmak üzere yıllarca erkek şiddetine karşı mücadele edenlerin zaferi olarak tarihe geçmiştir.
İstanbul Sözleşmesi kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların her türlü şiddetten korunması, kadınlara yönelik şiddetin faillerinin kovuşturulması, yargılanması ve cezalandırılması için özenle hazırlanmış bir metindir.”
‘Muazzam bir yol haritası sunuyor’
Sözleşmenin erkek şiddetine son vermek için muazzam bir yol haritası sunduğunu vurgulayan Pervin, İstanbul Sözleşmesi’nin kadına yönelik şiddetin en yoğun olduğu zamanlarda imzalandığını hatırlattı. Sözleşmenin kadınların, çocukların, LGBTİ+ların yaşam, barınma, istihdam hakkını korumak amacı taşıdığını belirten Pervin, “İstanbul Sözleşmesi, şiddete karşı sistematik bir mücadelenin nasıl adım adım örüleceğini anlatmaktadır. Sözleşme şiddetin ekonomik ve psikolojik boyutlarının altını çizmektedir. Kadına yönelik şiddetin ister kamusal ister özel alanda olsun, bir insan hakkı ihlali olduğuna, ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılması gerektiğine dikkat çekmektedir. Fiziksel ve cinsel şiddetin yanında, ızdırap veren her türlü eylem, her türlü baskı ve şiddet suç sayılmaktadır” diye konuştu.
Getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlerine yöneliktir
Sözleşmenin getirdiği yükümlülüklerin çok önemli olduğunu silahlı çatışma durumlarında bile geçerliliğini koruduğunu ve taraf devletlerin bunu garanti altına alması gerektiğini belirten Pervin, şöyle devam etti: “Sözleşmenin getirdiği yükümlülükler öncelikle devlet görevlilerine yöneliktir. Bu nedenle devlet kendi adına hareket eden görevlilerinin İstanbul Sözleşmesi’nin gereklerini yerine getirmesini sağlamak zorundadır. Sözleşme, tarafların her türlü şiddet eylemini ve ayrımcılığı önleyecek "gerekli yasal ve diğer tedbirleri" almasını zorunlu kılmaktadır. Kadınları güçlendirecek faaliyetlerin yaygınlaştırılmasını istemektedir. Sözleşmeyle birlikte taraflara, ulusal anayasalarına veya ilgili diğer mevzuata kadın erkek eşitliği ilkesini dâhil etme ve bu ilkenin uygulanmasını sağlama, kadınlara karşı ayrımcılığı yasaklama ve kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ile uygulamaları yürürlükten kaldırma zorunluluğu getirilmektedir. Devlet görevlilerinden ve kurumlarından sözleşmenin getirdiği yükümlülüklere uygun bir biçimde hareket etmeleri istenmektedir. Taraflardan sözleşme hükümlerinin yerine getirilmesi için gerekli finansal ve insani kaynakları tahsis etmelerinin yanında, kadına karşı mücadelede aktif rol oynayan sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarını desteklemeleri ve bu kuruluşlarla işbirliğine gitmeleri de talep edilmektedir.
Fatma Altınmakas davası
İstanbul Sözleşmesi yalnızca cezasızlık sebebiyle işlenen cinayetlerin önüne geçilmesi için alınması gereken önlemleri salık vermekten ibaret bir sözleşme değildir. Bu yapısal sorunun en derinine inmek gerektiğini; eğitimle ve toplumsal düzenlemelerle cinsiyet eşitliğinin yaşam alanlarında kalıcı olarak sağlanmasını beyan etmektedir. Yine kapsadığı kesimlerin din, dil, ırk farklılıklarından dolayı mağdur edilmemesini esas alır. Bu esasın önemini daha önce maalesef Fatma Altınmakas davasında gördük. Evli olduğu erkek tarafından katledilen Fatma’nın Türkçe bilmediği için jandarma karakolunda kendisini ifade edemediği ortaya çıkmıştı.
Kadınların nafaka hakkı dahi gasp ediliyor
Bugün ülkede Türkçe bilmeyen belki milyonlarca kadın bulunmaktadır. Özellikle ülkede son dönemlerde kamu kurumlarında ve toplumda körüklenen ırkçılık Türkçe bilmeyen kadınların ölümüne sebep olmaktadır.Ülkenin bu kadar dış göç aldığı ve kadınların savaş sonrası göç sürecinden en çok etkilenen kesim olduğu gerçeği göz önünde bulundurulunca İstanbul Sözleşmesi’nin devleti sorumlu kıldığı tercüme konusu hayati bir önem kazanmaktadır. İstanbul Sözleşmesi tüm devletlere, şiddet mağduru kadınlar için barınma, yaşamını sürdürme gibi her türlü ihtiyacını karşılayacak bütçeyi zorunlu kılar. Ancak; bugün Türkiye'de kadınların yaşadığı yoksulluk derinleşirken kadınların nafaka hakkı dahi gasp edilmek istenmektedir.
2011 yılından bu yana 3 binden fazla kadın katledildi
İstanbul Sözleşmesi imzalanmış olsa da ne yazık ki hiçbir zaman etkin biçimde uygulanmamıştır. Taraf devletlerin sözleşmeyi uygulayıp uygulamadığını takip eden GREVİO, 2018’de yayınladığı raporunda bunun altını çizerek Türkiye’yi yükümlülüklerini yerine getirmeye çağırmıştır. GREVİO, Türkiye’nin bu kapsamdaki çalışmalarının son derece başarısız ve yetersiz olduğu tespitini yapmıştır.Nitekim bunun ağır sonuçları yıllar içerisinde çok daha derinleşmiştir.2011 yılından bu yana 3 binin üzerinde kadın erkekler tarafından katledilmiştir.Buna karşın; Kadınları katledenler ya da katletmeye teşebbüs edenler adeta adliyelerin ön kapısından girip arka kapısından çıkmış, haksız tahrik indirimleri almış, pandemi döneminde serbest bırakılmışlardır. Bir kısmı bu süreçte teşebbüsünü tamamlayarak söz konusu kadını ya da bir başka kadını katletmiştir.
Suçların üzeri iktidar tarafından örtülüyor
Sözleşmenin etkin uygulanmaması kadına, çocuğa, LGBT+’lara, Kürt kadınlara ve mülteci kadınlara yönelik işlenen suçlarda cezasızlık politikalarını daha da perçinlemiştir.Özellikle Kürt kadınlara yönelik işlenen suçlarda, failler iktidar veya bağlantılı kurumlarda görevli olan kişilerse özel bir cezasızlık politikası uygulanmıştır. Failler hakkında hukuki süreç işletilmemiş, resmi kimlikli failler iktidarın koruması altına alınmıştır. Yine çocuk istismarı Türkiye’nin yıllardır yapısal çözümler üretemediği yakıcı sorunlardan biri olarak karşımızdadır. Kamusal ve özel alanlarda çocuklara yönelik istismarla ilgili çokça olay açığa çıkmasına rağmen, Ensar Vakfı ve Rabia Naz örneklerinde görüldüğü gibi bu istismar vakalarının bizzat iktidar tarafından üzeri örtülmektedir. Yine bu nedenle de; çocuğa yönelik her türlü istismarın önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi hükümlerinin uygulanması elzemdir diyoruz.
Tek adam tek adama yetki verdi
Türkiye’de kadına yönelik, çocuklara yönelik, şiddet ve cezasızlık bu boyutlara ulaşmışken asıl yapılması gereken kadın cinayetlerinin ayrımcılık sebebiyle işlendiğine dair yasalara özel bir ibare düşülmesidir. ‘Adam öldürme’ diyerek münferitleştirmek yerine kadın cinayeti tanımlamasıyla sorunu görmek ve çözüm yoluna gitmektir. Ancak bugün iyileştirme yerine sözleşmenin feshini tartışıyoruz. Bu bir utançtır bu ülke için. İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kaldırılma kısmı, adım adım ilerletilmiştir. Önce iktidara yakın medya aracılığıyla sözleşme “kabahat” gibi gösterilerek algı yaratılmaya çalışılmış ve kadın düşmanlarının hedefi haline getirilmiştir. Yine iktidar yetkilileri tarafından sözleşmenin yürürlükten kalkması için, öncesi ve sonrası hedef gösterici açıklamalar yapılmıştır.AKP Genel Başkanı Erdoğan, kendisine verdiği yetkiyle bir gece yarısı Cumhurbaşkanı Kararnameleri yayınlamıştır. Ve İstanbul sözleşmesini fesih ettiğini açıklamıştır.Erdoğan önce kendisine yetki veren bir kararname yayınladı, verilen bu yetki kararnamesine dayanarak işlem yaptı. Tek adam tek adama yetki vererek tek adam adına kararname çıkardı.
Bir an önce etkin bir şekilde uygulanmalı
Fakat kadınların anayasal metni olan İstanbul Sözleşmesi öyle tek adam keyfiyetiyle fesih edilecek bir statüde değildir. İstanbul Sözleşmesi, Anayasanın 90. maddesine göre usulüne uygun olarak 24 Kasım 2011 tarihinde TBMM tarafından onaylanmış ve 6251 sayılı Kanun ile TBMM tarafından yürürlüğe konulmuş uluslararası bir sözleşmedir. Kaldı ki, İstanbul Sözleşmesi şiddetle mücadele konusunda bir insan hakları sözleşmesidir. Anayasamızın 104. maddesi uyarınca, “temel haklar, kişi hakları konusunda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkarılamaz’. Bu itibarla Cumhurbaşkanı Kararıyla yapılan işlem “fonksiyon gaspı” niteliğinde olup yok hükmündedir! Hukuk sistemi, yargı makamı da bu noktada hukukun gereklerini yerine getirme sorumluluğuna sahiptir. Esas olan iktidar gücünün ne buyurduğu değil hukukun neyi buyurduğudur. Dolayısıyla gereği yapılmalı İstanbul sözleşmesi bir an evvel yürürlüğe sokularak etkin bir şekilde uygulanmalıdır.
Kadın vekilimiz polis tarafından ölümle tehdit edildi
Nitekim İstanbul sözleşmesinin fesih edilmesinden bu yana kadınlara yönelik olarak gerçekleşen suçlardaki anlamlı artış oranları bu fesih kararı ile sadece hukukun çiğnenmediğini birçok suça da yol verildiğini kanıtlar niteliktedir. İstanbul Sözleşmesini etkin bir şekilde uygulamak yerine, kadın cinayetlerini durdurmak yerine, kadınlara; kadın mücadelesine ve kadın muhalefetine savaş açmış tekçi bir iktidar gerçeği ile karşı karşıyayız. Cezaevleri demokratik siyaset yürüten kadın arkadaşlarımız ile dolduruldu, baskı gördü, işkence gördü, sürgüne zorlandı. Tüm dünyanın gözleri önünde kadın milletvekilimiz bizzat polis tarafından ölümle tehdit edildi. Eşit temsiliyet ilkesine dayanan eş başkanlık sistemimiz suç ilan edildi. Başta Kürt kadınları, HDP’li kadınlar olmak üzere ülkede siyaset yaptığı, muhalif olduğu veya başka bir görüşü savunduğu için erkek/devlet şiddetine maruz kalan, yargılanan, ceza alan tüm kadınlara uygulanan bu politikalar insan haklarına, kadın haklarına aykırı olduğu gibi İstanbul Sözleşmesine de aykırıdır, suçtur.
Kadınlar faşizme biat etmediği için yargılanıyor
Bugün partimize açılmış Kobani Kumpas davasında, Gezi Davasında, 8 Mart ve 25 Kasım Yürüyüşlerinin yargılandığı davalarda ve yüzlerce başka davada çok sayıda kadın ağır cezalarla yargılanmaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadele eden kadın dernekleri ya ağır baskılar altında ya da kapatma davalarıyla sindirilmek istenmektedir. Kadınlar tekçi erkek zihniyetin kendilerine çizdiği sınırları kabul etmediği, bu sınırlarla yaşamak istemediği için yargılanmaktadır. Kadınlar artık ölmek istemiyoruz, şiddet, baskı altında yaşamak istemiyoruz, özgür ve eşit bir yaşam istiyoruz dedikleri için yargılanmaktadır. Kadınlar doğasına-suyuna, yaşam alanlarına sahip çıktığı için yargılanmaktadır. Kadınlar, en kutsal mücadele olan barış mücadelesini yürüttüğü için yargılanmaktadır. Kadınlar kadın özgürlükçü, demokratik bir toplumu savundukları için yargılanmaktadır. Kadınlar faşizme biat etmedikleri için yargılanmaktadır. Kadınlar; faşizme, tekçiliğe, ırkçılığa ve nefret siyasetine karşı öncü bir mücadele yürüttükleri için yargılanmaktadır. Yani kadınlar mücadeleleriyle İstanbul Sözleşmesini somut olarak uygulamaya çalıştıkları için yargılanmaktadır.
Ortak kadın mücadelemiz engellenemez
Bu nedenle her zaman söylediğimiz gibi erkek yargı değil, gerçek yargı diyoruz. Güçlülerin hukuku değil haklıların hukuku diyoruz! Erkeklerin üstünlüğünü değil eşitliğin üstünlüğünü gözeten bir yargı sistemi diyoruz! Eşitlik gözetilsin ki adalet olsun diyoruz! Bu nedenle; eşitlik için, adalet için, yaşam için İstanbul sözleşmesini bugüne kadar her alanda ve platformda nasıl savunduysak bugünde en inançlı ve kararlı şekilde savunuyoruz. İstanbul sözleşmesini savunmaya da, etkin bir şekilde uygulanıncaya kadar mücadele etmeye de devam edeceğiz. Ortak kadın mücadelemiz engellenemez, durdurulamaz!
Pervin’in konuşması sık sık salonda bulunan kadınlar tarafından alkışlandı. Pervin’in savunmasının ardından duruşma, HDP adına söz alan avukat Sipan Cizreli’nin savunmasıyla devam ediyor.