Ekolojistler: Kürdistan’da farklı bir eko kıyım politikası var
- 09:02 30 Mayıs 2022
- Ekoloji
Derya Ren
DİYARBAKIR - Bölgedeki kırsal bölgelerde “güvenlik” adı altında yaşanan ekolojik kırıma karşı Batı’dan da sesin yükselmesi gerektiğini vurgulayan ekolojistler, “Kürdistan’da farklı bir eko kıyım politikası var” dedi.
Dünya genelinde ekonomik krizle paralel bir şekilde devam eden ekolojik kriz de insan eliyle giderek derinleştiriliyor. “Güvenlik” adı altında ormanların yakılması ve ağaç kesimiyle devam eden doğa kıyımına bir yandan da kimyasal silah kullanıldığına dair yapılan açıklamalar ekleniyor. Yaşamını yitiren HPG’lilerin cenazelerinde yanıklara rastlanırken, buna dair hazırlanan raporlarla beraber yapılan çağrılar karşısında yetkililer ise sessizliğini koruyor.
Türkiye’nin KDP’nin desteğiyle Federe Kürdistan Bölgesi’nin Zap, Metîna ve Avaşîn alanlarına yönelik devam eden saldırılarının yanı sıra korucu ve askerlerin bölgede bulunan ağaçları kestiği ve ormanları yaktığı belirtiliyor. Sınır hattında bulunan kentlerde arazilere sürülen korucular ve askerler tarafından kesilen ağaçların, bölge kentlerine gönderilerek satıldığı ifade ediliyor.
Kazdağları direnişçilerinden ekolojist Melis Tantan ve Ekoloji Derneği üyesi Leyla Çite, doğa kıyımına dair değerlendirmelerde bulundu.
Kapitalizmin dünya genelinde yaygınlaşmasıyla beraber eko kırımların arttığını söyleyen Melis, bölge kentlerinde daha farklı bir politikanın uygulandığını belirtti. “Terör” adı altında bölgede yapılan eko kırımların meşrulaştırıldığına dikkat çeken Melis, “Yapılan saldırılar sadece orada bulunan doğaya değil; kültüre, günlük yaşantıya, tarihe yönelik gerçekleşiyor. Güçlü bir coğrafya ve bununla beraber mücadelenin yükseldiği yerdir. Bununla beraber tüm dünyayı etkileme gücü de ortaya çıkıyor, bundan kaynaklı da yoğun saldırıların hedefinde oluyor. Öte yandan Türkiye’nin her yerinde HES’lerin ve Taş Ocakları’nın yapıldığını görüyoruz. Evet, Türkiye’nin her yerinde doğa kırımı yaygın ancak, Kürdistan’da uygulanan doğa kırımının farklı bir boyutu var” diye ekledi.
‘Savaş bir ekolojik yıkımdır’
Bölge coğrafyasında büyük bir direşin olduğunu ifade eden Melis, “Bu direniş kültüründen kaynaklı da yerinden göç ettirme ve her türlü yok ediş politikasını burada uygulamaya çalışıyorlar. Bu baskı politikaları o kadar derinleştirilmiş ki bundan kaynaklı bizler hala ekolojik tahribatı konuşuyoruz. Ancak tüm bu baskılara rağmen buralarda ekoloji mücadelesi veriliyor. Tabi bizler de Batı’da çalışma yürüten ekolojistlerin burada yaşanan doğa tahribatlarını gündeme getirmemiz gerekiyor. Savaş bir ekolojik yıkımdır. Savaş denildiği zaman sanki iki devlet arası yapılan çatışmalarmış gibi anlaşılıyor. Ancak bu öyle değildir, şu an Kürdistan coğrafyasında yapılan da bir savaştır. Bunu böyle okumak gerekiyor” diye konuştu.
‘Savaşlar ciddi tahribatlar bırakır’
Bölgede devam etmekte olan savaşta kimyasal silah kullanıldığına dikkat çeken Melis, kimyasal silahla beraber ekolojik yıkımın derinleştiğine işaret etti. Melis, “Kullanılan kimyasallar sadece insanları öldürmüyor. Aynı zamanda oranda bulunan tüm doğayı da tahrip ediyor, yok ediyor. Savaş sanayisinin gelişmesiyle beraber doğa tamamen gözden çıkarılıyor. Savaşın coğrafyası olmaz. Savaş her yerde savaştır ve ciddi tahribatlar bırakır. Buna karşı beraber mücadele etmek önemlidir” ifadelerini kullandı.
‘Savaşa, talana ve yıkımlara karşı mücadele edilmeli’
Savaşların kadınları ve doğayı aynı oranda tahakkümü altına almaya çalıştığını söyleyen Leyla Çite ise, savaşı başlatanların erk düzenden beslendiklerini belirtti. Savaş öncesi denenen silahların doğa ve kadın üzerinde de büyük etkisi olduğuna dikkat çeken Leyla, “Kendimizi doğa içerisinde özgür, canlı görürsek, bu kadar kırım olmaz. Ancak, gelindiğimiz noktada doğanın nesne ve tahakküm edilebilecek bir alan olarak bakıldığını görüyoruz. Bu durumda daha çok sahip olma arzusunu ortaya çıkarıyor. Bu durumda daha çok müdahaleyi, işgali kendinde hak gören zihniyetin uygulamaları iklim, gıda krizi ve doğa kirliliği gibi sorunları ortaya çıkarıyor. Bizler insanların doğayla iç içe yaşadığı, doğanın ve canlının özgür olduğu, emeğin ve birlikteliğin kutsal sayıldığı zamanlara geri dönme mücadelesi veriyoruz. Ekolojik mücadele içinde olan insanların savaşlara, talan ve yıkımlara karşı birlikte hareket etmesi gerekiyor” dedi.
‘İnsanlar da zarar görüyor’
Leyla, biyoçeşitliliğin azaldığını, savaşla doğaya yapılan müdahalelerin kötü ve kalıcı sonuçlara yol açtığını ifade ederek, konuşmasını şu sözlerle sürdürdü: “Doğaya yaptığımız her bir müdahalede 3 olumsuz sonuç alıyoruz. Basit bir örnek verecek olursak, savaşa hazırlık sürecinde bir vadi yok sayılıp yol yapılıyor. Daha sonra savaş bitiyor, yıllar geçiyor ve karşı vadide tarım yapan köylülerin bahçelerine domuzlar giriyor. Belki ilişki kuramadınız ama domuzlar kışın vadiyi kullanarak dağlara gidiyorken, yapılan yol nedeniyle bozulan topoğrafyadan dolayı mevsimsel yolculuklarını yapamıyor ve bahçelere girip orada beslenmek zorunda kalıyorlar. Ürünleri talan edilen köylü de muhtemelen silahlarla domuzları avlar. İnsan hırsıyla, düşünülmeden atılan adımlar doğanın dengesini nasıl bozduğunun bir örneğidir. İnsan fark etmese de ekosistem içinde zarar görüyor.”
‘Savaşların olduğu yerlere geri dönmek mümkün olmuyor’
Savaştan sonra göçe zorlanan insanların doğasından koparıldığını belirten Leyla, “Göremediğimiz, kurtaramadığımız milyonlarca canlı yok oluyor. Ekoloji birliği yıllar önce savaş mağduru olan Ezîdîler için kurulan kampta onlarla yeniden bir emek, birlik sürecine girerek kent bostanlarını oluşturmuştu. Tabi savaşta tahrip edilen doğaya savaşlardan sonra geri dönmek uzun süre mümkün olmuyor. Tüm bu kırımlardan kaynaklı herkesin doğaya sahip çıkması gerektiğini söylüyoruz” diye kaydetti.