Siyaset bilimci Şebnem Oğuz: Açmazlar Üçüncü Yol ile aşılabilir!

  • 09:07 21 Haziran 2023
  • Siyaset
 
 
Rozerin Gültekin 
 
İSTANBUL - AKP-MHP iktidarının HÜDA PAR ile ittifakını, “Menzil başta olmak üzere tarikatlar etrafında, örgütlü kesimlerin de bu klikler üzerinden rant paylaşımına daha güçlü bir biçimde dahil edileceği” şeklinde yorumlayan siyaset bilimci Şebnem Oğuz, “Derin devletin alenileşmesinde gelinen yeni aşamaya” karşı ise açmazların ancak Üçüncü Yol seçeneği ile aşılabileceğini ve ortak direniş hattının büyütülmesi gerektiğini vurguladı.
 
AKP iktidarı, 16 yıl boyunca sürdürdüğü asimilasyon, katliam ve saldırı politikalarını, 2018 yılında MHP ile kurduğu “ittifakla” birlikte daha da katmerleştirdi. İktidarının 21’inci yılında ise “ittifakını” kadın düşmanı ve  Kürt düşmanı politikalarıyla bilinen HÜDA PAR ve Yeniden Refah Partisi ile daha da farklı bir boyuta taşıdı. AKP-MHP-HÜDA PAR-Yeniden Refah Partisi ittifakı, kadına, halklara, Kürtlere, doğaya ve her kesime olan düşmanlığını somutlaştırarak Meclis’e taşıdı. İttifakın halklara değil de savaşa ve yıkıma hizmet edeceği ise oluşturulan yeni kabine ile resmileşti.
 
Halklara düşman olan iktidar savaşta ısrarcı!
 
Yıllardan beridir savaş yanlısı ve militarist söylemler ile kendini var etmeye çalışan iktidarın kabinesinde Dışişleri Bakanı olarak yer alan Hakan Fidan'ın, “Gerekirse Suriye'ye dört adam gönderirim. Türkiye'ye sekiz füze attırır savaş çıkartırım” sözleri ise yürütülen savaş siyasetini özetleyen örneklerden yalnızca biri. Öte yandan yeni kabine ile yapılan ilk Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında da “savaşa devam” kararınını açığa çıkarmış oldu.
 
Yaşanan gelişmeler ve mevcut siyasi sürece dair siyaset bilimci Şebnem Oğuz JINNEWS’in sorularını yanıtladı.
 
*İlk olarak yeni oluşturulan kabine nasıl bir tablo oluşturuyor sizce? Toplum için hangi mesajları taşıyor?
 
Yeni oluşturulan kabinenin önceki kabineden birkaç önemli farkı var. Birincisi, yeni kabine ağırlıklı olarak teknokratlardan oluşuyor. Bu durum düzen muhalefeti ve kimi liberal yorumcular tarafından olumlu karşılandı. Kabinedeki yeni isimler işini bilen, ılımlı, yumuşak, diyaloğa açık, uzlaşmacı, hatta batı yanlısı kimseler olarak gösterildi. Kabine oluşturulurken liyakata dikkat edilmiş olması övgüyle karşılanırken, yeni isimlerin aynı zamanda Erdoğan’a ve siyasal İslamcı rejime sadakat temelinde seçildiğine dair vurgular geri planda kaldı. Bu noktada isimler değişse ve liyakat ilkesi eskisinden daha fazla gözetilse de yeni oluşturulan kabinede Erdoğan rejiminin temel yönelimleri açısından bir değişiklik olmadığını belirtmek gerekiyor. Yeni kabinenin bileşiminde dikkat çeken bir diğer nokta da 15 Temmuz darbe girişiminden sonra öne çıkmış Süleyman Soylu gibi isimlerin tasfiye edilmesidir. Bu isimlere kabine yerine Meclis’te yer verilmesini sadece dokunulmazlık zırhı ile korunmalarını sağlama amacı ile açıklamak eksik olur. Bu hamle aynı zamanda Soylu gibi isimlerin kendi çevrelerinde oluşturdukları klikleri dağıtma işlevi görüyor.
 
Tarikatlar klikler üzerinden rant paylaşımına dahil edilecek
 
Buradaki ikili mantığı anlamak için biraz geriye gitmek gerek. Özellikle 2018’den itibaren AKP-MHP ittifakının kurulmasıyla birlikte, devlet içindeki klikler etrafında örülen rant ağlarından nemalanmak isteyen kesimler çoğalmış. Ancak tam da bu dönemde derinleşen ekonomik kriz ve 2019 yerel seçimlerinde üç büyükşehir belediyesinin CHP’ye geçmesi ile birlikte rant ağlarını besleyen finansal kaynakları azalmıştı. Bu durum, iktidar bloğu içindeki klik çatışmalarını ve paylaşım savaşlarını kızıştırmıştı. Yeni kabinede Soylu gibi isimlerin yer almaması, rant ağlarından pay isteyenlerin bir kısmının elenmesi anlamına geliyor. Ancak bu durum devlet içi kliklerin ortadan kalktığı ya da devletin mafya-rüşvet-yolsuzluk ağlarından ‘temizlendiği’ anlamına gelmiyor. Sadece eski kliklerin yerini Erdoğan’a sadakat temelinde yeni kliklerin alabileceği ve başta Menzil olmak üzere tarikatlar etrafında örgütlü kesimlerin de bu klikler üzerinden rant paylaşımına daha güçlü bir biçimde dahil edileceği şeklinde yorumlanabilir.
 
Ekonomik krizin aşılamayacağı açık!
 
Yeni kabineyle ilgili bir diğer önemli nokta da Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanlığı’na atanmasıdır. Bu adım kimi yorumcular tarafından batıyla yeniden yakınlaşma ve Ortodoks ekonomi politikalarına dönüş olarak yorumlandı. Ancak bu türden bir ‘restorasyon’ mümkün olmadığı gibi Erdoğan rejimi açısından tercih edilir de değildir. Zira AKP’nin 21 yıllık iktidarı altında devlet aygıtı köklü bir dönüşüme uğramış, batı yönelimli sermaye ve emperyal güçlere dayalı iktidar bloğundan uzaklaşarak İslamcı sermayeye ve batı dışı emperyal güçlere dayalı yeni bir iktidar bloğu oluşturmaya dönük adımlar atmıştır. Sadece Diyanet’e ve savaşa ayrılan bütçe bile bu dönüşümün göstergeleridir. Ve bütçedeki bu yönelim, ekonomik krizin de temel nedenlerinden biridir. Bütçenin yüzde 20’sinin savaşa ayrıldığı bir rejimde ekonomik krizin bu tür yöntemlerle aşılamayacağı açıktır.
 
Derin devletin alenileşmesinde gelinen yeni aşama…
 
Kabinedeki en önemli değişiklik ise eski MİT müsteşarı Hakan Fidan'ın Dışişleri Bakanı olarak atanmasıdır. Bu atama sadece iktidarın savaş politikalarını sürdürme planına değil, faşizmin kurumsallaşma sürecinde derin devletin alenileşmesinde gelinen yeni aşamaya da işaret etmektedir. Derin devletin gizliliği liberal demokratik rejimlere özgü bir durumdur. Faşist rejimlerde ise zor aygıtının keyfiliğini ve şiddetini gizlemeye ya da meşrulaştırmaya gerek kalmaz. Derin devlet alenileşerek bir tür güç gösterisi yapar. Son yıllarda MİT’in kamusal alanda görünürlüğündeki artışla başlayan bu süreç, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’na atanmasıyla yeni bir aşamaya evrilmiştir. Bu noktada MİT’in özellikle 2012’den itibaren geçirdiği dönüşümü hatırlamak gerekir. Şubat 2012’de MİT Başkanı Hakan Fidan’ın, Gülen’ci özel yetkili savcı tarafından KCK soruşturması kapsamında ifadeye çağrılmasını bir darbe girişimi olarak gören AKP, Nisan 2014’de MİT yasasını değiştirmişti.
 
MİT temel zor aygıtlarından bir haline geldi
 
Yeni yasayla MİT mensuplarının görev sırasında işledikleri iddia edilen suçlar nedeniyle haklarında soruşturma yapılması başbakanın iznine bağlanmış. Ayrıca MİT’e ‘dış güvenlik, terörle mücadele ve milli güvenliğe ilişkin konularda’ operasyon düzenleme yetkisi tanınmıştı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu dönüşümler daha da pekişmiş, MİT doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlanarak yetkileri artırılmıştır. Silahlı ve silahsız İnsansız Hava Araçları’nın (İHA) bir kısmının kullanımının da MİT'e devredilmesiyle birlikte MİT, yurtdışı operasyonlarında, özellikle Ortadoğu’da suikast niteliğindeki operasyonlarda daha fazla öne çıkmış. Hakan Fidan döneminde MİT’in dönüşümü ‘istihbarat diplomasisi, operasyonel açılım ve provokatif strateji’ çerçevesinde yeniden tanımlanmıştır. Böylelikle MİT, AKP iktidarının dış politika değişikliği ile yeni bir iktidar bloğu kurma ve emperyal bir güç olma doğrultusunda kullandığı temel zor aygıtlarından bir haline gelmiştir. Hakan Fidan’ın Dışişleri Bakanlığı’na getirilmesi bu sürecin alenileşerek pekişeceği anlamına gelmektedir.
 
"Bu dönemin savaşları klasik faşizm döneminden farklı olarak devletlerarası karşılıklı çatışmalara değil, devletlerin devlet-dışı çok sayıda aktörle (paralı askerler, vekil gruplar, mafya, paramiliter güçler gibi) işbirliği içinde sınırsız ve yönsüzleştirilmiş şiddete başvurdukları yeni bir dünya savaşına denk düşer."
 
*Topluma sürekli aşılanan, “Savaş ve düşmanlarla çevrili olan bir vatanda yaşandığı" anlayışının, sistemin sürdürülebilirliğindeki rolü ve önemi nedir sizce?
 
Günümüz faşizminin klasik faşizmden farklarını açıklamak gerekir. Klasik faşizm, gerici siyasal iktidarların kendi ulusal sermayeleri ile ittifakına dayanmıştır. 1929 kapitalist krizinden sonra ulus devletlerin kendi ulusal sermayeleri için pazar arayışına girişmeleriyle başlayan emperyalistler arası rekabetin yol açtığı iki dünya savaşı arası döneme özgüdür. Bu dönemin temel özelliği, pazar paylaşımı sona erdiğinde savaşların da sona ermesi, başka bir deyişle savaşların bitimli oluşudur. Günümüz faşizmi ise gerici siyasal iktidarların ulus ötesi sermaye ile ittifakına dayanır. Bu dönemin temel özelliği ulus devletlerin 1970’lerde başlayan, 2008 krizinden sonra derinleşen sermayenin yeniden üretim krizini aşmak üzere ulus üstü sermayeye sürekli olarak savaş imalini ihale ederek sermaye birikimi için yeni olanaklar yaratmaya çalışmasıdır. Marksist kuramcı William Robinson bu durumu tanımlamak üzere, ‘askerileştirilmiş birikim’ kavramını kullanır. Bu dönemin savaşları klasik faşizm döneminden farklı olarak devletlerarası karşılıklı çatışmalara değil, devletlerin devlet-dışı çok sayıda aktörle (paralı askerler, vekil gruplar, mafya, paramiliter güçler gibi) işbirliği içinde sınırsız ve yönsüzleştirilmiş şiddete başvurdukları yeni bir dünya savaşına denk düşer. Tam da bu nedenle günümüzün gerici siyasi iktidarları, bu sınırsız şiddeti meşrulaştırmak üzere sürekli olarak “düşmanlarla çevrili bir vatanda yaşandığı” anlayışını topluma pompalar.
 
*Türkiye'de hem iç hem de dış siyaseti belirleyen argümanlar nelerdir?
 
Türkiye'de dış siyaseti belirleyen temel argümanın “düşman” algısının sürekli olarak yeniden üretilmesi olduğu söylenebilir. Siyasi iktidar bu algı etrafında özellikle 2016 sonrasında Azerbaycan’dan Suriye ve Irak’a, Libya’dan Somali’ye uzanan geniş bir coğrafyada askeri operasyonlarını çeşitlendirerek arttırmıştır. Bu yönelimde hem yeni döneme özgü emperyalistler arası hegemonya savaşlarının yarattığı fırsatları kullanma isteği, hem de savunma sanayisindeki büyüme ile birlikte iktidar yanlısı sermaye grupları için yeni “askerileştirilmiş birikim” alanları yaratma hedefi ön plandadır. Bu nedenle siyasi iktidar, birden fazla cephede farklı çatışmaların dolaylı ya da doğrudan parçası olmuş, bu savaşlarda tarihsel faşizmden devraldığı Kürt karşıtlığı ve kontrgerilla yapılanmasını İslamcı faşizme özgü unsurlarla harmanlamış ve bu süreci kendi siyasal projesine uygun yeni bir iktidar bloğunun güçlenmesi için kullanmıştır. Bu politikaların içerideki yansıması ise savunma sanayisinde gelinen aşamaya dönük övgüler ve militarist söylemlerdir. Cumhur İttifakı, özellikle seçim sürecinde militarist söylemi daha da derinleştirmiş, seçim kampanyasının ilk toplu fotoğrafını, üzerine SİHA’ların iniş kalkış yapabildiği TCG Anadolu gemisinin hizmete başlama töreninde vermiştir. Seçim sürecinde soğanın fiyatını hatırlatan muhalefete, “Biz TCG Anadolu diyoruz, adamlar soğan diyor” gibi sözlerle karşılık verilmesi ise seçimleri adeta patates ve soğan ile SİHA’nın savaşına dönüştürmüştür.
 
"Seçimin ikinci turunda, Kılıçdaroğlu’nun AKP rejiminin kavramsal kodları içinde kalarak siyasal iktidarla milliyetçilik yarışına girişmesi bu durumun tipik göstergelerinden biridir. Bu açmaz bütün eksikliklerine rağmen ancak HDP’nin önerdiği Üçüncü Yol seçeneği ile aşılabilir." 
 
*Siyasetin Türkiye'de yıllardır aynı kavramlar üzerinden yürütülmesini ve bir değişim yaşanmamasındaki ısrarı nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Bu durumun tarihsel nedenlerini Türkiye'de ulus-devlet kuruluşuyla başlayan ve günümüzde farklı biçimlerde devam eden faşist rejim unsurlarındaki süreklilikte aramak gerekir. Türkiye'de günümüz faşizminin kaynakları arasında üç tarihsel moment öne çıkar. Birincisi 1920’lerde Kemalist rejim kurulurken Türk-Sünni kesimler karşısında Kürt, Alevi, Ermeni, Rum vb. kesimlerin dışlanmasıdır.  İkincisi, 2’nci Dünya Savaşı sonrasında ABD’nin komünizme karşı Türkiye gibi ülkelerde devreye soktuğu gladio türü örgütlenmelerdir. Üçüncüsü ise 12 Eylül 1980 darbesiyle birlikte emekçilerin ve solun örgütlü gücünün kırılması ve Türk-İslam sentezinin resmi ideoloji haline getirilmesidir. AKP’li yıllarda karşılaştığımız yeni faşizm, Türkiye’deki faşizmin bu üç tarihsel momentini de içererek yeni bir biçim vermiştir.
 
Açmazlar ancak Üçüncü Yol seçeneği ile aşılabilir!
 
Kürt sorununda barışçıl çözümü reddeden, kontrgerilla yapılanmasını farklı şekillerde sürdüren, emek-karşıtı ekonomi politikalarını derinleştirerek devlet politikası haline getiren, Türk-İslam sentezine dayalı resmi ideolojide İslamcılığı daha fazla öne çıkarsa da bunu “Türk” öğesinde geri adım atmaksızın yapan, ulus-devlet öncesi “şanlı geçmişe” dönük emperyal nostaljiye ve laiklik karşıtlığına dayanan, başka bir deyişle ulus-devlet inşa sürecinden kalma çatışmaları günümüz kapitalizmiyle özgün bir biçimde eklemleyen bir rejim inşa edilmiştir. Bu rejim karşısında düzen muhalefeti ise gerçek bir alternatif ortaya koyamamıştır. Seçimin ikinci turunda, Kılıçdaroğlu’nun AKP rejiminin kavramsal kodları içinde kalarak siyasal iktidarla milliyetçilik yarışına girişmesi bu durumun tipik göstergelerinden biridir. Bu açmaz bütün eksikliklerine rağmen ancak HDP’nin önerdiği Üçüncü Yol seçeneği ile aşılabilir. Bu seçeneği seçimlerle sınırlanmayacak uzun soluklu bir mücadele hattı içinde inşa etmek gereklidir.
 
*Milliyetçilik, cinsiyetçilik ve dinciliğin Türkiye siyasetinde yeni olmadığı çok açık. 21'inci yüzyılda Türkiye ve Ortadoğu'da bu anlayışların ilgi görmesinin nedeni nedir sizce? Bunlarla ne amaçlanıyor?
 
Milliyetçilik, cinsiyetçilik ve dincilik sadece Türkiye’de değil Ortadoğu’da, Macaristan, Polonya, Hindistan gibi ülkelerde de günümüz faşizminin temel ideolojik ögeleri haline gelmiştir. Özellikle 2008 krizi sonrasında yükselen aşırı sağ partiler kendilerini kurulu düzen karşısında halkın temsilcisi olarak göstermeye çalışırken bu ideolojik motiflere başvurmuştur. Peki bu motifler neden geniş halk kesimlerinde, yoksullaşan işçi sınıfında karşılık bulmaktadır? Bu soruyu yanıtlamak için günümüz faşizminin klasik faşizmden bir diğer önemli farklılığı üzerinde durmak gerekir. Klasik faşizmin yükseldiği 1920’li ve 30’lu yıllarda sosyal demokrat ve komünist partiler, sendikalar üzerinde de nüfuzları olan işçi örgütleri olduğu için, o dönemde işçi sınıfı 1929 krizinin yıkımı karşısında kendisine sahip çıkacak başka güçler aramaya gerek duymamıştır. Günümüz sol partileri ise özellikle reel sosyalizmin çözülüşünden sonra sınıf politikasına sırt çevirdiği için işçiler 2008 krizinden sonra kendilerine sahip çıkacak güçler ararken milliyetçi, cinsiyetçi ve dinci motifler kullanan, “aileyi güçlendirme” adı altında kadın ve LGBTI+ düşmanlığını öne çıkaran aşırı sağ partilere yönelmiştir.
 
"Cumhur İttifakı, HÜDA PAR ve Yeniden Refah ile genişlerken, bütün pazarlıklar da kadın bedeni üzerinden yapıldı. Bu nedenle önümüzdeki dönemde kadınların ve LGBTI+’ların bu politikalar karşısında çok güçlü ve ortak bir direniş hattı örmesi gerekiyor."
 
*Bu politikaların devamı olarak 1980 anayasasında değişiklik yapılarak kadın kazanımlarının hedef alınması planlanıyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Kadınları gelecekte neler bekliyor ve bu politikalar karşısında ne yapılmalı ?
 
Dünyadaki benzerleri gibi AKP iktidarı da 2022 sonundan itibaren aileye ilişkin düzenlemelerden bahsederken, kadınları aileye mahkum etmeyi, LGBTI+’ların kazanımlarını yok etmeyi hedefliyor. Bu hedef doğrultusunda Anayasa değişikliği teklifini 9 Aralık 2022’de TBMM Başkanlığı’na sunmuştu. Aile ve çocuğun korunmasına ilişkin 41’inci maddede yapılması istenen değişiklikle maddeye, “evlilik birliği ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulur” ifadesini ekleyerek, “Türk aile yapısının bozulmasının” ve eşcinsel evliliklerin önüne geçileceğini iddia etmişti. 24’üncü maddede yapılması istenen değişiklikle de başörtüsü konusunu yeniden ayrıştırma ve kutuplaştırma aracı haline getirmek istemişti. Seçim öncesinde bu anayasa değişikliğini hayata geçiremedi. Ama seçim propagandasını bu eksende örgütledi. Erdoğan seçimden sonraki ilk konuşmasında da bu konuyu gündeme taşıdı. Cumhur İttifakı, HÜDA PAR ve Yeniden Refah ile genişlerken, bütün pazarlıklar da kadın bedeni üzerinden yapıldı. Bu nedenle önümüzdeki dönemde kadınların ve LGBTI+’ların bu politikalar karşısında çok güçlü ve ortak bir direniş hattı örmesi gerekiyor.