Meral Danış Beştaş: İmralı’da görüş yasağı savaş siyasetinin sonucudur

  • 14:28 9 Mayıs 2022
  • Siyaset
ANKARA - İmralı’da uygulanan görüş yasağının 6 ay daha uzatılmasına tepki gösteren HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “İmralı'da hiçbir avukat görüşmesi yokken görüşü yasaklamak savaş siyasetinin bir sonucudur. Bizim çocuklarımız bu savaş severler yüzünden yaşamlarından oluyorlar” dedi. 
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te  düzenlediği basın toplantısında gündeme dair değerlendirmelerde bulundu. Meral’in  gündeminde HDP’ye yönelik saldırılar, ekonomik kriz, İmralı tecridi, sınır ötesi operasyonlar yer aldı.  
 
Parti Genel Merkez’ine yönelik 5 Mayıs’ta gerçekleşen provokasyona değinen Meral, “Bu saldırı ailelerin protestosu kılıfına sokulmaya çalışıldı. Yoksa ortada eylemci ailelerden ziyade bir tertip olduğunu ifade etmek isterim. Bu tertipte İçişleri Bakanlığı, emniyet görevlileri ve tabi ki Ankara Emniyeti vardı, totalde iktidar aklı ve pratiği vardı” dedi. 
 
‘Vekilimiz şahsında kadınlara yönelik ölüm tehdidi’
 
HDP Kadın Meclisi Sözcüsü ve Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran’a yönelik tehditlere de dikkat çeken Meral, “Milletvekilimize ‘seni çivilerdim’ diyen zat demiştim, bunun görevi nedir kim görevlendirmiştir? diye sormuştuk aradan geçen 5 günde hiçbir açıklama yapılmadı. Ne İçişleri Bakanlığı ne Adalet Bakanlığı ne Emniyet’ten bize yanıt verilmedi. Ortada ciddi bir saldırı ve provokasyon oluşturma çabası vardı. Vekilimiz şahsında bütün partimize ve kadınlara yönelik bir ölüm tehdidi vardı. Bu da öyle geçiştirilecek ve sineye çekilecek bir söz değildi” diye belirtti. 
 
Saldıran polisleri teşhir etti 
 
Partilerine yönelik saldırının başrolünün İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından yürütüldüğünün altını çizen Meral, “Boşuna ona suç işleri bakanı denilmiyor. Yardımcı rollerde de kimler vardı. Onları açıklayacağız. Normalde biz isimleri açıklamayız, teşhir etmeyiz ama burada gizlenecek, onlara zarar verecek bir durum yok. Açıklayacağım isimler emniyetin resmi görevlileri ve sorumlu makamlarda bulunan kişilerdir. Şimdiye kadar çoktan görevden alınmış olmaları ve tutuklanmaları gerekiyordu. Biz bu soruyu sorduktan sonra binlerce Ankaralı bize bu güvenlik şube müdürünün ve diğer yetkililerin isimlerini söylediler. Basında da yazıldı. Kimdi bu 3 emniyet görevlisi. Bir tanesi Ankara Güvenlik Şubesinden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Mukadder Kardiyen, diğeri Güvenlik Şube Müdürü Serkan Çakmak ve vekilimizi ölümle tehdit eden Başkomiser Murat Güler. Bunları savcılara açıklıyorum, onlara yardım ediyorum. Her vatandaşın görevi suç soruşturmakla görevli olan savcıların işini kolaylaştırmaktır. Suç duyurusunda bulunuyorum, vekilimiz ve o gün bu tehdide maruz kalan bütün arkadaşlarımız zaten suç duyurusunda yaptılar, yapmadılarsa da bugün ya da yarın yapacaklar” ifadelerini kullandı. 
 
Polisleri ilgili savcılıklara şikayet ettiğini vurgulayan  Meral, şöyle devam etti: “Soylu’nun görevlendirmedim demedi hiç bir söz sarf etmedi. Bir polis müdürü halkın iradesini temsil eden bir milletvekiline ölüm tehdidinde bulunamaz. “Bu bizim emniyetimizde görev yapamaz” demedi. Böyle bir açıklama duydunuz mu? Öksürse haber oluyor zaten her gün yeni vukuatlarla yine de başta kendisi olmak üzere bütün teşkilatında bu suçu işleyenlerin sorumlu olduğunu ifade etmek isterim. 
 
Deniz Poyraz böyle katledildi 
 
Aynı ekip geçenlerde başka bir manzarada boy gösterdiler. İçişleri Bakanlığına yürümek isteyen Ümit Özdağ’ın önünde el pençe divan duruyorlardı. Bizim partimize saldıran, ölümle tehdit eden bu müdürler ve komiserler kişiye göre davranıyormuş. O tartışmanın detaylarını ne düşünmek ne hatırlamak mümkünse bu kadar düzeysiz bir tartışmayı hafızamdan silmek istiyorum. Türkiye kamuoyuna da bunu öneriyorum. Bu ülkede geldiğimiz noktanın vahim bir örneğidir. Bu tertibe katılan herkes başımıza gelecek en ufak olaydan sorumludur. Bunu biz canımızla ödedik. Deniz Poyraz arkadaşımızı katlettiler. Böyle bir tertiple katlettiler. Ankara’nın merkezinde bunu yenilemek istiyorlar. 
 
Tek tek arkadaşlarımızın duruşuna baksınlar 
 
Bu tertibi yapanlar, bizi bununla yıldıracağını sananlara şunu söylemek istiyorum. Bir cezaevlerine bakın Kandıra’ya Ankara’ya Sincan’a, Diyarbakır’a Tekirdağ’a Edirne’ye bakın. Tek tek arkadaşlarımızın duruşuna bakın. Siz kimi korkutacağınızı sanıyorsunuz. Şu anda Ankara Sincan’a Kobanê Kumpas Davasında arkadaşlarımız bu iktidarı yargılamaya devam ediyor. Biz bu tip saldırılarla geri adım atacak bir parti değiliz. Yine kayıtlarınıza arşivlerinize bakın, en son Deniz Poyraz’a bakın. Biz can verdik, demokrasi ve barış mücadelesinde arkadaşlarımız hayatlarından oldu. O faili meçhulleri, 90’ların karanlık iklimini hatırlatmaya gerekli görmüyorum. Böyle tehditlere pabuç bırakmayacağız. Bu arada demokratik kitle örgütlerinden, siyasi partilere dört bir yandan dayanışmaya gelen arayan soran destek veren herkese partim adına teşekkür ediyoruz. 
 
Biz milyonlarız yok edemezsiniz 
 
Biz milyonlarız milyonlarca insanı bu şekilde yok edemezsiniz. Bu şekilde saldırılarla başka muhalefet partilerine de yöneldi. Bu sistematik olarak bütün muhalefete yönelik politikanın araçlarından biridir. Bu saldırılara muhatap olan bütün muhalefet güçlerine susmayın diyorum. Susmayalım diyorum bugün konuşma zamanıdır susma zamanı değildir diyorum. 
 
Gezi Davası
 
Gezi davasında hukukla adaletle ahlakla insanlıkla hiçbir değerle bağdaşmayan karardın toplum vicdanında nasıl büyük bir tepkiyle karşılandığını hatırlatmak istiyorum. Doğrudan saraya bağlı yargı kuvveti tarafından bu ağır cezalar verildi bu Gezi’nin meşruluğunu ve haklılığını asla gölgeleyecek. Tek adam rejimine olan itiraz daha da büyüyor. Düzmece deliller ve senaryolarla cezaevinde tutulan tüm arkadaşlarımıza ve Gezi tutuklularına binlerce selam olsun.
 
Bunlar konuşulmasın diye sınır ötesi operasyon düzenliyorlar
 
Asıl gündeme Türkiye’nin temel gündemine gelelim. Bütün bunlar konuşulmasın diye sınır ötesi operasyonlar, partimize saldırılar, kadın cinayetleri, göstermelik yasalar, gölgelemeye çalıştıkları temel gündem ekonomi tabi. Neden çünkü halk aç halk yoksul esas mesele enflasyonun hızla ilerliyor oluşu, hızla yükseliyor. 3 haneli rakamlara doğru enflasyon koşuyor ve asla iktidarın enflasyonla mücadele etme gibi bir derdi yok. Tek derdi döviz kurunu sabit tutmak. Aslında enflasyonu düşüremeyeceğini aslında kabul etmiş çünkü üretimi artıramıyor. Üretim olmadığı için de enflasyon düşmez. TÜİK’e gönderilen zarftan yüzde 70 enflasyon çıktı. TÜİK’e emre diyorlar şu kadar açıklayacaksın. TÜİK altına da üstüne de çıkamıyor. Onlar yüzde 70 dedi, ENAG yüzde 156 dedi. Halkın enflasyonu yüzde 200’ün üzerinde. Benzin ve mazot fiyatı, gübre, kırmızı et bunların hepsini toplum yaşadığı için söylemeyeceğim. Traktörler örümcek bağlamış durumda.
 
Garabet düzenin temeli yalan siyaseti
 
Öyle bir hale geldik ki üretim yok yapılamıyor, üretim yapacak çiftçiler bunun giderlerini hesaplayıp hiçbir kar elde edemeyeceğim diyor ve üretimden vazgeçiyor. Bir torba gübre 500 lira civarında, elektrik zamları almış başını gidiyor. Çiftçi sadece zararını düşünüyor, zararını kesme derdinde. Kar elde etmenin hayal olduğu bir üretim tablosunda yaşıyoruz. Geçen hafta çiftçileri ziyaret ettim traktörler örümcek bağlamış, neyle çalışacak mazot koyamıyor. Traktör çalışamayınca tarlasını nasıl sürecek mazot yok. Diğer taraftan gübre yok. Bankalar öyle bir hal aldı ki çiftçi borçları karşılığında traktör ve tarlaları tek tek haczediyor. Yakında bankalar traktörleri ihale ile satacak. Hala AKP iktidarı bu meseleyi bu aymazlıkla bu bilinçsizlikle çözeceğini iddia ediyor. Hakikaten her ay bu ülkenin emeklileri işçileri memurları asgari ücretlileri AKP iktidarının ceplerinde açtığı delikle soyulmaya devam ediyorlar. Bu yöntemle enflasyonla çalma, soyma ve gasptır. Asgari ücret derhal yeniden düzenlenmelidir emekli maaşları yaşlılık aylıkları düzenlenmelidir. Her gün daha da yoksullaştıran bu ucube ve garabet düzende yalan siyaseti temeli oluşturuyor. 
 
Hiç utanmıyorlar 
 
Şimdi övündükleri bir mesele var, TL’den 6 sıfır attık diyorlar. Bununla övünüyorlar. Hiç utanmaları da kalmadı. Utanma duygusu başka bir şey gerektirir. 1 Ocak 2003’teki 100 liranın değeri bugün 10 TL bu hesaplanmış. Bugünün 1000 TL’si ne anlama geliyor. Bir kira ödemeye yetmiyor. Bir depo benzin doldurmaya yetmiyor. 1000 TL ile vatandaş memleketine gidip dönemiyor çünkü para eridi. Bunun karşılığında Erdoğan ne diyor? Geçenlerde basına yansıdı. ‘Çalışanlarımıza destek olmak için kendi gelirimizden vazgeçtik bir şükürsüzlük ve tatminsizlik hali var’ dedi. Bunu dinlerken insan şunu düşünüyor. Neden vazgeçtiler? Sarayın gelirlerini mi kıstılar, uçak paralarını mı kıstılar, uçaklarını mı sattılar. Bunu düşünüyoruz hiçbir şey yok. Bir de şükredin diyor. Bir de topluma gerçeği söylüyor, ‘beterin beteri var daha da kötü olabilirsiniz’ diyor. ‘Buna şükredin bizim politikalarımız sizi daha da yoksullaştıracak, açlıkla baş başa bırakacak’ diyor. Mesajı aldık vatandaşın da almasını istiyoruz bunları açıklıyoruz. 
 
Merkez Bankasına alarm koyun
 
Sabır telkin edilen bir dönemde bunun karşılık bulacağı bir dönemde değiliz neden biliyor musunuz marketlere de güvenlikçi politika geldi artık. Artık marketlerde bazı ürünlere alarm takılmış. Hani bir mağazadan elbise aldığınızda alarm oluyordu ya çıkınca ötüyor, güvenlikçi politika markette ve vatandaş ‘açlıktan çalabilir’ duygusu topluma yansıtılıyor. Bu bebek bezlerine, mamalara diğer ürünlere alarm koyacağınıza merkez bankasının ve hazinenin kasasına alarm koyun. Oradan çalıp çırptığınızda orada alarm çalsın ki bütün toplum uyansın ve örtülü ödeneğin nasıl alarm verdiğini bütün dünya görsün. 
 
Ekonomi Bakanına: Nasreddin hoca fıkralarından fırlamış gibi
 
Türkiye sıralaması her konuda geriliyor ama AKP beceriksizliği yüzünden bugün neredeyiz. Suriye'nin, Libya’nın, Sudan’ın gerisinde bir Türkiye var bu gerçeği herkesin görmesi gerekiyor. Türkiye'nin savaş politikaları bugün enflasyonda açıkça karşımıza çıkıyor. Bir hazine ve maliye bakanımız var dostlar başına. Nasrettin hoca fıkralarında fırlamış gibi sürekli tekerleme okuyor. Sanki tekerleme söylesin diye seçildi. Sanki bunun için atandı. Ne diyor; Ocak’ta enflasyon soruluyor Mart diyor, Mart’ta soruluyor Mayıs diyor, Mayıs’ta soruluyor Temmuz diyor. Sürekli kendi kendini yalanlayan bir bakan var. Allah bizim sonumuzu hayretsin ekonomide önerilerimizin dikkate alınmasını öneriyoruz. 
 
Federe Kürdistan’a yönelik saldırı
 
Şu anda sınır ötesi bir operasyon var 17 Nisan’dan bu yana Irak Federe Kürdistan Bölgesi’nde aralıksız operasyon devam ediyor. İçişleri Bakanı bir ara ne dedi Irak'a huzur götüreceğiz. ABD, Irak’ı işgal ettiğinde ‘huzur ve barış götüreceğiz’ demişti ya sonrasında arkasında büyük bir enkaz bırakmıştı. Irak ve Suriye’ye huzur gitmediğini tartışmayalım çünkü huzursuzluk gittiğini, orada ölümün kanın gözyaşının her geçen artığını görüyoruz. Bunu başka bir şeye yormaya gerek yok. Türkiye huzursuzluk ihraç ediyor. Savaş ihraç ediyor. Başka ülkelere şu anda Irak, İran, Suriye huzursuz. Ortadoğu huzursuz şimdi içeriye huzur vermeyen bir iktidar dışarıya nasıl huzur götürecek. Savaş politikası bittiğinde ancak huzur gelecek bu savaşa hayır dediğimizde barış politikasını öne geçirdiğimizde o zaman huzura kavuşabiliriz. 
 
Savaş halkların tercihi ve kararı değil
 
Şu anda Suriye’de Ukrayna’da ağır savaş yetmiyormuş gibi Irak'ta da kaosun kapısı aralanmış bulunuyor. Irak yetkililer Türkiye’nin üslerini vurduğunda bu kaosun ne kadar ağır olduğunu hepimize gösterdi. Türkiye’nin Irak’ta aynı zamanda derinleştirmeye çalışılan Şii- Sünni çatışmasına ortak edilmeye çalışıldığını görmek mümkün. Kürt sorununu derinleştirdiği gibi başka derin ve tarihsel sorunlarda ithal eden AKP’nin bu savaşını çok tehlikeli bulduğumuzu söyleyelim. Bu savaş halkların tercihi ve kararı değildir bunu net söyleyelim Türk ve Kürt gençleri bu savaş politikaları yüzünden her gün toprağa düşmeye devam ediyor. Biz HDP olarak her zaman barış politikasını savunduk Türkiye’de, dünyada ve Ortadoğu’da barışın tesisi için elimizden geleni yaptık yapmaya devam edeceğiz.  
 
Erdoğan davet edilmediği için Hacca gitti
 
Bu savaş Ortadoğu ve dünyada meşrulaştırmak isteyen iktidar Cemal Kaşıkçı davasını failin eline tutuşturmaktan sakınca görmediler. Davada beli faili belli, bu dosya faile uzatılıyor kendi kendini adil yargıla deniliyor. Sonra bütün bakanlarla arınmak için sözüm ona hacca gidiyorlar. Buraya özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Erdoğan Salman’dan randevu alamayınca hacca gitti ve bu nedenle görüşmek zorunda kaldılar. Bütün Arap basını Erdoğan’ın davet edilmediğini yazsa da iktidar bunu gizlemek için çaba gösterdi ama nafile herkes biliyor. 
 
Savaşa karşı  durmayanlar suçun ortağı 
 
Bu arada Türkiye elimde bir haber var. TSK’nin 2007’de dost ve müttefik ülkeler yaptığı yardım varmış. Neymiş? Dışarıda barışı desteklemek ve koruma amacıyla 2,8 milyar TL’lik harcama yapmış. Yani dışarıya barış yapmaları için para veriyorlar kendi iç meselelerini ve dışarı ile meselelerini savaş siyasetiyle çözmeye çalışıyorlar. İşte bu ikiyüzlü bir siyasettir. Sadece Türkiye değil dünya siyaseti de iki yüzlüleşti. Küresel barış siyaseti maalesef terk ediliyor bu savaşa karşı durmayanlar, tezkerelere ellerini kaldıranların bu suça ortak olduğunu söylemekten çekinmeyelim. Savaşı durdurun çözüm savaşta değil, barış ve çözümde ısrar etmektedir. Siz kaybedeceksiniz barış siyaseti kazanacak.
 
İmralı tecridi 
 
İmralı'da hiçbir avukat görüşmesi yokken 6 ay daha avukat görüşünü yasaklamak savaş siyasetinin bir sonucudur. Artık kendi hukuklarına zerre kadar değer vermeyen bir iktidarın bu ülkeye vereceği hiçbir şey kalmamıştır. Biz tecridin kaldırılmamasının, savaş siyaseti uğruna kaybedilen canları Türkiye yurttaşlarına şikayet ediyoruz. Bizim çocuklarımız bu savaş severler yüzünden yaşamlarından oluyorlar. 
 
Mülteci sorunu 
 
Mülteciler meselesi önemli bir gündem olarak yerini tutuyor. Mültecilerin yasalardaki hakları bile maalesef kullanılmıyor. Bugün mültecilerin Türkiye’de bu kadar yüksek olmasının sebebi savaş politikası yürüten iktidarlardır, savaşa can suyu verenlerdir. İnsani kriz çok çok büyümüştür sorunun sebebinin savaş olduğunu idrak etmek zor değil. Suriye savaşını kışkırtan iktidarda çoğu kez bunu destekleyen muhalefet de bu insani krizden sorumludur. Şöyle bir tablo var 150 bin velisiz çocuk olduğu tahmin ediliyor, çocuk hakları uygulanmıyor, göçmen kadınlara taciz ve tecavüzler kriminal suç olarak bile kayıtlara geçmiyor. Göçmenlere yönelik baskılar onların güvenli olarak yurtlarına dönüşüne ilişkin değil onların gözden uzak köleler olarak kalması için yapılıyor. Geri gönderme ise susturma ve görünmemeleri için savrulan bir tehdit. 
 
Göçmenlere yönelik tehdit körükleniyor 
 
Mültecilerin ucuz iş gücü olarak çalıştırıldıklarını en son İçişleri Bakanı itiraf etti. İktidarın politikasına karşı muhalefet de maalesef şovenizmi ve ırkçılığı körükleyen bir dil kullanmaktan geri durmuyor. Bu çok tehlikeli bir dildir ve iktidar göçmenleri kendi politikaları için araçsallaştırıyor. HDP olarak bu araçsallaştırma siyasetini doğru bulmuyoruz. Siyasi iklimin yaydığı ayrımcı ve ırkçı söylemler mültecilere şiddet olarak dönüyor. Bu şiddet dalgası bütün toplumu etkisi altına alabilecek bir potansiyele sahip. Göçmenlere yönelik tehdit de körüklenmiş oluyor. 
 
Türkiye halkları prim vermemeli 
 
Türkiye halkları mültecilere yönelik ırkçılığa bugüne kadar çok da prim vermedi ve verdirmemelidir. HDP olarak görüşümüz şudur. Her yurttaşın öncelikle kendi toprağında ve güven içinde yaşamasını savunuyoruz ancak bütün dünya her yurttaş için güvenli bir yer olmalıdır. Dünya hepimizin evimizdir. Hangi ülke olursa olsun dileyen herkes dilediği yerde yaşayabilmelidir. Bu yaşam, hukuka dayalı, adil ve demokratik politikalar doğrultusunda olmalıdır. Devletler bu politikaların hukuka uygun ve yürürlükte olmasını sağlamalı ve hem de mülteci yaşamların güvencesi olmakla sorumludur. Hakikaten bu konuda çok önemli bir sürecin içindeyiz. Onurlu bir dönüşün temel koşulu barıştır. Bu onurlu dönüşe zemin hazırlayacak barış mücadelemizi yükselteceğiz bu konuda tüm toplumu dayanışmaya ve desteğe davet edeceğiz. 
 
Göç Kanunu kabul edilmeli 
 
Tezkerelere hayır demeyenler de bu duysunlar biz bugüne kadar bütün savaş tezkerelerine hayır diyen bir parti olarak gönül rahatlığıyla söylüyoruz. Çözüm önerimiz, uluslararası hukuka uygun bir göç kanunu kabul edilmelidir. Göçmenlerle polis, jandarma vb. kurumlar değil bu konuda kitle örgütleriyle birlikte çalışan sosyal hizmetler birimi ilgilenmelidir. Diğeri Suriye’de savaşın sona erdirilmesi ve göçmenlerin gönüllülük temellinde yurtlarına dönüşlerinin koşullarının barışçıl temellerde oluşturulmalıdır. Güvencesiz kölece koşullara göz yumulmamalıdır, diyoruz. 
 
Nasıl riyakarlıktır bu?
 
Meclis gündeminde kadına ve çocuğa yönelik şiddeti önleme iddiasıyla bir teklif getiriliyor. Hakikaten nasıl riyakarlıktır, göz boyama iradesidir, anlamak mümkün değil. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece vakti ‘çekildim’ diyen iktidar kadına en geniş korumayı sağlayan uluslararası sözleşmeden çekiliyor, buna karşı her türlü sözü kuruyor şimdi de dostlar alışverişte görsün misali kadına yönelik dert edinmiş gibi bir kanun teklifi ile karşımıza çıkıyor. Kanunu inceledik buna ilişkin sözlerimizi genel kurulda ifade edeceğiz bu yasaları mevcut yasaları uygulamayan yargı yeni getirdiğiniz yasayı niye uygulasın. 
 
Meclis’teki kravatlı cinsiyetçilerden başlamanız lazım
 
Yargı getirdiğiniz yasa teklifine değil sizin sözlerinize bakıyor, sizin nasıl yorum yaptığınıza bakıyor. Kravatlı indirimi herkes tartışıyor ya kravat çıkarılmış, bir yargıç ‘kravat taktı’ diye indirim yapıyorsa yarın öbür gün ‘gözlerini kaçırdı’ diye indirim yapar. İlla kravat takmasına ya da takım elbise giymesine gerek yok. Bu konuda bir çözüm istiyorsanız meclisteki kravatlı cinsiyetçilerden başlamanız gerekiyor. O cinsiyetçi söylemler kadını ötekileştiren bu ülkenin cumhurbaşkanı, bakanları kadına yönelik şiddeti körüklüyor. Konuşmalarıyla sözleriyle bunu destekliyor. Getirdiğiniz yasanın bir önemi yok önce meclisteki kravatlılardan başlayalım. Son olarak şunu söylüyorum. Pişmanlık gösterenlere, erkek failler pişmanlık gösterince indirim yapılacakmış. Cinsiyetçi bir yargı, cinsiyetçi bir iktidar, failin teki tecavüzcünün katilin teki çıkıp ben pişmanım diyecek önünü de ilikleyecek indirim alacak. Bu yasa kesinlikle kamuoyunu aldatmaya yönelik bir yasadır.”