Rejimin sınıfsal karakterini görmek gerekiyor: Paradigmayı değiştirmekten başka yol yok

  • 09:04 24 Eylül 2018
  • Emek/Ekonomi
Habibe Eren 
 
ANKARA - KESK Eş Genel Başkanı Aysun Gezen, AKP'nin neoliberal politikaların saldırgan bir sürdürücüsü olduğunu belirterek, 12 Eylül darbesinden bu yana değişmeyen paradigmanın kendisini sorgulamak ve değiştirmekten başka yol olmadığını söyledi.  
 
2013 yılında ihalesi yapılan ve "Cumhuriyet tarihinin en büyük ihalesi" olarak tanıtılan 3. Havalimanı’nda inşaatın başladığı günden bu yana 400'den fazla işçinin yaşamını yitirdiği, inşaat alanında haklarını talep eden 500'den fazla işçinin gözaltına alınması ve 24'ünün tutuklanması Türkiye tarihine eşine pek az rastlanan olay olarak geçti. İşçi ve emekçilerin yaşamsal taleplerinin illegalize edilmesine tepki gösteren Kamu Emekçileri Konfederasyonu (KESK) Eş Genel Başkanı Aysun Gezen, emekçilere yönelik baskıları değerlendirdi. 
 
'Neoliberal politikaların uygulayıcısı bir iktidar' 
 
İşçi grevlerinin 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanması önünde büyük tehdit oluşturduğunu belirten Aysun, o dönem Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit Narin'in, "Şimdiye kadar işçiler güldü, biz ağladık; şimdi gülme sırası bizde" sözlerini hatırlattı. Aysun, devamında şöyle konuştu: "Bugün ise hiçbir iş yerinde tek bir grev bırakmamakla, grevleri yasamakla övünen bir Cumhurbaşkanı var. Neoliberal politikaların uygulayıcısı olarak sekteye uğrayan bir projenin (saldırgan) sürdürücüsü olarak iktidar olan AKP, bu saldırılarını OHAL'den istifade arttırdı. Sermayeye teşviklerle, vergi indirimleriyle, vergi aflarıyla, rekor kıran dövize karşı yüksek miktarda kur muafiyetiyle, belirli, yandaş çevrelere dağıtılan kamu ihaleleriyle, yağmalanan kamu kaynaklarıyla kendi çevresinde bir zenginler kümesi yarattı. Zenginleştirilenlerle yoksullar arasındaki uçurum gittikçe derinleşiyor."
 
‘Devlet ve sermaye ilişkisi ilk kez bu kadar açık ortada’
 
Neoliberal ihtiyaçlar doğrultusunda “yeniden” şekillendirilen yeni rejimin işçilerin ve emekçilerin haklarını gasp ettiğini, emeğini güvencesizleştirdiğini ve taşeron çalışmayı ciddi biçimde arttırdığını vurgulayan Aysun, "Ücretleri her geçen gün eriten, işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini yalnızca azaltılması gereken bir maliyet olarak gören, kamu kurum ve kuruluşlarını ve kamusal hizmetleri özelleştirerek eğitimden sağlığa her şeyi paralı hale getiren, 'paran kadar hizmet' anlayışını yaygın kılan bir niteliğe sahip. Eğitim Bakanı özel okul sahibi, Sağlık Bakanı özel hastane sahibi, Turizm Bakanı tur sahibi. Bir rejim, devlet ve sermaye arasındaki ilişkiyi, devletin sınıfsal karakterini belki de ilk kez bu kadar dolaysız ve açık biçimde ortaya koydu" dedi. 
 
"İşçiler sadece çalışma, barınma ve ulaşım koşullarının iyileştirilmesini, maaşlarının elden değil banka yoluyla ödenmesini, habersiz işten çıkarılan çalışma arkadaşlarının işe iadesini, tahtakurusu olmayan, temiz yerlerde kalabilmeyi, işe ulaşımlarının insanca koşullarla sağlanmasını istediler" diyen Aysun, bu kadar haklı ve herkes tarafından sahiplenilecek talepler etrafında bir toplumsal itiraz yükselmesinin ve kitleselleşmesinin engellenmeye çalışıldığını belirtti. 
 
AKP'nin zor aygıtlarıyla işçilere saldırmayı tercih ettiğini kaydeden Aysun, "Tercih etti diyoruz çünkü 24 işçiyi tutuklamak, hakkını arayan işçilere ve itiraz yükseltecek herkese karşı verilmiş bir gözdağıdır ve bu tercih aslında iktidarın sınıfsal karakterinin bir sonucudur. Taşeron şirketin araçlarının gözaltı aracına çevrilmesi de sermaye-iktidar ilişkisinin en net çekilmiş resmi olsa gerek" ifadelerini kullandı. 
 
'Paradigmayı  değiştirmekten başka yol yok’
 
12 Eylül döneminde kat be kat aratan zorba bir rejim inşa edildiğini ifade eden Aysun, şöyle devam etti: "12 Eylül 1980 darbesinin hemen ardından önce sendikalara, örgütlü mücadeleye saldırı oldu, sendikalar kapatıldı, yöneticiler, sendikal mücadele verenler, devrimci mücadele yürütenler tutuklandı, işkenceden geçirildi, idam edilenler oldu. Bugün bu saldırılar başka araçlarla sürüyor, sendikaları, emek ve meslek örgütlerini etkisizleştirmek için KHK'ler, mevzuat değişiklikleri, güvencesizleşme, işle, çalışma hakkıyla tehdit, AKP yandaşlığının 'işi garanti etmesi', korkunun hakim kılınması gibi çok çeşitli biçimler uygulanıyor. Paradigmanın değişmediğini görüyoruz. Bu paradigmanın kendisini sorgulamak ve değiştirmekten başka yol yok.”
 
Sendikalaştıkları için işten atılan Flormar  ve Cargill işçilerinin direnişlerine de  aynı yöntemlerle saldırıldığını söyleyen Aysun, "AKP gibi neoliberal politikaları saldırgan bir biçimde uygulayan bir iktidar başka bir vizyona sahip olamaz. Sermayedarlar istedi diye veteriner kontrolünü kaldırıp şarbonlu hayvanların ülkeye girişinden sorumlu olan, halk, emekçiler ekonomik krizi gittikçe derinden hisseder ve yoksullaşırken uçan saraylar alan, simitten soğana, kağıttan doğalgaz ve elektriğe her şeye zam üstüne zam yaparken kendi sermaye çevrelerine vergi ve kur muafiyeti getiren, kamusal varlıkları aktardığı ipotek ve borçlanma fonu olan varlık fonuna da kendi kendini atayan, grev yasaklarıyla övünen bir 'başkanın' yönettiği bir iktidardan işçilerin haklarını sermaye karşısında korumasını beklemek en hafif tabiriyle naifliktir” diye konuştu. 
 
'En temel ihtiyaçlar bile karşılanamıyor'
 
Halkın barınma, ısınma, beslenme, ulaşım gibi en temel ihtiyaçlarını bile karşılayamadığı bir krizin yaşandığını ve giderek derinleştiğinin altını çizen Aysun, "Bu kriz hem küresel kapitalist sistemin hem de emperyalist bağımlılığı derinleştiren AKP'nin politikalarının bir sonucu. Krizin ve yaşadığımız yoksullaşmanın, güvencesizleşmenin sorumlusu olan AKP'ye yönelik emekçilerin kitleselleşen tepkisi hem iktidarı hem de AKP'nin uygulayıcısı olduğu sistemi sarsma, değiştirme potansiyeline sahip. Bu potansiyelin açığa çıkmaması için AKP her türlü ideolojik aygıtı, zor aygıtlarını seferber ediyor. Siyasal İslamcı rejimin din vurgusunun sınıfsal karakterini de mutlaka görmek gerekiyor. Tevekkül, şükür pedagojisi bu tepkiyi soğurmanın yollarından biri” dedi. 
 
'Hakikati halkla buluşturmak en önemli görevimiz'
 
Tüm bunlar karşısında ne yapılması gerektiğinin de altını çizen Aysun, ekonomik kriz karşısında yaşamsal ihtiyaçların karşılanması için alternatif örgütlenmeler ve dayanışma ağları yaratmanın önemli olduğunu belirterek "Rekabet ve bireysel kurtuluş propagandasının karşısında başka bir hayatın mümkün olabileceğini, bu hayatı ve dayanışmayı deneyimleyecek alanlar, mekanlar yaratarak gösterebiliriz ancak. Hakikati savunanlarla yan yana olmak, parçalı direnişleri büyütmek, birlikte hareket edecek biçimleri bulmak, kitleselleşmek en önemli görevimiz" diye belirtti.