Kadın amacında güneş kadar netse yöntemini bulur

  • 09:08 7 Nisan 2023
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
 
“Jineolojînin amacı, yöntemleri ve esas aldığı yaşam diyalektiği iç içe bir şekilde verilmeye çalışılacaktır. Çünkü Jineolojî her şeyden önce kendi yapısı içinde ne kadar konuştuğu önemli olan bir konu, bir yaşam duruşu.”
 
Nagihan Akarsel
 
Hayatı bütünlüklü kavramak bir bakıma kâmil olmak nev-i şahsına münhasır bir arayışı gerektirir. Farklılığının ve farkındalığının bilinci ile hayatın bilgisine, insanlığın görgüsüne ulaşmak zordur zira… Aslolan hayata dair bakımlı sorulara sahip olmaktır… Görmenin, bakmanın, merak etmenin, kalp gözünü açık tutmanın, yılmadan öğrendiklerini damıtmanın hünerini elde etmek ya da… İnce ince renklerin ışık dokularına dokunmanın, müziğin, resmin, fotoğrafın elinden tutmanın, yeri geldiğinde hatıra sayacı oluşturmayı bilmenin engin bilgisine ulaşmak belki de. Kalbi ve akli paradigmanın bağlantısını koparmadan “Anlamak yapmaktır” diyebilmektir ya da…
 
Nasıl bir dil ile yazılmalı jineolojî hakkında? 
 
Bu yazıda jineolojîyi anlatmaya çalışmanın dahi kendi başına bir yöntem sorunu yarattığını daha başlarken hissettiğimi belirtmek istiyorum. Henüz yeni olan ama hayata ait, berraklaştırılmış, gelenekle ilişkilenmiş temaları, dili olan bir konu olduğunu hemen hissediyorsunuz. Nasıl bir dil ile yazılmalı jineolojî hakkında? Bu soru henüz başlarken sizi sarıyor. Cevabı öyle kolay değil. Yazıya her şeyden önce kendinizi katıyorsunuz. Belirlemeler ile jineolojîyi anlatmaya çalışmak akışını engellemekten başka anlama gelmeyecek. Bunları biliyor, hissediyorsunuz. Kullandığım dil tabiatla ciddi bağlar kurmayı amaçlayan anlamlı bir arayışa çağırmalı. Derin bir tefekküre insanları davet ederek, “Kimim, ne yapıyorum, nereye gidiyorum, kâinatla bağlarım var mı, dünya denen bu gezegeni nasıl kullanıyorum” gibi sorulara vesile olabilmeli. Ve en önemlisi de sorularla başlayıp sorularla bitiren bir dil olmayı başarabilmeli diyorsunuz.
 
Kolektif bir dil duygusu geliştirebilmeli 
 
Lakin yalın bir dilin derinliği ile ruhsal ve düşünsel dünyamızı harekete geçirmek öyle kolay değil… Öncelikle dilimizin hayat hissi vermesi gerekiyor. Ruhumuzu uyandıran, beynimizi hareketlendiren, aklın, bilginin, birikimin devreye girmesini sağlayan sözcükler olmalı. İşte bir sözcükte biriken bin anlamı anlatmak, sessizliği, boşluğu ya da boşluk gibi duran ama tasarlanmış olanı ayırt etmek öyle kolay değil. Dem gerekiyor. Demini alması için… Sade bir dilin oluşması için dem… Sadelik emekle, hünerle, cesaretle, hep birlikte edinilen bir edim nihayetinde. Bu nedenle kolektif bir dil duygusunu geliştirebilmeli jineolojî. Hem derdini anlatabilmeli hem de herkesi kapsayabilmeli. Duygu ve düşünce dünyamızda sağladığımız bütünlüğün, berraklığın ifadesidir dil duygusu. Dilde muğlak özneler veyahut hafif sisli puslu bir hava yaratmak doğruyu söylediğinin ya da derin olduğun anlamına gelmiyor nihayetinde.
 
‘Kendini gerçekleştirme’
 
Unutmayalım ki erkek egemen bir toplumda yaşıyoruz. Yaşadığımız sınıflı toplum her şeyi iktidara göre kodluyor. Entelektüel camianın, akademik literatürün anlaşılamaması o literatürün bir iktidar alanı olarak görülmesi ile bağlantılı. Bilgiyi sadece bir iktidar alanı yaratma üzerinden ele almak, bilgiye bu şekilde yaklaşmak son derece sakat bir yaklaşımı ifade ediyor. Bu bilgiyi parçalamaktır, güzel kılamamaktır. Oysaki bütünlüklü yaklaşmak ve biriktirdiğimiz anlamları, sözcükleri yaşama akıtmak güzel bir dinginlik hissi de verir. Sözcüklere duyulan saygı yaşadığımız acılar da dahil olmak üzere her şeyin çok kıymetli olduğu sonucunu yaratır. Bugün insanlığın çok sığ olmasının bir nedeni de dili kullanamamasından kaynaklıdır. Dildeki değişimleri önemsememe, anadilinde okuyamama, yazamamanın yarattığı travmaların zamanla kültürel bir bariyer olup karşımıza dikilmesidir. Örneğin sözcüklerin yanı sıra anlamlarını hayatımızdan çıkarmamız ve yeni öğrendiğimiz bir dil ile kendimizi ifade etmeye mecbur kalmamız bir yarım kalmışlık hissi de yaratır. Oysa “Kendini gerçekleştirme” olarak da Ortadoğu bilgelik geleneğinde sıkça dile getirilen hayat macerasında bilgiyi güzelleştirme arayışı her daim olmuştur
 
Jineolojînin amacı 
 
Bu yazımızda öncelikle hakikat ile ilişkilenmenin en temel yönteminin var olan sisteme karşı durmak yani direnmek olduğu gerçeğinden hareket edilecektir. Nereye bağlı olduğunu yani amacını bilen insanın yöntemlerini de bulacağı gerçeği esas alınacaktır. Jineolojînin amacı, yöntemleri ve esas aldığı yaşam diyalektiği iç içe bir şekilde verilmeye çalışılacaktır. Çünkü Jineolojî her şeyden önce kendi yapısı içinde ne kadar konuştuğu önemli olan bir konu, bir yaşam duruşu… Sıkı bir belirlenimcilik içinde anlatılmaya kalkışılmayacak kadar sahi… Sade, şiirsel, kapsayıcı olması doğası gereği. Kendi yapısı içinde ne kadar konuştuğu önemli çünkü sırtında direniş yazan hayatların ürünü. Bireyin zamanından geçtiği kadar toplumun da zamanından geçmeyi hedefliyor. Farklı zamanlarda yaşayan kadınların hikayelerinin dilinde öbeklendiğini hissediyor ve onlardan başlayarak hayatı ince ince teyelliyor. Kadınların dokuduğu pek çok zamandan geçerek hayata dokunuyor… İçinden geçtiğimiz çağda çatırdayan toplumsal dokuya vicdani ve akli bir müdahale olma iddiası ile gelişiyor. Bu yazıyla keşfedilmeyi bekleyen muazzam yaşam diyalektiğini birazcık da olsa anlamayı ve anlatabilmeyi umuyorum.
 
Hakikat ile temas kurmanın iki yöntemi: Şiir ve öykü
 
Hakikat ebedi ve ezeli olanın insan tarafından sezilmesinin öyküsüdür. Bu kendi kendimizi sezmenin öyküsüdür aynı zamanda. Bu öykünün içindeyiz. Öncesizlik ve sonrasızlık içinde bilincin bilinçle kavranması serüveni ya da. Hakikate ulaşabilmek başlı başına bir özgürlük serüveni aslında. Formüllerin aşıldığı yerde başlayan. Çok özgün, çok yeni, hiç alışılmadık bir arayış. Buna salt bilgiyle değil anlamayla ulaşılıyor. Bilmek, hissetmek, anlamak, yapmak için öykü diyoruz. Aşk-bilgelik-özgürlük üçgeninde hakikatle temas kurmanın bir yöntemi öykü… Çünkü hakikat sunulan değil olunan şey. Sonsuz hareketliliğin içinde olmak ve öykü ile bunu anlatabilmek aynı zamanda…
 
Anlatabilmek, iletebilmek 
 
Hakikatin çok farklı anlam katmanlarının bulunduğu da biliniyor. Belki de hakikat, Mani'nin bahsettiği ışıklı özdür. Bu öz sürekli hareket halinde olan ve yaşamın içinde anlam bulan hakikattir belki. Belki de yaşamda kendisini, dilini, eylemini diyalektik bir süreklilik halinde yaratan; asırlar öncesi ile sonrasını kesintisiz bir bağ içinde anda temsil eden; hayatın derinliklerinden kutsallık derecesinde yoğun bir emekle çıkarılıp anda değerinin öz ifadesine kavuşan gerçektir. Bu düşünsel çaba kadar ruhsal çaba, yani aşk işidir de. Aşk koşulsuz inanç, koşulsuz bağlılık, koşulsuz sevgi demek. Ve ışıklı özde var olan enerjiyi doğrudan insanlara iletebilme gücü anlamına geliyor. Nitekim bu enerji bilge insanların temel yaşam gücüdür. Evet, hakikatin tek bir anlatımı yok. Anda var olan emeğin ve onun değerinin öz ifadesi olarak hakikat duyumsadığımız her şeyin içinde var olan anlam. Yani hakikat gerçekten var olandır, yaşamın ta kendisi ya da. Bizim bunun farkına varmamız zaman alsa da önemli olan anlamak ve anlatabilmek, iletebilmek. Öykü de bunun yöntemlerinden biridir. Kendi açımızdan gördüğümüzü tüm açılardan sunabilme hüneridir aynı zamanda… Bilginin kuru kuru bilindiğinde değil insanın bünyesine katıldığında anlamlı olduğu gerçeğinden hareket ediyor jineolojî.  Hakikatin ne olduğunu anlamak ve o temelde sistemini inşa etmek elzem çünkü. Bunun yol ve yöntemleri hayati… Zira ağır bir hakikat kaybının yaşandığı bu çağda temel bir yaşam bilgisi noksanlığı var. Hiçbir şeyin adının anlamını tam karşılamadığı bir gerçek. Yüzeysel, mekanik, dağınık bir duruş yaşamın duruşu olamaz.
 
Etik ve estetik değerler yöntemlerini de belirler 
 
Oysaki yaşamı sahiden yaşamış olan insanlar hakikatten bahsederken çok temkinli olurlar. Daha çoğul bir ifade kullanırlar. Çünkü yaşamın akışına saygı duyuyorlardır. Bu hakikatin toplumsal olma gerçeğiyle bağlantılı bir durumdur aynı zamanda. Bilgiyi güzel kılmak jineolojînin amaçlarından biri. Bilginin güzelleştirilmesi, çeşitlendirilmesi anlamları çoğaltır. Bir bakıma dünyada etik ve estetik değerlerle durmayı sağlar. Bu etik ve estetik değerler yöntemlerini de belirler, güzelleştirir. Hakikatin anlam bütünlüğünü koruma yolunda temel dayanakları olur. Yine bilginin kendisi ve o bilginin paylaşılması bir yöntem de kazandırır. Sadece hasret çektiğimizde, aşık olduğumuzda, kahramanlıkları yazmaya ihtiyaç duyduğumuzda karşımıza çıkan şiir esasında hakikatle ilişkilenmenin, temas sağlamanın bir diğer yöntemi. Yani sadece güzel sözcüklere ihtiyaç duyduğumuzda gelişen bir ebedi tür değil şiir. Şiiri sadece bir ebedi tür olarak ele almak ona büyük haksızlık olur. Gündelik hayatın içinde bir yaşam duruşu olduğunu en çok da şiirin arka belleğinden anlıyoruz. O zaman birçok örnek gelip kafamıza üşüşüyor. Öncelikle şiir yazıdan önce halkların ifade biçimi oluyor. Şiir yazıdan daha eski bir dil. Sesler kelimelere, hecelere dönüştüğünde yazı oluyor doğru ama şiir gündelik hayatın en köklü ifade biçimi. Bir yaşam felsefesi… İnsanlığın kök hücresi olan Ezîdilik’de mesela şiir bir yaşam tarzı. Geleneğin en eski ve en güçlü temsilcisi olan Ezîdiler gündelik yaşamın içinde şiir ile anlamları koruyor ve çoğaltıyorlar. En büyük hayalleri şairlerin şairi olmak mesela. En değerli sanatçıları şairler… Her sözcüğün büyük bir incelikle seçildiği şiir sanatının bir yaşam felsefesi olarak Ezîdiler de bu şekilde kendini koruması aynı zamanda yaşama duyulan saygının da ifadesi oluyor. Yaresanlar için de şiir, yaşamın temel anlamlarını içinde saklayan bir giz olarak tanımlanıyor. Şiir ve kadın Yaresanlar’ın hakikatini anlatıyor. Müzik yaşamlarının temel dili oluyor. Yine Konya’nın Ilgın ve Beyşehir ilçelerinde Tefçi kadınlar Kibele kültürünün temsilcileri olarak tarihin anda temsilleri adeta. Bu kadınların yaşam duruşu da şairane. Yine dengbejlik, aşıklar geleneği bu kültüre dair örneklerden birkaçı… Sözlü gelenek böylesi sayısız örneklerle dolu. Bu geleneğin araştırılması da jineolojînin temel konularından biridir elbette. Anlatmak istediğimiz bu temsillerden her birinin aynı zamanda jineolojînin dilini oluşturduğudur.
 
Jineolojî ile yanıt olma iddiası 
 
Yaşamın içinden bir duygu ve düşünce bütünlüğünün dile akması olarak şiiri İnanna’nın Şarkısı’ndan anlamaya çalışıyoruz mesela. Kadının bastırılmaya çalışılan sesinin İnanna ile nasıl yankılandığını anımsıyoruz. Kutsal kitapların istisnasız hepsinin şiirden oluşması bizi bu konuda daha da derinleştiriyor. Mevlana’nın Mesnevi’yi, Homeros’un Odesia ve İlyada’yı, Dante’nin İlahi Komedya’yı şiir ile anlatması ya da… Kaybolan uygarlıklardan geriye kalan şiir bu geleneğini yaşam ile kurduğu güçlü bağdan ve toplumsal hafızada yer edinmesinden alıyor elbette. Bir başka deyişle yaşamın dili olmasından alıyor. Bu nedenle jineolojînin dili yaşamın dili olan şiir olmalı ya da öykü olmalı, sözlü kültürü onun her tür ifade biçimini esas almalı ve harmanlamalı diyoruz. Sahiden de kapitalist modernitenin amaçsız yarışı ve aşırı hızı içinde kendimize yolcu olmanın, sükunetle hayatın, kainatın nabzında atmanın bir yöntemidir dengbejlik, şiir, öykü, müzik kısaca sanat. Yaşamın kendisinin sanat olduğunun far- kına varmaktır belki de. Tabiatla ilişkisini kesmiş, beton-çelik-camdan örülü uygarlığın içinde nefessiz kalmış insanlara nefes olmaktır. Doğaya şükran duymanın engin bilgisine ulaşmak ancak böyle mümkün olabilir. “Yaşam bize verilmiş bir şey değil, hak edilmiş bir şeydir” diyor Gamenn. “Tabiata duyduğumuz şükranı, hayata geri ödediklerimizle gösteririz. Sen hayata neyi geri ödüyorsun?” sorusuna jineolojî ile yanıt olma iddiasıdır.
 
Bu yazı Jineolojî dergisinin “Kadın Gerçeğine Dayalı Yöntem ve Hakikat” dosya konulu 2’nci sayısından kısaltılarak alınmıştır.