'Çiçekler için değil bizi sömüren ataerkil kapitalizme karşı savaşıyoruz'

  • 09:02 6 Mart 2023
  • Dünya
Melek Avcı
 
ANKARA - BastA Partisi Genel Sekreteri Franziska Stier, “Çiçekler için savaşmıyoruz, bedenlerimizin sömürülmesini norm haline getiren ataerkil kapitalizme karşı savaşıyoruz ama hiçbirimiz bunu tek başımıza yapamayız. Yeni yollar aramak için birlikte yola çıkmalıyız” dedi.
 
Bu yıl dünyanın birçok yerinde kadınlar 8 Mart’ı dayanışma ve mücadele ile örgütlüyor. Gerek ataerkil kapitalist sisteme karşı mücadele gerekse yeni sistemin inşası için bir araya gelen kadınlar her yerde alternatifi inşa etmek için çabalıyor. Dünyada yükselen aşırı sağ siyasetinde kadınların haklarına göz diken liderler karşılarında güçlü bir kadın örgütlülüğünü buluyor.
 
İsviçre’deki BastA Partisi Genel Sekreteri ve kadın hakları aktivisti Franziska Stier, ülkesindeki kadın sorunlarına değinerek ataerkil sisteme karşı örgütlü mücadele yollarını paylaştı.
 
‘Sağ radikaller haklarımıza müdahale ediyor’
 
Bu yıl ülkelerinde kadınlar aleyhine değişimlerin yaşandığını kaydeden Franziska, çalışma hayatlarına ilişkin ve bedenlerine dair birçok kararın alındığını söyledi. Franziska, “Geçen yıl kadınların emeklilik yaşının arttırılmasına yönelik kanunu kabul etmek zorunda kaldık. Bu kararın onaylanmaması için çok mücadele ettik, fakat emekli maaşlarının ve yaş kriterlerinin bizim mücadelemize rağmen erkekler ve patronlar eliyle değişmesinin önüne geçemedik. Diğer yandan sağ ve aşırı radikal partiler tarafından kazanılmış haklarımıza yönelik saldırılar artıyor. Sürekli bunun üzerinden siyaset yürütmeye çalışıyorlar. Örneğin kürtaj hakkımıza yönelik ciddi bir müdahale söz konusu ve bu müdahaleler ile kendi bedenlerimiz üzerinde karar almamızın önüne geçerek kontrol sahibi olmamızı zorlaştırıyorlar” diye konuştu.
 
‘Yaratılan sistemin kökeninde şiddet var’
 
Ülkedeki kadına yönelik şiddete de dikkat çeken Franziska, sağ partilerin bunu göçmenlere bağladığını fakat asıl meselenin bu olmadığını söyledi. Franziska, ülkedeki 23 kadın sığınma evinin hepsinin dolu olduğunu vurgulayarak, “Bu erkek şiddeti önceden de vardı, yaratılan sistemin kökeninde var. Tüm sınıflar bundan sorumludur. Her hafta bir koca, eski eş ya da eski sevgili bir kadını öldürmeye kalkıyor ve iki haftada bir kadın, sırf kadın olduğu için öldürülüyor. Tabu bu medyaya nasıl yansıyor diye sorarsanız genellikle ‘aile dramı’ olarak yazıyorlar.  Ancak bu kadın cinayetidir. Başka bir şeyle örtülemez. Bu bir cinayet. Aynı zamanda cinsel şiddet içinde karşımıza çıkan ‘rıza’ anlamı için savaşıyoruz. Yani tecavüze uğradığınız anda, ‘hayır’ diye cevap vermeli ve devlet için ‘inandırıcı’ bir savunma yapmalısınız” ifadelerini kullandı.
 
Emperyalizmin, kapitalizmin ve ataerkinin vahşeti
 
Franziska, birçok şiddet biçiminin iç içe geçtiğine değinirken, bundan ise en dezavantajlı grupta yer alan mülteci kadınların etkilendiğinin altını çizdi. Franziska, “Şiddet dışında daha az konuşulan bir konu ise kadınlar arasında yoksulluktur. Ücret eşitsizliği yüzde 19 civarında. Ancak ücretsiz emek temizlik ve aile bakımı için harcadığımız saatler de dahil olmak üzere tüm işlerden bahsedersek, erkeklerden yaklaşık yüzde 45 daha az gelirimiz var. Bu eşitsizlik kendini bedenlerimize, cüzdanlarımıza ve dolayısıyla alışkanlıklarımıza yansıyor. Yoksulluk ve yoksulluğun yol açtığı dışlanma da bir şiddet biçimidir. Mülteci kadınlar bize sığınma merkezlerinde karşılaştıkları şiddeti ve aynı zamanda yapısal şiddeti anlatıyor. Ayrıca devlet şiddeti içinde, ırksal profilleme ve hakların yokluğundan dolayı çok daha fazla etkileniyor ve dışlanıyorlar.  Emperyalizmin, kapitalizmin ve ataerkinin vahşeti en çok onları etkiliyor” değerlendirmelerinde bulundu.
 
‘Kadınların kazanacağı bir dünya var’
 
Tüm bu şiddet biçimlerine karşı parlamentoda ve sivil toplum alanında mücadele ettiklerin dile getiren Franziska şöyle konuştu: “Feminist hareketin tepkileri çok çeşitlidir. Parlamentolarda, bizi ayrımcılığa ve şiddete karşı daha iyi koruyan yasalar için mücadele ediyoruz. Bu aynı zamanda liberal kadınlar için de oldukça önemli bir çalışma ancak bedenlerimizi korumak ve savaşmak paraya mal olduğunda, kadınların siyasi ittifakları parçalanıyor. İstanbul Sözleşmesi'nin uygulanması için STK'larla da mücadele yürütüyoruz. İsviçre sözleşmeyi onayladı, ancak uygulama her yerde zorlaşıyor. Koruma ve mücadeleyi kendi başlarına çözmeye çalışan kadınlar ve queer insanlar da var. Güvenli Bir Çatı Derneği, şiddetten etkilenen kadınlara birkaç günlüğüne barınak bulmaları için hızlı ve ulaşılabilir bir olanak sağlamaya çalışan derneklerden biri. Biz tüm bunlara karşı 8 Mart’ta da sokaklara çıkacağız. Geçen yıl bu gösteri Basel'de polis tarafından çok şiddetli bir şekilde engellendi ve dağıtılmıştı. 14 Haziran'da sendikalarla birlikte yine büyük bir kadın grevi örgütleyeceğiz. Ücretli ve ücretsiz tüm işlerimizi bırakacak ve taleplerimize dikkat çekmek için kamusal alanlara çıkacağız. Birçok talebimiz ve birçok sorunumuz var ve sonuçta kazanılacak bir dünya var.”
 
‘Özgürlüğümüz için biz savaşmalıyız’
 
Kadınların özgürlük mücadelesini öz güçleriyle yürütmesi gerektiğini söyleyen Franziska, Alman yazar Peter Weiss’in “Direnişin Estetiği” adlı kitabından “Kendimizi özgürleştirmezsek, bunun bizim için hiçbir sonucu olmaz” ifadelerine atıf yaptı. Franziska, “Örneğin 1990'larda neoliberalizm hakim oldu. Bu gelişmeler, 1970'ler ve 1980'ler öncesine göre daha fazla kadının kazançlı bir işte çalışmasına yol açtı. Federal Almanya Cumhuriyeti ve İsviçre'nin eski refah devleti, geçimini sağlayan erkeklere destek sağlıyordu. Bu, erkeğin gelirinin kadının evdeki bedava emeğini de karşılayabileceği anlamına geliyordu. Ancak bu aynı zamanda pek çok kadını kocasına bağımlı kıldı. Şiddet gündemdeyken bile kadınlar ekonomik olarak kendilerini kurtaramadı. Uzun bir süre boşanmak yasal olarak da mümkün değildi ve İsviçre'de 1988 yılına kadar kadınların kocanın rızası olmadan resmi evrak, belge her ne ise imzalamasına izin verilmedi. İsviçre kantonlarından birinde kadınların 1991'de oy kullanmasına izin verildi” sözlerine yer verdi.
 
‘Yeni yollar aramak için birlikte yola çıkmalıyız’
 
“Neoliberal kapitalizm kadınlara da bazı haklar getirdi, ancak ekonomik olarak çok gerilediler” diyen Franziska, “Evde ve ev dışında çalışıyoruz. Dolayısıyla, fırsat eşitliği, kültürel ve siyasi katılım istiyorsak, ya tek başına bir ‘aşk’ için çalışmayı bırakmalıyız ya da tüm insanların, cinsiyetlerin de bakım işi yapması için koşulları değiştirmeliyiz” vurgusu yaptı. Franziska, “Güçlü ve birleştirici kadın yapıları veya içinde yoldaşıma, kız arkadaşıma veya kız kardeşime olan sevgimin de özel bir yere sahip olduğu feminist yapılar yaratmamız gerektiğine inanıyorum ve aramızda ördüğümüz bu bağlar o kadar güçlü olmalı ki kimse çaresiz ya da yalnız kalmamalı. Bunun inancı ve özlemiyle hareket ediyorum. Ancak oraya ulaşmak elbette kolay değil. Ne de olsa kapitalist ve ataerkil koşullarda yaşıyoruz ve içimizde yaşayan da tam olarak bu koşullar. Bizi baskı altına alan koşulları biz üretiyoruz. Bundan vazgeçmeliyiz ama hiçbirimiz bunu tek başımıza yapamayız. Yeni yollar aramak için birlikte yola çıkmalıyız” şeklinde konuştu.
 
‘Çiçekler için savaşmıyoruz’
 
Dünyanın her yerinde yapısal şiddetin yaşandığını ekleyen Franziska, “Kadınların yaptığı işler hor görülüyor. Erkeklerin doğum yapabildiğini varsayarsak, uluslarımızın savaş anıtlarının yarısı doğum yapan erkek heykelleri ile değiştirilmesi gerekirdi. Bildiğimiz şekliyle insanlık tarihi büyük savaşlardan ve büyük hükümdarlardan bahseder, ancak ordulara kimin yiyecek sağladığını veya çamaşırların nasıl temizlendiğini hiçbir yerde söylemezler. İnsanlık tarihi bu nedenle gerçekte yalnızca yönetenlerin tarihidir ve bu neredeyse her zaman erkeklerin oluyor. O yüzden 8 Mart hep bir araya gelip kendi tarihimizi yazdığımız, Arjantin'e, İspanya'ya, Suriye'ye ya da Türkiye'ye hevesle baktığımız bir gündür. Birbirimize bağlı olduğumuz ve dünyanın her yerinde bizimkine çok benzer mücadeleler veren kız kardeşlerimizin olduğunu hatırladığımız bir gün. Dünyanın her yerinde sokaklara çıkıyoruz. Çiçekler için savaşmıyoruz, bedenlerimizin sömürülmesini norm haline getiren ataerkil kapitalizme karşı savaşıyoruz” dedi.
 
‘Küflü pastanın yarısından fazlasına ihtiyacımız var’
 
8 Mart için Basel'de ve İsviçre genelinde bütün hafta boyunca kolektif etkinlikler ve eylemler düzenleyeceklerini kaydeden Franziska, bu yılki 8 Mart mesajlarını paylaştı: “İsviçre genelinde, bizim için merkezi olan farklı mesajlar var. Sendikalar, ‘Ücret, zaman ve saygı’ talebine odaklanıyor. Queer feminist kolektifler daha çok bedenlerimize yönelik şiddet konusuna odaklanıyor, ister kadın cinayetleri, ister sosyal normlarımız olsun. Bize sunulan küflü pastanın yarısından daha fazlası için savaşan bir feminist isyana ihtiyacımız var. Biz ve çocuklarımız için gerçek bir yuva olması için bu dünyayı hepinizle birlikte yeniden inşa etmek istiyorum. ‘Die Internationale’ şarkısının Almanca sözlerinin de dediği gibi, ‘Bu dünya bizim olmalı’ veya ‘Jin Jiyan Azadi!’”