Leyla Güven: Özgür yaşamı birlikte inşa edeceğiz

  • 13:13 25 Kasım 2022
  • Güncel
 
 
 
Şehriban Aslan 
 
DİYARBAKIR - Dünya nüfusunun yarısı olan kadınların yaşadığı her yerde başkaldırdığı ve sesinin yükseldiğini söyleyen DTK Eşbakanı Leyla Güven, “Bizim kadın kurtuluş perspektifimiz ve kadın özgürlük ideolojimiz var. Nagihan'a da Jîna’ya da sözümüz olsun, yaşamımıza mal olan özgür yaşam ilkelerini hedefine ulaştıracağız” dedi. 
 
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü dolayısıyla kadınlar bulundukları her yerde tepkilerini dile getirmeye devam ediyor. Özel savaş politikalarına karşı Kürdistan başta olmak üzere Türkiye ve dünyada direnen kadınlar, “Jin jiyan azadî” felsefesiyle seslerini yükseltiyor. Direnen kadınlardan biri de Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Tevgera Jinên Azad (TJA) aktivisti Leyla Güven. 
 
Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan Leyla, 25 Kasım dolayısıyla sorularımızı yanıtladı. 
 
“Dünya nüfusunun yarısı olan kadınlar yaşadıkları her yerden başkaldırıyor, ses yükseltiyor. İçerden dışardan, evden, işyerinden, tarladan, fabrikadan yaşamın her alanından haykırıyorlar, “Benim yaşamım, benim kararım, kimseyi ilgilendirmez” diyorlar. Bu ses şimdilerde bütün dünyayı sarmış durumdadır.”
 
*Kadınlar çok ciddi saldırılar altında yaşam mücadelesi veriyor. Kadınların bu kadar hedef alınmalarının sebebi denir?
 
Tarih ve mitoloji okuyan herkes bilir ki kadınlar neolitik toplumda yaratıcılık ve paylaşımcılıklarıyla bereket tanrıçası, yaşamın kaynağı doğal toplumun bilge kadınlarıydı. Binlerce yıl devam ettiği öngörülen o süreçten sonraki dönemlerde kurnaz erkeğin kadını yaşamın dışına atarak kendi iktidarcı, çıkarcı, bencil anlayışını dayattığını biliyoruz. İlk kök olarak da tarihe geçen kadınlar artık ‘cadı’ olarak yaftalanıyor, kazanlarda yakılıyordu. Kiliseni caminin ve havranın verdiği kararlar ve çıkardıkları faturalar doğrultusunda yaşamak zorunda bırakılıyordu. Kadın artık toplumu yaratan ama toplumda uzaklaştırılan herkesin olan ama kendisinin olmayan bir gerçekliği yaşıyordu. Kadının toplumun dışına itildiği bir tarihten günümüze bakıldığında başta kadın ve doğa olmak üzere krizin kaosun savaşların bütün dünyada devam edip günümüze kadar geldiğini rahatlıkla görebiliyoruz. Şimdi içerisinde bulunduğumuz yüzyılın karakterine baktığımızda bu yüzyılın kadın özgürlük yüzyılı olduğunu çok net görebiliyoruz. Dünya nüfusunun yarısı olan kadınlar yaşadıkları her yerden başkaldırıyor, ses yükseltiyor. İçerden dışardan, evden, işyerinden, tarladan, fabrikadan yaşamın her alanından haykırıyorlar, “Benim yaşamım, benim kararım, kimseyi ilgilendirmez” diyorlar. Bu ses şimdilerde bütün dünyayı sarmış durumdadır. Her ne kadar bu sesi bastırmak için devlet-baba-koca-cami-kilise el ele vermiş alanlarda kadınların isyanını durdurmaya çalışsa da, Kadınlar susmuyor ve korkmuyorlar. Çünkü kadınların yükselen seslerinde “Kimsenin kadınları değiliz, yaşamlarımızın çalınmasına asla izin vermeyeceğiz sözleri duyuluyor. Kadınların bu milliyetçi, dinci ve faşist zihniyete karşı direnişleri, ataerkil sistemin hedefi olmalarına sebep oluyor.
 
Erkek sistem, elinin altındaki  "köleyi" "at-avrat-silah" olarak tanımladığı "soy sürdürme aracı" gibi gördüğü kadını artık kaybettiğinin farkındadır.  Bu ruh hali ile de kadına şiddet her biçimiyle artarak devam ediyor. Anadilimizde ısrar ettiğimiz için hedefteyiz, boynumuzu bükemedikleri için hedefteyiz. Kadınız, Kürdüz, feministiz dediğimiz için hedefteyiz.
 
“Biz Kürt kadınlar Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan'ın belirttiği üzere erk zihniyetin söylediği ve bize kanıksatmaya çalıştığı her şeyin tersini düşünüyor ve yapıyoruz. Çünkü ters yüz edilen tarihi gerçeklere ancak bu şekilde ulaşabiliriz.”
 
*Öncelikle kadın mücadelesinde emek veren kadınların planlı bir şekilde katledildiği bir dönemden geçiyoruz. Yakın zamanda Jineoloji Akademisi üyesi, yazar ve gazeteci Nagihan Akarsel katledildi. Nagihan üzerinden Kürt kadınlarına yönelik şiddet ve özgür kadına saldırı ne anlama geliyor? Bu saldırılara karşı Türkiyeli kadınlara çağrınız nedir?
 
"Önce kadınları vurun", "Kadın da olsa çocuk da olsa gereğini yaparız", "Bir kadın olarak sus", "Kadının orada ne işi vardı" ve daha binlerce cinsiyetçi, ötekileştirici sözler özelde Ortadoğu'da genelde bütün dünyada hala dolaşımdadır. Kadın ve erkeğin farkını sadece biyolojik olarak ele alanlar yanıldıklarını bilmelidirler. Bilimsel olarak da bilinen gerçek kadınlar erkeklere oranla daha yaratıcı, kapsayıcı yapıdadırlar. Kadınlar inandıkları değerler uğruna mücadele ederken her türlü zorluğu göze alır ve inandığı mücadelesine asla ihanet etmezler. Kürt kadınları da tarihten günümüze halk olarak yaşadıkları her türlü zulme karşı her zaman direnmişlerdir. Kürt düşmanı egemen güçler Kürt kadınının tarihsel gerçekliğini bilirler, verilebilecek binlerce örnekten birkaçını ifade edecek olursak; Irak'ta Zalim Saddam'ın "pişmansan seni affedeyim" sözüne karşı "halkımın davasına asla ihanet etmeyeceğim ve idamı göze alıyorum" diyen Leyla Qasim, işkenceci Esat Oktay'ın yüzüne tüküren Kürt kadını Sakine Cansız'ı ve Zarifelerden Rindexanlara, Şirin Elemhulilerden, Arîn Mirkan'a çok köklü bir kadın direniş tarihimiz olduğunu gururla belirtebiliriz. Bunları bilen muktedirler Kürdün kadınına, erkeğine, ölüsüne, dirisine, gencine, çocuğuna ezeli bir düşmanlıkla yaklaşılıyor. Kürt kadınlarını mücadele alanlarından uzaklaştırmak için her yöntemi deniyorlar. Adeta Kürt kadınlarına eşbaşkanlık, eşit temsiliyet, özgür yaşam gibi konularda iddialı oldukları için her türlü yöntemle bedel ödetmeye çalışıyorlar. Kurumlarımıza dönük gözaltı ve tutuklamalarına bakıldığında kadın sayısının fazla olması bu zihniyetin ürünüdür. Amaçları toplumun feodal değer yargılarını hedefleyen, teşhir etme, itibarsızlaştırma yöntemleri ile sonuç almaktır. Oysa Kürt toplumu bu aşamaları çoktan geçti. 
 
Kürt kadınlar Türkiyeli ve bütün dünya kadınlarıyla evrensel çağdaş demokratik ekolojik kadın özgürlükçü değerler etrafında bir araya gelmiş, yeni bir yaşamın felsefesini tüm toplumu aydınlatacak paradigmasını, jineoloji çalışmalarını erk zihniyetin kurguladığı yalan tarih bilgilerine bir neşter vurmuş durumdadır. Biz Kürt kadınlar Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan'ın belirttiği üzere erk zihniyetin söylediği ve bize kanıksatmaya çalıştığı her şeyin tersini düşünüyor ve yapıyoruz. Çünkü ters yüz edilen tarihi gerçeklere ancak bu şekilde ulaşabiliriz. Değerli yoldaşımız akademisyen Nagihan Akarsel özgürlüğe sevdalı kadın. Sevgili Nagihan da jineoloji çalışmaları ile hakikate ulaşmak ve bu hakikati bütün topluma ulaştırmaya çalışıyordu. Bu nedenle katledildi. Saygıyla ve minnetle anıyoruz. Bize göre Paris’te katledilen 3 kadın arkadaşımız, Silopi'de katledilen 3 devrimci kadın ve Nagihan arkadaşımız aynı karanlık zihniyet tarafından katledildiler. Erk zihniyetin mantığı "siz evinize dönün, siz kadınsınız, erkek sahasına dönen siyaset alanında işiniz yok" demektir. Ancak bu çaba nafiledir. Kürt kadınlar acıları güce dönüştürüp, direnişi kuşanalı çok oldu. Onların bütün kötülüklerine rağmen biz yolumuzdan bir milim şaşmadan devam edeceğiz. Sevgili Nagihan'a da Jîna’ya da sözümüz olsun, yaşamımıza mal olan özgür yaşam ilkelerini hedefine ulaştıracağız. 
 
“Yolumuzun zor olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda dünyanın en şanslı kadınları olduğumuzu da biliyoruz. Çünkü bizim kadın kurtuluş perspektifimiz ve kadın özgürlük ideolojimiz var. Yani diğer dünya devrimlerinde olduğu gibi devrimden sonra evimize, mutfağımıza klasik bir biçimde rollere geri dönmeyeceğiz.”
 
*Tüm bu saldırılara rağmen geri adım atmayan ve gün geçtikçe büyüyen bir kadın mücadelesi var ve bu mücadelenin öncüsü Kürt kadınların, kadın mücadelesindeki rolü nedir?
 
Yaklaşık yüz yıldır devam eden Kürt inkarı ve asimilasyonu, halkımız üzerinde çok ciddi travmalar yarattı. Kuşkusuz bizler gelinen aşamada yaşanan acıların, yıkımın mağduriyetini yapmıyoruz. Çünkü bizler, özgürlüğün bedelinin olduğunu biliyoruz. Halkların inkar ve imhaya karşı verdiği destansı mücadelede kadınlar hep ön saflardaydı. Çünkü sistemin dokunduğu her şey en çok da kadınların canını yakıyordu. Basılan evde, yakılan köyde, işkence edilen baba, kardeş, eş, evlat şahsında en çok acıyı kadın yaşıyordu. En nihayetinde bununla yetinmeyen muktedirler kadınları işkence tezgahlarına çekti ve ‘eğer kadını korkutursam o da ailesi üzerinde etkili olur, bu vesile ile bütün aileyi korkutmuş olurum’ diye düşündü. Bu konseptleri tabii ki ters tepti.
 
Kadınlar bütün toplumlara haykırdılar, “Korkmayın, biz onlardan daha güçlüyüz, bedenime işkence yapabilirler ama irademi teslim alamazlar” dediler. Böylelikle Kürt kadınları artık topluma öncülük eden duruma gelmişti. Barış annelerinin eylemlerini gören halkımız, bu eylemleri korkmadan yapabiliyorlarsa, biz de yapmalıyız deyip yola koyuldular. Dolayısıyla Kürt kadınlar, bütün mücadele alanlarında yer alıp Kürt sorununun, demokratik çözümü için üzerlerine düşeni her alanda yapmaya çalıştılar. Yolumuzun zor olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda dünyanın en şanslı kadınları olduğumuzu da biliyoruz. Çünkü bizim kadın kurtuluş perspektifimiz ve kadın özgürlük ideolojimiz var. Yani diğer dünya devrimlerinde olduğu gibi devrimden sonra evimize, mutfağımıza klasik bir biçimde rollere geri dönmeyeceğiz. Aksine, evdeki kadınları dışarı çıkarıp, kamusal alanda kazanımlarımıza katacağız. Özgür bir yaşamla, demokratik aile modeli ile geleceğimize yön vereceğiz. Yani özgür kolektif bir yaşamı hep beraber inşa edeceğiz. 
 
“Toplumun bu demokratik temelde değişim talebine, iktidarın kendine hazmedemeyip, kadın bakış açısına sahip kadınlar öncülük edebilirler. Kadınlar nicel olarak da nitel olarak da cesaret olarak da bunu başarabilirler. Toplumlarda bu anlamda kadınlara onlardan çok güveniyorlar.”
 
*Her ülkede kadınlar ayakta. Kadın mücadelesini ortaklaştırmak nasıl anlatılmalı?
 
Şiddetin baskının eşitsizliğin, sömürünün, gericiliğin, despotluğun hüküm sürdüğü her coğrafyada, kadınlar isyanda. Böylesi faşizan sistemlerde kadınlar zaten fiilen yok hükmündeler. Kaç çocuk doğuracağına,  ne giyeceğine, hangi saatlerde dışarı çıkabileceğine, yaşama dair bütün kararları devletin ya da ailenin erkek bireylerin merkezinde karar veriliyorsa, burada kadınlardan kadınların varlığından söz etmek mümkün değildir. Ancak iradesi yok sayılan kadınlar, “fıtrat” safsatalarını, itaat ve dayatmalarına izin vermeyip yollarını kendileri çizip bu yolda yürümek istiyorlar. Şili’den Arjantin’e, Rojava’dan Rojhilat’a kadınlar büyük aşamalar kat etti. Sevgili Jîna Emînî’yi minnetle anarken, onun şahsında ayağa kalkan devrimci cesur kadınları selamlıyorum. Tabii bütün dünyada, İranlı kadınların çığlığına kayıtsız kalmayan ve alanlarda “Jin jiyan azadî” diye haykıran kadınları da selamlıyorum. 
 
3. Dünya Savaşı’nın devam ettiği bu atmosferde, önemli değişimlerin yaşanması, kaçınılmaz bir durumdur. Bu sürece doğru öncülük edebilen kesimler kazanacaktır. Ulus devletlerin miadını doldurduğunu, toplumun artık milliyetçi, dinci, cinsiyetçi, tekçi anlayışlara tahammülü kalmamıştır. Kadınlar karar mekanizmalarında hiçbir zaman var olamamışlardır. Toplumun bu demokratik temelde değişim talebine, iktidarın kendine hazmedemeyip, kadın bakış açısına sahip kadınlar öncülük edebilirler. Kadınlar nicel olarak da nitel olarak da cesaret olarak da bunu başarabilirler. Toplumlarda bu anlamda kadınlara onlardan çok güveniyorlar. Tarihi bir misyon için geriye sadece radikal bir çıkış gerekiyor. Herkes yüreğini ferah tutsun, kadın bakış açısından uzak, faşist düşünceye sahip Le Pen, Meral Akşener gibi kadınlar olsa da bunlar azınlıktadır. Çünkü biz biliyoruz ki sevgili Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak, Figen Yüksekdağ, Ayla Akat Ata ve daha binlerce cesur kadın var.
 
Bütün dünya kadınları önyargılardan uzak ana kadın ilkeleriyle hareket edip mücadeleyi ortaklaştıracaktır. Kadınların yüreği bir gün Afganistan, bir gün Rojava, bir gün İranlı kadınlarla çarpıyorsa doğru yoldayız.
 
“Kadına şiddet, artık her yerde ve her zaman da karşımıza çıkabilecek bir şey olmuş durumda. İşin en riskli boyutu, yaşanan bu şiddet ve kıyımların kanıksanması ve sıradanlaşmasıdır. Normal şartlarda 365 günde 400’den fazla kadın katlediliyorsa, bütün toplumun ayaklanması gerekir.”
 
*25 Kasım yaklaşıyor. Kadınlar hem içeride hem dışarıda nasıl mücadele etmeli? Saldırılara karşı nasıl cevap olmalı?
 
Yine bir 25 Kasım, yine ülkenin bütün kentlerinde kadın cinayetleri ve şiddet haberleri geliyor. Yüreğimiz buruk, öfkemiz doruk noktasında. Biliyorum, her yıl bu cümlelerle başlıyoruz, duygularımızı anlatmaya ama bu konuda köklü çözümler getiremediğimiz müddetçe içimiz yanarak aynı şeyleri yazarak, söylemeye devam edeceğiz. Bilindiği gibi 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü, bütün kadınlar açısından son derece önemli bir gün. Kadına şiddet, artık her yerde ve her zaman da karşımıza çıkabilecek bir şey olmuş durumda. İşin en riskli boyutu, yaşanan bu şiddet ve kıyımların kanıksanması ve sıradanlaşmasıdır. Normal şartlarda 365 günde 400’den fazla kadın katlediliyorsa, bütün toplumun ayaklanması gerekir. Çünkü bu durum açık ve net olarak bir cins kırımıdır ve hiçbir bahane bu durumu normalleştiremez. Bu konuda sadece kadın kurumlarının karşı çıkması değil, topyekun bir itirazın gelmesi elzemdir. Eğer herkes anlaşamadığı, tercihlerini, yaşam biçimini beğenmediği kişileri öldürecekse o zaman başka bir şey konuşmamız gerekir.
 
Erk zihniyeti, iktidarların kullandığı dilden beslenen, egoist,  sadist erkekler, kadınları adeta “Ya benimsin ya kara toprağın” anlayışıyla katlediyor. Bizler bu konunun tek tek bireylerle ilgili değil, sistemle ilgili olduğunu çok iyi biliyoruz. Bu sistemle baş edebilmenin de birlikte, beraber ve örgütlü olmaktan geçtiğini biliyoruz. Dolayısıyla kadınlar başta özsavunma olmak üzere her anlamda hazır olmalı ve bunun aciliyetinin farkına varmalıdır. Kadın kurumları, hareketleri, inisiyatifleri, 25 Kasım kapsamında çeşitli eylem ve etkinlikler gerçekleştirecekler. Kadına şiddete, kadın kırımına dikkat çekmek, görünür kılmak elbette çok önemlidir. Ancak bunun artık yetmediğini, daha radikal bir pratik sergilememiz gerektiğini de belirtmek durumundayız.
 
AKP-MHP iktidarı, örgütlü, bilinçli, eylemci, yani hakkını-hukukunu arayan kadınları görmekten hiç mi hiç hoşlanmıyor. O halde biz kadınlara düşen görev, yaşamın içine daha çok akmaktır. Bu iktidarın devasa bir bütçe ile finanse ettiği cinsiyetçi imamları aracılığıyla kadınlara “iffetli kadın olma, ailenin kutsallığı, erkeğe boyun eğmenin sevapları, kısacası “ayıp, günah, yasak” kıskacında beş vakit aksatmadan anlattıkları fetvalar sonucunda bugün bunları yaşıyoruz. O vakit bizim, onların bu söylemlerini boşa çıkarmamız birincil görevdir. Bu da daha fazla kadına ulaşmakla mümkün olacaktır. Eğer bütün kadınlar, bu despot iktidarlardan hesap sorarsa, her şey çok daha farklı olacaktır. Dünya nüfusunun yarısı olan biz kadınların gücü karşısında hiçbir sistem ayakta kalamayacaktır. Demek ki kadınların hiç de tekin olmayan sokaklarda, alanlarda yükselttiği mücadeleyi yeni bir aşamaya taşıması gerekiyor. Bu anlamda küresel radikal eylemlere ağırlık vermek ve eylemlere süreklilik, çeşitlilik, renklilik kazandırmak önemlidir. Sevgili Jîna Emînî’nin ölümünden sonra kadınların dünyanın bütün kentlerinden tek sesle “Jin jiyan azadî” diye haykırmaları, bu anlamda önemlidir. Artık kadınların renkli, radikal, dikkat çekici ama sivil itaatsizlik temelinde eylemlerinin sayısını çoğaltması gerekiyor. Bu anlamda hem merkezi yönetimlerden hem de yerel yönetimlerden kadınlar olarak talep edeceğimiz çok şey var. 
 
Bunları birkaç başlıkta verecek olursak;
 
“*Hem merkezi kamu kurumlarında hem de yerel yönetim kurumlarında kadın temsiliyeti için cinsiyet kotası uygulansın
*İşçi memur sendikaları ilk yapılan sözleşmelere kasın şiddetini önleyici maddeler eklesin
*Kadınların özsavunmalarını geliştirebilmesi için bu tekniklerin öğretildiği salonlar açılsın
*Eşine şiddet uygulayan erkek ( memur-işçi) tazminatsız işten çıkarılsın
*25 Kasım, 8 Mart, Anneler Günü vb. özel günlerde ve en az haftada bir gün toplu taşıma kadınlara ücretsiz olsun
*Seçimlerde önce siyasi partileri ziyaret edilip, istenen talepler bir protokol ile güvence altına alınsın
*Eşbaşkanlık sisteminin yaygınlaşması için daha erkin çalışmalar yapılsın.”
 
Bu talepleri çoğaltmanın mümkün olduğunu biliyoruz. Kadın kurumlarının bu konuda çalıştığını da biliyoruz.
 
Biz Kürt kadın hareketi olarak bu belirttiklerimizin birçoğunu hayata geçirdik. Bilindiği gibi sistem belediyelerimize kayyım atayarak, eşbaşkanlığı yok sayarak, kadın kurumlarını kapatarak bizi durdurmaya çalışıyor. Bir kez daha belirtmek gerekirse bizim binbir emek ve çaba ile kazandığımız mevzileri korumak, hem de yeni kazanımlar elde etmek için daha çok çalışmamız gerekiyor. Bizler tutsak, politik, feminist kadınlar olarak içerde bize dayatılan her türlü faşizan cinsiyetçi uygulama karşısında adeta intifadayız. Bize reva görülen cezaların her çeşidi ile karşı karşıyayız. Görüş, telefon, mektup yasağı, sosyal etkinlik yasağı ilk sırada gelen yasaklar... Bunların hiçbiri de bize geri adım attırmıyor. Dolayısıyla içerde dışarda eski zihniyetin bütün şiddet biçimleri ile mücadeleyi sürdüreceğiz. Çünkü biz kadınlar güçlüyüz.