Kelebek etkisi yaratan zamanlar
- 09:07 24 Kasım 2022
- Kadının Kaleminden
“Maria Teresa’nın “Belki de bize en yakın şey ölüm fakat bu beni korkutmuyor, haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz!” sözü dünyanın dört bir tarafında yükselen kadın mücadelesinde hala güncelliğini koruyor. Afganistanlı kadınların Taliban rejimine karşı mücadelesinde, Şili’den Arjantin’e, sesiyle, sözüyle, dansıyla erkek egemen iktidarlara karşı diz çökmeyen kadınların direnişinde de varlığını koruyor…
Pero Dündar
"Kelebek etkisi", "Mihenk Taşı" ve "Jin Jiyan Azadî"… Erkek egemen iktidarların “erkek” rüyalarının kâbusu olurken kadın özgürlük mücadelesinin gerçeği, gerekliliği ve bu yolun geldiği aşamanın adı oldu.
Her anı binbir emek ve bedelle ilmek ilmek örülen mücadele tarihimizde “kelebek etkisi” yaratan zamanlarımız vardır. Yüzyıllardır süren kadın isyanını binlerce adım öteye taşıma sebebi olan dönemler. Bu zamanlardan biri de elbette ki bundan 62 yıl önce eşitlik ve özgürlük için mücadele ederken Dominik Cumhuriyeti’ndeki faşist diktatörlük rejimi tarafından tecavüz edilerek katledilen Mirabal Kardeşlerin direnişidir. Kadın özgürlük mücadelesinde “kelebek etkisi” yaratan ‘KELEBEKLER’ olarak anılan Patria, Minerva ve Maria Teresa kardeşler.
Bedeli ne olursa olsun, zorunlu kılınan başörtüsüne karşı saçlarını örtmediği için İran’da Molla Rejimi tarafından katledilen Jîna’nın yaşamında, “Jin Jiyan Azadî” diyerek Jîna için dünyanın dört bir tarafında alanlara, meydanlara, sokaklara dökülen kadınların isyanında, Nagihan’ın kalemini yere düşürmeyenlerin inanç ve kararlığında yankılanıyor Maria Teresa’nın sözleri.
İşte bu inanç ve kararlılıkla Mirabal kardeşlere atfedilen 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde bir kez daha ‘Jin Jiyan Azadî’ diyerek kadına yönelik şiddete karşı alanlarda isyanımızı haykıracağız. Çünkü bunun için çok fazla ve haklı gerekçemiz var.
Şiddet sarmalına karşı yaşam mücadelesi
Bugün dünyanın neresinde olursa olsun kadınlar, şiddetin birçok türüyle karşı karşıyalar. Bizler, erkek-devlet şiddeti, fiziksel şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet ve burada sayamayacağımız kadar çok yönlü bir şiddet sarmalının içinde yaşam mücadelesi verenleriz. Hiçbir kadın “ben hiç şiddete maruz kalmadım” diyemez, demez. Çünkü yukarıda saydığımız şiddet türlerinin tamamı, erkek egemen iktidarların yönetiminde adeta dokunulması yasak olan devlet politikasıdır. Sadece kendi yaşadığımız coğrafyada kamuoyuna yansıyan kadına yönelik şiddet olayları ve bunların cezasız bırakılması bile bunun için yeterli bir kanıttır.
Öğrenilmiş utanç duygusu
Geceyi geçtim, “akşam saatlerinde tek başına dışarı çıktığınızda tedirginlik yaşıyor musunuz?" sorusuna hangimiz hayır diyebiliyoruz ki? Her an bir erkeğin tacizine uğrama kaygısı ile karşı karşıya değil miyiz? Ve çoğu zaman tacizciyi, istismarcıyı yanı başımızdaki karakola şikâyet etmekten bizleri alıkoyan çok fazla nedenimiz yok mu? Mesela birkaç saat sonra bu suçu işleyen erkeğin serbest bırakılması, onunla yine aynı toplum içerisinde her an karşı karşıya gelme kaygısı… Tacize uğradığını söylemenin kendisi bile bizlere öğretilmiş utanç duygusuyla birleşince nasıl bir şiddet sarmalının içinde olduğumuzu gösteriyor.
Ev içerisindeki şiddet
Ev içerisinde baba, abi, eş tarafından her an şiddetin farklı bir şekli ile karşı karşıya kalırken evler kadınlar için nasıl korunaklı olabilir ki? Evler kadınlar için öldürüldükleri, şiddete uğradıkları, toplumsal cinsiyet rollerinin en açık şekilde dayatıldığı alanlarken kim evlerin kadınlar için güvenli alanlar olduğunu söyleyebilir? Erkek-devlet söyler. Hatta söylemekle kalmaz zorlar, dayatır. Çok yakın bir tarihte Covid-19 pandemisinde “evde kal” çağrısı birçok kadının yaşamına mal oldu. Erkek-devlet, erkek patron, erkek sermaye kadınları işten çıkarma furyasında adeta birbirleriyle yarışır oldu. Kadın yoksulluğu, kadın işsizliği pandemiyle beraber derinleşti. Gün boyu evde ev işleri, çocuk bakımı, hasta bakımı, yaşlı bakımı gibi işlerinin tamamını yapan kadınlar, şiddetin birçok boyutuyla karşı karşıya kalıyor. Bakım hizmeti adı altında kadınlara verilen ücret ise bakımı yapılan hastanın masraflarını dahi karşılamazken kadınların bu yaşadığı ekonomik şiddet olmuyor mu?
Erkek yargıdan cesaret alıyorlar
Ataerki dediği için, ataerkil sisteme karşı mücadele ettiği için Leyla Güven’i, Ayşe Gökkan’ı ve kadın özgürlük mücadelesi yürüten tüm kadınları cezaevinde rehin tutan erkek devlet şiddeti var. Canı sıkıldığı için eline aldığı “samuray kılıcıyla” dışarı çıkıp önüne çıkan “herhangi bir kadını” katleden erkekler var, katiller var. Kıskançlık adı altında “sevgilisini” katleden ve üzerine beton döküp saklayabilecek kadar “cesur" olan erkekler var. Peki bu cesareti kimden ya da kimlerden alıyor bu katiller? Cevabını elbette hepimiz biliyoruz ama burada bir kez daha yazmakta fayda var. Bu cesareti kadınların yaşam güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçenlerden alıyorlar, kadın merkezlerini, kadın sığınma evlerini kapatanlardan alıyorlar. Kadın siyasetçileri susturmak, sindirmek için cezaevlerine kapatanlardan alıyorlar. Kadın katillerine, istismarcılara iyi hal indirimleri uygulayanlardan, bu suçları besleyen erkek yargı ve erkek-devletten alıyor.
Nagehan’ı katleden erkek devlet şiddeti
25 Kasım’a girerken kadın isyanının, direnişinin ve mücadelesinin somutlaştığı yer olan Kobané’ye, Rojava halklarına, oradaki kadınlar öncülüğündeki devrime saldıran erkek devlet. Hakikatin arayışçıları, erkek şiddetini teşhir eden kadın gazetecilere saldıran, tutuklayan erkek devlet. Kalemiyle, düşüncesi ve mücadelesiyle var olan Jineoloji Araştırma Merkezi Üyesi, Nagihan Akarsel’i katliamı da işte bu erkek devlet şiddetinin, savaş siyasetinin sonucu.
Kadınlar özgür yaşamın mihenk taşıdır
Dünya kadın hareketinden devraldığımız miras ve edindiğimiz tüm deneyimler defalarca kez gösterdi ki erkek egemen iktidarlar, kadınlara hak vermez bilakis kadınların kazanılmış haklarını gasp eder. Bunun amaçlayan çok yönlü, çok amaçlı politikalar geliştirir. Tabi bu politikalar bizlerin de çok yönlü çok amaçlı yürüttüğümüz kadın mücadelemizin kalkanlarına çarpar. Direnişine, mücadelesine olan inancına ve kararlığına çarpar. Bir yerde savaş varsa o yerde isyan vardır. Savaşı çıkaran erkekler bunun karşısında isyanı büyüten kadınlardır. Ve bu isyan bazen bir kadının saç telinden, bazen zılgıtlarından doğar, büyür ve yayılır. Çünkü kadınlar eşit, adil ve özgür yaşamın mihenk taşı ve kurucusudur. İran’da erkek egemen rejimin baskısına boyun eğmeyen kadınların sokaklara çıkarak kadınlarının avuçlarına mihenk taşını bırakarak verdikleri umut ve cesaret mesajında görüyoruz bunu. Evet, değiştirecek gücümüz var, kadın dayanışmamız ve örgütlü mücadelemize olan inancımızla yeni yaşamı hep birlikte örebiliriz.