'Hiçbir mücadele boşa gitmiyor'

  • 09:02 24 Kasım 2022
  • Güncel
 
Şehriban Aslan 
 
AMED - Avukat Aslı Pasinli kadınların verdiği mücadeleyle elde ettiği haklara değinerek, “Geçmişten bugüne kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda kat ettiğimiz yola baktığımızda, ne kadar çok şeyin değiştiğini, toplumda bir sürü tabunun kırıldığını, yaşamlarımızda büyük değişiklikler olduğunu görüyoruz” dedi.
 
Türkiye’deki kadın mücadelesinin tarihsel geçmişi yoğun ve derinlikli bir direnişe sahip olsa da sistemli bir uyanışa yol açması 80’li yıllara dayanır. Toplumsal hareketliliğin yoğun olduğu bu yıllar 1980 darbesinin yaşandığı süreç olmasından kaynaklı da önemli bir tarihsel kesiti içeriyor. Toplumsal bilincin ve demokrasi taleplerinin yükseldiği bu dönem kadınların örgütlü direnişinin de gözle görülmeye başladığı dönemlerdir.  
 
Kadınların bu tarihsel süreç içerisinde adım adım geliştirdikleri direnişi değerlendiren Amed Barosu avukatı Aslı Pasinli de uluslararası sözleşmeler ve kadınların gerçekleştirdiği kampanyalara değinerek, 25 Kasım Uluslararası Şiddetle Mücadele Günü bağlamında değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Zaman zaman hafızayı tazelemek gerekir’
 
Kadına yönelik şiddetle mücadeleyi konuşurken zaman zaman hafızayı tazelemek gerektiğini söyleyen Aslı, bu konunun motivasyonu da artıran bir şey olduğunu kaydetti. Aslı, yer yer dönemin ağırlığına göre motivasyonun kırıldığına değinerek, “Sanki kadın mücadelesi, kadın hareketi boşa kürek çekiyormuş duygusuna da kapılabiliyoruz. Geçmişten bugüne kadına yönelik şiddetle mücadele konusunda kat ettiğimiz yola baktığımızda, ne kadar çok şeyin değiştiğini, bu toplumda bir sürü tabunun kırıldığını, yaşamlarımızda büyük değişiklikler olduğunu görüyoruz. Tabi çok uzağa gitmeden yakın tarihten başlarsak; Türkiye’de 80 darbesinden sonra hem dünyada hem de ülkede kadın hareketi gerçekten büyük bir ivme kazanmaya başladı. Toplumsal bilinç ve farkındalık artmaya başladı. Kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesine dair uluslararası sözleşme olan CEDAW Türkiye tarafından 1985 yılında onandı ve yürürlüğe girdi. CEDAW önemli bir uluslararası sözleşme çünkü kadınların anayasası dediğimiz bir niteliği var. Daha sonra 87’deki ‘Kadınlar Dayağa Karşı Dayanışmaya’ yürüyüşü oldukça etkili oldu. Çünkü bu konuda politik farkındalık ilk defa öne çıkan temalardan biri oldu. Kadın sığınaklarının açılması, kadın dernek ve merkezlerin açılması, telefon ağlarının kurulması yine bu dönemden sonrasında tekabül ediyor” dedi.
 
‘90’lı yıllarda eşitlik talebi sesleri yükseldi’
 
Aslı, 90’lı yıllara giderken Türkiye’de yasal mevzuatta eşitlik talebi seslerinin yükselmeye başlandığını belirterek, “Keza 1989 yılında cinsel saldırı ve tacize karşı ‘mor iğne’ kampanyasıyla cinsel saldırı suçlarına dikkat çekildi. 90’lı yıllara geldiğimizde ise gözaltında cinsel taciz ve tecavüzün önlenmesine dair hukuki yardım bürosu kuruluyor. Bu çok önemli bir adım çünkü bununla birlikte şiddetin sadece bireylerden değil de bazen devletten kaynaklı olabileceğine dair durum sivriliyor. Bu büronun kurulması ve yaptığı çalışmalar gerçekten çok önemliydi. 90’lı yıllar aslında kendi içerisinde bir sürü itiraza gebe bir dönemdir. Mesela kadının çalışmasını eşe bağlayan bir madde vardı ve bu Anayasa Mahkemesi kararıyla kaldırıldı. Ailenin reisinin erkek olduğu yıllardan geçiyoruz ya da 97 yılında kadınların soyadını eşinin soyismiyle birlikte kullanma hakkı Medeni Kanun'la getiriliyor. 98 yılına geldiğimizde aslında şiddetle mücadeleye ilişkin 4320 sayılı ailenin korunması kanunu yürürlüğe giriyor. Burada kadına yönelik şiddeti değil de doğrudan aileyi esas alıyor ama kısmi de olsa şiddetle mücadele konusunda bir kısım ihtiyaca cevap olmuş fakat yetersiz kabul edilmiştir” sözlerine yer verdi.
 
‘2000’li yıllarda önemli değişiklikler oluyor’
 
2000’li yıllara değinen Aslı, toplumdaki farkındalıkların arttığına ve kadınların yasal mevzuattaki taleplerinin oldukça yükseldiğine dikkat çekti. Aslı, “2002 yılında önemli bir değişiklik oluyor bunlardan bir tanesi de Medeni Kanunu’nda yapılan değişiklikler… Medeni Kanunu’ndaki değişiklikle birlikte şu ortaya konuluyor; evlilikle birlikte edinilmiş bütün malların paylaşımından tarafların eşit bir şekilde hak iddia edebilmesi, yine evlilik dışı doğmuş çocuğun da tıpkı evlilik içerisinde doğmuş gibi miras hakkından faydalanabilmesi. 2005 yılında yine ceza kanununda bir kısım değişiklikler oluyor. İşte töre cinayeti olarak adlandırılan uygulamalar indirim sebebi olmaktan çıktı. Tam tersine ağırlaştırılmış bir sebep olarak görülmesi tartışması gündemde yer ediniyor. 2000’li yıllarda hakikaten Türkiye’de yasal mevzuat konusunda özellikle anayasadaki eşitlik maddesi önemli başlıklardan bir tanesi ve bu konuda yol alınıyor” şeklinde konuştu.
 
‘2015 yılından sonra gerileme durumu oldu’
 
“2011 yılına geldiğimizde hepinizin bildiği üzere uluslararası bir sözleşme olan İstanbul Sözleşmesi imzalanıyor” diyen Aslı, “Bu sözleşmenin ne kadar önemli olduğu artık herkes tarafından biliniyor. Bununla beraber iç hukukta bunu düzenlemeye koymak için 2012 yılında 6284 dediğimiz ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesi kanunu yürürlüğe giriyor. Sonraki yıllarda ise bir geri seyretme durumu söz konusu oldu. Çünkü 2015 yılında bir boşanma komisyonu raporu hazırlanıyor. Bu komisyon aslında kendi içerisinde şu an kazanılmış haklara dair saldırıların birçoğuna ilişkin izler bu raporda var. Nafaka tartışmaları da bunlardan bir tanesi… Nafakaya süre getirilmesi uzun bir dönem gündemimizi işgal etti ve kadınlara verilen nafakaya ilişkin aksi söylemler geliştirildi. O dönemde büyük bir toplumsal farkındalık oluştu ve bu hususun şimdilik seçimden sonrasına bırakıldığı söyleniyor. TCK/103 ile ilgili tartışmalar yine gündemimize giren konulardan bir tanesiydi” ifadelerini kullandı.
 
‘Me too, hareketi yayıldı’
 
2015 ve sonrasındaki yıllarda bütün dünyada genel bir hareketliliğin yaşandığına vurgu yapan Aslı, bu hareketliliğin isminin “Me too” olduğunu söyledi. Aslı, bu hareketin bütün dünyada, kadınların cinsel taciz ve cinsel saldırı şiddetine ilişkin dijital medyada yayılan bir farkındalık kampanyasına dönüştüğünü kaydetti. Aslı, “Bu hareket neredeyse bütün dünyayı sardı ve dalga dalga yayıldı. İşte ifşa hareketi dediğimiz sosyal medya aracılığıyla cinsel şiddete uğrayan kadınlar ‘ben de’ diyerek aslında yaşadıklarını ifade etmeye başladılar. Tabi bu dönemler geçerken 2021’li yıllara geldiğimizde ise İstanbul Sözleşmesi ve devam eden tartışma süreçlerine denk geliyoruz. Nitekim 20 Mart 2021 tarihinde sözleşme bir gecede cumhurbaşkanı kararnamesiyle feshedildiği belirtildi. Günümüze geldiğimizde ise sözleşmenin yargı süreci hala devam ediyor ve davalarda nihai bir karar verilmiş değil, bunu da söylemiş olalım” dedi.
 
‘Kadın mücadelesi bir sürü gelişmeye yol açmıştır’
 
Kadınların farklı dönemlerde yaşadıkları saldırıları dile getirerek buna karşı geliştirdikleri mücadeleleri ve kazanımları anlatan Aslı sözlerini şöyle sürdürdü:  “2022 yılında Anayasa’da yapılmak istenen değişiklikle ailenin kadın ve erkekten oluşacağına dair bir ibare eklenmek isteniyor. Aynı zamanda 23’üncü maddede bir değişiklik planlanıyor. O da kadınların giyim kuşamına dair bir maddedir. Yani kadınların boyunlarının veya başlarının açık ya da örtülü olması kamu hizmetlerine almada ya da eğitim haklarını kullanırken bir ayrımcılık sebebi yapılamaz diye. Tabi ki toplumda birçok itiraz yükseldi. Temel haklara ilişkin hususların, referandum konusu yapılamayacağı söylendi. Gördüğünüz gibi tarihten bu yana kadın hakları konusunda yaşananları sıraladığımızda, birçok değişiklik olmuş. Kadınların mücadelesi bir sürü gelişmeye yol açmıştır.
 
Mücadelemiz boşa gitmiyor
 
Bazen bu mücadelenin içinde ve zaman ilerlerken yaptığımız hiçbir şey karşılık bulmuyormuş gibi bir hisse kapılabiliyoruz. Oysa yürütülen her mücadele bir yerde yerine ulaşıyor. Tabi ki temennimiz eşit bir dünyadır. Dolayısıyla bunun için de mücadelemiz elbette ki devam edecektir. Bu mücadelemiz boşa gitmiyor. Kadın davalarını takip eden hukukçu arkadaşlarımızın, sivil toplumun ve kadın derneklerinin yürüttüğü mücadele yerine ulaşıyor ama oldukça yavaş ilerleyen bir süreçtir. Bir yandan da buna karşı söylem geliştiren bir sürü dinamikle karşı karşıyayız. Bu yüzden arada bir hafızayı tazeleyerek mücadelemizin daim olduğunu bir kere daha ifade etmek gerekiyor.
 
İktidarlar otorite geliştirdikçe baskılar artıyor
 
Tüm bunların yanı sıra kadınların hakları konusunda verdiği mücadele sürekli geriye çekilmek isteniyor. Kadınlar bugün sadece Türkiye'de değil, dünyanın her yerinde hakları noktasında büyük bir direngenlik gösteriyorlar. İşte yanı başımızdaki İran, halen de devam eden sıcak ve taze bir örnek. Dolayısıyla baskıcı rejimler arttıkça ve iktidarlar otoritesini geliştirmek istedikçe kadınlar üzerindeki baskı daha da artacak. Çünkü söz konusu muhalefeti hem çok yerinde hem de yüksek bir sesle yapıyorlar. Hep söyleniyor ya, ‘bu toplumun yarısıyız, fakat birçok hakka hala erişemiyoruz ’diye. Tabi ki bunun altında birçok dinamik var, bunların hepsini detaylı konuşmak lazım ama kadına yönelik şiddetle mücadele ülkelere belli sorumluluklar yüklüyor ve ülkeler aslında bu sorumlulukları yerine getiremedikleri için, bu konudaki yetersizliklerinden söz konusu itirazları da hep baskılamak istiyorlar.”
 
‘Kadınlar var olma mücadelesi veriyor’
 
İktidarların kendilerini güçlendirmek için söz konusu bütün muhalif sesleri kısmaya çalıştığını söyleyen Aslı, bütün dünyada yapılmaya çalışılan şeyinde bununla ilgili olduğunu vurguladı. Aslı, “İran’da biliyorsunuz, başörtüsünü istenildiği gibi takmadığı için öldürülen kadınların hikâyesiyle gündemimiz sarsıldı. Bu bize uzakmış gibi görünüyor ama şurada bir tarihçeyi ve hafızayı tekrar konuştuğumuzda Türkiye’de zinanın kadın ve erkek için aynı koşullara bağlanmadığı yasal süreçlerden geçtik. Ailenin reisinin erkek olduğu dönemlerden geçildi. Kadının çalışabilmesini kocanın iznine bağlayan süreçlerden geçildi. Bunlar şuan konuştuğumuzda uzakmış gibi geliyor oysa çok yakın tarihten bahsediyoruz. O yüzden bu mücadelenin önemini bir kere daha ifade etmek lazım, çünkü bizim asıl sahip çıktığımız şey hayatlarımızın kendisi, özgürlüğümüz ve talebimiz eşitliğinde birleşiyor. O yüzden böyle günlerde, 25 Kasım Kadına Yönelik Mücadele Günlerinde kadınlar aslında bir var olma ve varoluş mücadelesi veriyor, bunu bir kere daha hatırlatmak lazım” cümlelerini kullandı.
 
’25 Kasım bir direniş günü’
 
25 Kasım’ın içerik ve anlam bakımından tek yönlü ele alınmaması gerektiğine işaret eden Aslı, direniş ve kazanımlarında işlenmesi gerektiğini hatırlatarak sözlerini şöyle sonlandırdı: “Bizler aslında bir 25 Kasım’a daha gelirken genelde 25 Kasım gündemli bütün haberlerde şunu çok sık görüyoruz; o yıl ne kadar çok kadının öldürüldüğü, ne kadar çok kadının şiddete maruz kaldığı ya da kadın kazanımlarına ilişkin nasıl bir geriye gidiş çizelgesi olduğuna dair. Bunlar tabi ki önemli ve bir tespit değerinde haberler. Fakat 25 Kasım gibi bir direniş, bir mücadele günü olan bu günlerde daha çok kadın mücadelesine ilişkin o güvenin tazelenmesine ihtiyaç var.
 
İşkenceye sıfır tolerans
 
Bizim hayal ettiğimiz dünya İstanbul Sözleşmesi’nin referans cümlesidir. Şiddete karşı sıfır toleransın geliştiği bir toplumu hayal ediyoruz. Dolayısıyla bu yolda da yürürken elbette kadınların bütün uluslararası arenada da kazanımları bize güç veriyor. Çünkü bu bir kelebek etkisi yaratıyor. Kadınlar bu gücü birbirlerinden alıyor. Tabi ki bunu söylerken çok sloganik bir yerden söylemiyorum.  Çokta somut, başarılmış ve kat edilmiş yollardan bahsediyorum. Çünkü biraz önce de ufacık, yakın tarihe dair yaptığımız kısacık değerlendirmede de gördüğümüz gibi çok yol aldık ve aldığımız yolda da bazen geliştirilen dirençler daha güçlü oluyor. Bazı dönemlerde daha rahat bir geçişkenlik var. O yüzden bu konuda hakkımızı teslim etmemiz gerektiğine inanıyorum.  Çünkü kadınlar verdikleri mücadelelerle kendi varlık haklarını koruyorlar ve daha fazlasını talep etmekten geri durmuyorlar.”