Gülistan Kılıç Koçyiğit: İmralı’da hukuksuzluk rejimi inşa edilmiş durumda

  • 09:05 15 Aralık 2023
  • Siyaset
 
Dilan Babat 
 
ANKARA - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin son bulması ve fiziki özgürlüğünün sağlanması ile Kürt sorununa siyasi çözüm amaçlı başlatılan kampanyaya dair değerlendirmelerde bulunan DEM Parti Qers Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, “İmralı tecridinin Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut hukuksal rejimi içerisinde de evrensel hukuk rejimi içerisinde izah edecek hiçbir yaklaşımı yok. Burada, bir hukuk tartışması yürütmüyoruz, Sayın Öcalan’ın İmralı ada cezaevine konulduğu günden bugüne aslında bir hukuksuzluk rejimi inşa edilmiş durumda” dedi. 
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük mutlak iletişimsizlik hali 33 aydır devam ediyor. Avukatların yaptıkları tüm görüşme başvuruları, “disiplin gerekçeleri” ile reddedilirken, birçok yerde “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” kampanyası kapsamında eylem ve etkinlikler devam ediyor. Türkiye ve Kurdistan’da ise cezaevlerindeki siyasi tutsaklar aynı taleplerle 27 Kasım’da dönüşümlü açlık grevine başlarken, Amed, Wan, Mersin, Adana ve son olarak İstanbul’da da aynı taleplerle adalet nöbetleri başladı. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Qers Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridi ve başlatılan kampanya ekseninde devam eden eylemlere ilişkin sorularımızı yanıtladı. 
 
“Tecrit dediğimiz şeyin; ruhta, bedende, psikoloji de yarattığı çok ciddi tahribatlar var. İmralı ve Sayın Öcalan nezdinde binlerce gerekçe ile karşı çıkıyoruz. Ama bu gerekçeleri bir yana bıraktığımızda insanın evrensel değerlerini savunmaktan kaynaklı ilk elden karşı çıkılması gereken şeyin olduğunu ifade etmek isterim”
 
*PKK Lideri Abdullah Öcalan’a dönük mutlak tecrit yaklaşık 3 yıldır kesintisiz sürüyor. Tecrit nedir, neyi amaçlar? Bunun yanında da İmralı tecrit sistemine ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
 
İnsanın en temel özelliği, bir sosyal varlık olması. İnsanı diğer canlılardan ayırmasının en temel özelliği ise toplumsal olması. Toplumsallıktan çıkarıldığı zaman insani olma özelliğine müdahale edilmiş oluyor. Bütün hukuksal metinlerde, insan hakları beyanlarında da, evrensel beyanlarda da tecrit bir insanlık suçu olarak geçer. Onun insan olma vasfını yitirecek bir süreçtir tecridin kendisi. Toplumsal tarihe baktığımız da, insanın toplumsallıkla geliştiğini ve insanların toplumsallığın içerisinde kendini geliştirdiğini görüyoruz. Tecrit kavramının mutlak izolasyon, tecridin kendisi aslında en temel varlık gerekçemize insanın özüne yönelik bir müdahaledir. Bir insanı toplumsal yaşamdan ayırdıkları zaman işkence edilir. Tecrit dediğimiz şeyin; ruhta, bedende, psikoloji de yarattığı çok ciddi tahribatlar var. İmralı ve Sayın Öcalan nezdinde binlerce gerekçe ile karşı çıkıyoruz. Ama bu gerekçeleri bir yana bıraktığımızda insanın evrensel değerlerini savunmaktan kaynaklı ilk elden karşı çıkılması gereken şeyin olduğunu ifade etmek isterim.
 
“Bu, bir rejim değişikliğinin cezaevi ayağını oluşturuyor. 33 aydır haber alınamaması olağan bir şey gibi bize dayatılıyor ama bu normal bir durum değil.  Bu sorunu sadece Kürtlerin, demokratların, DEM Parti'nin sorunu olarak göremeyiz. Bu sorun herkesin sorunudur, uluslararası arenanın da sorunudur.”
 
*PKK Lideri ile görüşme talebi için avukatları ve ailesi sürekli Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı’na başvurmasına rağmen, başvurular ya reddediliyor, ya cevap verilmiyor. Yine yeni disiplin cezaları verilmeye başlandı. Bu disiplin cezalarının içeriği ise, “basına yansıyor” gerekçesiyle verilmiyor. PKK Lideri’ne verilen disiplin cezalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
İmralı tecridinin Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut hukuksal rejimi içerisinde de evrensel hukuk rejimi içerisinde izah edecek hiçbir yaklaşımı yok. Burada, bir hukuk tartışması yürütmüyoruz, Sayın Öcalan’ın İmralı ada cezaevine konulduğu günden bugüne aslında bir hukuksuzluk rejimi inşa edilmiş durumda. Yasal olmayan, devletin yasalarının karıştığı, yasaları her gün ihlal ettiği bir yargısal ve infaz rejimi ile karşı karşıyayız. Burada yürüttüğümüz tartışmayı bir hukuksal zemin üzerinden tartışmak mümkün değil. Her gün, her saat hukuk dışına çıkılan bir devlet var, hukukun gereğini yerine getirmeyen bir devlet aklı var. AKP iktidarından önce de bu böyleydi, AKP ile birlikte derinleşti. Sayın Öcalan’ın tecrit altına alınması ve Sayın Öcalan şahsında İmralı ada cezaevi üzerinden uygulanan ve gün geçtikçe yaygınlaşan uygulamalar, devletin Kürde, muhalife, cezaevine bakış açısı olarak okumak gerekiyor. Kürt sorununa bakış açısının göstergesi olarak bakmak lazım. Burada bir politik tartışma yürütüyoruz, evet bir yönünü hukuk oluşturuyor, hukuk her gün katlediliyor ama en temelde Sayın Öcalan şahsında tartıştığımız her şeyin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin demokratikleşmeye yaklaşımı, Kürt sorununa bakışını, infaz rejimine ve hukukuna sahip çıkıp çıkmaması üzerinden olan bir tartışma olarak görmek gerekiyor. Bir koz olarak elinde bulundurmak istediği bir ada cezaevi var. Bu kozu Kürt halkına, topluma, barış, demokrasi, iş, aş isteyenlere karşı kullanıyor. Tecrit rejimini kullanmak isteyen bir devlet aklı ve onun iktidarı var.
 
Çok uzun süredir şunu söylüyoruz; İmralı’da tecrit çözümsüzlüğün yansımasıdır. Sayın Öcalan’a yaklaşım, Kürt halkına, demokrasiye yönelik yaklaşımdır. Sayın Öcalan nezdinde devletin, geçmişten bugüne kendi hukukunu nasıl adım adım ihlal eden bir faşist akla tanıklık ediyoruz. Zamana yayıldığı için bazen fark edilemiyor olabilir ama herkesin şunu sorması gerekiyor; ‘bu ülkedeki bir cezaevinde 33 aydır dört siyasi mahpustan hiç haber alınamıyor? Bu tarihte görülmemiş bir şey. En uç cezaevleri örnekler var,  Irak’taki Ebu Gureyb Cezaevi. Buradaki cezaevi uygulamaları en uç cezaevleri uygulamalarını geçmiş durumda. Türkiye tarihinin en kara lekelerini oluşturan 12 Eylül 1980 darbesinden kurulan Diyarbakır, Ulucanlar cezaevi pratikleri var. Orada bile insanların hakları olan aileleri ve avukatları ile görüşme gibi yaklaşımlar vardı. İnsanlar bir şekilde dışarıya zor da olsa bir haber ulaştırabiliyorlardı. Bir darbe sürecinin uygulamalarını aşan bir süreçten geçiyoruz. Ama çok olağan bir süreç varmış gibi bir süreç gösteriliyor. Büyük bir sessizlikle karşılanıyor, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde olan bir cezaevinden dört mahpustan 33 aydır haber alınamıyor, ısrarla başvuru yapıyoruz, Meclis’te soru önergeleri veriyoruz. Bu cezaevinde ne oluyor diye soruyoruz. Buradan bilgi almak istiyoruz, halkımız merak ediyor diyoruz. Bir vatandaş, milletvekili, Sayın Öcalan’ın ailesi ve avukatları olarak bu hakkı ihlal ediyorsunuz diyoruz. Bu hakkı neye dayandırarak ihlal ediyorsunuz dediğimiz de gerekçesini bile açıklanmayan disiplin cezalarıyla bunu gerekçelendiriyorlar. Bu kadar uzun süre periyodik bir disiplin cezası olabilir mi? Görüş yasağı koyarsınız ama telefon hakkını kullandırırsınız, aile ile görüş yasağı koyarsınız ama avukatları ile görüştürürsünüz. Ama dört bir yandan hiçbir iletişimin olmadığı bir disiplin cezası süreci sadece İmralı’da ve Sayın Öcalan’ a nasıl uygulanabilir?  Gündelik olarak, Türkiye Cumhuriyeti ve onun adalet bakanı işkence suçu işliyor. Uluslararası hukuk ve CPT’nin bu sürece sessiz kalmaması gerekiyor ama bütün kurumlar bu sürece sessiz kalıyor. Aşınan değerler ve hukukun olduğunu görüyoruz. Bu bir rejim değişikliğinin cezaevi ayağını oluşturuyorlar. 33 aydır haber alınamaması olağan bir şey gibi bize dayatılıyor ama bu normal bir durum değil.  Bu zamana yayılmış bir idam fermanıdır. Bu idam fermanına karşı çıkmak herkesin boynunun borcu. Bu sorunu sadece Kürtlerin, demokratların, DEM Parti’nin sorunu olarak göremeyiz. Bu sorun herkesin sorunudur, uluslararası arenanın da sorunudur.
 
“İmralı ile görüşmeler yapıldığında Sayın Öcalan’ın, ‘bana imkan tanısınlar Kürt sorununu bir haftada çözerim’ diyen bir akıl var. Böyle bir akıl, perspektif var diğer taraftan sabahtan akşama, vatan, millet, bayrak diyerek bütün ülkenin yağmalandığı, bir güvenlik rejimi ile yönetildiği başka bir akıl var. Bu ikisini toplum karşılaştırma imkanı bulacağı için İmralı kapılarına üst üste kilit vurulmuş durumda”
 
*Geçtiğimiz yıl, DBP, HDP olmak üzere Türkiye, Kurdistan, Orta Doğu ve dünyada Abdullah Öcalan ile görüşme başvuruları yapıldı. Bu görüşme başvurularının yanı sıra partiniz Meclis’te adalet nöbeti tuttu. Yaptığınız görüşme başvurularına bir yanıt alabildiniz mi? Olumlu ya da olumsuz bir dönüş yapılmamasına nasıl bakıyorsunuz?
 
Adalet Bakanı hukuksuzluğun bir parçası. Verecekleri bir yanıtları yok, bugün Adalet Bakanlığı bir işkence suçuna göz yummuyor, bizzat işkence suçunun bir tarafı olmuş durumda. Soru sorduğumuzda verecekleri bir yanıt yok, çünkü bunun kararını siyasi olarak veriyorlar. Bugün AKP, MHP ittifakının İmralı’da yürüttüğü tecrit sistemiyle aslında örmek istedikleri sistemin sac ayaklarını örüyor. Yeni bir toplumsal düzen, devlet rejimi inşa ediliyor ve bu yeni rejim inşasının en temel başlıklarını oluşturan şey, Kürt sorununun çözümsüz bırakılması. Kürt halkının anayasal yurttaşlık haklarının, eşitlik ve özgürlük taleplerinin güvenlikçi politikalarla bastırılması var. Siyasi bir karar verdiklerini çok iyi biliyoruz.  Adalet Bakanlığı da, bu siyasi kararın gereğini yapıyor. Burada biz bütün başvurularımızı yapacağız, mücadele ediyoruz daha fazla edeceğiz ama şu aklı örgütlememiz gerekiyor; doğruyu örgütlemek gibi bir sorumluluğumuz var. Bu toplumda yaşayan her yurttaşın Kürt sorunundan kaynaklı dolaylı ya da doğrudan etkilendiğini göstermemiz gerekiyor. Kürt sorununun çözümü meselesinde ise en temel muhatabı Sayın Öcalan’ın rolünü, barış içerisinde Sayın Öcalan’ın daha önce söylemiş olduğu, Türkiye’nin Orta Doğu’nun demokratikleşmesi, Kürt sorunun demokratik şekilde çözülmesi için gösterdiği perspektifin tüm Türkiye halklarına anlatılması ve bu doğrunun büyütülmesi gerekiyor. Bu fikrin herkese ulaştırılması gerekiyor, çünkü hükümetin kendisi ve iktidar bir kriminal alan yaratmış durumda, partimiz üzerinden, Kürt halkının mücadelesi üzerine İmralı’yı kriminalize ediyor. İmralı’nın barış için oynayacağı rolü toplumdan kaçırıyor, görmezden gelinmesine, barışçıl aklı duymasını engellemeye çalışıyor. Bugün tecridin, en temel nedenlerinden birisi budur. İmralı ile görüşmeler yapıldığında ‘bana imkan tanısınlar Kürt sorununu bir haftada çözerim’ diyen bir akıl var. Böyle bir akıl, perspektif var, diğer taraftan sabahtan akşama, vatan, millet, bayrak diyerek bütün ülkenin yağmalandığı, bir güvenlik rejimi ile yönetildiği başka bir akıl var. Bu ikisini toplum karşılaştırma imkanı bulacağı için İmralı kapılarına üst üste kilit vurulmuş durumda. O yüzden bizler İmralı’dan bir ses duyamıyoruz, çünkü duyacağımız sesin barış sesi olacağını iyi biliyor iktidar. Duyacağımız sesin, Türkiye’nin ortak geleceğinin inşasına dönük olacağını çok iyi biliyor iktidar. İmralı tecridinin kırılması için yaptığımız eylemlerin, söylediğimiz sözlerin ve İmralı’nın kendisini terörize ederek kendisine alan açabilmek için. ‘Söz konusu vatansa her şey teferruattır’ sözünün arkasına saklanarak,  vatan, millet, bayrak anlayışıyla da bütün sorunların üstünü örtüyor.
 
“Özellikle Sayın Öcalan şahsında dünyanın dört bir yanında yazar, filozof, yazların, dost kurumun, tecride karşı duran, bir an önce kalkmasına dönük çağrıları ve eylemleri oldu. Yalnız olmadığımızı bilmek, haklı mücadelemizin her yerde ses olduğunu görmek bizi daha güçlü kılıyor.” 
 
*10 Ekim’de dünyanın birçok yerinde eşzamanlı olarak “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” kampanyası başlatıldı. Ardından Türkiye ve Kurdistan’da da kampanyaya ilişkin açıklamalar yapılarak katılımlar oldu, oluyor. Bu kampanyanın startını da Kürt halkının dostları verdi. Kampanyanın amacına dair neler söyleyebilirsiniz?
 
Artık şunu çok iyi biliyoruz, Sayın Öcalan’ın felsefesi, bakış açısı Kürt halkının mücadelesiyle, anayasal yurttaşlık sınırlarıyla sınırlı bir bakış açısı felsefesi değil, bunu çok aşmış bir yerde duruyor Sayın Öcalan’ın bakış açısı. Bugünkü kapitalist modernitenin bize dayattığı, tekçi, cinsiyetçi, milliyetçi anlayışa karşı nasıl bir toplum ve yaşanılabilir bir yeni yaşam inşa edileceğinin yol haritasını sunuyor. Halkların, inançların, toplumların, kadınların, toplumsal kesimlerin birlikte yaşayabileceği bir sistemin kurulabileceğini, bunun mümkün olduğunu gösteriyor. Demokratik modernitenin bütün o modernite tiplerine, egemen sistemlere karşı bin yıllardır toplumun varlığını ve bugüne kadar geldiğini ifade ederken, bunu sistemleştiriyor. Ayrı ayrı birçok düşünür de söylemişti, ama bunu bir sistem haline getiren, kavramlaştırarak gelecekte yeni bir yaşamın kurulacağının yol haritasını gösteren bir yerde duruyor. Düşünceleri her geçen gün okunuyor ve taraftar bulunuyor. Düşünceleri için üniversitelerde, paneller yapılıyor, birçok filozof söyleşiler yaptı, yazılar yazdı. Kürt halkının eşit yurttaşlık hakkını, mücadelesinin meşruluğunu dünyaya yayılmasının yollarını açtı. Bugün nereye gidilirse gidilsin Kürt halkının, eşitlik ve özgürlük mücadelesine ‘doğru değildir’ diyen bir demokrat, filozof, düşünür bulamazsınız. Kürt halkının mücadelesi çok haklı bir yerde duruyor. Dünyanın her yerinde Kürt halkının dostları, Kürtlerle yol yürümek isteyenler bunun sözünü kuruyorlar.  Tam da böyle büyür, dünya halklarının mücadelesi ve böyle kazanılır. Biz de dünyanın neresinde olursa olsun ezilen halklarının yanında yol yürüyoruz. Filistin halkının haklı mücadelesi çok konuşuluyor, Türkiye’de daha ziyade dinci tarikatlar Filistin mücadelesini Hamas üzerinden sahipleniyor. Ortada doğru düzgün Hamas yok iken, bu dinci tarikatların aklına bile gelmezken Kürt halkı Filistin halkının mücadelesinin yanındaydı. Kürt halkının bu kadar evrensel bir mücadelesi vardır. Özellikle Sayın Öcalan şahsında dünyanın dört bir yanında yazar, filozof, yazların, dost kurumun, tecride karşı duran, bir an önce kalkmasına dönük çağrıları ve eylemleri oldu. Yalnız olmadığımızı bilmek, haklı mücadelemizin her yerde ses olduğunu görmek bizi daha güçlü kılıyor.
 
“Bir kez daha yeniden cezaevlerinin elini taşın altına koyması, bize yönelik çok ağır bir eleştiri olduğunu altını çizmemiz lazım. 15 Şubat’a kadar yürütecekleri bir açlık grevi olacak ama cezaevleri Kürt halkının eşitlik mücadelesi ve tecride karşı en fazla bedel ödemiş ve bundan sakınmayan bir alan. Yeniden yeni süreci örerken buna ‘dur’ diyecek, siyasi mahpusların başka sürece evirilmesini engelleyecek dışarıdan gür bir sesi yükseltmemiz lazım.”
 
*Açlık grevlerine gelmek istiyorum, daha önce de çokça açlık grevlerine şahitlik ettik, hatta Leyla Güven öncülüğünde başlayan açlık grevleri sürecinde 8 kişi yaşamını yitirdi, Abdullah Öcalan ile görüşme yapıldı, ardından yine kesildi. Şimdi cezaevlerinde yeniden bir açlık grevi başlamış durumda. Buna ilişkin ne söylemek istersiniz?
 
Cezaevinde yapılan her eylemin, dışarıya yönelik bir eleştiri olarak ele alınması gerekiyor. Bugün cezaevindeki arkadaşlarımız, siyasi mahpuslar zaten devletin çıplak zoruyla karşı karşıyalar. En zor koşullarda bu sisteme karşı iradelerini teslim etmeyerek, varoluş mücadelesi yürütüyorlar. Her birimizin yaşamıyla ilintili olan, Kürt sorununun çözümsüzlüğünü derinleştiren bir başlıkta yeniden cezaevlerinde bir eylem kararı alınması, bizim açımızdan aslında ne kadar eksik yoldaşlık yaptığımızın göstergesidir. Cezaevlerini tecride karşı çok daha duyarlı olduğunu, tecrit altında olan siyasi mahpusların tahammül sınırlarının da kalmadığını, buna sessiz kalamayacaklarını çok iyi biliyoruz. Ama bu sorumluluğun dışarıda olan bizlerde olduğunu altını çizmek gerekiyor. Hızlı bir şekilde dışarıda olanların, demokratik siyasetin, halkımızın, kurumların bu tecride karşı mücadeleyi daha fazla yükseltmek gibi sorumluluğu var. Bir kez daha yeniden cezaevlerinin elini taşın altına koymasını bize yönelik çok ağır bir eleştiri olduğunun altını çizmemiz lazım. 15 Şubat’a kadar yürütecekleri bir açlık grevi olacak ama cezaevleri Kürt halkının eşitlik mücadelesi ve tecride karşı en fazla bedel ödemiş ve bundan sakınmayan bir alan. Yeniden yeni süreci örerken buna ‘dur’ diyecek, siyasi mahpusların başka sürece evirilmesini engelleyecek dışarıdan gür bir sesi yükseltmemiz lazım. Bu bize bir sesti, bu sesi büyütmemiz, çoğaltmamız ve bütün yaşam alanlarımız da bu tecride karşı bir mücadele hattı örmemiz gerekiyor ki zor koşullarda olan siyasi mahpuslar bu konuda rahat olsunlar.
 
“Devleti, o masaya oturtturacak iradenin halk olduğunu hatırlatmak isteriz. Halkımız tecride karşı çıkarak, Kürt sorununda barışı talep ederek, devleti yeniden bir çözüm aklına yöneltebilir, bu konuda üstümüze düşeni yapacağız.”
 
* DEM Parti olarak tecrit ve kampanya ekseninde önümüzdeki süreçte neler yapacaksınız, Bu konuda nasıl bir yöntem izleyeceksiniz? 
 
Siyasi parti olarak gündemler çok yoğun. Genel seçimlerden çıktık, ciddi toplantılar yaptık, kurul toplantısı yaptık. Sonra kongremizi yaptık şimdi yerel seçimler var ve hazırlıklarımız var. Diyalog zeminini elbette çok önemli buluyoruz ve her türlü diyalog zeminine açığız. Onurlu bir barışın yolunu hep birlikte inşa edebiliriz. Ama bu onurlu barışın yolu nereden geçiyor;  toplumun talep etmesinden geçiyor, tecride karşı toplumsallaşmasından geçiyor. Bu başlıklar olmadan söyleyeceklerimizin etki gücü sınırlı olacaktır. Artık toplumun bu olaya el koyması ve ‘edi bese’ demesi gerekiyor.  Tecride karşı kesintisiz mücadelemiz devam edecek. Tecrit başlığı altında çok fazla toplantılar aldık, hem karma hem de kadınlar olarak, bir kampanya süreci başladı ve devam ediyor. Gemlik'e bir yürüyüşümüz oldu, tüm engel, gözaltı ve baskılara rağmen Gemlik’e kadar gittik. Açıklamalarımızı yaptık, bundan sonra eylem hatlarını devam ettireceğiz. Meclis’te, sokakta sözümüzü söyleyeceğiz ama en temel halkımızla birlikte bir mücadele hattını derinleştireceğiz. Hem uluslararası arenada hem de Türkiye’yi bir yere götüremeyeceğini anlatıyoruz. Bundan sonra anlatmaya çalışacağız. Devleti, o masaya oturtturacak iradenin halk olduğunu hatırlatmak isteriz. Halkımız tecride karşı çıkarak, Kürt sorununda barışı talep ederek, devleti yeniden bir çözüm aklına yöneltebilir. Bu konuda üstümüze düşeni yapacağız.