Meral Danış Beştaş: Tecrit çözümün önünü kesmek için uygulanıyor

  • 14:34 5 Mayıs 2021
  • Siyaset
 
ANKARA - HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis'te yaptığı basın toplantısında, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın üzerindeki ağırlaştırılmış tecride dönük, "Tecrit aynı zamanda çözümün önünü kesmek amacıyla yapılıyor. Bu bir unutturma politikasıdır ve demokrasiye kurulan tecrittir. İstediklerini yapsınlar ne Abdullah Öcalan unutulur ne onun barış mesajları unutulur ne de bu ülkede Kürt sorununun varlığı unutulur” dedi.
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis'te basın toplantısı düzenledi.  Toplantıda güncel konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
 
'Yoksulları eve gönderdiler zenginleri tatile'
 
Kapanma meselesini AKP-MHP iktidarının yine yüzlerine gözlerine bulaştırdığını söyleyen Meral, “iktidarın kapanmayı bile beceremediğini tüm dünyanın gözleri önüne serdiğini” kaydetti. Halka hiçbir güvence vermeden açlığa terk edildiğini belirten Meral, "Dün bir vatandaşın sözünü dinledim etkilendim. Şöyle dedi: 'Yoksulları eve gönderdiler, zenginleri tatile gönderdiler.' Kapanma bu demek. Evet hakikaten işsizler, kadınlar, asgari ücretin altında çalışanlar kendi evlerinde akşam yiyecekleri yemeği bulamazlar zenginler yatlarda, dubleks villalarda, 5 yıldızlı otellerde tatil yapıyorlar. İşte bu dün bir haberde kiralanacak yatların bile kalmadığını not ediyordu. Bu da Türkiye’de bir avuç zenginin milyonlarca insana tercih edildiğini bir kez daha ortaya koyuyor. Bütün dünya açılıyor. Aşı programlarını tamamlayan ülkeler bir bir açılıyor. Ancak Türkiye’de bir yıllık kötü yönetim daha doğrusu yönetimsizlik bizleri kapanma ile uğraştırıyor. İşçiler şu anda çalışmak zorunda. İstanbul’da ve Ankara’da trafik tıklım tıklım herkesin elinde bir seyahat belgesi ama asıl dışarıda olması gerekenler, açık olması gerekenler de dışarı çıkamıyor" dedi. 
 
Meral'in konuşması şöyle:
 
"Bu dönemde de salgın yönetimi değil bir algı yönetimi çabası var. Kapanmanın aslında iyi bir şey olduğunu anlata dursunlar halk ne yaşadığın gayet iyi biliyor. Daha önce sosyal devlet üzerine çok konuştuk. Bu iktidar sosyal devleti kapatalı çok oldu. Şimdi de sosyal cinayetler işleniyor. İntiharları biliyorsunuz. Hakikaten can yakmaya devam ediyor. AKP döneminde intiharlarda ciddi bir artış olduğunu görüyoruz. Yayımlanan verilere göre 2002 - 2019 yılları arasında 5806 kişi yaşamına son vermiş.  Son 2 yılda bu grafik daha da artıyor. Özellikle pandemi döneminde yaşanan intiharları bütün Türkiye gibi bizler de dikkatle takip ediyoruz. Halkı yükselen işsizlikle ve enflasyonla, soğana patatese muhtaç eden bu iktidar umutsuzluğu da zirveye çıkarmış durumda. Bu nedenle vatandaş yaşamına son vermek zorunda kalıyor.
 
Vatandaşın artık gözlerini açması gerekiyor
 
Türkiye, dünya ülkeleri arasında vatandaşına en az destek veren ülke olarak adını ilk sıralara yazdırıyor. Geçen hafta yayınlanan IMF raporunda Türkiye milli gelir açısından 1,9 oran ile en az yardım yapan ülkeler arasında. GSHM’nın yüzde 6,4’ü kadar garanti sağlayan Türkiye’de sağlık sektörüne ayrılan oran ise yüze 0,3, yurttaşa sağlanan destek ise yüzde 0.4. İktidar bunu halka reva görürken yandaş şirketler kapanmada bile kar etmeye devam ediyor. Çünkü onların düşündüğü temel kesim şirketler. 18 günlük tam kapanma sürecinde otoyollar köprüler ve havalimanları büyük oranda kullanılmayacak. Bunu sözlü olarak da söylüyorlar. Bu 18 günde süreç boyunca kullanılmayacak Yavuz Sultan Selim köprüsüne 8 milyon 602 bin 200 dolar, Osmangazi Köprüsü için 29 milyon 736 bin dolar tutarında garanti ödemesi yapılacak. Yani yandaş şirketlere bir milyarlık ödeme yapılacak. Bu meselede vatandaşın artık gözlerini açması gerekiyor.
 
400'e yakın ölüm yaşanıyor
 
Bu sosyal cinayetlere karşı hep birlikte sesimizi yükseltmemiz gerekiyor. Salgın adeta bir iktidar krizine döndü. Bu salgın ve kapanma döneminde şöyle bir oranlama yaparsak aslında dehşetin ne kadar büyük olduğunu da görmüş oluruz. Günlük ortalama 400’e yakın ölüm yaşanıyor. Yani her gün Türkiye’de aslında bir uçak düşüyor. Türkiye’de her gün bir katliam yaşanıyor. 41 bin 500 civarında ölüm var. Bir yılda ölen yurttaşlarımızın sayısı. Bunu bir ilçenin nüfusuna oranlarsak bir ilçe haritadan silinmiş oluyor. 
 
Kapanmada büyük bir dengesizlik ve bilinmezlik var
 
Hala utanmadan başarı yalanları söylemeye devam ediyorlar. Bu yönüyle kapanmada büyük bir dengesizlik ve bilinmezlik var. Dün yaptıkları açıklamalarda öngöremedik, ilk kez yaşıyoruz gibi söylemlerle bazı meseleleri savunmaya başladılar.  Düşünün şu anda sebze ve meyveler ya tarla ya da kamyonlarda üreticinin elinde kalıyor. Yıllık gelirleri tamamen heba oluyor. Dün var olan tepkiler karşısında haftada bir gün cumartesi günü pazarlar açılabilir dedi. Peki, o pazarcılar her gün bir semte gidiyor. Bu, o sebze ve meyvelerin yine bir mili gelir olarak yok olması anlamına geliyor. Optikçileri kapatmışlar, yok efendim marketlerde neler satılacak veya satılamayacak. Yani bu kadar büyük bir dram ve katliam, her gün bir uçak düşüşü gibi ölüm sayıları olmasa aslında gülünecek tablolar. Bu konuda yönetemediklerini her adımlarında ilan ediyorlar. 
 
Aşı yokluğunun arkasında rant çekişmesi var
 
Bir de tabi ki aşı meselesi var. Belirsizlik devam ediyor. Her gün şu kadar milyon aşı gelecek şu kadar Sputnik, Biontech ve Sinovac gelecek diye rakamlar söylüyorlar. Ne rakamlar tutuyor, ne tarihler tutuyor, ne de zaman dilimi tutuyor. Aşı konusunda Cumhurbaşkanı bir şey söylüyor, Sağlık Bakanı bir şey söylüyor. Başka bir AKP yetkilisi başka bir şey söylüyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. Gerçek olan şu; aşı yok. Vatandaş aşı olamıyor, sağlık sorunu olduğu yaşı dolduğu halde aşı olamıyor. Vatandaşı Coronavirüs ile baş başa bırakan bir iktidar var.  Aşı yokluğunun arkasında rant çekişmesi var: Parayı hangi şirkete verelim. Bu ölüm ortamında ve bu risk ortamında bile onlar rantı düşünüyor. Aslında aşıdaki tıkanma hangi firmalara ne kadar rant sağlanacağı yönündeki bir tartışmanın arka planını da kamuoyuna aktarmak isteriz. Bu rantı kime sağlamaya çalışıyorlar? Para mı bulamıyorlar? Buldukları parayı hangi şirkete hangi holdinge vereceklerine mi karar veremiyorlar? Bu konuda da vatandaşın bunu bilmeye hakkı var. Çok yakın süreçte bir bakan, Ruhsar Pekcan, bakanlığın koltuğunda otururken kendisi şirketleri üzerinden iki katına satış yapabiliyor. Bütün itirazlara rağmen hala yargılama başlamadı ve cumhurbaşkanı bu yolsuzluk karşısında ortaya çıkan dehşet verici manzaraya rağmen şükranlarını sundu.
 
Bu ülke artık anayasasız bir ülke 
 
Ama aşı bulamayan S400’leri getirmeyi, savaş silahlarını satın almayı ve kullanmayı gayet iyi biliyor. Bunun üzerinden politika yapıyor. Başka ne yapıyor? Kanunları ve anayasayı askıya aldıklarını hep söyledik. Bu ülke artık anayasasız bir ülke. Bu ülkede kanunlara uyulmuyor, hukuk devleti ilkesi rafta kalmış, şimdi de genelgeler ile yönetilen bir devre girdik. Yurttaş ve hukukçular iyi bilir genelgeler aslında bir işin uygulamasını gösterir. Uygulamasını göstermesi için de arka planda mutlaka bir kanunun olması lazım, o kanunun da dayandığı bir anayasa maddesinin olması lazım.
 
Hukukun tabutuna son çiviler çakılıyor 
 
Şimdi anayasa yok, kanun maddesi yok, Emniyet Genel Müdürlüğü bir genelge yayınlıyor ve polislerin kamusal alanda görev başında iken çekim yapılmasını yasaklıyorum diyor. Çekim yapılmasını yasaklıyorum diyor. Sen kimsin? TBMM’yi atlıyor, anayasayı atlıyor, kanunları atlıyor. Biz polis devleti derken tam da bunu söylüyoruz. Bu ülke polis devleti olma yolunda emin adımlara yürüyor ama vatandaşa buna izin vermeyecek. Kanun hükmünde genelgeler yayınlıyor. Kanunu kim yapar halkın seçtiği vekiller yapar. Ama şimdi bir Emniyet Genel Müdürü ya da herhangi bir birim kendi işi ile ilgili olmayan bir meselede genelge yayınlayabiliyor. Hukukun tabutuna son çiviler çakılıyor. Polisi her alanda dokunulmaz kılmaya çalışıyor. Özel hayat dediğiniz nedir? Evinizde ailenizle olursanız çocuklarınızla olursanız ya da özel bir hastalığınız vardır ve benzeri. Bunu herkes bilir. Polis sokakta şiddet uygularken kim buna özel hayat diyebilir? İşkence yapmak ve cinayet işlemek, kim özel hayat diyebilir. Şunu yapmaya çalışıyorlar, her zamanki gibi işkence yapmak serbest ama belgelemek yasak.  
 
Halka çağrı: Genelgeyi dinlemeyin
 
Evet, bu çekimler olmasaydı, Diyarbakır Newroz'unda Kemal Kurkut'un polis kurşunu ile adım adım nasıl öldürüldüğünü göremeyecektik. İsmail Yel'in Somalı işçileri nasıl tekmelediğini göremeyecektik. Ali İsmail Korkmaz'ın, Ethem Sarısülük'ün nasıl öldürüldüğünü görmeyecektik. Bu işkenceye değil, 'işkenceye sıfır tolerans' genelgesidir. Buda uygulanmaz bir genelgedir. Ben şunu peşinen söyleyeyim: Bu genelge ile ilgili halka açık çağrı yapmak istiyorum. Sakın ola ki bu genelgeyi dinlemeyin dinler ve uygularsanız suç işlersiniz. Bizler her alanda gördüğümüz işkenceciyi çekmeye ve belgelemeye devam edeceğiz. Vatandaş da cesur olsun, haklılığına güvensin. Gördüğünüz hukuksuzlukları mutlaka belgeleyin. Suçlular onlar. Siz değilsiniz. Bu genelge garabeti bir an önce Türkiye’nin gündeminden çıkarmamız lazım. Bunu boşa çıkarmanın bir yönü de bunu dinlememektir. Genelgeyi dinlemeyin.
 
Vatandaşı aşsız bırakanlar şimdi aşısız bırakıyor
 
Bir de aşı meselesinde önemsediğim bir şey var. Farklı aşılar tartışılıyor. Adeta toplum deneme tahtasına çevrilmiş durumda. Şimdi bu aşıda da şu mantık devam ediyor; Torbacı mantık. Her şeyi torbaya atıp yapmaya çalışan bir iktidar da var. Şimdi de torba aşı dönemi başladı. Kapanma, yönetememe hali aşıda da aynen devam ediyor. Vatandaşı aşsız bırakanlar şimdi de aşısız bırakıyorlar. Bunu vatandaşa her gün hissettiriyorlar. Bu da onların canına mal oluyor. 
 
Artık sıra susuzluktan öldürmeye geldi 
 
Bir de çok gündeme gelmeyen bir su kıtlığı meselesi var. Su bakımından Türkiye çok zengin değil. Doğaya savaş açmış olan iktidar beton zihniyeti ile yeşili öldürdü ve artık yağmurlar yağmıyor, dereler akmıyor. Talancı zihniyet her yeri betona dönüştürdü halkı susuz bıraktı. Su kıtlığı ve kuraklık, yoksulluğu, ekonomik büyümeyi, sağlığı ve refahı, cinsiyet eşitsizliğini çevreyi de tabi ki etkiliyor. Mahsuller tükeniyor, hayvanlar ölüyor aileler kıtlıkla karşı karşıya insanlar göçe zorlanıyor. İşte bu bir yıkımdır diyoruz. O yıkım konusunda şu an Türkiye Kazdağları’ndan İkizdere’ye Botan Vadisine değin doğal dengeyi bozmaya and içmiş iktidar halkı her türlü öldürüyor. Artık sıra susuzluktan öldürmeye geldi. Açlıktan, yoksulluk, işkenceden ve son olarak susuzluktan öldürüyor bu iktidar. Bu vesile ile İkizdere’de direnen köylülere selam gönderiyorum. Direnişlerinin yanındayız. İkizdereliler bütün Türkiye’ye örnek olacak bir direniş sergiliyorlar. Oradan Cengizlerinizi çekin, İkizdere’yi talan etmekten kurutmaktan vazgeçin. 
 
128 milyarı gömen iktidar bu kuyudan nasıl çıkacağını bilmiyor
 
Enflasyon oranları dün açıklandı. Buna göre bugün TÜİK’e rağmen son iki yılın en yüksek enflasyon oranı ile bu ülkenin yurttaşları baş başa bırakıldı. Sokaktan, çarşıdan, pazardan, emekçinin, emeklinin vatandaşın cebinden hiçbir haberleri yok. Ya da umursamıyorlar. TÜFE yüzde 1,7. ve ÜFE yüzde 35. Bu rakamlar AKP bürokratlarının birilerini ikna ettiği gibi en düşük rakamlar. Siyaseten pazarlık edilmiş rakamlar, gerçek rakamlar değil. Gerçek enflasyonun yüzde 30 üzerinde olduğunu Saray, TÜİK ve Merkez Bankası dışında herkes biliyor. Şimdi üretici fiyat endeksi de çok önemli bir yerde duruyor. Resmi rakam olan yüzde 35 çok korkunç. Önümüzdeki aylarda çok daha büyük bir çöküşün habercisi olacak türden bir rakam. Bazı borçlar ertelenmişti ki bunlar nasıl ödenecek büyük sorun olarak önümüzde duruyor.128 milyar doları gömen iktidar bu kuyudan nasıl çıkacağını bilmiyor. Ve 128 milyar dolar nerede sorusuna hala bir yanıt vermediğini de aklımızdan çıkarmayalım. Vatandaşla esnafla alay edilmeye devam edilmeye devam ediliyor. Biz Meclis’te emekli ikramiyesinin bin 800 lira olmasını istedik ama onlar bin 100 lira'da  karar kıldı. Vatandaş ile alay etmeye devam ediyorlar. Esnafa ciro kaybı desteği verme adı altında komik rakamlarla bu meselenin çok uzağında olduklarını gösterdiler. 
 
Her meselenin altında çıkan sorunun adı Kürt sorunudur
 
Türkiye’nin gündeminde savaş, sınır ötesi operasyon haberleri hiç bitmiyor. Bu, vatandaşın gerçekleri öğrenmesin duyurusu yapıldı. Irak Kürdistan Bölgesine kara ve hava operasyonları yapılıyor. Bu operasyonlar yeni mi? Yıllardır, 10 yıllardır bu sınır ötesi operasyonlar devam ediyor. 1983’ten bu yana en az 60 tane sınır ötesi operasyon yapıldı. İlk operasyon da 1983 yılında yapılmış. 84’te başlayan operasyonda, '3-5 çapulcuyu 72 saat geçmeden temizleyeceğiz' dediler. Sonrasında güvenlik güçleri 26 yılda 5 kere 'PKK’yi bitirdik' dedi. Ondan sonra onlarca operasyon yapıldı. Yaşar Büyükanıt, 'bizim için orası BBG evidir' demişti. Çiller de o dönemde, 'ya bitecek ya bitecek' demişti. Bu dönemde de aynı söylemler devam ediyor. 100 yıllık Türkiye tarihinde görünmez kılınmak istenen asimilasyon, inkar, imha katliama başvurulan ve her meselenin altında çıkan sorunun adı Kürt sorunudur. Adı konulmadan ülkenin 4’te bir nüfusunun yerleşik bir halk olarak, kurucu bir halk olarak yaşama isteğini görmezden gelen iktidarlar tarihte yerini aldı. Şu anda yoklar. Bu iktidar da aynı yolu devam etmekte kararlı. 
 
İktidar 2012'yi elini tersiyle itti 
 
Savaş siyaseti ve sınır ötesi operasyon siyaseti dışında ilk defa 2012 yılında 'diyalog ve müzakere süreci' adı altında bu iktidar bir süreç başlattı. O süreçte Türkiye’de 84 milyon yurttaş rahat nefes aldı. Artık savaş ve çatışma olmayacak, sınır ötesi operasyonlar olmayacak, ne dağdaki Kürt çocuk ölecek ne de askerdeki gençler ölecek diye ve ekonomi düzelecek diye nefes aldılar. O sürece desteğin yüzde 70 olduğunu bir an aklımızdan çıkarmayalım. Türkiye’nin her tarafından diyalog ve müzakere sürecine ciddi bir destek vardı. Ama ne yaptı bu iktidar? Elinin tersi ile bunu itti ve 'Kürt sorunu yoktur' deme noktasına geldi. İmralı’da ağırlaştırılmış tecridi devam ettirme kararı aldı. 
 
MYK'mız herkesi sağduyuya davet etti 
 
Geçen hafta Merkez Yürütme Kurulu’muz bir açıklama yaptı. 38 yılın kısa muhasebesini yaparak sorunların sınır ötesi savaş politikalarıyla ile değil, diyalog ve müzakere ile çözülebileceğine dikkat çekti. Herkesi sağduyuya davet etti. Şöyle bir örnek vereyim, bu dönem öyle bir savaş siyaset var ki barış diyen herkes ya soruşturma geçiriyor ya hakkında dava açılıyor ya da tutuklanıyor. Yüksekova Belediye Eş Başkanımız tutuklanma sebebi bir tweet. Tolstoy’un 'savaş mızraklı trampetli bir bayram değildir, onun manzarası kandır ölümdür' dediği için tutuklandı. Hâlbuki bu bir gerçektir. Bunu hepimizin hep bir ağızdan söylemesi zorunludur. 
 
Sınır ötesi operasyonun amacı halktan gerçekleri gizlemek 
 
Sınır ötesi operasyonların amacı nedir? Halktan gerçekleri gizlemektir aslında. Halkın yaşadıklarının adını koymamasıdır. Halkın cebine girmesi gereken para kursağından geçmesi gereken ekmek çocuğunun eğitimine harcayacağı para aslında savaşa ayrılıyor. Türkiye şu anda ciddi bir ekonomik kriz ile yüz yüze bu savaş politikasını devam etmesindendir. Bu savaş kime hizmet ediyor. Kesinlikle halka hizmet etmiyor. Bu sınır ötesi operasyonlarının ne Trabzonluya, ne İç Anadoluluya, ne Marmaralıya, hiçbir yurttaşa bir katkısı yoktur. İktidar kendi bekası için, iktidarını devam ettirmek için savaş politikasına ve propagandasına devam ediyor. 
 
Diyalog ve müzakere dışında bir seçenek yok 
 
Geçmişte bunları çok gördük. Bugün de aynısın görüyoruz. Toplumun dikkatini ‘biz operasyon yapıyoruz, ülkenin güvenliğini sağlıyoruz’ diyerek insanların açlığı sefaleti yapılan yolsuzlukları unutması isteniyor. Açlık ve yoksulluğu gizleme gerekçesi yaptıkları savaş ve operasyonlar aslında bu yoksulluğun da ekonomik krizin de gerçek sebebidir. Bu mesele de diyalog ve müzakere dışında bir seçenek yoktur. Sınır ötesi operasyonlar bu meseleyi çözülemez. Bu savaş ve inkar noktasındaki tutumun bir diğer yanı da İmralı'da tutulan Abdullah Öcalan'a uygulanan tecrittir. İktidar bize şunu söylüyor; 'ben bu tecridi uyguluyorum, ben hukuk tanımıyorum, ben işkence yapıyorum ve İmralı'da sistem özel bir infaz sistemidir diyor. Hukuk değil ben karar veririm diyor.' Avukat ve aile görüşmeleri ya da davalarına ilişkin destek alması gereken bir tabloda bunu hukukla izah etmemiz mümkün değil.
 
Öcalan bugüne kadar tek bir savaş, çatışma mesajı vermedi 
 
Peki, Abdullah Öcalan neden tecritte tutuluyor. Çünkü Sayın Öcalan her konuşmasında halka barış mesajı veriyor. Aslında özgürlük ve bir arada yaşama mesajı veriyor. Halkı asla ayırmayı doğru bulmuyoruz. Ama ufak bir tespit yapmalıyız. Kürt halkı Abdullah Öcalan’ın barışı istediğini biliyor. Onun sesini geçmişten beri dinliyor. Ama Türk halkına bu sesin ulaşmaması isteniyor. Neden? 99’dan beri İmralı Adasında tutuluyor. Bugüne kadar tek bir savaş, çatışma mesajı vermedi. 
 
Bu tecrit aynı zamanda çözümün önünü kesmek amacıyla yapılıyor
 
Her zaman verdiği mesajlarda çözüm, barış ve diyalog mesajları verdi. Türkiye toplumunun önemli bir bölümü bunu bilmiyor. Çünkü televizyonlarda, basın yayın organlarında başka bir resim gösteriliyor. Savaşı tırmandırmak için başka bir resim veriliyor. Hatta en son 2019’da avukatları ile yaptığı görüşmede bir hafta verilirse sorunu çözerim dedi. Bu tecridi aynı zamanda çözümün önünü kesmek amacıyla yapılıyor.  Barışı ve çözümü diyalogu toplumun, sivil toplumun, demokrasi güçlerinin gündeminden çıkarma telaşıdır bu. Sınır ötesi operasyonlar da tecrit de buna hizmet ediyor. Bu bir unutturma politikasıdır ve demokrasiye kurulan tecrittir. İstediklerini yapsınlar ne Abdullah Öcalan unutulur ne onun barış mesajları unutulur ne de bu ülkede Kürt sorununun varlığı unutulur. Çünkü her gün her dakika her saniye bu politikalar bunun üzerine şekilleniyor. Bu politikalarla halkı karşı karşıya getiremediler. 
 
Kürtlerin istedikleri şey eşit ve özgür şartlarda yaşamak 
 
Bugün İkizdere’de halkla beraber doğa için direniş içindeyiz. Bugün Çukurova’da tarım için gene birlikte kol kola mücadele ediyoruz. Yine Diyarbakır'da var olan hukuksuzluklara karşı mücadele ediyoruz. Tecrit, Kürt sorunu, sınır ötesi operasyonlar, savaş politikası aslında Türkiye’yi tam olarak tıkatma, demokrasinin ve tartışmanın önünü kapatma amaçlıdır. Ama biz HDP olarak bu ezberlere dur demek istiyoruz. Her fırsatta da söyleyeceğiz. Kürtlerin bu ülkede kendileri için istedikleri tek şey Türkiye halkları ile eşit ve özgür şartlarda birlikte yaşamaktır. Bunun yolu da demokratik siyasettedir, müzakerede ve diyalogdadır. Aksi halde acı çekmeye devam edeceğiz.
 
Sorun Türkiye'nin içindedir 
 
Bu iktidar işine geldiğinde kendi siyasi ajandasına uygun zamanlarda görüşme yaptırıp sonra yasaklamakla 'hukuksuzluğu yapıyorum, işkenceye devam ediyorum, benim siyasi geleceğim buna bağlıdır' demeye devam ediyor. Bize de düşen de tecridi kaldırın sınır ötesi operasyonlar ile bunlar çözülmez demektir.  Çözüm Türkiye’nin içindedir sınır ötesinde değildir. Kuzey Doğu Suriye’de, Federe Kürdistan Bölge yönetimine ait topraklarda değildir. Sorun Türkiye’nin içindedir, Türkiye siyasetindedir. Tecride dair tutumunuzu da savaş politikanızı da sona erdirin demek istiyorum.