Pervin Buldan Kobanê Davası’na ilişkin konuştu: Çökmesine tanıklık edeceğiz

  • 14:12 27 Nisan 2021
  • Siyaset
 
ANKARA- Meclis grup toplantısında konuşan HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, 6-8 Ekim Kobanê olaylarında İmralı heyeti olarak, 48 saat boyunca dönemin İçişleri Bakanı ile görüştüklerini ve İçişleri Bakanın kendilerine “Güvenlik güçleri içinde kontrol edemediğimiz gruplar var” dediğini aktardı. Pervin ayrıca dün görülen Kobanê davasına ilişkin de, “Bu dava düşürülemeyen Kobanî’nin intikamını almaya yönelik bir vekalet davasıdır. Eninde sonunda da bu davanın çökeceğine hepimiz tanıklık edeceğiz” dedi. 
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Mülteci ölümlerine neden olanlar mutlaka yargılanmalıdır’ 
 
Geçen hafta Akdeniz’de batan mülteci botunda yaşamını yitiren 130 mülteciyi anarak konuşmasına başlayan Pervin, mülteci ölümlerini katliam olarak değerlendirdi. Pervin, “İnsanlık krizinin bize bir kez daha gösterdiği gibi ‘sınırlar yeryüzüne açılmış yaralardır’ ve bu yara uzun zamandır çok ağır kanamaktadır. Buradan bir kez daha bunca canın ölümüne sessiz kalan devletlere ve uluslararası kamuoyuna seslenmek istiyorum: Denizlerde ve karada mülteciler için güvenli geçiş yolları acilen açılmalı ve iltica hakkı tanınmalıdır! Mülteci ölümlerine neden olanlar mutlaka yargılanmalıdır! Mültecilere insani yaşam koşulları yaratılmalı ve ayrımsız şekilde tüm mültecilere; göçmen, sığınmacı, misafir gibi güvencesiz tanımlar değil, evrensel hukuk gereğince mülteci hakları tanınmalıdır.  Bir kez daha yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet diliyorum” dedi.   
 
‘Kobanê davası siyasi kumpastır’
 
Kobanê Davası’na ilişkin değerlendirmelerde bulunan Pervin, davanın Türkiye tarihinin en büyük siyasi kumpas davası olduğunu söyledi. Pervin, “Buradan, duruşmaya katılarak destek ve dayanışmasını sunan herkese, demokratik kitle örgütlerine, siyasi partilere, Avrupa’dan gelen heyetlere, dayanışma mesajı gönderen uluslararası topluma ve basın emekçilerine teşekkür ediyor, selamlarımı iletiyorum. Dünkü duruşmanın kendisi de gün boyu hukuksuzluklarla doluydu. Adliye önündeki açıklamamızı ve basının çekim yapmasını yığdıkları polis ordusuyla engellemeye çalıştılar.  Duruşma başlangıcında 100’e yakın avukat pandemi ve güvenlik gerekçesiyle içeri alınmazken, salonun yarısı polislerle dolduruldu. İçeriye girebilen avukatların itirazı dikkate alınmadığı gibi tutanağa da geçirilmedi. Mahkeme heyeti tutuklu yargılanan arkadaşlarımıza söz hakkı vermedi, avukatsız kimlik tespiti yapmaya çalıştı” şeklinde konuştu.
 
Pervin’in konuşmasının satır başları şöyle:  
 
Heyet, yalanlarla dolu 3 bin 530 sayfalık iddianamenin 28 sayfalık yalanlar bölümünü okuyarak iddianamenin okunması işlemini güya tamamlamış oldu. Bütün yalanları okumaya galiba onlar da gerek duymadı. Özetle dün tam bir hukuksuzluk hâkimdi salonun içinde ve dışında. Yalanlarla açılan dava, hukuksuzlukla başladı. Taraflı olduğunu saklamayan mahkeme heyetinin tavrı tam bir suçluluk psikolojisini ve gerçeklerin açığa çıkmasından duyulan korkuyu bizlere bir kez daha gösterdi.  
 
HDP bu davada hesap veren değil hesap soran olacak 
 
Sanık sandalyesinde olan HDP değildir. Asıl bu kumpasın sahipleri sanık sandalyesindedir dedik ve öyle olmaya da devam edecektir. HDP, bu kumpas davasında yargılanan değil, yargılayan olacaktır. HDP, bu davada hesap veren değil, hesap soran olacaktır. Arkadaşlarımız duruşma süresince tüm gerçekleri bütün boyutlarıyla ortaya koyacaktır. ‘Karşı hamlemizi yapar işi bitiririz’ diyen zihniyetin hamleleri, kumpasları bu duruşmalarda partimizin güçlü ve kararlı duruşuyla, hakikatin gücüyle bir bir boşa çıkarılacaktır. Herkes de buna bir kez daha tanıklık edecektir. 
 
7 Haziran’ın 31 Mart’ın intikam davasıdır 
 
Evet, bu hukuki değil; siyasi bir davadır. Başından beri bunu söylüyoruz, bu siyasi davanın sonuçları Türkiye kamuoyuyla paylaşılacaktır. Bu dava, yargının değil, Saray’ın bizzat savcısı ve hakimi olduğu, hükmün önceden verildiği bir AKP davasıdır. Partimizin siyasetteki değişim gücünü kırmaya yönelik, demokratik siyaseti yasaklama davasıdır. Bu dava, 7 Haziran’ın, 31 Mart’ın intikam davasıdır. Bu dava, siyasal ve toplumsal muhalefeti susturma, halklar arası dayanışmayı kırma davasıdır. Bu dava, Türkiye halklarının ortak geleceğine ve birlikte yaşam iradesine karşı kurulan bir komplo davasıdır. Düşürülemeyen Kobanî’nin intikamını almaya yönelik bir vekalet davasıdır. Bu dava, protestolarda ölümlere neden olan paramiliter güçleri kollama ve aklama davasıdır. Bu, büyük yolsuzlukların, çürümenin yaşandığı bir süreçte iktidarın kendisini ayakta tutma davasıdır. Aynı kapatma davasında olduğu gibi bu dava da temelsizdir ve çökmeye mahkumdur. Eninde sonunda da bu davanın çökeceğine hepimiz tanıklık edeceğiz.  
 
Demokratik talepler kanla bastırılmaya çalışıldı
 
O süreçte neler yaşandığını bütün kamuoyu yakinen bilmektedir. Ama bir kez daha kayıtlara geçirmek için buradan tane tane anlatacağız. DAİŞ, 7 yıl önce Şengal’deki Ezidi soykırımından sonra Kobanî’ye saldırı başlattı ve büyük bir soykırım planladı. 2014 Eylül’ü itibariyle bütün dünya Kobanî için ayaktaydı. Türkiye’de de demokratik, barışçıl protestolar çok daha önce başlamıştı. Tek talep vardı, bu talep Kobani’ye insani yardım koridorunun açılması ve DAİŞ katliamının durdurulmasıydı. Provokasyonun başlangıcı; bunun altını önemli çiziyorum, dönemin Başbakanı Erdoğan’ın, 7 Ekim’de Antep’te müjde verircesine yapmış olduğu ‘Kobanî düştü düşüyor’  açıklaması olmuştur. Aynı gün, Muş Varto’da protestolar esnasında polisin Hakan Buksur adlı genci vurarak öldürmesi, provokasyonları büyütmüştür. Paramiliter güçler organizeli bir biçimde sokaklara salınmış ve halkın demokratik tepkileri kanla bastırılmaya çalışılmıştır. Bir kez daha hayatını kaybedenleri saygıyla, rahmetle anıyor, ailelerine başsağlığı diliyorum.  
 
Tek bir soruşturma yok 
 
O süreçte heyetimiz bu provokasyonların durdurulması için İçişleri Bakanlığında 48 saat boyunca görüşme yürütmüştür. Biz İmralı Heyeti olarak 48 saat boyunca Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken ve ben 48 saat mesai harcadık. O dönem İçişleri Bakanı bizzat bizim heyetimize, ‘Güvenlik güçleri içinde kontrol edemediğimiz gruplar var’ demiştir. Aradan 7 yıl geçmesine rağmen o ‘kontrol edilemeyen güçlerle’  ilgili açılan tek bir soruşturma yoktur.  Sormak istiyoruz; o güçler neden yargı önüne çıkarılmadı? Neden hala korunmakta ve kollanmaktalar? O dönem görev yapan vali, kaymakam ve emniyet müdürünün kaçı 15 Temmuz’da yer almıştır? Kaçı halen görevdedir? Kobanî katliamlarının siyasi ayağının ortaya çıkmasından mı korkulmaktadır? İşte bu soruları bir kez daha sizlerin huzurunda AKP’li yetkililere ve dönemin başbakanı, bugünün cumhurbaşkanına bir kez daha sormak istiyoruz.  
 
DAİŞ zihniyeti ve destekçileri mutlaka yargılanacaktır 
 
Biz bu soruları sormaya devam edeceğiz ve gerçeğin peşini asla bırakmayacağız. Öyle bu işi HDP’nin üzerine yıkarız ve kurtuluruz hesabını yapanlar büyük yanılmaktadır. Kobanî gerçeklerinin üzerini karartamayacaklar. Biz cesaretle ve kararlılıkla şunu söylüyoruz: Bu davada hakikatin karşısında yalanlar yargılanacak ve tarih önünde mahkum olacaktır. Ortadoğu’yu ve Türkiye’yi karanlığa boğmak isteyen DAİŞ zihniyeti ve destekçileri mutlaka yargılanacaktır. Barış ve demokrasi içinde ortak geleceği hedefleyen halklara karanlığı dayatan zihniyet mutlaka yargılanacaktır.  
 
Kobani yalanlarının karşısında hakikat düşmeyecektir 
 
Ezîdî kadınları köle olarak kaçıran DAİŞ’in temsil ettiği kadın düşmanı, katliamcı erkeklik zihniyeti mutlaka yargılanacaktır. Çözüm masasını devirerek, halklara savaşın en ağır yıkımlarını yaşatan, savaş politikalarından ekonomik rant devşirerek zenginliğine zenginlik katan soyguncu zihniyet mutlaka yargılanacaktır. Hukuku ortadan kaldıran, adalet duygusunu yok eden, yargıyı tasfiye ve kumpas politikalarının aracı haline getiren zihniyet yargılanacaktır. Toplumsal itirazları, demokratik protestoları dikkate alma, çözüm üretme yerine devletin gücüne dayanarak şiddet yöntemlerine sarılan demokrasi düşmanı zihniyet mutlaka yargılanacaktır. Demokratik siyaseti kurmaca yargı tezgahlarında yasaklamak isteyen darbeci zihniyet yargılanacaktır. Evet, DAİŞ karanlığının karşısında Kobanî nasıl düşmediyse, Kobanî yalanlarının karşısında da hakikat düşmeyecektir. Yalanlar kaybedecektir, hakikat mutlaka kazanacaktır. Değil yalanlarla dolu 3 bin 530 sayfa, 3 milyon sayfalık iddianame de yazsanız suçunuzu örtbas edemeyeceksiniz.  
 
Bir vurgun rejimi kurdular 
 
Kobanî kumpas davasının, HDP’ye ve muhalefete yönelik yargı kuşatmasının amacını bizler çok iyi biliyoruz. Yolsuzluk ve vurgun rejimini ayakta tutmak ve sürdürmektir amaç. Cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzlukları, hırsızlıkları, vurgunları AKP-MHP iktidarında yaşanmaktadır. Tekçi yönetimle birlikte bu ülkede aynı zamanda ‘yerli ve millilik’ adı altında bir vurgun rejimi kurdular, bunun farkındayız. Bu rejim, merkezden yerele varıncaya kadar her aşamada; yandaşa, akrabaya, eşe, dosta, partiliye para akıtan, iktidar zenginleşmesi yaratan büyük bir vurgun rejimdir. Biz sürekli söyledik; bunların yerli ve milli dedikleri, beka dedikleri şey aslında kendi koltuklarıdır, rant düzenleridir, doların yeşilidir, ballı ihalelerdir ve şatafattır dedik. Bunu söylemeye, bunları onların yüzüne vurmaya devam edeceğiz. Biz haklıyız. Söylediklerimiz her gün bir bir ortaya çıkmaktadır.  
 
Medya, siyaset, hırsızlık üçgeni kurmuşlar 
 
İşte, ayakkabı kutularından 128 milyar dolara, çiftlik bank dolandırıcılığından Reza Zarrab’a uzanan yerli ve milli vurgun düzeninin son ayağı kripto para vurguncularıdır. Kriptocu yandaşlar, 2 milyar dolar çalarak ortadan kayboldu. Ne tesadüftür ki bunların hepsinin AKP’lilerle çekilmiş pozları ortaya çıkmaktadır. Çünkü referansları bellidir. Herkes iyi biliyor ki iş birliği yapmadan, birlikte fotoğraf vermeden, ak-referans almadan hiç kimse bu işlere giremez. Üstelik bu kripto vurguncularının şirketlerinin tanıtım ve reklamının da yine iktidarın televizyon kanallarında yapıldığı ortaya çıktı. Adeta medya-siyaset-hırsızlık üçgeni kurmuşlar.  
 
Yerli ve milli 5’li vurgun  
 
Bakın! Pandemi sürecinde halk yerine yandaş elektrik şirketlerine 3 milyar TL destek açtılar. Bunun faturası ise halka yansıyacaktır. Bu da bir başka yerli ve milli vurgundur. Belediyelerimize kumpaslarla kayyım atayanların belediyeleri halka hizmet değil, insan kaçakçılığı yapıyor. Kayyım belediyelerine bakıyorsunuz, yolsuzluklarla iç içeler. Bunlar da merkezi vurgunların yerel ayağıdır. En son Ticaret Bakanının vurgunu ortaya çıktı. Görevden alındı ama hakkında açılan tek bir soruşturma yok. Bu soygun düzenine uygun, yerli ve milli bir yargı düzeni yaratıldığı için konuyu soruşturacak yargı kalmamıştır. 5 yandaş şirketleri yerli ve milli vurgunun bir diğer ayağıdır. Bunlara şimdiye kadar 200 milyar dolar aktardılar, defalarca vergi borçlarını sıfırladılar. Bu da yerli ve milli 5’li vurgundur. Ama sokaktaki beş parasız bir kağıt toplayıcısına 5 bin lira pandemi cezasını kesmeyi çok iyi biliyorlar. Hep söyledik, bir kez daha söylüyoruz; bunlar vicdansızdır, bunlar hırsızdır, bunlar ahlaksızdır. 
 
İnsanlar taş mı yiyecek? 
 
İktidar, yaklaşık 3 haftalık yine güvenceden ve destekten yoksun bir kapanma kararı aldı. İşçiye, emekçiye, çiftçiye, esnafa, günlük çalışanlara, ev kadınlarına, hizmet sektörüne yine desteğin olmadığı 3 haftalık bir kapanma kararı. İnsanları evlerinde açlığa mahkûm eden bu vicdansız iktidara soruyorum: İnsanlar taş mı yiyecek? Tencerelerde taş mı kaynayacak? Sizde vicdan kalmadı mı? İnsanda biraz vicdan, biraz ahlak, biraz sorumluluk hissi olur. Bunların hiçbiri bu iktidarda yok. Sizler saraylarınızın o pencerelerden bakarken bunları görmüyor olabilirsiniz ama halk kan ağlıyor. İnsanların bayramını zehir ettiniz. Kapanma da olsa insanlar bayramı bayram tadında kutlayabilmek için telefonla mesajla ulaşmak ister. Ama ülkeyi öyle bir hale getirdiniz ki insanlar telefonla bile bayram kutlamayacak. Esnaf bayram hazırlığı yapmıştı şimdi kepengini kapatma hazırlığı yapıyor. 
 
Parlamentoya çağrı: Kanun teklifimizi kabul edin  
 
Buradan parlamentoya çağrı yapıyorum; toplumun her kesimine destek öngören kanun teklifimizi kabul edin. Tüm işsizlere 3 ay boyunca 3 bin doğrudan gelir desteği sağlayalım. Sarayın 3 haftalık şatafatını, israfını kesseler, işsizlik fonunu yandaşlar için değil işçiler için kullansalar, inanın ki halkın günlük yaşamını idame ettireceği kaynak fazlasıyla yaratılmış olur. Ama bu iktidarın vicdanı kurumuştur. Buradan parlamentoya çağrı yapıyorum. Meclis’e verdiğimiz önemli bir kanun teklifi var. Pandemide toplumun her kesimine destek öngörüyor. Bu kanun teklifini yasalaştırarak tüm işsizlere, Nisan, Mayıs, Haziran aylarında 3 bin doğrudan gelir desteği sağlayalım, en düşük emekli maaşını 3 bine yükseltelim. Kısa Çalışma Ödeneği süresini 31 Aralık 2021 tarihine kadar uzatalım. 
 
Güvencesiz kapanmaya hayır
 
Çiftçilerin, Ziraat Bankası ve Tarım Kredi Kooperatiflerine olan 50 bin TL'ye kadar borçlarını silelim. Faaliyetleri durdurulan ve kısıtlanan esnafa, salgın süresince, aylık 5 bin TL doğrudan gelir desteği sağlayalım. Son bir yılda KOD-29 gerekçe gösterilerek işine son verilen çalışanları işlerine geri döndürelim. Buna bağlı olarak, kira ödemelerinin, kredi kartı borçlarının 30 Haziran’a kadar ertelenmesini sağlayalım. Elektrik, su, gaz, telefon ve interneti ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz hale getirelim. Gelin Meclis’i 3 gün fazla çalıştıralım ve bu yasayı geçirelim. Tüm partilere çağrımdır, gelin bu zor günlerinde yoksulların, işçinin, emekçinin, esnafın, kadınların yanında olalım, destek sunalım. Daha önce de yaptık bu çağrıyı ama bugün artık esnaf çiftçi kadın kan ağlıyor. Gelin bu zor günlerinde yoksulların, işçinin, çiftçinin kadının yanında olalım. Güvencesiz kapanmaya hayır, güvenceli yaşam hemen şimdi diyelim. 
 
Bu rejimin adı milli vurgun ve soygun düzenidir 
 
İnsanlar pandemide işsizlik ve yoksullukla boğuşurken, borç batağına sürüklenirken, intihar ederken, iktidar ve yandaşları zenginlik içinde yüzüyorsa, yandaşlar trilyonluk araçlarla poz veriyorsa, Saray’a 52 trilyonluk araç alınıyorsa, halkın üzerine ise soğan ve patates atılıyorsa bu rejimin adı ‘yerli ve milli vurgun ve soygun düzenidir. Adeta Cumhurbaşkanlığı Şirket Sistemi kurmuşlar ve ülkeyi şirket yönetir gibi yönetiyorlar.  Ortaya çıkan vurgunlar da buzdağının sadece görünen yüzüdür. Daha neler ortaya çıkacak. Bekleyin ve görün. Hep beraber tanıklık edeceğiz! Bunların gerçek yüzünü herkese anlatalım. Bu bizim görevimiz olsun. Çünkü artık tuz kokmuştur. Kefen parası, dar gün akçesi olan 128 milyar doların eritilip buharlaştırılması vurgunların en büyüğüdür. 128 tane yalan uyduruyorlar. Tane tane 128 yalan ifade ediyorlar ama açıklayamıyorlar. 128 milyar dolarlık rezervin eritilmesi sürecinin Ağustos 2018’de başladığı bilinmektedir. Bunu biliyoruz. Bu rezervin önemli bir bölümünün 31 Mart yerel seçimlerinde kullandığı da artık sır değildir. 
   
Merkez Bankası Başkanı birkaç gün önce yeni bir itirafta bulundu. Şöyle dedi: ‘O SİHA’lar, İHA’lar parasız uçmuyor. O askerler bedava oraya gitmiyor.’ Bu sözler, rezervlerin aynı zamanda Suriye savaşında harcandığının, ÖSO çetelerine maaş olarak ödendiğinin de bir başka itirafıdır. AKP Genel Başkanı “Bir merminin fiyatı kaç lira” diye sorarken, işte rezervlerin nerelerde nasıl heba edildiğinin de en güzel itirafıdır tüm bu sözler. 
 
Diyalog çağrısı  
 
Tam da bu noktada bildiğiniz üzere hafta sonu yine sınır ötesi bir operasyon başlatıldı. İktidar dış politikada ne zaman sıkışsa, savaş politikalarına sarılmaktadır. 1980’den bu yana yürütülen sınır ötesi operasyonlar Kürt sorununu çözmedi daha da derinleştirdi ve bunun maliyetini tüm Türkiye halkları ödedi. Tarihin gösterdiği üzere, sorunların çözümü çatışma politikalarından değil, diyalog ve müzakereden geçer. Diyalog çağrımızı buradan tekrarlıyor ve herkesi duyarlı olmaya davet ediyoruz. Yine Şengal’de Ezîdî halkına yeni acılar yaşatacak savaş politikalarından Irak Merkezi Hükümetini uzak durmaya çağırıyoruz. Aynı şekilde son günlerde Qamişlo’da halkın huzurunu bozmaya yönelik girişimlerin yaşanması, Suriye ve Ortadoğu barışına hizmet etmemektedir. Bundan uzak durulmalıdır. Biz tüm bu savaş ve çatışma politikalarının karşısında olmaya devam edeceğiz.  
  
Kaybolan sadece 128 milyar dolar değildir 
 
Savaş politikalarıyla ekonomik kriz arasında doğrudan bağlantı vardır. Halkın cebindekini eriten işte bu politikadır, bu savaş politikalarıdır. 128 milyar dolar konusu iktidarın yolsuzluklarıyla, hukuksuzluklarıyla, kayıt dışılığıyla, yarattığı kriz ve çürümeyle bir hesaplaşma sürecidir. Demokratik toplumun, demokratik muhalefetin vurguncularla bir hesaplaşmasıdır. Kaybolan sadece 128 milyar dolar değildir. Hukuk da kayıptır, adalet de kayıptır, denetim de, şeffaflık da kayıptır. İşte tek adam rejimi tam da budur. ‘Her istediğimi yaparım, hiçbir açıklama da yapmam, hesap da vermem’ sistemidir. O yüzden bu rakamları yasaklıyorlar. Pankartları da engelliyorlar.  
 
Kumpaslar onlarınsa hakikatler bizimdir  
 
AKP-MHP Saray iktidarı rakamlardan da artık korkar hale gelmiştir.  Haziran’ın 7’sinden, Haziran’ın 23’ünden be Mart’ın 31’inden çok korkuyorlar, Doların 128’inden, katledilen kadınların 88’inden ödleri kopuyor. Evet korksunlar. Kumpaslar onlarınsa hakikatler de bizimdir. Tarihler de bizimdir. O tarihlerde büyük başarılar elde ettik, etmeye devam edeceğiz. Bu ülkede yaşanan her yolsuzluğun, her vurgunun, her hukuksuzluğun, her adaletsizliğin hesabını sorma gücü bizimdir! Ve soracağız da. Bu iktidarın halktan götürdüğü her şeyi halka geri kazandırmanın sözünü ve mücadelesini veriyoruz. Sözümüzü mutlaka gerçekleştireceğiz. HDP, ezilen sömürülen emekçi halkların adalet iddiasıdır. Bu iddiayı toplumun her kesimiyle birlikte direnerek, birlikte mücadele ederek gerçeğe dönüştüreceğiz.  
 
Karadeniz halkının mücadelesi HDP’nin mücadelesidir 
 
Yandaşların orada kurmaya çalıştığı taş ocağına karşı günlerdir İkizdere halkı, köylüler kadınıyla, genciyle direnmektedir. Milletvekili arkadaşımız Sevgili Murat Çepni günlerdir, İkizdere halkının yanında onlarla birlikte mücadele etmektedir. Onurluca direnen İkizdere halkını buradan selamlıyor, kucak dolusu sevgilerimi iletiyorum. Murat Çepni’ye de özel teşekkür ediyorum. Yanlarındayız, yanlarında olmaya devam edeceğiz. Karadeniz halkının talana, soyguna, vurguna karşı mücadelesi HDP’nin de mücadelesidir. HDP mücadelesiyle, iddiasıyla, sözüyle Türkiye’nin her yerinde halkların sesi ve sözü olmaya devam edecektir.  
 
Bin 605 hasta tutsak ölüme terk edilmiş durumda  
 
Bu halka refah sağlamayı, barış getirmeyi değil de, İmralı’dan başlayıp tüm Türkiye halklarını karanlığa sürükleyen tecrit politikası bugün acil ve çözülmesi gereken başka bir sorun karşımızda durmaktadır. Kendi iç hukukunu, anayasasını, uluslararası sözleşmeleri yok sayan iktidar, ülkeyi tam bir hukuksuzluk çemberine almıştır. Bir yandan tecrit hukuksuzluğu, diğer yandan cezaevlerinde artan ihlaller nedeniyle cezaevleri bu ülkenin her gün, her saat kanayan bir yarası durumundadır. 604’ü ağır olmak üzere bin 605 hasta tutsak, ölüme terk edilmiş durumdadır. Geçen yıl 60 hasta tutuklu, hükümetin vurdumduymazlığı nedeniyle hayatını kaybetti. Geçen hafta Tarsus Cezaevi’nde bulunan kanser hastası 67 yaşındaki İsa Gültekin, zamanında tedavi edilmediği için yaşamını yitirdi.  Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine başsağlığı diliyorum.  
 
Tecrit hukuksuzluğuna son verilmelidir  
 
Cezaevleri artık ölüm haberlerinin geldiği tabutluğa dönüştürülmüş durumdadır. Çıplak arama uygulaması, sağlık hakkına erişim, işkence ve kötü muamele başta olmak üzere her gün yüzlerce hak ihlali yaşanmaktadır. Yine tahliyesi gelen hükümlülerin, özgürlükleri ayrımcı infaz yasasının hükümleri bahane edilerek engellenmektedir. Bu da son günlerde karşımıza çıkan en vahim durumlardan sadece bir tanesi. Cezaevleri eşi benzeri olmayan keyfilik ve hukuksuzlukların merkezi durumuna getirilmiştir. Binlerce tutuklu hem tecridin kaldırılması hem de hukuksuzlukların son bulması talebiyle 152 gündür açlık grevindedir. Talepleri adalettir, hukuktur. Buradan bir kez daha çağrı yapıyoruz: Tecrit hukuksuzluğuna derhal son verilmelidir. Cezaevlerindeki hukuksuzluklara, keyfi uygulamalara ve ihlallere bir an önce son verilmelidir. Adalet Bakanlığını, Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonunu bir kez daha göreve çağırıyoruz. Demokratik kamuoyunu da cezaevleri konusunda duyarlılığa çağırıyoruz. HDP olarak bu sürecin takipçisiyiz ve hukuksuzluklar son bulana kadar da mücadeleye devam edeceğiz! 
 
Bu yılın ilk üç ayında 88 kadın erkekler tarafından katledildi  
 
İstanbul Sözleşmesi’nin feshinden sonra bir ayda en az 29 kadın erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirdi, yüzlercesi şiddete maruz bırakıldı. Bu yılın ilk üç ayında 88 kadın erkekler tarafından katledildi. İl, ilçe binalarımıza asılan 88 kadının ismini içeren pankartları bile engellediler. Sokaklarda kadınlara şiddet uygulayan, kadınları katleden erkeklerin peşine düşmesi gereken iktidarın kurumları, pankart avcılığı yürütmektedir. Pankartları yasaklayarak erkek şiddetinin, kadın kıyımının üzerini örtemeyecekler. Kadınlar buna izin vermeyecek. Kadınlar İstanbul Sözleşmesinden çekilmedi ve bu Sözleşme uygulanana kadar da kadınlar bıkmadan usanmadan mücadeleye devam edecektir. Biz kadınlar, kadın düşmanlığını her gün teşhir etmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Bu ülkede kadınlara dayatılan yoksulluğa da her yerde karşı çıkmaya devam edeceğiz. Tıpkı İzmir’de, Aydın’da Roman kadınların, tekstil emekçisi kadınların, tarım işçisi kadınların, midye yaparak geçimini sağlamaya çalışan kadınların sesini duyurduğumuz gibi. Kadın Meclisinden arkadaşlarımız, başta sevgili Ayşe Acar olmak üzere heyetimiz Ege’deydi. Kadınların güvencesiz bir şekilde çalışmak zorunda bırakılmasına, ucuz işgücü olarak sömürülmesine, emeğinin yok sayılmasına karşı bir kez daha ‘Kadın yoksulluğuna hayır kadınlar için adalet’  diyoruz, demeye de devam edeceğiz.   
 
Sözleşme kadın düşmanlarına dert olsun  
 
EŞİK, Meclis’i sürekli izlemekte ve periyodik olarak Meclis’in kadın karnesini de raporlaştırmaktadır. Son olarak 7inci raporu yayınladılar ve iktidar blokunun kadının adını dahi anmaktan kaçındığını bir kez daha gösterdiler. Buradan EŞİK’i selamlıyorum ve çalışmalarının hepimiz için önemli ve yol gösterici olduğunu belirtmek istiyorum. Bir selam da Kadıköy Belediyesinde çalışan ve eşitlik talebi için mücadele eden DİSK’li kadınlara gönderiyorum. Kadıköy Belediyesi ile DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası arasında Toplu İş Sözleşmesi imzalandı ve kadınların zaferiyle sonuçlandı. İstanbul Sözleşmesinin esasları Toplu İş Sözleşmesine girmiş oldu. Bu bütün belediyelere, kamu ve özel sektördeki bütün kurumlara örnek olmalıdır. Tek adam, İstanbul Sözleşmesinden çekiledursun, kadınlar bu sözleşmeyi her yerde bir bir hayata geçirecektir. Bu da kadın düşmanlarına hem dert olsun hem de ders olsun. Yolunuz ve yolumuz açık olsun.”