Kayıp yakınları: Sesimizi yükseltiyoruz, adalet istiyoruz

  • 11:38 10 Ağustos 2024
  • Güncel
HABER MERKEZİ - Kaybedilenlerin akıbetini ortaya çıkarmak ve faillerin yargılanması için bir araya gelen kayıp yakınları, "Sesimizi yükseltiyoruz, adalet istiyoruz" diye seslendi. 
 
İnsan Hakları Derneği (İHD) ve kayıp yakınları, Amed, Gever ve Êlih'te gerçekleştirdikleri eylemlerde bu hafta da katledilen ve kaybedilen yakınlarının akibetlerini ve faillerini sordu. 
 
Amed
 
İHD Amed Şubesi ve kayıp yakınları, eylemlerinin 809’uncu haftasında Rezan (Bağlar) ilçesine bağlı Koşuyolu Parkı’nda bulunan İnsan Hakları Anıtı önünde bir araya geldi. Açıklamada yaşamını yitiren ve gözaltında kaybettirilenlerin resimleri taşındı. 
 
Bu haftaki eylemde Dîgor Katliamı'na dikkat çekildi. Basın açıklamasını İHD Amed Yönetim Kurulu üyesi Berfin Elçi okudu. 
 
Polisler mahkemede halkı suçladı  
 
Qers'in Dîgor ilçesinde 14 Ağustos 1993 tarihinde, koruculuk dayatması, gıda ambargosu, ev baskınlarını protesto etmek amacıyla 20'yi aşkın köyde binlerce kişinin Karaz (Kocaköy) köyünde bir araya gelerek Dîgor'a doğru yürüyüşe geçtiğini ve kitlenin Dîgor'a 2 kilometre kala özel harekât polisleri tarafından kesildiğini ve hiçbir uyarı yapılmadan kitlenin tarandığını söyleyen Berfin, “Yaylım ateşi sonucu 6'sı çocuk 17 kişi yaşamını yitirirken, 63 kişi ise yaralandı. Katliama sebep olan 8 özel harekât polisi hakkında, ‘Kasten öldürmek’ ve ‘Kasten öldürmeye teşebbüs etmek’ suçlarından açılan davada, sanık polislerin savunmalarında, kitle içinden roketatarla ve silahla ateş edildiği iddia edildi” dedi. 
 
Dosya AİHM’e taşındı
 
Katliam sonrası özel harekâtçıların kullandığı silahlara ait boş kovanların dışında roketatar ve silah izine rastlanmadığını kaydeden Berfin, “2006 yılında çıkan kararda, polisler hakkında, ‘meşru müdafaa’yaptıkları gerekçe gösterilerek, beraat kararı verildi. Yaşamını yitiren 7 kişinin ailesi ‘Yaşam Hakkının ihlali’, ‘Etkin soruşturma yürütülmemesi’ ve ‘Uzun Yargılama’ gerekçeleriyle davayı AİHM’e taşıdı. AİHM, Türkiye'yi maddi manevi tazminata mahkûm etti. Katliamda yaşamını yitiren ve yaralı olan diğer ailelerin dosyalarının AİHM’de ki yargılaması ise hala sürüyor" diye belirtti. 
 
Görgü tanığı katliamı anlattı
 
Berfin son olarak, katliamın görgü tanıklarından Kasım Çağdavul’un, KHK ile kapatılan Dicle Haber Ajansı'na (DİHA) 2015 yılında verdiği röportajı paylaştı: "Devlet sürekli köylerimizi basıp bizlerin korucu olmasını istiyordu. Devamlı devletten yana tavır takınmamızı istiyorlardı. 'PKK'ye yardım ederseniz hepiniz ölürsünüz' denilerek evlerimize baskın düzenliyordu. Bize yapılan zulme dayanamadığımız için yürüme kararı verdik. Köylerin ileri gelenleri bir araya geldi ve Dîgor'a yürümeye karar verdi. Binlerce kişi ile yürüyüşe geçtik. Dîgor'a 2 kilometre kalmıştı ki; devletin tankları yolumuzu kesti. Özel harekât timleri ise mevzilenmişti. Elimizden tek bir silah olmamasına rağmen bizimle tek kelime konuşulmadan çoluk, çocuk, kadın demeden bizi kurşun yağmuruna tuttular. Çoğumuzu yetim, öksüz bıraktılar. O gün bize yaşatılanları anlatmak için kelimeler yetmiyor. Acının tanımı yoktur. Üzerimize saatlerce silah çekirdekleri geçiyordu. O katliamdan şans eseri kurtuldum. Benim gibi şanslı olmayanlar da vardı. Ablamı, amcamın oğullarını ve kızlarını kaybettim. Aradan geçen 22 yıla rağmen o gün yaşanılanları unutulmuş değiliz. Bizler baskılara karşı çocuklarımız ve eşlerimizle birlikte katılmıştık. 3 kez oğlumu kurşun yağmurunda can havliyle unutup kaçtım. Her seferinde onu almaya gittiğimde önümdekilere denk gelen kurşunlarla sağ kurtuldum. Ölmemek, o acıyı yıllarca taşımaktan daha büyük bir acıdır. Katliamda onlarca kişi yaşamını yitirdi. Yaralılarımızı bile katliam alanından almamıza izin vermediler. Ablamın başında sarı, kırmızı ve yeşil renkli eşarp vardı. Özel harekât timleri Kürt renklerini hedef alarak başından vurdular. Kanlar içindeyken hastaneye kaldırmak istedik izin vermediler. Yerde yatan kardeşimi sivil bir aracızorla durdurarak hastaneye kaldırdık. Hastanede de yaralılarapolisler işkence ediyorlardı. Ablam da hastanede yaşamını yitirdi." 
 
Colemêrg 
 
İHD Colemêrg Şubesi ve kayıp yakınları, "Kayıplar bulunsun, failler yargılansın" şiarıyla eylemlerinin 135’inci haftasında Gever ilçesinde bulunan Sanat Sokağı’nda bir araya geldi.  Eylemde "Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” pankartı açılırken, katledilen ve kaybedilenlerin fotoğrafları taşındı. 
 
Bu haftaki eylemde, 1994 yılında Gever’e bağlı Doski Vadisi’nde hayvanlarını otlattığı esnada bölgede operasyona çıkan Bolu Tugayı askerleri tarafından gözaltına alınan ve akıbeti öğrenilmeyen Abdullah Kançi’nin akıbeti soruldu. Eyleme, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Gever ilçe örgütü yöneticileri, Barış Anneleri Meclisi üyeleri ve çok sayıda yurttaş destek verdi. Yapılan açıklamayı İHD Şube Eşbaşkanı Sibel Çapraz okudu.  
 
‘Bolu tugayı tarafından gözaltına alındı’
 
İnsanları gözaltına almaya yetkili kurumların polis ya da jandarma olduğunu hatırlatan Sibel, polis ya da jandarmanın, gözaltına aldığı kişinin yaşama hakkından, eşit ve adaletli bir yargı önünde yargılanmasından sorumlu olduğuna dikkat çekti. Gözaltına alınan kişilerin işkence ile katledilmesinin, “insanlığa karşı işlenmiş suç” kapsamında olduğunu söyleyen Sibel, “Her ne kadar Türkiye'de yargı erki ilgili soruna derman olma konusunda sınıfta kalmış olsa da hak savunucuları ne kadar zaman geçerse geçsin katledilenlerin akıbetini sormaya devam etmektedir. Gever’e bağlı Doski mıntıkasında çobanlığını yaptığı sürü ile patikalarda hayvanlarını otlatan Abdullah Kançi, 1994 yılında bölgede operasyona çıkan Bolu tugayı tarafından gözaltına alındı" ifadelerini kullandı.   
 
'Abdullah Kançi ağır işkence görmüş'
 
Abdullah’ı işkence edilmiş halde gören ve konuşan annesinin, oğlunun suçunun olmadığını, sadece çobanlık yaptığını dile getirse de herhangi bir sonuç alamadığını paylaşan Sibel, "Abdullah, annesine ‘beni öldürecekler lütfen yardım edin’ diye seslendi. Bölgeden uzaklaştırılan aile fertlerine Abdullah’ın Yeşiltaş Karakolu’ndan sonra ilçe jandarma karakoluna götürüleceği söylendi. İlçe jandarmaya giden ailelere çocuklarınız Diyarbakır'a götürüldü denildi. Abdullah Kançi ile gözaltına alınan başka bir çoban Yüksekova'da ağır işkence edilmiş halde serbest bırakılırken Abdullah’tan haber alınamadı. Diyarbakır’da çocukları için başvuru yapan aileye ‘oğlunuz gözaltına değil’ cevabı verildi. Aradan geçen zaman sonrasında Doski mıntıkasında bir erkek cesedi bulunduğu bahisle köylüler aileye haber verdi. Olay yerine giden aileler Abdullah Kançi’nin ağır işkence görmüş, ayakları kesilmiş ve vücudu yanıklar içinde olan bedeni ile karşılaştı” dedi.  
 
'Adalet istemekten vazgeçmeyeceğiz'
 
Abdullah’ın Bolu tugayı tarafından gözaltında alındığını ve ağır işkence ile katledildiğini kaydeden Sibel, “Ailenin Yüksekova Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapmış olduğu başvuru ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ gerekçesi ile kapatıldı. Tüm diğer başvurular reddedildi ve dosya sürüncemede bırakılarak kapatıldı. Abdullah Kançi’nin akıbeti faili meçhul bırakıldı. Biz insan hakları savunucuları Abdullah Kançi nin işkence ile katledilmesinin tam karşısında adalet arayan tarafta sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Abdullah Kançi ve tüm kayıplar için adalet istemekten asla vazgeçmeyeceğiz” ifadelerini kullandı.  
 
Eylem, hayatını kaybeden tüm faili meçhuller için yapılan oturma eyleminin ardından son buldu. 
 
Êlih
 
Êlih’te ise, İHD ve kayıp yakınları, eylemlerinin 645’inci haftasında Gülistan Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı önünde bir araya geldi. “Kayıplar bulunsun, failler yargılansın” pankartının açıldığı eyleme, insan hakları savunucularının yanı sıra Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Medeniyetler Beşiğinde Yakınlarını Kaybeden Ailelerle Yardımlaşma, Dayanışma, Birlik ve Kültür Derneği (MEBYA-DER) yöneticileri katıldı. 
 
Eylemde,15 Ağustos 1995 tarihinde Colemêrg'in Çelê (Çukurca) ilçesinde kaçırılan ve bir daha haber alınamayan Hacı Ahmet Er’in akıbeti soruldu. 
 
Hacı Ahmet’in kayıp hikayesini İHD üyesi avukat Sinan İslam Gegin okudu. Hacı Ahmet’in kaybedilme hikayesi şöyle: "Hacı Ahmet Er, Kurudere köyünde ikamet ediyordu. 15 Ağustos 1995 tarihinde köyde operasyon başlatan askerler ile PKK’liler arasında çatışma çıkar. Operasyonu yöneten askeri komutan, köylülerin köyü bir önce boşaltmalarını, aksi takdirde askerlere vur emrini vereceğini söyleyerek tehdit eder. Bir süre sonra da köy askerlerin baskınına uğrar. Hacı Ahmet Er’in oğlu Adnan, ev eşyalarını taşımak için komşu köy Kavşak’a (Blêcan) katır bulmak için gitmişti. Adnan’ın gittiği sırada, iki köy arasında silah sesleri duyulur. Silah seslerinin gelmesi üzerine ailesi Adnan için kaygılanmaya başlar.
 
Karakolda ağır işkence
 
Hacı Ahmet Er ve kardeşi Hacı Mirap Er, Adnan’ın peşinden Kavşak köyüne gider. Operasyona çıkan askerler, Er kardeşleri gözaltına alır ve Işıklı (Serêsêvê) Köyü karakoluna götürürler. Olaydan bir kaç gün sonra ağır işkencelere maruz kalan Hacı Mirap Er, köyü terk etmesi şartıyla askerler tarafından serbest bırakılır. Aile Hacı Mirap Er ile birlikte gözaltına alınan kardeşi Hacı Ahmet Er’in de serbest bırakılacağını düşünür. Ancak Hacı Ahmet Er’den bir daha haber alınmaz. Birkaç yıl sonra aile Hacı Ahmet Er’in akıbetinin ortaya çıkarılması için davacı olur, ancak bu girişimden her hangi bir sonuç alınamaz. Hacı Ahmet Er, 27 yıldır kayıp ve akıbeti hala bilinmiyor."
 
Açıklama, oturma eylemi ile son buldu.