
Gültan Kışanak ile ‘Kürt siyasetinin mor rengi’: Bu hepimizin hikayesi
- 09:08 17 Eylül 2018
- Güncel
DİYARBAKIR - 12 Eylül döneminden bu yana mücadele birikimlerini alıp gelen Gültan Kışanak, kadın siyasetçilerin deneyimlerini toplarken, editörleri de ortak alanda ve koğuşunda kalan yol arkadaşları oldu. Şimdi onlar da okuyucunun geri dönüşünü merak ediyor.
Yerine kayyım atanan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak, 1 buçuk yılı aşkın süredir tutuklu bulunduğu Kandıra 1 Nolu Cezaevi’nde “Kürt siyasetinin mor rengi” adlı kitabı kaleme aldı. Dipnot Yayınları etiketiyle 21 Eylül’de raflarda olacak kitaba, cezaevinde kalan siyasetçi kadınlar da yazılarıyla destek verdi. Gültan’ı kitap yazmaya ne itti, nasıl karar verdi, nelere değindi, yazdığı süreçlerde kimlerden destek aldı ve daha birçok bilinmeyeni bu söyleşi de bulabileceksiniz.
Gültan, Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi’nde tutsak bulunan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Jinha editörü Zehra Doğan’ın sorularını yanıtladı.
* 2016 yılından bu yana tutuklusunuz ne söylemek istersiniz?
Sadece ben değil, demokratik siyaset alanında, kadın özgürlüğü ve demokrasi için mücadele eden onlarca, yüzlerce kadın tutuklu var cezaevlerinde. Kadınların genel olarak hayatın her alanında özellikle de siyasette var olma mücadelesi, önemli bir aşamaya gelmişti. Önemli kazanımlar vardı. Kentlerimizde, yaşam alanlarımızda kadınlar görünür olmuş, yönetime katılma imkanı elde etmişti. Bu siyasi tutsaklığın nedeni halkın, özellikle de kadınların iradesini kabul etmemedir. 2016 yılında başlayan siyasi operasyonlarla bizleri rehin alarak, demokratik siyaseti sekteye uğratmak, toplumun ve kadınların iradesini kırmak istediler. Ortada ne hukuki bir dava ne de adil bir yargılama var. DBP Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ile davalarımızı birleştirdiler, her ikimizi de bir kez bile duruşmaya götürmediler. Kendi kendilerine, yargılama yapıyormuş gibi yaptılar. 9 duruşma geçti. Siyasi iktidarın mahkeme heyeti, önüne koyduğu kararı açıklamak için formaliteleri tamamlıyorlar sanki. Bu koşullarda yapılacak tek şey onuru korumak ve umudu büyütmekti. Ben de 2 yıl boyunca bunu yapmaya çalıştım.
* Hem siyasette hem de gazetecikte deneyiminiz var. Şimdi de yazarlık yönünüzü paylaşıyorsunuz. Sizi yazmaya iten ne oldu?
Yazılı tarihe baktığımızda kadınlar neredeyse yok gibi ya da erkeklerin yazdıklarında ve onların yazmak istedikleri kadar var. Bizim yakın tarihimize baktığımızda da inanılmaz bir emek, büyük bir mücadele ve önemli kazanımlar var ancak ‘bunun ne kadarını yazdık’ diye sorarsak, kadınlar açısından ne kadar büyük bir yazma ihtiyacıyla karşı karşıya olduğumuz görülüyor. Beni yazmaya iten ana etken buydu.
Birde buradaki kadın arkadaşlarla sohbetlerimizde, ne zaman kadınların yazması gerektiğini konuşsak, gazetecilik geçmişimden yola çıkarak ‘sen neden yazmıyorsun’ diye hep bana sitem ediyorlardı. Gelen birçok mektupta da Diyarbakır Cezaevi’ni yazmam konusunda epeyce ısrar vardı. Aradan geçen 38 yıla rağmen hala Kürt sorunu nedeniyle cezaevlerinde binlerce kadın varsa günümüzden yola çıkarak bir şeyler yazmanın önemli olduğunu düşündüm. Kadınların erkek egemen sistemle mücadelelerini konu alan bir kitap yazmak, yaşadığımız sürece de yanıt olacaktı.
* Yıllardır önemli bir mücadele deneyimi biriktiren kadınların hikayelerini bu boyutuyla hiç bu kadar yakından okumamıştık. Böyle bir fikir nasıl oluştu?
Kürt kadınların siyasi parti deneyimlerini ve kazanımlarını konu alan bir kitap yazmak istiyordum. Siyaset, erkek egemenliğinin kök saldığı bir alan. Nerelerden geçilerek bu günlere gelindi, erkek egemen bir dünyada kadınlar kendilerine nasıl yer açtı, toplumsal dönüşüm nasıl yaşandı? Bu sorulara yanıt olacak bir kitap olmalıydı. Cezaevinde olduğum için araştırma yapma, bilgi, belge toplama imkanım yoktu. Sadece kendi bilgilerime, kendi deneyim ve yorumlarıma dayanarak yazmak doğru olmayacaktı. Her bir kadının deneyimi bir hazine değerindeydi. O deneyimlerde müthiş bir enerji, direniş gücü vardı. Bu deneyimlerin paylaşılmasıyla, büyük bir sinerji açığa çıkacağını ve kadın özgürlük mücadelesine güç katacağını düşünerek, kadın arkadaşların bire bir yaşadıklarından yola çıkarak yazmak istedim. Kadınların emeği, mücadelesi, deneyimleri kazanımları görülsün, tarihe bir not düşülsün istedim. Siyasal alanda bugün elde ettiğimiz kazanımlarımızın arkasında binlerce kadının emeği ve ödediği ağır bedeller vardı. Her bir kadının emeğinin yeri ve yarattığı değerler tarif edilemezdi. O nedenle, öncelikle ‘kitabı kimlerin deneyimlerinden yola çıkarak yazayım?’ sorusuna yanıt aradım.
Dışarıda bu deneyimi anlatabilecek yüzlerce kadın arkadaşımız vardı ama ben cezaevindeyim diye onların anılarının da tutsaklıkla tanışmasını istemedim. Kadın iradesinin tutsak edilmeyeceği mesajını da vereceğini düşünerek, kitabı bu süreçte cezaevinde olan kadın milletvekili ve belediye eşbaşkanlarının deneyimleri üzerinden yazmaya karar verdim. Kocaeli F Tipi Cezaevi’nde, milletvekilliği ve belediye eşbaşkanlığı yapmış 9 kadındık. DTP, BDP, HDP, DBP ve DTK’de eş genel başkanlık yapmış, 90’dan beri siyasi çalışmalarında yer almış kadınlar olarak aynı cezaevindeydik. Farklı cezaevlerinde belediye eş başkanları vardı. ‘Mektupla röportaj yapabilir ve hepimizin deneyimlerini bir kitapta toplayabilirim’ dedim. Buradaki arkadaşlarla bu fikrimi paylaştığımda, hemen herkesi bir heyecan dalgası sardı ve bir an çalışmaya başlamam için sürekli motive ettiler.
* Kitabı, tutsak eşbaşkanlarla mektup üzeri yaptığınız görüşmelerle yazdınız. Bu süreci anlatır mısınız?
Farklı cezaevlerindeki kadın arkadaşların adreslerini bulmak epeyce zamanımı aldı. Adres bulmak neredeyse 2-3 ay sürdü. Bu arada kitabın kapsamını, amacını anlatan, röportaj sorularının yer aldığı uzunca bir mektup hazırladım. Bu mektubu çoğaltarak, adresini bulabildiğim kadın arkadaşlara göndermeye başladım. Sanırım yoğun olarak kalem kullanmanın bir sonucu, tam da bu süreçte sağ el bileğimde inanılmaz bir ağrı başladı. Doktor sağ elimi bir süre kullanmamam gerektiğini söyledi. Günde ancak bir iki sayfa yazabiliyordum. Hemen kadın dayanışması devreye girdi, mektupların büyük bir kısmını, birlikte kaldığımız Edibe (Dersim bir önceki dönem belediye başkanı ve Dersim Milletvekili) yazdı. Bir taraftan da acele ediyoruz. Cezaevidir belli olmaz, her an bir aksilik çıkabilir. Bir an önce mektuplar gidip, cevaplar gelsin istiyorum. İlk postada gönderdiğim mektupların yarıdan fazlası geri geldi. Kimisinin adresi yanlıştı, kimisi tahliye olmuş, kimisi başka cezaevine sürgün edilmiş vs. Eline mektup ulaşan arkadaşlarla yazışarak, epeyce adresi düzelttim.
Ara ara ‘tahliye olursunuz röportajınız kalır’ ya da ‘herkes yazdı bir sen kaldın’ diyen mektuplarla arkadaşları epeyce sıkıştırarak, soruların yanıtlarını taksit taksit de olsa aldım. Ama haklarını teslim etmek gerekir. Sincan’daki kadın arkadaşlar cevapları hemen gönderdiler. Cevaplar geliyordu ama bu kez de kış bastırdı. Koğuş çok soğuk, geceleri çalışmak çok zor, gündüz yemekti, temizlikti, avukat görüşüydü derken yoğunlaşmak kolay olmuyor. Bazı arkadaşlardan istediğim ek bilgiler gecikti. Bazı arkadaşların mektuplarını cezaevi “sakıncalı” bularak el koydu. Nurhayat ve Edibe ile aynı koğuşta kalıyorduk. Onların röportajlarını yüz yüze yapma fırsatım oldu. Her iki arkadaş da 90’lardan itibaren bütün sürecin içinde yer almıştı. Konuştukça daha fazla ayrıntı hatırlamaya başladık. Bu iki röportajı yaptıktan sonra, kitap daha heyecan verici bir hal aldı. Bütün kış, her iki oda arkadaşım da benden ve kitaptan epeyce çektiler. Gece çok geç vakitlere kadar odada ışık hep açıktı. Her aklıma takılan konuda hemen onlara başvurdum.
Ortak alanda bir araya gelince Sebahat başkanla ve diğer arkadaşlarla hep kitabı konuştuk. Önüme bir hedef koymuştum, kitabın 8 Mart’ta yayınlanmasını istiyordum. Yoğun bir çalışmayla kitabı epeyce toparladım, fakat bazı aksilikler nedeniyle mümkün olmadı. Editör olarak Hülya Osmanağaoğlu ile sürekli haberleştik, birçok konuda önerileri ve katkıları oldu. Yazıları dışarıya parça parça gönderdiğim için yer yer kopukluklar ve karışıklıklar olmuştu. Yazıların toplu halde bana gelmesi ve son halini vermek epeyce zaman aldı. Kitap kapağının da bir hikayesi olsun istedim. O nedenle Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu olan Zehra Doğan’a bir mektup yazarak, kapak resmi yapıp yapamayacağını sordum. Bir taraftan da 8 Mart’a yetiştirme telaşı vardı.
Zehra’yla fazla çalışma zamanı kalmamıştı. Cezaevi, resim malzemeleri ve boyaların içeri alınmasına izin vermiyormuş. Kitap 8 Mart’a yetişmeyince bir mektup daha yazdım, bu defa Zehra’ya iletişim cezası verildiği için yazdığım mektuplar kendisine çok geç ulaştı, belki de ulaşmadı vs. derken sağlıklı bir iletişim kuramadık. Zehra’dan son olarak elime ulaşan resim de baskıya yetişmedi. Velhasıl, toplamında epeyce meşakkatli bir süreç oldu. Ama kitabı elimize alınca bütün zorlukları unutacağımızı umuyorum.
* Önemli bir kentin Diyarbakır’ın belediye eşbaşkanısınız. Yerel yönetimlerde kadın deneyiminizin başlangıcı ve gelişimi nasıl bir seyir izledi?
Bu kitapta 22 kadının hikayesi var. Benim hikayem de bunlardan sadece biri. Arkadaşlarla yaptığım röportajları, anlatıya çevirirken mümkün olduğu kadar tekrar olmamasına ve her arkadaşın yazısında farklı deneyimlerin yer almasına dikkat ettim, kısaltmaları, düzenlemeleri buna göre yaptım. Aynı süreçlerden geldiğimiz için birçok konuda benzer deneyimler yaşamıştık. Arkadaşların yazılarını bitirdikten sonra kendi yazımı hazırladım. Mümkün olduğu kadar diğer arkadaşların yazılarında yer almayan farklı süreçlere ilişkin deneyimlerimizi yazmaya çalıştım. Deneyimlerimizi ayrıntılı olarak kitaptan okuyacağınız için burada tekrarlamaya gerek yok sanırım.
* 1970’lerde meclis üyeliğiyle başlayan ve bugün eşbaşkanlıkla devam eden bu kazanımın kadınlarda yarattığı değişimler nelerdir?
Aslında dünya tarihine baktığımızda son 150 yılda kadınların kamusal ve siyasal alana dahil olabilmek için verdikleri olağanüstü mücadeleyi görürüz. Kürt kadınları açısından son 30 yılda yaşananlar, kadın tarihinin 150 yıllık mücadelesinin yoğunlaştırılmış hali gibidir. Bir de tarihsel deneyimlerden ders çıkarma şansımız vardı. Her toplumsal mücadele döneminde kadınlar yoğun olarak bu mücadelelerde yerlerini almışlar, aşamalı olarak önemli kazanımlar da elde etmişler fakat genellikle, daha sonra mutfağa geri dönmüşler. Bu kadın özgürlük mücadelesinin travması. Yıllarca bize de hep sordular, ‘Kürt sorunu çözülünce, kadınlar mutfağa geri mi dönecek?’ ya da ‘Kürt sorunu çözülünce, kadın sorunu da çözülür, siz şimdi ne diye bu kadar kadınların özgürlük mücadelesini, genel mücadelenin önüne koyuyorsunuz’ diyenler de yok değildi. Bence Kürt kadınlarının en önemli kazanımı, kadın özgürlüğünü ‘sonraya’ erteleme yaklaşımlarını elinin tersiyle itmesi, adım adım özgürlüğünü inşa etmek için günlük anlık mücadele içinde olması. Bu kadın kazanımlarının kurumsallaşması, toplumsal dönüşüm ve mutfağa dönmeme garantisidir. Kadınların siyasallaşması ve geleceğe yön verme mücadelesinin en güçlü dinamiklerinden biri olarak kendisini örgütlemesi de büyük bir kazanımdır. Tarih yazımından sosyal bilimlere, ekolojiden ekonomiye; kültür sanattan felsefeye kadar her alanda kadın eksenli alternatif arayışı kadın kazanımlarının asla geri alınamayacağının göstergesidir.
* Siyasal alana dönük (özellikle yerel yönetimlere) bir saldırı söz konusu. Şu ana kadar elde edilmiş deneyimlerle bundan sonra ne yapılabilinir?
Çözüm süreçleri için söylenmiş ‘pedal çevirmeyi bırakırsan devrilir’ diye bir söz var ya bence bu söz kadın özgürlük mücadelesi için de geçerli. Pedal çevirmeyi bıraktığımız an bütün kazanımlarımız elimizden gidebilir. Ben bunu biraz da makarayla kuyudan su çekmeye benzetiyorum. Kadınlar olarak o suya yani özgürlüğe çok ihtiyacımız var, bizim için yaşamsal bir konu. Özgürlük olmadan kadın yaşayamaz. Kovayı kuyunun içine salıyorsun, suyu dolduruyorsun, yukarı çekmeye başlıyorsun; tam kuyunun ağzına bile gelse eline alıp kovayı tutmazsan bütün emeğin boşa gider, makara çok hızla boşalmaya başlar ve kova kuyunun duvarlarına çarpa çarpa yeniden ta kuyunun dibine kadar iner. Belki kova henüz kuyunun ağzına gelmedi ama yarıyı da geçti, dolabı çevirmeyi bırakırsak, bütün emeğimiz boşa gidecek ve kova hızla yeniden kuyunun dibini boylayacak. Bütün gücümüzü bu özgürlük yürüyüşünü tamamlamak için harcamalıyız. Ve kadınların bunu başaracağına inanıyorum.
* Sizinle yazarlık yönünüzle buluşacak olan okuyucularınıza ne söylemek istersiniz?
Yazarlık çok iddialı bir tanımlama. Kendimi bu noktada görmüyorum. Bu kitap da zaten bir anlamda kolektif bir yazarlık denemesiydi. Benim gazetecilik deneyimimin vermiş olduğu bir cesaretle, kadın arkadaşların katkıları birleşince bu kitap ortaya çıktı. Tabi hepimizde, ‘devamı gelmeli’ duygusu yaratmadı değil. Şimdi sıra diğer arkadaşlarımızda. Bu ara hepimiz Virginia Woolf’un ‘Kendine Ait Bir Oda’ kitabını yeniden okuduk. Birbirimizi yazmaya teşvik eden, yeni ürünler ortaya çıkaracağımıza inanıyorum. Birde kitap çıkınca nasıl karşılanacak, ne gibi tepkiler alacak hepimiz çok merak ediyoruz. Okuyucularımızdan beğenilerini, eleştirilerini, duygularını mümkünse bizimle de paylaşmalarını istiyoruz. Belki bizim yerimize kitap üzerine söyleşiler düzenleyebilirler. Kitapta 22 kadının deneyimi yer aldı ama aslında bu bizim hepimizin, kadınların hikayesi. Kitapta yer alan her hikayede, kadınların kendilerini göreceğini umut ediyorum.