Kayyuş Çalıkman Gavrilof: 6-7 Eylül’ün bir daha yaşanmayacağının garantisi yok

  • 09:03 6 Eylül 2018
  • Güncel
Safiye Alagaş
 
İSTANBUL - Türkiye’de yaşanan hiçbir katliamla yüzleşilmediği gibi 6-7 Eylül olaylarıyla da yüzleşilmediğini belirten Ermeni halkından Kayyuş Çalıkman Gavrilof, “Burada hep bıçak sırtında yaşıyoruz. Kendi kimliğinde yaşamak istiyorsan işin zor.  Ekonominin gidişatı biz azınlıkları korkutuyor. Aynı olayların yaşanmayacağının garantisi yok” dedi. 
 
6-7 Eylül 1955 özellikle İstanbul Beyoğlu ve Büyükada’da yaşayan azınlık statüsündeki Rum, Ermeni ve Yahudi yurttaşlara karşı girişilen ve 9 saat süren yağma hareketlerinin, öldürme girişimlerinin yapıldığı tarih. 
 
1955 yılı Türkiye’de siyaseten en karışık dönemlerden biriydi. Menderes hükûmeti içeride vadettiği şeyleri yapamıyor, ekonomi gün geçtikçe kötüye gidiyordu. Dışarıda ise özellikle Kıbrıs’ta yaşanan sorunlar can sıkıyordu. Bu sorunlar diğer yandan hükûmetçe içeride olanları unutturmak için bir malzeme olarak da kullanılıyordu. 1955’in yaz döneminde, Kıbrıs’taki gerginlikleri takiben özellikle Hürriyet gazetesinde İstanbul’da yerleşik Rumlara karşı bir kışkırtma kampanyası başlatılmıştı. Yapılan haberlerde Patrikhane’deki din adamlarının Kıbrıs’taki Rum bağımsızlık mücadelesi için para topladıkları iddia ediliyor, insanlar kışkırtılıyordu. Diğer yandan Kıbrıs Türktür Cemiyeti (KTC) de, kamuoyunda Kıbrıs konusundaki hassasiyeti arttırmak için yoğun çaba içindeydi. Buna şimdilerde AKP’nin kadrolarını oluşturan Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ve Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) gibi öğrenci örgütleri de destek veriyordu.
 
En acı ve utanç günleri!
 
6-7 Eylül 1955, bu toprakların gördüğü belki de en acı günlerden ikisi. Bu kapkara günlerde. Ellerinde kazma, balta ve sopalarla sokaklara dökülen binlerce kişi gayrimüslimlere ait ev ve işyerlerini yakıp yıkmış, yağmalamış, tecavüz ve darp olayları yaşanmıştı. 6 Eylül tarihinde Menderes hükûmetine yakın İstanbul Ekspres gazetesinin olay gerçekleşmeden iki saat önce, “Ata’mızın evi bombalandı” manşetiyle ikinci baskısını yaptığı yıllar sonra ortaya çıkacaktı. Tirajı 20 bin civarında olan bu küçük gazete 6 Eylül’de ise tam tamına 290 bin basılmıştı.
 
İstanbul dışından trenlerle getirilen gruplar, azınlıkların dükkanlarını, evlerini ve hatta kadınların üzerindeki zihniyet eşyalarını da yağmalamaktan geri durmadı. Olaylardan kısa bir süre sonra Beyoğlu'na gelen dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, "Galiba dozu kaçırdık" demesi olayların planlı olduğunu gösteriyordu. 
 
Kadınlar cinsel saldırıya maruz kaldı 
 
Yaşanan bu olaylarda Türk kaynaklarına göre, 11 kişi, Yunan kaynaklarına göre, 15 kişi yaşamını yitirirken, yine resmi rakamlara göre, 30 kişi, gayri resmi rakamlara göre, 300 kişi yaralandı. Resmi rakamlara göre cinsel saldırıya maruz kalan kadın sayısı 60, çekinmelerinden ve korkmalarından dolayı şikayette bulunamayan kadın sayısının ise 400’e yakın olduğu kaydedildi. Olayların ardından, Türkiye’de yaşayan binlerce Rum, Türkiye’den göç etmek zorunda kalırken Rumların ve gayrimüslimlerin mallarına da el konuldu.
 
73 kilise ateşe verildi 
 
Resmi kaynaklara göre,  4 bin 214 ev, bin 4 işyeri, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul tahrip edildi. Kiliselere saldırıldı, içindeki kutsal resimler, haçlar, ikonalar ve diğer kutsal eşyalara zarar verildi. 73 Rum Ortodoks kilisesi ateşe verildi.
 
‘Planlı olduğu çok belli’
 
 Üzerinden 63 yıl geçen 6-7 Eylül olaylarını hem kendi ailesi hem de eşinin ailesinden dinleyen Kayyuş Çalıkman Gavrilof, bir gazete haberiyle halkın bu şekilde galeyana gelmesinin enteresan olduğunu belirtti. Halkın bu şekilde galeyana gelmesinin yaşananların planlı bir olay olduğunu gösterdiğini söyleyen Kayyuş, “İlk iş Beyoğlu’na çıkıp dükkanlara saldırmak oldu. Ağırlıklı olarak Yahudilerin, Rumların ve Ermenilerin iş yerlerine saldırmak oldu. Bu tamamen ekonomiye yönelik bir saldırıdır. Bunun planlı olduğu çok bellidir. Bu kadar halkın durup dururken galeyana gelmesi hazırlanmış pişmiş bir yemek olduğu anlamına geliyor” dedi.
 
‘Bir bayrağınız bile yok’
 
Kayyuş, hem kendi ailesinin hem de eşinin ailesinin o gün yaşadıklarını şöyle anlattı: “Hepsi farklı anlatıyordu. Mesela annemle o dönem genç bir kadın Levent’te oturuyorlar. Levent Ermenilerin hemen hemen hiç olmadığı bir yer. Zaten yeni kurulmuş bir yerleşim bölgesi. Ermeni olarak bir tek benim ailem orada yaşıyor. Komşular olayı radyodan duymuşlar. Yandaki komşu gelmiş ‘aman sakın merak etmeyin biz buradayız’ falan gibi sözler söylemiş. Levent’te Ermeni olmadığı için herhangi bir saldırı da söz konusu değil tabi. Onlar sadece duyduklarından ve takip ettikleri radyodan anlamışlar ne olduğunu. 2 gün sonra anca çıkabilmişler. Ve yaşananlara şahit olmuşlar. Bizzat görerek şahit olmuşlar olup bitene. Kendileri yaşamamış. Geçmiş bir şeyi anlatırken aynı şiddetle anlatamıyorsun. Aynı şiddet kalmaz. Dolayısıyla ailemin anlatımlarında şiddetli bir anlatım görmedim. Mesela kayınpederimde gördü yaşananları. Kendisi bir Türk ahbaplarının evinde çalışıyor. Benim kayınpederim tesisatçıydı. Kışa yakın soba kurarmış o dönemde. İsmini hatırlamadığım komşularının evinde soba kuruyor. Gürültüyü işitiyor. Anlıyorlar bir şeyler olduğunu ve kayınpederim evden çıkmak istiyor. Eve gitmek istiyor. Çocuğu var, eşi var. Evin sahibesi bırakmıyor. Diyor ‘gitme bırakmam sana da bir şeyler yaparlar’ kayınpederim de ‘Eğer eve gidip de çocuklarımı, karımı bulamazsam, gelip halledeceğim ilk insan sensin haberin olsun’ diyor. Onun üzerine kadın bırakıyor tabi. Kumkapı bir felaketmiş gerçekten. Çok çok kötüydü. Cam kırıkları, fabrikalar yanmış. Bağırsaklar dışarı dökülmüş bir vaziyette öyle bir yerden geçip evine ulaşıyor. Yine beni en çok etkileyen ise, çok samimi her an birlikte oldukları bir komşuları var. O komşu ‘Bayrak asın. Eve hemen bayrak asın’ diyor. Kayınvalidem, zavallım, o telaş içinde bayrak arıyor, bulamıyor. ‘Ya bulamadım işte bayrağı’ filan deyince ‘burada yaşıyorsunuz ve bir bayrağınız yok ha’ diyor. En samimi olduğun, beraber yiyip içtiğim komşum bile anında sana bu tepkiyi gösterebiliyor.” 
 
‘Türkiye’de hep bıçak sırtında yaşıyoruz’
 
“Bugün Türkiye’de kendinizi daha rahat ifade edebiliyor musunuz?” sorusuna ironik bir cevap veren Kayyuş, “Rahatlıktan ziyade ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız. Bir Ortadoğu projesi var ve bu projede Ermenilere yer yok. Ben buna inanıyorum. Yani Irak karıştı, Irak’taki bütün Ermeniler oradan ayrılmak zorunda kaldı. Suriye karıştı Halep Ermeniler için bir kültür merkeziydi. Çok önemli bir şehirdi. Halep’te hemen hemen Ermeni kalmadı. Burası zaten ne Halep’e ne de Suriye ve Irak’a benziyor. Biz burada zaten her zaman farklı bir pozisyonda yaşıyoruz. Hep bıçak sırtında yaşıyoruz. Onun için en korkunç tepki belki yine burada kendini gösterecektir. Bir tehlike. Ermeniler de kalmadı artık. 40-50 bin kişilik bir topluluktan bahsediyoruz. Rahatlık… Yani neye göre rahatlık? Dünya halini dert etmiyorsan rahatsın” diye konuştu.
 
‘Kimliğinle yaşamak istiyorsan işin zor’
 
Türkiye’de Ermeni veya azınlık olarak yaşamanın çok zor olduğunun altını çizen Kayyuş, “Kendi kimliğinle yaşamak istiyorsan işin zor. Devamlı bir savaş halindesin. Devamlı bir kavga halindesin. Bakın çok yeni başımıza gelen bir olaydan bahsedeyim. Benim babam vefat etti. Yaklaşık bir ay önce. Babamın bize bıraktığı hiçbir şey yoktu menkul falan olarak. Ama bir maaş işi vardı. Yanlış bir anlaşılma olmuş. Kardeşim veraset ilanı çıkarması gerekiyor zannetmiş. Gitmiş noterden veraset ilanı çıkaracak, sistem bir türlü yanıt vermiyor. Sonra noterde daha tecrübeli bir memur, kardeşimi de tanıyor. Bu memur ‘Hiç buradan halletme işini. Noterle olmaz bu iş’ demiş. Son bir, bir buçuk senedir Ermenilere veraset ilanı çıkarılmıyor. Sadece Ermeni oldukları için. Çok garip değil mi? Bu da yeni bir şey. Hiçbir kanuni dayanağı yok. Yazılı hiçbir şey yok. Ama böyle” ifadelerini kullandı. 
 
Yoğunlukta azınlıkların yaşadığı semtlerin zaman içerisindeki değişimine değinen Kayyuş, şöyle devam etti: “Yaklaşık 10 yıl önce TRT de ‘semtlerimizi tanıyalım’ programı yayınlanırdı. Bu programda azınlıkların yoğun olarak yaşadığı Kurtuluş semti, Sedef ve Kınalı Ada sürekli yayınlanırdı. Sadece buralar döndü döndü durdu. Ballandıra ballandıra anlatılıyor. Kurtuluşun aslında ne kadar merkezi bir yer olduğu. Her yere yakınlığı, dükkanların böyle olduğu şöyle olduğu kiralardan söz ediliyor. Halkından bahsediyor. Bir Kurtuluş güzellemesi. Aynı şekilde Kınalı Adayı veriyordu. İstanbul’da sanki başka hiçbir semt yokmuş gibi. Ondan sonra yavaş yavaş değişime şahit oldum. Göçmen olarak gelenler için Kurtuluş bir cazibe merkezi haline geldi. Müthiş kalabalıklaştı. Onunla birlikte Kurtuluş’ta şöyle birşey oldu. Başka şehirden göç edenler kendi sitelerini kurdular. Değişik değişik insanlar türedi. Geceleri böyle zincirlerle dolaşan 4-5 kişilik gruplar, çete gibi. Mesela gecenin bir yarısı çok rahat eve geliyorken, artık korkmaya başladım Kurtuluş’ta. Gece geç saatlerde eve gelmemeye başladım. Çocuklarım için de korkmaya başladım ve artık gece tek başlarına gelmesin istedim.”
 
‘6-7 Eylül yemek pişirme sürecine benzer bir süreç’
 
Kınalı Ada’nın “Ermeni adası” olarak bilindiğini anımsatan Kayyuş, Kurtuluş semtinde yaşananlarla birlikte adada benzer olayların yaşanmaya başladığına dikkat çekti. TRT’de yayımlanan bu programdan sonra vapurların büyük ölçüde kalabalık gelmeye başladığını ve insanların günü birlik piknik için gelmeye başladığını kaydeden Kayyuş, “Ne olup bitiyor demeye kalmadan karşıda birçok semtte marketlerde alışveriş yapanlara bedava jeton dağıtıldığını öğrendik. ‘İnsanlar denizden yararlansın piknik yapsın’ diye. Ama özellikle Kınalı Ada’ya geliniyordu. Gelsin tabiki burası özel mülk değil. Gelecek her yer acık. 
 
Gelecek ama her yerin bir adabı var. Bugün kimse Bağcılar’da bir evin kapısının önünde örtü koyup piknik yapamaz. Öyle bir şey yapamazsın. Veya Bağcılar’da istediğin herhangi bir evin kapısını çalıp ‘ay ben sıkıştım kusura bakmayın tuvalete gidebilir miyim?’ diyemezsin. Burada böyle olmaması gerekirken böyle oldu. Burada yaşayanlar buna tepki gösterince işin gerçeği ortaya çıktı. ‘E siz güzel güzel yerlerde oturuyorsunuz bir tuvaleti mi çok görüyorsunuz.’ Veya bahçede boş bir masa görünce içeriye dalıp o masayı kullanmak. Sonra evin sahibi gelip tepki gösterince ‘ne var her gün sen yapıyorsun bir günde ben kahvaltı yapayım’ gibi şeylerle karşılaştık. Bunlar işte hani 6-7 Eylül’ün yemek pişirme süreci var ya aynı o sürece benzer süreçlerdi. 1915’te de ‘Bak işte bilmem kim ne kadar güzel yaşıyor. Sen niye yaşamıyorsun’ deniliyordu. Çalışmayacaksın, üretmeyeceksin üretenin malında da gözün olacak. Bütün olay bu. Hala devam ediyor bu. Üretmeden yapmadan sadece başkanının malına göz dikmek” diye konuştu. 
 
‘1915’i tekrar tekrar yaşadık’
 
Türkiye’nin kendi topraklarında yaşanan hiçbir katliam ve hakikatle yüzleşmediğini dolayısıyla 6-7 Eylül olaylarıyla da yüzleşmediğini dile getiren Kayyuş,  “Yüzleşseydi zaten biz bu gün oturup bunları konuşmazdık. Onları geçtik artık. Artık yüzleşeceğine dair umudum da kalmadı. Benim bütün derdim bundan sonrası. Çünkü ekonomi giderek kötüye gidiyor. Yine Ermenilere sataşacaklar. Çünkü bir avuç Ermeni, Süryani ve Yahudi kaldı. Gene bunlara saracaklar. En kolay hedef Ermenilerdir. Artık yüzleşecek umudumu da kaybettim. Yüzleşme meselesiyle artık ilgilenmiyorum. Biz 1915’i tekrar tekrar yaşadık. Bir nefes alıyoruz sonra yine başlıyor. Şimdi ben işte o 1915 bekliyorum. Çünkü tarihin tekerrür ettiğini gördük biliyoruz artık. Onun dışında bir TC vatandaşı olarak Hüseyin, Mehmet ne kadar endişe duyuyorsa Agop’ta duyuyor. Ekonomi bu kadar kötüye giderken yarının ne olacağını bilemiyorsun kestiremiyorsun. ‘Dolar’dan bana ne’ demek gerçekçi bir yaklaşım değil. Domatesin kilosu 7 lira iken. Bütün dünyada domatesin kilosu 1 dolar dolayısıyla senin ülkende 7 lira. Sen tarım ülkesi iken çıktın tarımı hayvancılığı ülkenden yok ettin. Buğdayın, domatesin, biberin tohumunu oradan buradan ithal etmek durumunda kaldın. Tabiki Dolar’a bağlı her şey. İstediğin kadar Dolar yak. Ne olacakki yine Dolar’a bağımlısın. Bu kadar Dolar’a bağımlı bir halde iken bu ekonominin bu gidişatından korkmamak için deli olmak lazım. Azınlıklar açısından daha farklı TC vatandaşı olarak bu kaygıyı yaşıyorken bir de eyvah bunlar gene parasız kaldılar ‘tez Ermeniye sefer düzenle’ olmasın. Birde bu korkuyu taşıyorlar” 
 
Aynı olayların yaşanmayacağının bir garantisi olmadığını söyleyen Kayyuş, “Daha 2 gün önce Ezdiler yok oldular. Kim ses çıkardı. Almanya mı? İtalya mı? Fransa mı? Rusya mı? Kimse ses çıkarmadı. Bir hayatı yaşıyorsun ama o kadar seninle ilgisi olmayan bir yerden yönetiliyor. Ne yazıkki biz bu topraklarda doğmuşuz. Yani tarihten beri sorunlu olan topraklarda doğmuşuz. Keşke öyle olmasaydı” diye belirtti.