Abdullah Öcalan: 15 Şubat Kürtlerin soykırım tarihidir

  • 09:01 14 Şubat 2021
  • Güncel
HABER MERKEZİ - PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik uluslararası komplo 22 yılı geride bırakırken, PKK Lideri’nin komploya dair değerlendirmeleri bugün de güncelliğini koruyor. Ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan Abdullah Öcalan, yaklaşık 10 yıl önce şu tespitte bulundu: “15 Şubat, Kürtlerin soykırım tarihidir. 15 Şubat 1925’te Şeyh Seîd’e yönelik komplo, Kürtlere karşı yapılan komplonun başlangıcıdır. Bunlar tesadüfi şeyler değil.”
 
Uluslararası güçlerin işbirliği ile başlatılan komplo sonucu 9 Ekim 1998’de Suriye’den çıkartılan Abdullah Öcalan, 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirildi ve özel olarak dizayn edilmiş olan İmralı Cezaevi’ne konuldu. 
 
İmralı Ada Cezaevi, kuruluşundan bu yana tarihi olaylara ve siyasal krizlere tanıklık etti. Fakat Ada, 1999 yılında PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo sonucu Türkiye’ye getirilişiyle yeni bir sürece girdi. PKK Lideri’nin adaya getirilişine kadar çok sayıda mahkumun bulunduğu ve tarımsal üretimin sürdüğü bir ada cezaevi olan İmralı, Abdullah Öcalan'ın getirilmesiyle “tek kişilik ada cezaevi” haline geldi. İmralı Cezaevi, dünyada örneğine rastlanmayacak özel uygulama ve özel bir “hukukun” hayata geçtiği cezaevi olarak kayıtlara geçti.
 
İmralı’da ‘yeni sistem’
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan 15 Şubat 1999’da Türkiye’ye getirilişinden önce 4 Şubat 1999’da Türkiye’ye gelen CIA heyetiyle MİT arasında gizli bir protokol imzalandı. Protokolün imzalanmasının ardından 4 Şubat’ta İmralı Cezaevi boşaltıldı ve özel bir sistem olarak hayata geçirilmesi için girişimler başladı. 22 yıl geçmesine rağmen protokolün içeriği hala açıklanmadı.
İmralı Cezaevi’nde kurulan yeni sistemle, Abdullah Öcalan’ın başta Kürtler olmak üzere halklarla ve dünyayla bağının kopması amaçlandı. Tarihsel olarak her zaman stratejik bir öneme sahip olan İmralı’ya PKK Lideri’nin götürülmesi de tesadüf değildi.
 
Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesinin ardından İmralı Cezaevi tecrit sistemine göre dizayn edildi. PKK Lideri’nin Türkiye’ye getirildikten sonra nerede tutulacağı yönünde yürütülen tartışmalar sonucunda İmralı Cezaevi, Abdullah Öcalan için uygulanacak bir tecrit sistemi ile yeniden örüldü.
 
Ancak cezaevi dışında bir yaşam alanı olan İmralı Adası, birçok halka da beşiklik etti. Bir yaşam alanından ağır tecrit işkencesinin merkezine dönüşen İmralı’da, şimdi PKK Lideri ve 3 kişi daha bulunuyor. 
 
İnsansızlaştırma politikasının yürütüldüğü ve tümüyle askeri yasak bölge statüsünde olan İmralı Cezaevi'nin güvenliğinden Adalet Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı sorumlu. Ayrıca 600-800 komandonun görevli olduğu belirtilen Ada’nın her santimetrekaresi de kameralarla izlenmekte.
 
Tecrit altında 22 yıl
 
15 Şubat 1999’da İmralı’ya getirilişinden bu yana “dışarı” ile bağı koparılmak istenen Abdullah Öcalan, avukatları ile 1999 yılında 60, 2000’de 37, 2001'de 40, 2002’de 35, 2003'te 21, 2004'te 23, 2005'te 14, 2006'da 22, 2007'de 29 kez görüşme gerçekleştirebildi. Yine 2008-2010 yılları arasında 66 görüşme engellenirken, 27 Temmuz 2011’e kadar da görüşmeler engellendi. Avukat görüşü engellenen Abdullah Öcalan, tecridin kaldırılması talebiyle gerçekleştirilen açlık grevi sonucunda ilk kez 2 Mayıs 2019’da avukatlarıyla görüşebildi. Abdullah Öcalan 2-22 Mayıs, 12-18 Haziran ve 7 Ağustos 2019 tarihlerinde gerçekleştirilen avukat görüşlerinin ardından, yine engellemeler devreye konuldu.
 
PKK Lideri’ne yönelik ’93-’96 yılları arasında planlanmaya başlayan komplonun üzerinden 22 yıl geçmiş olsa da uluslararası hukukun çiğnendiği komplonun sorumluları hiçbir zaman yargılanmadı. Ancak PKK Lideri, İmralı Yüksek Güvenlikli F Tipi Kapalı Cezaevi’nde gün geçtikçe ağırlaşan tecrit altında kendisi bu komploya ortak olan güçleri çözümledi.
 
’24 saat barış savaşı veriyorum’
 
Abdullah Öcalan, İmralı’ya geldikten sonra avukatları ile yaptığı görüşmede komplonun arka planına dair önemli belirlemelerde bulundu. Abdullah Öcalan, bu değerlendirmelerinde özellikle Yunanistan’ın rolüne işaret ederken, “Yunanistan hem bize hem de Türkiye’ye karşı oynuyor” dedi. 2 Aralık 1999’da yapılan bu görüşmede PKK Lideri, “Bu oyunda başrol bende. Pangalos (eski Yunanistan Dışişleri Bakanı Teodoros Pangalos) biz Sırbistanda’yken şöyle diyor: Abdullah Öcalan Ruhul Kudüs oldu diyor. Yani öldü, ruhu göklere yükseldi. Biz Kenya’dayken, Yunanistan bizi Kenya’ya ölmeye gönderdi ise bunun üzerine kıyameti koparmanız gerek, araştırılması gerek. 24 saat bir savaş içindeyim. Barış savaşı veriyorum. Barış savaşı dışarıdaki savaştan daha zor. Barış yalnız kucaklaşmaktan ibaret değil. Korkunç karşıtları var. Teslim oldu, ihanet etti diyorlar. Bu yanlış bir yaklaşım. Abdullah Öcalan, Kenya’dan, Atina’dan şu ana kadar korkunç bir çaba içinde” ifadelerinde bulundu.
 
‘Mesele bir halkın sorunlarını içeriyor’
 
PKK Lideri, kaçırılmasına ilişkin Avrupa’nın rolüne dair, 29 Mart 2001 tarihli görüşmesinde şu tespitlerde bulundu: “Benim kaçırılmam Avrupa’yı şundan dolayı ilgilendirir: Bu kaçırılma meselesini açıklayacağım. Eğer sağduyulu olunmasaydı ölüm gerçekleşecekti. Kenya sürecinde ölümün gerçekleşmesi gerekiyordu.  Kaçırılma biçimine yönelik Carlos örneği de var. Bunların tümünü aydınlatmamız gerekecek.  Ha Hiroşima’ya bomba atma, ha benim Kenya’ya gönderilmem, bunlar aynı şeylerdir. Sadece teknik hukuk açısından değerlendirmek eksik olur. Ortada bir insanlık suçu vardır. Aslında benim davam Dreyfus ve Sokrat davası gibi tarihi bir davadır. Mesele benim durumum değildir. Bir halkın tüm sorunlarını içeriyor.”
 
‘Gerçeklerin hatırı için yaşayacağım’
 
“Ben son nefesime kadar gerçeklerin hatırı için yaşamaya çalışacağım. Eğer yaşayamazsam, bilin ki; bu ölüm en değerli eylemdir” diyen Abdullah Öcalan, şöyle devam etti: “Söz konusu olan sadece benim ölümüm değil. Ben diğer türlüsünden korkarım. Benim dışımda milyonların, Kürtlerin hakları, amaçları ve adaleti üzerine oyun oynanıyor. 1920’lerden daha kötü oyun oynanmak isteniyor. Türkiye gerçekleri dinlemek bile istemiyor. Türkiye anlamak istemiyor. Bu dönemde bilinçli ölme ve öldürme olmamalı diyorum.” Abdullah Öcalan bu ifadeleri, 23 Mayıs 2001’de kullandı.
 
’15 Şubat yas günü değildir’
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan, Kürt halkının uluslararası komplonun yıldönümünün oruç tutularak, siyahlar giyinerek bir “yas günü” olarak karşılanmasını da değerlendirdi. Abdullah Öcalan, “Yas günü değil ders çıkarma günü ve görevleri bilince çıkarma, komployu aydınlığa çıkarma günü denilebilir” dedi, 6 Şubat 2002’de. Komplonun aynı zamanda Türkiye’ye karşı da yapıldığını dile getiren Abdullah Öcalan, “Halkımıza düşen, bu komplodan gerekli dersleri çıkarmaktır. Yersiz bir yas yerine, temel haklar komitesi içinde kendi haklarını savunabilir. Türkiye halkının da demokrasi ve kardeşliğe sahip çıkmasını istiyorum. Avrupa’daki dostlar için de aynı şeyleri belirtiyorum” şeklinde konuştu.
 
‘Şeyh Sait katliamına giden bir yol gibiydi’
 
PKK Lideri, Suriye’den çıkışı ve İngiltere’nin misyonuna dair ise Şubat 2002’de şöyle dedi: “İngiltere’nin çıkarı Apo’nun teslimini gerektiriyor. 5-6 yıldan beri geliştirmeye çalışıyorlardı. Clinton günlük yürütüyordu. Sonradan öğrendim, Hafız Esat’la yaptığı 4 saatlik görüşmenin 3 saati benimle ilgiliydi. İsrail ile Türkiye 1996’da askeri anlaşma yaptılar. Suriye’yi sıkıştırdılar. Sonra Suriye’ye taviz verdiler. Daha sonra Yunanistan’ı devreye soktular. Baduvas’ın İngilizlerin yetiştirdiği biri olduğunu biliyorum. Beni davet etti, ancak havaalanına geldiğimde yoktu. A.K. on kez telefon açtı ama gelmedi. Onun yerine Stavrakis geldi. İsrail Dışişleri Bakanı, ben oradayken Rusya’ya iki kez geldi. Primakov’un özel rolü var, Primakov aslen Yahudi’dir. Almanya Avrupa’ya sokmuyordu. D’Alema şaşkına uğradı, baskılar olağanüstüydü. 15 Şubat’a geliyorum. Aynen Şeyh Sait katliamına giden yol gibiydi. Daha önce sözde bize Yunanistan’ın desteği vardı. Benim kaçırılmam 1996’dan itibaren seçenek olarak geliştirildi.”
 
‘Almanya bize karşı ciddi bir savaş yürüttü’
 
Avukatları ile 2002 Kasım ayında yaptığı görüşmede kendisine yönelik komplonun bir “NATO operasyonu” olduğunu dile getiren Abdullah Öcalan, “Almanya’ya çok kirli bir rol verilmiş. PKK aleyhine özel çizgi oluşturma konusunda rol verilmiş.  Bu rol ‘85’ten beri NATO tarafından Almanya’ya verildi. Almanya bize karşı ciddi bir savaş yürüttü. Bunlar sosyal demokrat güçler değil. Almanya da bunun karşılığında Türkiye’den kısmi çözümü de istedi, ancak bu olmadı. Almanya ile Türkiye arasında ciddi çelişkiler doğdu” ifadelerini kullandı.
 
‘Ben ABD’ye boyun eğmedim’
 
Abdullah Öcalan, komploya öncülük eden güçlerden biri olarak belirttiği ABD ve İngiltere’nin politikalarına da dikkat çekerken, “Çuval olayı ile ABD Türkiye’yi de uyardı. Türkiye bunu anlamalı. Bütün bunların sorumlusu, suçlusu kimdir? Sorumlusu Ortadoğu’daki despotizmdir. Bunu kim besliyor? ABD ve İngiltere. ABD ve İngiltere, efendilerine saygısızlık yaptıkları için cezalandırıyor. Kızılderililere ne yaptıysa onu size de yapar. Senin televizyonun ABD’den yönetiliyor, petrol Dolarlarınız ABD’den geliyor. Sen bunu anlamam diyorsun. Saddam’ın şahsında bunu sana gösterir. Saray filan kalmaz ortada. Ben buna karşı ne geliştirdim? Buna karşı savunmamı önerdim. Savunmam ortada. ABD beni Türkiye’ye teslim etti. Bunu Yunan dostluğuna ihanet ettirerek yaptı. Ben ABD’ye boyun eğmedim, Türkiye’ye de bu işe sevinmeyin dedim. Komployu bozalım dedim, barış olsun dedim” değerlendirmelerinde bulundu.
 
‘Benim tutumum sayesinde savaş önlendi’
 
Abdullah Öcalan, uluslararası komplonun iki amacına dikkat çekti. Bunlardan birinin Türk-Kürt savaşı çıkarmak olduğunu dile getiren PKK Lideri 22 Şubat 2006’da, “Benim tutumum sayesinde bu savaş önlenmiştir. Ben bütün gücümle bu durumu engellemeye çalıştım. Mesela silahlı güçleri sınır dışına çıkarttım. Ben bunu gönüllü olarak yaptım, inanarak yaptım. O günlerde bir barış umudu doğmuştu. Ordunun içinde bunu anlayanlar oldu, ama bir türlü pratiğe geçmedi. İkincisi, komplonun ekonomik yönüdür. Tam da benim teslim edildiğim günlerde Türkiye’de Tahkim Yasası çıkarılmıştı. Bu düşündürücüdür. Bu yasaya göre anlaşmazlık çıktığı durumlarda uluslararası mahkemeler yetkili kılınmıştır. Bu durum tesadüf değildir, bunun incelenmesi gerekiyor” dedi.
 
Komplo’da İsrail’in rolü
 
Abdullah Öcalan, 21 Ocak 2009’daki avukat görüşmesinde komplodan birinci dereceden sorumlu olan gücün İsrail olduğunun altını çizdi. PKK Lideri, “Benim buraya getirilişimde Türkiye’nin ciddi hiçbir rolü yoktur. Türkiye’nin buna gücü de yetmez. Buraya getirilişimde birinci dereceden rolü olan İsrail’dir. Bana hücre cezaları verilmesinde de İsrail’in rolü var. Benim konuşmamı istemeyen, beni susturmak isteyen de İsrail’dir. İsrail dünyayı parmağında oynatıyor. İsrail’in gücünü en iyi ben biliyorum. Savunmalarımda çok detaylı, kapsamlı açıkladım. Herkes İsrail’in Gazze’ye saldırısına şaşırıyor, İsrail karşısında dehşete kapılmışlar. Şaşırmaya gerek yok. İsrail bunun ideolojisini 800 yıldır hazırlamış, bitirmiş, hatta 2000-3000 yıl öncesine kadar uzanıyor bu ideoloji” ifadelerini kullandı.
 
’15 Şubat Kürtlerin soykırım tarihidir’
 
Kürtlere karşı komplo tarihine değinen PKK Lideri Abdullah Öcalan, Şeyh Seîd’e atıfta bulundu. 2010 Aralık ayında “15 Şubat, Kürtlerin soykırım tarihidir. 15 Şubat 1925, Kürtlere karşı yapılan komplonun başlangıcıdır” diyen Abdullah Öcalan, bir yıl öncesinde ise bu tarihlerin tesadüf olmadığına dair düşüncelerini şöyle dile getirmişti: “Kürtlere karşı Şeyh Seîd’den beri hep aynı güçler aynı oyunları oynuyor. Şeyh Seîd Olayı 15 Şubat’ta başlıyor. Bana ilişkin uluslararası komplo da 15 Şubat tarihlidir. Şeyh Seîd 29 Haziran’da idam edildi, benim hakkımdaki idam kararı da 29 Haziran’da verildi. Bunun aynı tarihlere denk getirilmesinin anlamı vardır. Bunlar tesadüfî şeyler değil. Aynı tarihlere denk getirilmesi bilinçlidir. Bunları yapanların hepsi aynı zihniyettir” şeklinde konuştu.
 
‘Herkes, hepimiz özgür olacağız’
 
PKK Lideri, 2013’te başlayan “çözüm ve müzakere süreci” kapsamında HDP’li heyet ile görüşse de yine avukat görüşlerindeki tecrit uygulaması devam etti. Çözüm süreci kapsamında yaptığı 23 Şubat 2013 tarihli görüşmede heyette yer alan isimlerden birinin “kendisinin konumunun ne olacağını sorması” üzerine şu yanıtı verdi: “Ne ev hapsi ne de af… Bunlara gerek kalmayacak. Herkes, hepimiz özgür olacağız. Şunu bilin ki, bu hamlem komployu boşa çıkaracaktır. Ben komployu aşıyorum. Başarılı olursam, ne KCK tutuklusu kalır ne başkası. Bu olmazsa elli bin kişiyle halk savaşı olacak. Yalnız herkes bilmeli ki, ne eskisi gibi yaşayacağız ne de eskisi gibi savaşacağız. Kendime güveniyorum. Tarihî bir barış ve demokratik yaşama geçiş…”
 
‘Olmadı, başaramadılar…’
 
18 Mart 2013’te de Abdullah Öcalan, heyet görüşmesinde şunları paylaştı: “2006’da bir yetkili ‘Süreç ilerlerse en son sıra sana gelecek’ demişti. Önce beni katmak istemediler. Örgüt, gerilla, halk ayağımı boşaltıp beni mecbur bırakmak istediler, sahte önderlikler yaratmak istediler, türlü şeyler denediler. Ama olmadı, başaramadılar. Şimdi doğru olanı yaptılar ve benimle başladılar. Bu hatadan vazgeçtiler, bunun öyle kolay olmadığını gördüler. Beni tüm güçlerden soyutlayıp bana geleceklerdi. Bu, tarihî hataydı. KCK operasyonları da öyle. Dış güçlerin komplo dayatmasıydı.”
 
‘Uluslararası komploda büyük şema’
 
Heyet ile 17 Aralık 2014 tarihinde gerçekleştirdiği görüşmede uluslararası komplo sürecindeki önemli gelişmelere işaret eden PKK Lideri, “Buradaki kronoloji her şeyi ele veriyor. 15 Şubat 1999, benim Türkiye'ye getirilme tarihim. 22 Mart 1999, Fetullah Gülen'in ABD'ye gidiş tarihi. 26 Mart 1999, Erdoğan'ın hapsedilmesi. Kobanê, cemaat, CHP'deki dizayn, her şey bununla ilişkilidir. Bu kronolojide bellidir. Beni Fetullah karşılığında teslim etmişler. Bu büyük şema proje gereği böyle yapılmış. Ben bunlara dayanarak politika yapıyorum. Ben anti-darbeciyim. Onun için bu duruşu gösteriyorum. AKP ise 12 yıl paralel yapı ile birlikteydi. Bunların birlikteliği lobicilere kadar dayanır. Biliyorsunuz, Amerika'nın doğusunda Yahudi lobileri, batısında ise Ermeni lobileri çok etkindir. Pensilvanya da batıdadır. Devleti de adeta bunlara peşkeş çekti. Buradaki devlet yetkilileri de tanıktır. Bu paralel kavramını, teorisini ilk ben ortaya atmıştım. İlk ben uyarmıştım. Şimdi tartıştıkları şekliyle okumuyorum bile” hatırlatmasında bulundu.