
‘Gömülme hakkı ulusal mevzuatta koruma altında’
- 09:02 3 Ocak 2020
- Güncel
Rengin Azizoğlu
DİYARBAKIR - Gömülme hakkının hem ulusal mevzuatta hem de uluslararası mevzuatlar bağlamında koruma altına alındığını söyleyen Avukat Gulan Kaleli, “Engelleme kamu otoritesinin yargıyı üstün çıkarları doğrultusunda kullanmak istediği anlarda kendini gösteriyor. Mesleğimizin imkan verdiği ölçüde başvurular yapıp inatçı davranmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu inadın ilerleyen vadede mutlak bir hukuki kazanımı olacağına inanıyorum” dedi.
Türkiye'de en temel insan haklarından biri olarak kabul edilen gömme, gömülme ve yas tutma hakkının ihlali sürüyor. Cumhuriyet'in ilk yıllarından bugüne toplu ve isimsiz mezarlar, mezarlıklara saldırı, mezar taşlarının tahrip edilmesi olarak karşımıza çıkarken son yıllarda cenazelerin sokaklarda ve buzdolaplarında bekletilmesi, taziye yasağı ve cenazelerin ailelerden kaçırılması da söz konusu oldu. Yakın dönemde bu engellemeleri PKK Lideri Abdullah Öcalan'a yönelik tecridin kaldırılması talebiyle başlatılan süresiz- dönüşümsüz açlık grevi eyleminin ardından tecride karşı yaşamına son veren tutsakların cenazeleri kaçırılarak, polis ablukasında defnedilmesinde gördük.
Yine Bitlis’in Yukarı Ölek kırsalında bulunan Garzan Mezarlığı’ndan 19 Aralık 2017 tarihinde çıkarılan 267 cenazenin ailelerden alınan örneklerle yapılan DNA eşleştirmesi sonucu kimlikleri teşhis edilen cenazeden 10’u üzerinden geçen 2 yıl sonrasında ailelerine teslim edildi. Yakınlarının kemiklerini iki yıl sonra ulaşabilen ailelere defin ve taziye noktalarında zorluk çıkarıldı. Aileler yol boyunca polis ve askeri kontrol noktalarında uzun süre bekletilirken kimi cenazelere aile bireylerinden sadece 3 kişinin katılmasına izin verildi. Gömme ve gömülme hakkının yasal olarak tanımlanıp tanımlanmadığını, ailelerin bu süreçte ne yapması gerektiğini ve yazısız bir hak olan yas tutma hakkını Avukat Gulan Kaleli ile konuştuk.
‘Gömülme hakkı ulusal mevzuatta mevcut’
Gömülme hakkının hem ulusal mevzuatta hem de uluslararası mevzuatlar bağlamında koruma altına alındığına dikkat çeken Gulan, ulusal mevzuat açısından genelgeleri şu şekilde açıkladı: “1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu, Mezarlık Yerlerinin İnşası ile Cenaze Nakil ve Defin İşlemleri Hakkında Yönetmelik ve Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 2000/41, 2000/42 ve 2000/43 tarih ve sayılı genelgeleri ile düzenleniyor. Yine Adli Tıp Kurumu Kanunu Uygulama Yönetmeliği de cenazenin teslimi ve gömülmeye ilişkin ve gerek duyulursa gömülme sonrası prosedürleri de kapsayan bir düzenleme. Elbette yine bu hak anayasal bir güvence altına da alınmıştır. Çünkü Anayasa’nın 17. maddesi işkence ve eziyet yasağı, 20. maddesi ise özel hayatın korunmasında bahseder. Bu düzenleme elbette uluslararası standart açısından bir paralellik gösteriyor. Uluslararası sözleşmeler bağlamında; gömülme hakkının ihlali söz konusu olduğunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 3. Maddesi yani işkence yasağı ile 8.maddesi özel yaşama ve aile yaşamına saygı bağlamında mahkemenin değerlendirme yaptığını söylemek mümkün.”
‘Yargı çıkarlar doğrultusunda kullanılmak isteniyor’
Tarihten bugüne bakıldığında savaş ortamı gibi en kötü koşullarda dahi tarafların birbirinin ölüsüne saygı gösterme zorunluluğundan bahseden Gulan, cenaze törenlerini kendi inançlarına göre yapmalarına müsaade etmenin ve yas sürecine saygı duymanın insani bir zorunluluk olduğunu söyledi. Gulan, “Kimi kuralların yasalarla bir çerçeveye alınmasına ihtiyaç duyulmaksızın, toplumun gelenek ve göreneklerinin karşı konulamaz bir ihtiyacından bahsetmek mümkün. Bu ihtiyaç elbette zaman içerisinde yasalar ile güvence altına alınan haklar olarak tanımlandığını görüyoruz. Bu da bize kaçınılmaz bir sebebin varlığına işaret ediyor; engelleme. Engelleme kendisini, kamu otoritesinin yargıyı üstün çıkarları doğrultusunda kullanmak istediği anlarda gösteriyor. Tıpkı sokağa çıkma yasaklarında Adli Tıp Kurumu Yönetmeliği’nde yapılan değişiklik gibi, tıpkı Garzan Mezarlığı için 4 yıldır kullanılan mekanın bir gecede artık mezarlık olarak kullanılamayacağına dair savcılık emri gibi… Ve yine çok yakın zamanda tanıklık ettiğimiz açlık grevleri sürecinde cezaevlerinde yaşamlarına son veren kişilerin cenazelerinin kendi topraklarına gömülmek istenirken apar topar neredeyse kaçırılırcasına devlet gözetiminde gömülüp, valilik kararlarıyla da şehre giriş çıkış yasağı konularak cenaze törenlerinin yapılmasına izin verilmemesi gibi” dedi.
‘Başvurular yapıp inatçı davranmamız gerekiyor’
Cenaze sahiplerinin karşılaştığı engelleme sürecini ikiye ayırmak gerektiğini ifade eden Gulan, ilk sürecin cenazenin alımı olduğunu dile getirdi. Gulan, bu süreçte daha çok ya cenazenin henüz teşhis edilememesi ya teşhis edilen cenazeler açısından ATK'de bekletilme süreçleri ya da savcılık işlemlerinin aileler için neredeyse bir eziyete dönüştürülmesi olduğunu vurguladı. İkinci engelleme sürecinin ise teslim alınan cenazenin gömülme ve yas sürecine ilişkin açığa çıktığını ifade eden Gulan, cenazelerin apar topar gece yarısı, önceden açılan bir mezara defninin yapılmasının zorlandığını aktardı. Gulan, “Cenazelerinin defni zorlanıyor ve bununla da yetinmeyip kurulan taziyelere müdahaleler gerçekleşiyor. Yakınlarını defnederken engellemelerle karşılaşan kişilerin Anayasa ve AİHS kapsamında güvence altına alınan haklara ilişkin gerekli başvuruları yapması için öncelikle adli ve idari prosedürün başlatılması gerekiyor. Çok kısa vadede sonuçlar alınmayabilir elbette ama böylesi dönemlere biz hukukçuların tanıklığının en önemli ispatı yazdığımız dilekçelerimiz. Yas tutmanın dahi engellendiği bir çağda tarihe not düşme gibi bir sorumluluğumuzun da olduğunu bilerek, mesleğimizin imkan verdiği ölçüde başvurular yapıp inatçı davranmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu inadın ilerleyen vadede mutlak bir hukuki kazanımı olacağına inanıyorum” diye konuştu.
‘Kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduk’
Gömme ve yas tutma hakkının gaspına ilişkin kısa bir süre önce başvurusu yapılan Zülküf Gezen’i örnek olarak veren Gulan, Zülküf’ün açlık grevleri sürecinde Tekirdağ 2 Nolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda hükümlü olarak bulunurken yaşamına son verdiğini hatırlattı. Gulan, şunları dile getirdi: “Zülküf Gezen’in cenazesi gece yarısı ailesine haber vermeksizin uçağa konularak Amed'e gönderildi ve ailesine de gece yarısı sivil giyimli ve kendini emniyet mensubu olarak tanıtan kişiler tarafından evlerine gelinerek haber verildi. Aile gecenin bir vakti önceden açılmış bir mezara, cenaze aracı verilmeksizin ve ailesinden çok az kişinin katılmasına izin verilerek defnedildi. Ertesi gün mezarlık ziyareti yapmak isteyenler engellendi, gelenlere ‘ailenin kendi isteği ile cenazesini gece gömdüğü’ söylenerek açık bir şekilde gerçeğe aykırı bilgi verildi. Taziye evine gidenler ise kolluk tarafından kayıt altına alınarak taciz edildi. Bunu sonrasında Amed genelinde yapılan gözaltılarda ‘Zülküf Gezen'in cenazesine neden katıldınız?’ diye sorduklarında gördük. Tüm bu sürece ilişkin o dönemde görevli bulunan kolluk görevlileri hakkında suç duyurusunda bulunduk. Dosya 3 aydır savcılığın önünde. Valinin sorumlular hakkında soruşturma izni verilmesini bekliyor” ifadelerini kullandı.
‘Toplumsal bir hafızaya ihtiyacımız var’
“Gömülme hakkı” hukuken belli bir çerçeveye alınmış olsa da “yas tutma hakkı” diye bir tanımın mevcut olmadığına da değinen Gulan, bugün böyle bir tanım yapma zorunluluğu hissediyor olmanın utanç verici olduğunu söyledi. Yas tutmanın canlının en doğal haklarından biri iken, bugün yeniden yas tutabilmeyi konuşma ihtiyacı hissedildiğini kaydeden Gulan, “Yasını tutamayan toplumlar açısından ilerleyen dönem kanıksamayı da beraberinde getiriyor ve sanırım en büyük tehlike de burada doğuyor. Çünkü pratik bize gösteriyor ki devlet aklı hangi dönemde olursa olsun cenazeleri bir öç alma aracına dönüştürüyor. Aileler tam anlamıyla yasını yaşayamadan, cenazesini alma mücadelesine veriyor. Bir de bitmeyen başka bir yas süreci var o da henüz cenazesini alamayan ve cenazesinin nerede olduğunu bilmeyen aileler. Tüm bunlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde öncelikli olarak toplumsal bir hafızaya ihtiyacımız var. Bu hafızayı biriktirebilmek için de biz hukukçulara düşen en önemli iş bu dönemleri titizlik ile takip edip gelecekte hesap verilebilir bir adaletin inşasını sağlamak” diye konuştu.