
Avukat Esin Yeşilırmak: Ayda en az 40 kadın katlediliyorsa, şiddet bireysel değildir
- 09:01 1 Ocak 2020
- Güncel
Gülistan Azak
İSTANBUL - Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu avukatlarından Esin Yeşilırmak, Adalet Bakanlığı’nın “erkek şiddetine” karşı yayınladığı genelgenin risklerine ve yargının tutumuna dikkat çekerek, “Kadına karşı şiddet bireysel değildir. Çünkü Türkiye’de ayda en az 40 kadın katlediliyor. Bu toplumsal bir vaka” değerlendirmesinde bulundu.
Kadın örgütlerinin uzun zamandır şiddete karşı koruma yasası olarak bilinen 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesine Dair Yasa ve İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması yönündeki ısrarı ve mücadelesi devam ediyor. Kadınların alanlarda yükselen tepkileri üzerine Adalet Bakanlığı, “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanunun Uygulanması Genelgesi” başlıklı genelge yayımladı. 18 Aralık günü açıklanan genelge tartışmaları da beraberinde getirdi. Kadın hak savunucuları ve siyasetçiler genelgenin etkisi ve içeriğine ilişkin risklere dikkat çekerek derhal düzenlenmesini istiyor.
Artarak devam eden erkek şiddeti ve katliamlarına karşı yargı tarafından sıklıkla verilen “iyi hal” ve “haksız tahrik” indirimleri de kadınların mücadele gerekçelerinden biri. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) avukatlarından Esin Yeşilırmak ile Adalet Bakanlığı’nın “erkek şiddetine” karşı yayınladığı genelge içeriğinin risklerine ve yargının kadın katliamlarındaki tutumuna dair konuştuk.
* Adalet Bakanlığı tarafından yayınlanan “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Genelge” neleri kapsıyor?
Genelge kimi sıkıntılı maddeler içerse de 6284 sayılı kanunu referans alması bakımından iyi bir gelişme olarak karşımızda. Ancak genelge “Mevzuatta bir sıkıntı yok, uygulamada var. Kanunları uygulayın” diyor. Biz kadınlar bunu zaten her zaman alanlarda söylüyoruz. Bunun muhatabı kim? Elbette ki Cumhuriyet Başsavcılıkları, Aile Mahkemeleri ve kolluk kuvvetleri. Genelgenin sorunlu olan diline de dikkat çekmeden geçemeyeceğim. Çünkü genelge her ne kadar başlangıçta “kadına karşı şiddetin önlenmesine ilişkin” diye başlasa da genelgenin bir bütününe baktığımızda “kadın” kelimesinin neredeyse hiç geçmediğini görmek mümkün. Ailenin korunmasına yönelik uzun bir açıklamaya gerek duyan genelge, kadına dair birebir bir ne yazık ki açıklama yok.
“Kadına karşı şiddet bireysel değildir. Çünkü Türkiye’de ayda en az 40 kadın katlediliyor. Bu toplumsal bir vaka. Bunu toplumdan uzaklaştıramazsınız. Delilleri de saklayamazsınız ve gizleyemezsiniz. O nedenle bu karar sorunlu ve sakıncalı.”
Diğer bir sorun ise gizlilik kararı. Bu ne demek? Emine Bulut’un “Ölmek istemiyorum” videosunun yayınlanmasının “gizliliğinin ihlali” olduğu ve buna karşı yaptırım yapılacağı demek. Bu olumsuz bir madde çünkü bu ülkede deliller konuşuldukça ve tepki topladıkça ne yazık ki işlem yapılıyor. Kadına karşı şiddet bireysel değildir. Çünkü Türkiye’de ayda en az 40 kadın katlediliyor. Bu toplumsal bir vaka. Bunu toplumdan uzaklaştıramazsınız. Delilleri de saklayamazsınız ve gizleyemezsiniz. O nedenle bu karar sorunlu ve sakıncalı.
Genelgedeki bir diğer sorun ise şiddete karşı SİR (Sosyal İnceleme Raporu) kararının beklenmesi gerektiği sorunu. 6284 sayılı kanunu şartlara bağlamak kanunun ruhuna aykırı. Devlet acil ve ivedi işlemler yapmak zorunda. SİR kararı almak demek kadınların korunması için bir saatin dahi değerli olduğu bir durumun günlerce beklenmesi ve kadınların çaresiz bırakılması demek olacaktır. Diğer bir sorun ise “kendi istekleri olsun veya olmasın sığınma evlerine gönderilmesi” kararı. Kadınların düzeninin değiştirilmeyerek, şiddet uygulayan erkeğin bulunduğu yerden uzaklaştırılması esastır. Kadının bulunduğu yerden alınıp şartları hiç de iyi olmayan sığınma evlerine gönderilmesi doğru bir uygulama değildir. Çünkü sığınma evlerinin “dışarı çıkamamak”, “oy kullanamamak”, “çocukların alınmaması” gibi kadınların özgürlüklerini kısıtlayıcı uygulamaları var. Bu nedenle sığınma evlerinin zorunlu bir koşul olarak görülmesi, kadınları yaşam alanlarından koparacak ve kısıtlayacaktır.
* Çıkarılan yasa ve genelgelerin hazırlık aşamalarına kadınların dahil edilmemesini nasıl değerlendirirsiniz?
En son Adalet Bakanlığı “Evet biz genelge çıkarıyor olabiliriz ancak sivil toplum kuruluşları (STK) da destek versin” açıklaması yaptı. Aslında bakıldığında tüm yaşanan gelişmeler zaten STK ve kadın örgütlerinin mücadelesiyle gerçekleşti. Özgecan Aslan cinayeti sonrası “Özgecan Aslan yasası çıkacak” denildi ve bununla ilgili tüm kadın örgütleri bir araya gelip bir yasa tasarısı hazırladı. Yasa tasarısına ilişkin bir önerge hazırladılar. Ve bunu Meclis’e sundular. Ancak Meclis önergeyi görüşmeye dahi almadı. Bu nedenle siyasilerin bu söylemleri ne yazık ki gerçeği yansıtmıyor. STK’ların mücadeleye dahil edilmesi elbette ki çok önemli. Çünkü bu birebir kadınları ilgilendiren bir durum. Kadının kanunlarda ve genelgelerde adı geçmediği gibi kadın toplantılarında görüldüğü üzere yer verilmiyor.
“Biz katledilen kadının failinin ve çocukları istismara maruz bırakan faillerin serbest bırakıldığını hatta elini kolunu sallayarak dolaştığını, kadın hakları savunucularının ise ters kelepçeyle gözaltına alındığını görüyoruz.”
Bilim yuvaları olarak belirtilen üniversitelerde dahi bu böyle ne yazık ki. Televizyonda kadına yönelik şiddetin tartışıldığı programlarda kadınların olmadığını görüyoruz. Yok sayılan bir kesime karşı onların haklarını savunmak üzere kendisinde söz hakkı bulan erkeklerin beyanları esas alınıyor. Bu nedenle bu durumun değişmesi ve öncelikle kadın örgütlerinin dinlenmesi gerekiyor. Ancak bu ülkede çok da mümkün görünmüyor. Çünkü kadına yönelik şiddete karşı tepkilerini Las Tesis dansı ile göstermek isteyen 6 kadın hakları savunucusu çok ağır hak ihlalleri dayatılarak gözaltına alındı. Avukatlarıyla görüştürülmediler, savcılık işlemlerini yapmadı, duruşmaya çıkartılmadılar ve haklarında her hafta imza atmaları kararı sonrası serbest bırakıldılar. Yani kendileri ne savcılık ne hakim tarafından dinlenmeden özgürlüklerini kısıtlayıcı kararlar verildi. Biz çoğu katledilen kadının failinin ve çocukları istismara maruz bırakan faillerin serbest bırakıldığını hatta elini kolunu sallayarak dolaştığını, kadın hakları savunucularının ise ters kelepçeyle gözaltına alındığını görüyoruz.
Tüm bu yaşananlar bu denli göz önündeyken Adalet Bakanlığı’nın STK açıklaması ne inandırıcı ne de gerçekçi. Saldırılar bu denli açıkken açıklamalar sadece havada boş söylem olarak kalıyor. Olağanüstü hal (OHAL) dönemlerinde çocuk hakları ve istismarı engellemeye dönük çalışma yürüten dernekler kapatıldı ve bir daha açılmadılar. Yine kadın hakları konularında çalışma yapan kurum ve derneklere dönük baskılar hala da devam ediyor. Tüm bu yaşananlar, söylem ve uygulamalar arasındaki çelişkiyi görmeye yetiyor aslında.
* Yargının fail erkeğe dönük “iyi hal” ve “haksız tahrik” indirimi ile sıklıkla karşılaşıyoruz. Tepkiyle karşılanan bu indirimlere dair neler söylersiniz?
Bu husus aslında hakimlerin takdir yetkisinden kaynaklanıyor. Ancak kadına yönelik şiddetin bu denli artmasının nedeninin cezasızlık olduğunu biliyoruz. Bunu en son İstanbul’un Maltepe ilçesi Gülensu Mahallesi'nde 29 Mart sabahı işe gitmek için çıktığı evinin önünde, işyerinde mobbinge maruz bırakıldığı Zeynel Akbaş tarafından katledilen Fatma Şengül’ün davasında gördük. Sanık Zeynel Akbaş katliamı planlayarak gerçekleştirmesine rağmen mahkeme tasarlama ve planlama olayını dikkate almayarak sanığa “haksız tahrik” indirim uyguladı ve 18 yıl hapis cezasına karar verdi. “Haksız tahrik” ve “iyi hal” indirimi dediğimiz şey bu denli göreceli ve soyut bir şey olmamalı. “Haksız tahrik”, kişinin kendisine yönelik şiddeti salmak için uygulanması gereken bir yöntemdir. Ancak biz biliyoruz ki mahkemelerde Fatma Şengül davasında olduğu gibi failin “haksız tahrik” indirimi almak için “Bana hakaret etti” demesi yeterli oluyor ya da Ceren Özdemir’i katleden Özgür Arduç gibi açık cezaevlerinden çıkıp tekrar suç işleme potansiyeline dönülebiliyor. Buna neden olan şey cezasızlıkla ödüllendirilmiş olmaları.
“Hiçbir zaman kadınların sunduğu öneriler görüşülmedi ve kabul edilmedi. Aslında yargının söz konusu indirimleri yıllarca konuştuğumuz eril düzen ve düşünce yapısının mahkemelerde etkili olmasından kaynaklıdır ve bu nedenle müdahale edilmesi zorunlu bir alan oluşturuyor.”
Yine erkeklerin takım elbiseleriyle ve kravatlarıyla “iyi hal” indirimi aldıklarını görüyoruz. Şule Çet davasında da “iyi hal” indirimi verildi. İnsanların katledip ardından yurtdışına kaçmaya çalıştıkları aşikarken, dosyada “hakimin el çekmesi” gibi durumlar yaşanmışken, yine mahkeme salonunda Şule Çet’in ailesine saldırılırken mahkemenin tüm bunlara rağmen “iyi hal” indirimi uygulamasının hiçbir somut gerekçesi olamaz. Hakimin kendi yorumu olan bu kararlar artan kadın cinayetlerinin en büyük nedeni olarak karşımızda duruyor. Bu nedenle bu kararlara karşı derhal müdahale edilmesi gerekir. Ne yapılması gerekir? Takdir yetkisinin hakimin elinden alınması gerekir. Bu kanuna tek bir maddenin eklenmesi ile yapılabilir. Kadınlar İstanbul Sözleşmesi sonrası bu konuda çalışmalar yaptı. Konuyu Meclis’e sundular. Çok basit düzenlemeler yapılarak önlenebilecek ve durdurulabilecek şeyler Meclis’e sunuldu. Ancak hiçbir zaman kadınların sunduğu öneriler görüşülmedi ve kabul edilmedi. Aslında yargının söz konusu indirimleri yıllarca konuştuğumuz eril düzen ve düşünce yapısının mahkemelerde etkili olmasından kaynaklıdır ve bu nedenle müdahale edilmesi zorunlu bir alan oluşturuyor.
Son iki ayda çıkarılan hem İçişleri Bakanlığı’nın 6284 sayılı kanunun uygulanmasına ilişkin Emniyet Müdürlüğü’ne gönderdiği bir genelge var hem de Adalet Bakanlığının Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’ne gönderdiği bir genelge var. Tüm genelgeler ve siyasilerin söylemeleri aslında olması gerekeni ortaya çıkarsa da, mahkeme salonlarından çıkan kararlar değişmedikçe bir anlam ifade etmiyor ne yazık ki. Bu nedenle öncelikle mahkemelere verilen kararlarına ilişkin söz konusu indirimlerin uygulanmamasının kesin olarak söylenmesi ve buna ilişkin yasal düzenlemelerin oluşturulması gerekiyor.
* Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Yerel mahkeme kararlarının çok kötü olduğunu her zaman söyledik. Mahkemelere “Aldatma bir boşanma sebebidir, öldürme sebebi değildir” deyip verilen kararların değiştirilmesini sağlamaya çalışırken, genellikle olumsuz sonuçlarla karşılaştık. Yüksek mahkemelerin bu durumu düzeltebileceğine inanıyorduk. Ancak İstanbul Küçükçekmece'de 2016 yılında Nurcan Arslan'ı katleden Abdullah Melih Barış'ın yargılandığı davada yerel mahkemenin verdiği kararı Yargıtay’ın çok bulduğunu ve kararı bozduğunu gördük. Ocak ayında duruşması yeniden görülecek. Bu durumların son bulması için uğraş veriyoruz. Bu uğraşımız devam edecek.