Kongreya Star: BM yazılı ilkelerine uygun hareket etmeli

  • 14:49 14 Kasım 2019
  • Güncel
QAMIŞLO - Türkiye’nin saldırılarına karşı BM’nin tavrını eleştiren Kongreya Star Koordinasyonu, “BM’nin Suriye krizinin başından itibaren oynamaya yanaşmadığı rolünü oynamaya, tarafsızlığı esas almaya ve halkların kaderlerini ticari anlaşmalara kurban etmemeye, kısacası kendi yazılı ilkelerine uygun hareket etmeye çağırıyoruz” çağrısında bulundu. 
 
Kongreya Star Koordinasyonu, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde çalışma yürüten kadın kuruluşlarına açık bir mektup kaleme aldı. BM’ye taleplerini dile getiren kadınlar, BM’yi daha ciddi politika ve uygulamalar üretmeye çağırdı. 
 
Kongreya Star Koordinasyonu’nun mektubunda şu ifadeler yer aldı: 
 
“9 Ekim 2019 tarihinden bugüne kadar Türkiye devletinin ve Milli Ordu adını verdikleri cihadist terör gruplarının Kuzey-Doğu Suriye topraklarına saldırıları aralıksız sürüyor. İşgal savaşı başlamadan önce ve işgal savaşının ilk günlerinden itibaren uluslararası birçok toplumsal kesim BM’den konuya dair etkili bir açıklama ve tutum bekledi. Yer yer bazı açıklamalar olsa da BM işgal savaşını durdur­mayı hedefleyen açıklamaları yapmadı, uluslararası güvenlik mekanizmalarını işletmedi. 193 üye devleti olan BM, tüm Ortadoğu halklarına istikrarsızlık, göç ve kaos getirecek olan, ‘Barış Pınarı’ adıyla masum insanların kanını akıtan bu işgal savaşını önleyemedi. Oysa misyonuna denk bir rol oynayarak tüm devletlerin, Suriye’nin ve Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde uluslar üstü rolünü icra edebilirdi. Ancak tüm Suriye savaşı boyunca BM tüm açıklamalarıyla devletlerarası çıkarlardan yana taraf olup savaşın bizzat ortağı olmuştur. 
 
‘Türkiye defalarca savaş suçu işledi’
 
Kuzey-Doğu Suriye’de ve Rojava’da yaşayan kadınlar olarak BM Genel Sekreterinin açıklamalarını ilk günden itibaren büyük bir duyarlılıkla takip edip, düşünce ve taleplerimizi bir mektupla ilettik. BM ilk açıklamasında ’Her türlü askeri operasyon, BM şartı ve uluslararası insani hukuka saygı göstermeli. Siviller ve sivil altyapı uluslararası hukuk gereğince korunmalı’ ifadelerine yer vermişti. Sadece Serêkaniyê’de (Resul Ayn) bile bu açıklamayı onlarca defa ihlâl eden savaş suçları Türk ordusu tarafından işlendi. Çocuklar dahil sivil insanlara karşı kimyasal silahlarla saldırıldı. On binlerce sivil insan bir iki gün içinde kendi toprağından koparıldı. Suriye Gelecek Partisi'nin Genel Sekreteri  Hevrîn Xelef hunharca katledildi. DAİŞ’e karşı savaşan bir YPJ savaşçısının bedenine insanlık onurunu zedeleyen işkenceler yapıldı. Defalarca yaralılara hizmet etmek isteyen sağlık görevlileri hedef alındı, yaşamını yitirenler ve yaralananlar oldu. Gri Sipî’de (Til Abyad) 3 sağlık çalışanı çeteler tarafından kaçırılıp vahşice katledildi. Diğer yandan insanlar evlerini, dükkânlarını, tüm mal varlıklarını arka­larında bırakıp yerinden yurdundan oldular... 
 
‘Güvenlik koridoru’ gerçekte bir ‘etnik kırım’ alanına dönüştü’
 
Türkiye devletinin bu kirli savaştaki ittifak gücü, göç etmek zorundan kalan insanların tüm mallarını ganimet olarak görüp talan etti ve de etmeye devam ediyor. Tüm bunlar söz konusuyken ‘sivillerin ve sivil alt yapının korunması’ nasıl mümkün olabilir! Açık ki bu kirli savaşta yaşanan her türlü hukuksuzluğa sessiz kalan BM, uluslararası insani hukuk normlarından çok devletler arası hukuka göre tutum almakta ve taraf olmaktadır. Türkiye’nin ilan ettiği ‘güvenlik koridoru’nun gerçekte bir ‘etnik kırım’ alanına dönüştüğü çıplak bir biçimde gözler önündedir. 
 
BM’nin bunun gibi sayısız insanlık ve savaş suçu karşısında harekete geçmesi beklenirken; BM Genel Sekreteri Antonio Guterres tarafından siyasi çözüm şansını baltalayıcı, halklar arasındaki düşmanlığı körükleyici ve resmen ‘etnik kırım’ olarak adlandırılabilecek, zorla demografik değişim ve soykırıma onay verici açıklamaları bu bölgede yaşayan biz kadınlarda çok ciddi kaygı ve öfke yaratmaktadır. 
 
‘BM zorla göçü görmezden geldi’
 
2 Kasım tarihinde BM Genel Sekreteri António Guterresin İstanbul’da Tayyip Erdoğan ile Suriye’den gelen mültecileri Kuzey-Doğu Suriye topraklarına yerleştirme Projesini görüştü. Görüşme sonrası yapılan açıklamada Sayın Guterres bu planı incelemek ve TC yetkilileriyle bu planı görüşmek üzere UNHCR’den bir heyetin oluşturulacağını belirterek BM için bu geri dönüşlerin ‘gönüllü, güvenlikli ve onurlu’ bir şekilde olmasının çok önemli olduğunu belirti. Bunu dile getirirken söz konusu bölgenin o topraklarda yaşayan insanlarının savaş zoruyla topraklarından edildiklerini, zorunlu bir şekilde gönüllü olmayan bir baskı ve tehdit üzeri topraklarını terk ettiklerini, göç edişlerinin nedeninin yaşam güvencelerinin olmayışı ve onurlarının ayaklar altına alındığını bir bütün görmezden gelmesi utanç vericidir. Kaldı ki aynı Erdoğan daha 20 Ocak 2018 tarihinde Efrîn’e karşı yürüttüğü işgal savaşı sonucu insanları topraklarından ederek kendine yakın insanları (cihadçıları) oraya yerleştirerek katı şeriyatcı ve baskıcı (anti-demokratik, anti-çoğulcu, kadın ve özgürlükler düşmanı) bir sistem inşa ettiğini tüm dünya gördü. 
 
‘Anayasa Komitesi’nde Kürtler ve kadınlar temsil edilmemektedir’
 
Yine ona benzer inkarcı bir yaklaşımı 150 kişilik Suriye Anayasası Komitesinin oluşumunda görmekteyiz: Suriye’de 9 yıllık savaşta DAİŞ çetelerine karşı kahramanca savaşan, Suriye’nin demokra­tikleşmesi ve kadın özgürlüğü için uzun yıllar mücadele eden Kürtler ve kadınlar temsil edilmeme­ktedir. Bu komitede kadın temsilinin yüzde 20 olması sorunu çözmez. Suriye Gelecek Partisinin halk tarafından seçilmiş Genel Sekreteri Hevrîn Xalef yoldaşımızın katili çete başı şahıs gibi, DAİŞ ve El Nusra ile işbirliği yapan ÖSO temsilcilerine Cenevre’de yer verip da yıllardır DAİŞ’e karşı mücadele veren QSD’nin ve MSD’nin temsilcilerine yer verilmemiştir. 9 yıldır Demokratik, özgür ve barış içinde bir Suriye için binlerce bedel veren toplumsal kesim, Kuzey-Doğu Suriye’de yaşayan ve kadın özgürlüğü temelinde eşitlikçi bir sistem oluşturan kadınlardır. Bu gerçeği inkâr eden ve eli kanlı çeteleri anayasa masasına davet eden her anayasa girişimi Suriye topraklarında kaosu derinleştirecektir.
 
‘BM’nin tavrını kabul etmiyoruz’
 
BM’nin bu tavır ve politikalarını kadınlar olarak kabul etmiyoruz ve kınıyoruz. Bizler Kuzey-doğu Suriye ve Rojava bölgesinde yaşayan kadınlar olarak BM’nin Suriye krizinin başından itibaren oynama­ya yanaşmadığı rolünü oynamaya, tarafsızlığı esas almaya ve halkların kaderlerini ticari anlaşmalara kurban etmemeye, kısacası kendi yazılı ilkelerine (veya tüzüğüne) uygun hareket etmeye çağırıyoruz. BM bünyesinde çalışma yürüten veya statü sahibi olan kadın kuruluşlarından talebimiz; Kuzey-Doğu Suriye’de yaşayan kadınların taleplerine ve seslerine cevap olacak bir misyon üstlenmeleridir. Bu temelde aşağıda genel hatları ile yer verdiğimiz oldukça insani ve makul taleplerin BM’de görünür kılınması için kadın kuruluşlarının yürüteceği her türlü çalışma savaşın son bulması ve onurlu bir barışın sağlanması için elzemdir.
 
*BM’nin de önemsediğini söylediği siyasi kalıcı çözümün gerçekleşmesi için Türkiye devletinin Kuzey-doğu Suriye’ye yönelttiği saldırgan işgalci politikalarını sonlandırması için BM’yi daha ciddi politika ve uygulamalar üretmeye çağırıyoruz. Bu kapsamda; sınır güvenliğinin üçüncü bir taraf olarak BM tarafından sağlanması ve Kuzey-Doğu Suriye topraklarının uçuşa yasak bölge ilan edilmesini talep ediyoruz, 
 
*Türkiye’nin demografik değişim ve etnik soykırım amaçlı işgal ettiği topraklarda geliştirmek istediği ‘mülteci şehirler projesine’ hiçbir şekilde BM onay vermemeli. Tersine bunu engellemek için gereken girişimlerde bulunmalıdır, 
 
*Cenevre bünyesinde oluşturulan Anayasa komitesinin Suriye’de yaşayan tüm etnik toplulukların ve kadınların seçilmiş temsilcilerini dikkate alarak demokrasinin gerçek savunucularına yer vermesini talep ediyoruz.”