Asimilasyon bizim kuşağımızla başladı: Dayak yiyerek Türkçe öğrendik

  • 09:02 24 Şubat 2019
  • Güncel
Habibe Eren
 
ANKARA - Hamşetsnak Lizu Kidanutun kitabının yazarı Huriye Şahin, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e asimilasyon politikalarının kendini katliamlarla var ettiğini ancak halkların her şeye rağmen dilleri koruduğunu belirtti. Huriye, "Asimilasyon aslında benim kuşağım ile birlikte yer edinmeye başladı. Çünkü biz dayak yiyerek Türkçe öğrenmeye başladık" dedi. 
 
Yazar Huriye Şahin'in, Hamşetsnak Lizu Kidanutun (Hemşince Dil Bilgisi) isimli 5'inci kitabı KKM Yayınlarından çıktı. Ermenice'nin lehçesi olan Hemşince'nin dil bilgisi kavramlarını ve sözcüklerini Batı edebi lehçesinden alan Huriye, Türkiye'de Hemşince dil bilgisine dair ilk kez bir kaynak oluşturuyor. Önceki "Asimilasyon politikası dilleri nasıl yok ediyor" isimli kitabında da asimilasyon politikalarına dikkat çeken Huriye ile diller üzerindeki asimilasyon politikasını konuştuk. 
 
*Türkiye'de dillerin asimilasyon politikasına ilişkin önemli çalışmalarınız var. Kitaplarınıza geçmeden önce sizi kendi cümlelerinizden tanıyabilir miyiz?
 
Artvin'in Hopa ilçesine bağlı Kemalpaşa bucağının Osmaniye köyünde doğdum. Orada beşinci sınıfa kadar okuduktan sonra babam işi gereği Ankara'ya geldi.  Ortaokul, lise'yi burada okudum. Ardından Eskişehir Anadolu Üniversitesi İşletme bölümünü bitirdim. Aslında toplumsal duyarlılığım 13 yaşında başladı. O dönemin devrimci mücadelesinin etkisiyle başladı. Abilerimin, beni örgütlemesi ile Dev Yol ile devrimci mücadele ile tanıştım. Daha sonra Kurtuluş Hareketi içinde yer aldım. Yeni Aşama Dergisi ile çalıştım. Daha sonra ayrıldım ayrılışlarımın nedeni hep politik olarak bir sıçrama yaşamamaktan kaynaklı oldu. Belirli bir süre bağımsız kaldıktan sonra Devrimci Sosyalist İşçi Partisi kurucu üyesi oldum ve Ankara İl Başkanlığı'nı yaptım. Orada da yine kadın sorunu ve örgütleme sorununda anlaşamadığım için ayrılmak zorunda kaldım. Şu an bağımsızım ama hemen şimdi devrim ve sosyalizm isteyen kişilerden biriyim. Daha önce bulunduğum siyasi yapılar içinde kadın sorununa ilişkin çeşitli makalelerim yayınlandı. 2005'te ilk kitabım "Marksizm cins körü" yayınlandı. Bu kadın sorununa ilişkindi. Kadının evde yapmış olduğu işin ekonomik değerini belirleyen bir çalışmaydı. Geneli anlattıktan sonra Türkiye içindeki Doğu Karadeniz, Ege, Akdeniz işçi sınıfı ve ev emekçisi kadınların çerçevesinde bölümlendirerek anlattım. Kürt kadınına ilişkin bölümünü Abdullah Öcalan'ın kitabından doğrudan alıntı yaptım. Bunun iki nedeni vardı. Birincisi; enternasyonalist bir dayanışma göstermek. İkincisi de çözümlemesini doğru bulmam. İkinci kitabım Tekel Direnişi'ne ilişkindi. Kitabın adı "Direnişi yaratan Kentler"di. Üçüncü kitabım politik bir romandır. Doğduğum yer olan Hopa'dan başlayıp Hrant Dink ile bitirdiğim bir kitap oldu. Dördüncü kitabım , "Asimilasyon politikası dilleri nasıl yok ediyor" tarihte asimilasyon politikalarının imparatorluklarla nasıl başladığını anlattığım bir kitap. Ermenicenin batı doğu ve Hemşin lehçelerini karşılaştırarak bir çalışma yaptım. Bunun amacı Hemşincenin Ermenicenin bir lehçesi olup olmadığını kanıtlamaktı. Çünkü bununla ilişkin sadece Türkiye'de değil tüm dünyada bir tartışma var.
 
* Türkiye'de Hemşince dil bilgisine dair ilk kez böyle bir çalışma yapılıyor.  Dil bilgisi üzerine çalışma fikri nasıl oluştu?
 
Son kitabımda en önemli etken iki durumdan hareket etmemdi. Birincisi annemin evde sürekli Hemşince konuşmasından dolayı dili iyi bilmem. İkincisi de İstanbul Ermeni Patrikliği'nin çıkardığı 'Kendi kendine Ermenice' başlığı ile yazılan kitap. O kitabı bir Ermeni arkadaş getirmişti bana. Onu okuduktan sonra dilbilgisi çalışmasını kesin yapabileceğimi düşündüm. Ve süreç o şekilde başladı.
 
* Hemşince de bugün Kürtçe gibi asimilasyona maruz bırakılan bir dil. Hemşince resmi ideolojinin politikalarına karşı bugüne kadar Karadeniz coğrafyasında nasıl yaşam buldu ve korundu? Toplumsal alanda dilin devamlılığı nasıl sağlandı?
 
Türkiye'de kapitalist sistemin geç gelişmesinden kaynaklı olarak her etnik grup kapalı yaşıyor. Kürtler de böyledir. Doğu Karadeniz halkları da böyledir. Bizim komşularımız Lazlardır, yukarıya doğru gittiğinizde Gürcülerdir. Aşağı doğru indiğinizde Rumlardır. Ama bu halklar kendi içinde kapalı yaşıyorlar. Evliliklerini de içten gerçekleştiriyorlar. Öyle olduğu içinde dil korundu. Asimilasyon aslında benim kuşağım ile birlikte yer edinmeye başladı. Niye benim kuşağımla birlikte. Çünkü biz dayak yiyerek Türkçe öğrenmeye başladık. İlkokula gittiğimde ben Türkçe bilmiyordum. Hepimiz Hemşinli olduğumuz aynı köyün çocukları olduğumuz için öğretmen, cetveli ile vurarak öğretiyordu. Ben birinci sınıfı bu yüzden iki kere okudum. İlk olarak Türkçe öğrendim ikincisinde ders öğrenmeye başladım. Benden sonraki kuşak evde çocuklarına Türkçe öğretmeye başladı okulda dayak yemesin diye. Şimdi bazı aydınlar 'gönüllü asimilasyon' var diyorlar. Ben buna kesinlikle katılmıyorum. İnsanlar kendi çocuklarını korumak için bunu yaptılar. Artık çocuklar kendini iki dille var etmeye çalışıyorlar. Dil evde doğal olarak konuşulduğu için çocuklar öğreniyorlar. Hem asimilasyonun hem de dilin korunmasının nedeni bu. 
 
* Tarihsel sürece baktığımızda Müslümanlaştırma politikaları Hemşinliler üzerinde nasıl başladı ve dile dönük bu saldırı nasıl devam etti?
 
Hemşinlilerin bölgeye geliş tarihi 700'lü yıllar. Pers İmparatorluğu altında yer alan Ermenistan'a saldırması ve işgal etmesi sonucunda Anatomi boyuna uyguladığı bir vergi baskısından kaynaklı katliamlar yaşanıyor ve Bizans'ın egemenliği altında olan Doğu Karadeniz bölgesinin Rize bölgesine doğru geliniyor ve Bizans bugün yaşanılan Hemşin bölgesine yerleştiriyor. Aslında Hemşin bölgesi diye bir bölge yok. Bizim atalarımızın oraya gelmesi ile oluşturuluyor. Ondan sonra Ermeniler 1600 yıl önce kendi alfabeleri ile eğitime başladığı için kiliselerde Müslümanlaşma sürecine kadar eğitim alanının içerisindeler. Doğal olarak Batı Lehçesi içinde kendini var eden bir dil. Ama 1700'lerde Osmanlı İmparatorluğu'nun Doğu Karadeniz'e yönelik Müslümanlaştırma hareketi başlamasından sonra sadece Hemşinliler değil Laz ve Gürcülere de aynı politikalar uygulanıyor.  Rusya'ya karşı bir tampon bölge oluşturma süreci başlıyor. Buna karşı çıkılması sonrası katliamlar yaşanıyor. Hristiyanlığı terk etmemek için ve katliamlardan kaçan bir kol Rusya'ya kaçıyor. Bu kol Hemşince konuşuyor. Bir kısmı öldürülüyor bir kısmı Müslümanlaştırılıyor. Müslümanlaştırılanlar doğal olarak eğitim sisteminin dışında kalıyor. Kopulduktan sonra dil Rize bölgesinde çok hızlı bir şekilde asimilasyon süreci yaşıyor. Osmanlı bölgeye Türkmen boylarını yerleştiriyor. Parantez açayım;  Kürtlere uygulanan bir yasak var dile ilişkin Kürtçe konuşanlara para cezası. Bu aslında ilk olarak Osmanlının bize uyguladığı bir yasaktır. Kim dilini konuşuyorsa ona 6 tane koyun verme cezası veriliyor. Osmanlı ajanlarını bölgeye gönderiyor. Kadınlar, sopalarla bu ajanları kovalıyorlar ama erkekler katliam korkusuyla dayatılan bu kararı kabul ediyor. Katliama maruz kalan insanların evlerine topraklarına Türkmenler yerleştirildiği için artık komşu haline geliyor. Osmanlının baskısıyla hızlı bir şekilde asimilasyon başlıyor. Kaçma sürecinde bir kesim Hopa'nın dağ eteklerine yerleşiyor. Hopa'nın hâla dilini koruyor olmasının nedeni bu.
 
* Osmanlıda İttihat Terakki ile başlayan sonrasında Cumhuriyet ideolojisi ile birlikte gelen süreçte Hemşince gibi birçok dil yasaklanıyor. Cumhuriyet ile birlikte asimilasyon politikası nasıl bir sürece evriliyor?
 
Cumhuriyet ile birlikte daha keskin ve net bir biçimde yasaklar yaygınlaştırılarak ortaya çıktı. Bu sadece Doğu Karadeniz halklarına yönelik gerçekleşmedi. Mezopotamya'daki tüm halklara başta Kürtler olmak üzere birçok halka uygulandı. Asimilasyon süreci sadece yasaklarla değil, katliamlarla kendini var etti. Kime karşı, hangi halklara karşı gerçekleşti bu politikalar? Kürtlere yönelik 1925, 1938 bunların en alıcı ve vurucu düzlemidir. Ama yasağın kendisi bütün dilleri yok eden, sadece Türklüğü öne çıkartan ve Türk dilinin varlığının her şeye armağan edildiği bir politik ve yasal çerçevenin çizilmesiyle asimilasyon sürecinin daha vurucu bir hale gelmesine neden oldu. Ama halklar koruma ve geliştirme düzeyinde inanılmaz bir çaba harcadı ve bu çabanın sonucudur ki; Kürt halkının verdiği mücadele ile birlikte ortaokul düzeyde bazı diller seçmeli olarak verildi. Devlet kendiliğinden böyle bir sürece girmedi. Şu anda biz de başvurduk. Süreç devam ediyor henüz sonuçlanmadı. Ama edindiğim bilgiye göre 9 tane etnik grup başvurmuş. Arnavutlar, Boşnaklar dahi ortaokulda seçmeli ders almak için başvurmuşlar.  
 
* Birçok coğrafyada asimilasyon dille başladı ardından kültürle de devam etti. Bu süreçte ikisinin paralel ilerlediğini görüyoruz. Buna ilişkin ne söylemek istersiniz?
 
Aslında ben şöyle düşünüyorum. Bu devlet Türkleri de asimile etti. Yani Cumhuriyetle başlayan Türkçülük,  devleti kuran asker ve sivil bürokrasinin kurguladığı bir Türkçülüktür. Dilin kendi yapısına baktığımızda bunu görebiliyoruz. Devletin kuruluşundan bugünkü sürece kadar değişen, yenilenen ve yapı çerçevesinde oluşturulan bir dille karşı karşıyayız. Doğal olarak, kültürel olarak da askeri ve sivil bürokrasinin batıdan doğru ama aynı zamanda İslamiyet'i içine alan bir kültürü bütün halklara dayattı. Türkmen boylarına da dayatılan bir kültürdür bu. Yani, yeni oluşturulan devletin yeni yönetim biçiminin dil, kültür ve yaşamın her alanına ilişkin kurguladığını var olan herkese dayatıldığı bir süreçle karşı karşıya kaldık.
 
İkincisi, kapitalist üretim tarzının da egemen olmaya başlaması ile birlikte feodal kültürlerin doğal çözülmesi ile de karşı karşıya kalındı. Türkiye'nin her tarafına baktığımızda toplum düzenin farklı olduğunu görüyoruz. Lazlar ile Hemşinleri ele alalım. Yan yana yaşıyoruz ama başı kapatma biçimimiz yan yana yaşamamıza rağmen farklıdır. Kültürümüz farklıdır. İlişki düzlemimiz farklıdır. Kültürün ve giyimin farklılaşmasına kapitalizm ve devletin dayattığı bir süreci var. Cumhuriyette kadının giyim tipi dizayn edilen bir çerçevede var. Bugün İslami ataerkilliğin bize empoze edildiği bir sürece de girdik bu hükümet ile birlikte.
 
* Tüm bu asimilasyon politikalarına karşı dilini koruyan ve bu anlamda mücadele eden halklar var. Anadilde eğitimin alınması ve anadilin kamusal alanda konuşulabilmesi için yıllardır çeşitli mücadeleler veriliyor. Bu anlamda yürütülen çabaları nasıl görüyorsunuz?
 
Bunu her platformda dile getirmek gerekiyor. Her partinin, sendikanın, derneğin ve kuruluşun gündeme getirmesi gerekiyor. Çünkü Türkiye halklar mozaiğidir. Bu kuruluşlar, dernekler ve partiler bu halklardan oluşuyor. Şu anda her partiye gidelim; içinde Kürt'ü de Laz'ı da  Çerkez'i de var. Yani, halklardan oluşuyor. Türkiye işçi sınıfı halklardan oluşuyor. Sermaye sınıfına bakarsak o da halklardan oluşuyor. Türklük kimliği, sadece devletin giydirdiği bir kimliktir. Her toplumun kendine ait sosyal kişiliği vardır. Bu kişilik bastırıldığı an başkalaşır. Biz bununla karşı karşıyayız. Yani halklar en ufak bir şeyi yaparken bile bunu Türk kimliği üzerinde yapmak zorunda kalıyorlar. Ama o kişinin Türk olmadığını biliyor çünkü evinde gerçekten de kendi dilini konuşuyor. Akrabaları ile bir araya geldiğinde kendi yemeklerini yapıyor. Ben bir Doğu Karadenizli olarak bunları ifade ediyorum.  Bir sürü akrabamla bunları yaşıyorum. 'Sen ne diyorsun biz Türk'üz' diyorlar. Ben biraz üstlerine gittiğimde 'Korkuyoruz boşver bunları' diye bir tepki ile karşılaşıyorum.
 
* Son olarak ne eklemek istersiniz?
 
Kitabımı iyi ki yazdım diyorum. Çünkü kitabı yazarak Hemşin lehçesinin artık sonsuza kadar yaşamasını sağladığımı düşünüyorum. Dünyanın her yerinde ses getirdi. Niye dünyanın her yerinde diyorum. Türkiye'den göç etmek zorunda kalan Rusya Hemşinleri işte başka yerlere gitmek zorunda kalan Hemşinlere de ulaştı. Artık dil bilgisinin varlığı sonsuza kadar yaşayacak. Türkiye'deki halklar ve işçi sınıfları olarak bir bütünlük sağlamamız gerektiğini düşünüyorum. Buna Türkleri de katıyorum. Resmi tarihin resmi dilin gerçek kimlik ile kısmi olarak alakalı olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden bütün halklar kendimizi var etmek, geliştirmek ve sömürünün ortadan kaldırılması için birleşik bir hareket yaratmak zorundayız.