Kadınlar direniş panelinde buluştu

  • 08:48 17 Kasım 2024
  • Güncel
 
 
MUĞLA- Erkek ve devlet şiddeti, cezaevleri ve savaş eksenindeki boyutlarının ele alındığı panelde konuşan Sabahat Tuncel, “Onurlu bir barış ne devletin ne de Devlet Bahçeli’nin inisiyatifine bırakılamaz’ dedi.
 
Muğla Kadın Dayanışma ve Danışma Derneği Kayra Bahçe Toplantı salonunda 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü kapsamında, ‘İçeride-dışarıda şiddet, kadınlık halleri ve direniş’ başlığı ile panel düzenledi. Panelde Tevgera Jinen Azad (TJA) aktivisti ve siyasetçi Sabahat Tuncel, Jineoloji Dergisi Yayın Kurulu üyesi Ayşe Berktay ve Yazar Ayşe Düzkan konuşmacı olarak katıldı. Moderatörlüğü ise Ev Ekesenli Çalışanlar Sendikası (Ev-eksen) kurucu üyesi Durdu Çetiner gerçekleştirdi.
 
Kadınlar ve erkeklerin suç işleme nedenleri farklı
 
İlk sözü alan Ayşe Düzkan adli tutuklular hakkında konuştu. Suçun aslında toplumsal sorun olduğunu belirtti. Aye Düzkan, Alman solun bütün adli mahkumlar için söylediği “toplumsal mahkumlar” tanımına ise tamamen katılmadığını dile getirdi. Erkeklerin kadınlara karşı erkek olmaktan kaynaklanan avantajlarıyla suç işlediğine işaret eden Ayşe Düzkan, “Kadınlar ise birkaç farklı sebeple suç işliyor. Ailesi öyle; baba mesleği hırsızlık. Toplum onlara başka bir alan sunmamış. Cezaevinde bir kadın bir Roman kıza yeter bu kadar ceza yatma git bir işe başvur çalış demişti. Kız da ‘ben sana iş başvurusunda bulunsam beni işe alır mısın, almazsın’ demişti. Yani kader gibi olmuş” şeklinde belirtti.
 
‘Cezaevinden çıkan kadınların gidecekleri yerler yok’
 
Suç örgütlerinin bazı kadınları ya kimi sorumlulukları almakta kullandığını ya da çocuklarını alıkoyup onlara zarar vermekle tehdit edip suça sürüklediklerini belirten Ayşe Düzkan,  bu kadınların cezaevinden çıktıktan sonra organize suç örgütlerinden başka gidecek yerlerinin olmadığını kaydetti. Çek mafyasının eskort olarak çalıştırdığı kadınlardan biri kaçmaya çalıştığında işkenceye maruz kaldığını dile getirdi.  
 
Adli tutuklu kadınlarla dayanışma sağlanmalı
 
Kendisine tecavüz etmeye çalışan erkeği veya evli olduğu erkeği öldüren kadınların her zaman en yüksek cezalar verildiğini, özellikle evli olduğu erkekleri öldürme suçundan girenlere çocuklarının gösterilmediğini, ailelerinin de destek vermediğini belirten Ayşe Düzkan, “Ağırlaştırılmış müebbet cezasıyla bir hücrede 30 sene kalmak zorunda bırakılıyorlar. Cezaevi ‘asmayalım da besleyelim mi’ dedikleri yer değil. Örneğin içme suyunu satın almak zorundasınız. Bu insanlar cezaevinde çalışmak zorunda kalıyor. 2019’da 10 Lira gündelikle çalışıyorlardı. Çocuklarına hasretler, çok nadir kadınların aileleri görmeye geliyor. Cezaevlerinden çıktığında gidecekleri yerleri yok. Bu kadınlar dışarı çıktıklarında ne yapacaklar? Bundan kaynaklı kadın özgürlüğü sorunumuz bizim sorumluluğumuzda. Cezaevi ve İnfaz Sisteminde Sivil Toplum diye bir dernek var sadece, kadınlardan oluşan bir kurum. Bunun dışında bildiğin bir kurum yok” sözlerini kullandı.  
 
‘25 Kasım erkek devlet şiddetine direnişin adıdır’
 
Ardından söz alan Sabahat Tuncel ise Mirabel kardeşlerin kadına yönelik şiddetin değil aynı zamanda erkek devlet şiddetine direnişin de sembolü olduğunu ifade ederek Türkiye ve pek çok ülkede ise bu şiddetin sadece ‘özel alanda’ yaşanan erkek şiddetinin öne çıkarıldığını, erkek devlet şiddeti boyutunun zayıf bırakıldığını ifade etti. Mirabel kardeşlerden Minerva’nın diktatör Trujillo’ya gösterdiği tavrın Sakine Cansız’ın Diyarbakır Cezaevinde kendisine Türklüğü dayatanlara karşı tavrıyla aynı olduğunu dile getiren Sebahat Tuncel,  “Erkek devlet şiddetine karşı mücadele etmek ve özgürlükçü bir yaşamı inşa etmek önemli. Ancak politik olarak kazanmadan hiçbir alanda kazanmak mümkün değil. Kadın özgürlük mücadelesini, kadın kurtuluş ideolojisini toplumsallaştırmak önemli” dedi.
 
‘Diyarbakır Cezaevi direnişi kadın hareketinin direniş tarihidir’
 
1980’li yıllarda Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesinde yer alan kadınlara karşı Diyarbakır Cezaevinde yaşatılan işkenceye karşı duruşun aynı zamanda kadın hareketinin direniş tarihi olduğunu dile getiren Sabahat Tuncel,  bu işkencelere karşı Sakine Cansız’ın kadınlara moral ve motivasyon vererek direndiğini belirtti. Sabahat  Tuncel, “Dışarıda da ailelerin direnişi var. 80’lerde yapılan şiddet 90’lı yıllarda çok daha kitlesel şiddete dönüştü. İşkenceye maruz kalan kadınlar hala o dönemi anlatamıyor. Türkiye’de cezaevi gerçeğini Kürt kadınları açısından erkek devlet şiddetinden ve aynı zamanda direniş gerçeğinden de bağımsız konuşamıyoruz. Bu kadar zulüm işkence karşısında kadınların büyük bir direnişi var. Eğer Türkiye’de Kürt siyasal hareketi parlamentoda üçüncü sırada yer alıyor ve kayyım atamalarına rağmen belediyeleri yönetiyorsa kadınların verdiği bu direniş sayesindedir” diye ifade etti.
 
‘Türkiye’de insanları suça sürükleyen bir sistem var’
 
Ağırlaştırılmış cezaevleri ve F Tipi Cezaevlerinin koşullarının insani değerlerden uzak olduğunu, adli tutuklular için geliştirilen kampüs tipi cezaevlerinin ise ucuz iş gücü sömürüsüne dayandığını ifade eden Sebahat Tuncel, “Türkiye’de cezaevi sistemi cezayı engellemiyor. Cezaevindeyken AKP iktidarı 3 defa adlilere infaz yasasında düzenlemeler diyerek ve siyasileri dışarıda tutarak gizli af çıkardı. Buna rağmen aynı kadınlar gene cezaevine girdiler. Çünkü dışarı çıkınca bu kadınlar gene aynı hayatın içine giriyor. Dışarı çıkınca sistemden koparacak ayakları üzerinde duracakları suç alanının dışında kalabileceği bir alan yok. Kadın hareketinin de bu konuya ilgisi yok. Türkiye’de insanları suça sürükleyen bir sistem var” ifadelerini kullandı.  
 
‘Kadınların temel gündemlerinden biri barış olmalı’
 
Kobanê Dosyası nedeniyle hala cezaevinde olanların Kürt sorunun demokratik barışçıl çözümünü talep ettikleri, Kürt halkının hak ve özgürlük mücadelesinin başarıya erişmesini istediği için cezaevinde olduklarını belirten Sabahat Tuncel, Türkiye kadın hareketinin temel gündemlerinden birinin barış olması gerektiğini söyledi. Gelirin kadınların özgür ve güven içinde yaşamasına aktarılmak yerinde savaşa aktarıldığını ifade eden Sabahat Tuncel, “Dinci, cinsiyetçi, milliyetçi ırkçı politikalarla kadınların alanları daraltılıyor. Diyanet büyük bütçeye sahip. Ne yapıyor? ÇEDES ile dinci milliyetçi cinsiyetçiliği örgütlüyor. Aynı zamanda savaş politikalarını geçiriyor. Bütün bunlara karşı barış siyasetini geliştirmemiz lazım. Türk ve Kürt kadınının yan yana gelmesini engelliyor” dedi.
 
‘Kürt kadınlarından çok Türkiyeli kadınların çaba göstermesi lazım’
 
Türkiye’de sosyal demokrat partinin bile göçmenleri sınır dışı etmekten bahsettiğini dile getiren Sabahat Tuncel, “Türkiye’nin savaş politikası olmasaydı, cihatçı gruplarla işbirliği yapmasaydı kimse yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmazdı. Kapılarını açıyorsun buraya getiriyorsun, bunu bir rant aracı haline getiriyorsun sonra da bu insanları Türkiye’deki sorunların kaynağı olarak gösteriyorsun. Göçmen kadınların yaşadığı şiddet de başka bir problem. Barış siyaseti hepimizi etkiliyor. Barış herkese kazandırır. Kürt kadınlardan çok Türkiyeli kadınların da çaba göstermesi gereken şey. Çünkü bu savaş politikası herkese duvarlar örüyor yan yana gelmemizi engelliyor. Şimdi Kürt kadınının yanında duranlara da terörist diyor. Dayanışma içindeysen senin dostunu da cezalandırıyor ya da herkes terör torbasına girebiliyor. İktidara muhalif olan herkes” diye belirtti. 
 
‘Kadınlar hakları için sürece dahil olmalı’
 
MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın meclise çağrısı ardından başlayan süreçte barışın mümkün olup olmadığının tartışıldığını belirten Sebahat Tuncel, devletin niyeti ne olursa olsun bunun önemli bir başlangıç olduğunu dile getirdi. Yıllarca Kürt sorunu muhataplarıyla çözüleceğini belirttiklerini ifade eden Sebahat Tuncel,  “Muhatabı muğlaklaştırarak sorunu çözemezsiniz. Bu aynı zamanda demokratik muhalefete alan açma çağrısıdır. Bu alanı kapatırsanız şiddete alan açarsınız. Diğeri sorun Anayasal güvenceye kavuşması sorunudur. 2013-2015 yıllarında bunları konuştuk. O yüzden mecliste araştırma komisyonu kuruldu, Anayasa çalışmaları yapıldı, Kadın Özgürlük Meclisini kurduk. Sadece Kürt-Türk barışı değil kadınların da bu süreçte rol alması ve kadınların özgürlüğünün de güvence altına alınması gerekir dedik. Hem 1325 Sayılı Birleşmiş Milletlerin Barış kararı çerçevesinde de bu sürece hem müzakere sürecine nasıl dahil olur, hem de müzakere sürecinde kadınların hakları nasıl garanti altına alınır konusunda da tartışmalar yapıldı. Parlamentoda sorunun çözülmesi önemli. Kadınlar olarak bu çözümü teşvik etmemiz lazım” sözlerini kullandı. 
 
‘Onurlu barış devlete ve Devlet Bahçeli’ye bırakılamaz’
 
Onurlu bir barışı ne devletin ne de Devlet Bahçeli’nin inisiyatifine bırakamayacaklarını, çünkü onların kendi çıkarları için barış dediklerini ifade eden Sabahat Tuncel, “Onların barış dediği George Orwel’in kitabında ‘barış savaştır aslında’ dediği gibi. Kavramı kendilerine göre kullanıyor. Herkesin kavrama yüklediği anlam farklı. Barış meselesi hele hele kadınlar açısından çok hayati bir mesele. Toplumsal barışın sağlanması Kürt-Türk barışının sağlanmasından geçer. Bu kadar ırkçı politikalar kaynağını buradan alıyor. Buna karşı Türkiye kadın hareketinin elini taşın altına koyması ve barış sorununu birlikte ele alması gerekir. Bir zahmet Türkler de bunun için elini taşın altına koysun. Ama tek tek değil kitlesel olarak. Bu mücadelede bedel ödeyen feminist, sosyalist arkadaşlar var. Ama Türkiye halklarının bu sürece dahil olması gerekiyor. Çözüm sürecinde Türkiye halklarının yüzde 70’inin buna destek verdiğini biliyoruz. Aslında Türkiye halkları bir arada yaşama iradesi gösteriyor ama iktidarlar halklar arasında milliyetçi politikalar yayılıyor, duvarlar örüyor. Troller dijital medyada cinsiyetçiliği, milliyetçiliği yayıyor. Buna karşı birlikte mücadele edelim” diye konuştu.
 
‘İran cezaevlerindeki direnişi hatırlattı’
 
Son olarak kadın aktivistlere verilen idam cezasına karşı İran Cezaevlerinde eylemlerin devam ettiğini hatırlatan Sabahat Tuncel,  “Cezaevlerinde ‘Jin jiyan azadî’ sloganının evrensel bir slogan haline gelmesini sağlayan kadınlar var. Şimdilik sönümlenmiş gibi görünüyor ama bu yeniden çıkmayacağı anlamına gelmez. Geçtiğimiz günlerde bir genç kadın molla rejimine karşı soyunarak direniş gösterdi. Akıl hastanesine almışlar. Çünkü böyle bir cesareti ancak deli gösterebilir dediler. İranlı kadınlarla dayanışma içinde olmamız önemli. Politik kadınların idamına karşı ses çıkarmak önemli. Mirabel kardeşlerin diktatörlüğe direnişine benzerdir” diye belirtti.
 
‘Uluslararası hukuk her savaşı savaş saymıyor’
 
Son olarak söz alan Ayşe Berktay savaşın sadece sıcak çatışma alanlarında değil aslında erkek egemen kapitalist sistemin kadınlara çok boyutlu ve çok cepheli bir savaş açmış durumda olduğunu ifade ederek göze en çok fiziksel şiddetin battığını ifade etti. Savaşlarda kadına yönelik şiddeti çeşitli yasalarla önleme taahhüt edilse de gerçekte böyle yaşanmadığını dile getiren Ayşe Berktay,  “Kadına yönelik şiddetin en ağır şekilde yaşandığı yer savaş koşulları. Burada daha pervasızlaşıyor, erkeklikler canavarlaşıyor ve görünmezleşiyor. Aslında kadınların uzun mücadelesi sonucunda kadına yönelik suçlar savaş suçları arasında yer aldı. Ama bunun kanıtlanması gerekiyor. Kalıcı hasar kalmış mı gibi bir sürü kuraldan geçirip değerlendiriyor. Zaten devletler her şeyi savaş olarak da kabul etmiyor. Uluslararası hukuk da. Ancak devletler arasında olması lazım ki savaş olarak kabul edilsin. Mesele Kürdistan’da Filistin’de savaş olduğunu kabul etmiyorlar. Devletlerin meşru müdafaası olarak kabul ediyorlar. Dolayısıyla burada kadınlara karşı işenen suçlar savaş suçu olarak kabul edilmiyor. İnsanlığa karşı suç olarak değerlendirilebilir, ancak bunun için de bir sürü eleklerden geçiriliyor. Uluslararası hukuk gereken desteği vermiyor” şeklinde belirtti.
 
‘Eylemlerin süreklilik arzetmesi’
 
Şiddetin normalleşmesinin kimin için gerçekleştiğini soran Ayşe Berktay, “Filistin ve Kürt halkları için şiddet normalleşiyor mu? Biz kadınlar için kadın cinayetleri normalleşiyor mu? Normalleşme yerine toplumun duyarsızlaşması diyebiliriz. İşkenceye, cezaevlerine karşı duyarsızlaştırılıyor. Kadına yönelik şiddete karşı duyarsızlaştırılıyor. Bir ölçüde dehşet verici bir katliam olduğu zaman tepki gösteriyor. Tepkiler oluyor ve bitiyor, bir sonraki olayda bir daha tepki gösteriyoruz. Bu aslında bize yetmiyor. Tepki göstermek o tepkiyi örgütlemek ve olaya karşı mücadele etmek için bir sonraki olayı beklemek ertelemek. Sürekli bir devimin itiraz hali gözleyemiyoruz. Bu mutlaka başarmamız gereken bir şey ama bu konuda adımlar da atıyoruz. Mesela kayyım meselesine karşı sürüyor. Kayyım da kadına yönelik bir şiddet. Çünkü kazanımları, imkanları yaptığı seçimi hiçe saymak. Buna yapılan itiraz fiziksel şiddetle de önlenmeye çalışılıyor. Cumartesi Anneleri devam ediyor. Belki bazı şeyleri her gün her hafta sürmesi ilk başta önemsiz gibi gözükse de daha büyük bir etkisi dönüştürücü güç olması için kanal açıyor” sözlerini kullandı. 
 
‘Ucundan tutmak yetmiyor’
 
Her gün yaşanan şiddetten çıkmanın uzun bir yol olduğunu, erkek egemen devletin ve zihniyet değişimi sorunu olduğunu ifade eden Ayşe Berktay,  “Toplumda bir zihniyetten yaklaşımdan bahsediyoruz. Kürt kadınları 10 yıllardır mücadele ediyor. En sonunda eşbaşkanlığa varan toplumu mahallelerde, meclislerde örgütlenmeye yerel yönetimleri kazanıp oralarda örgütlenip kadın daireleri kurmaya varan örgütlenme. Toplumun ana geleneksel fikirleri ele alıp bunlara karşı çıkan kampanyalar yaptılar. ‘Namusumuz özgürlüğümüzdür’ deyip bunu tartıştırdılar. Tecavüz kültürü ile ilgili kampanya yaptılar. Tecavüz meselesini kanıksanmış bir toplumun parçası haline gelmesini tartıştırdılar. Toplumda tam bir dönüşüm başarılmıştır, orada başka bir sistem var asla demek istemiyorum. Erkeklik meselesinin engeller çıkardığı ortada ama toplumda bir dönüşüm olduğunu hissediyorsunuz. Ama bu on yılları aldı. Bu memleketteki dönüşüm de uzun sürecek. Biz bu uzun zaman sırasında kendi alanlarımızı inşa etmek var oluşumuza yönelik saldırıya karşı bir şeyler yapmamız gerekiyor. Cinayetler, katliamlar büyüyor. O zaman bizim kendi savunma alanlarımızı inşa etmemiz gerekiyor. Ucundan tutmak yetmiyor. Bu farklı bir çalışma mücadele biçimi kadınların bir arada olmak birbirine değmek için daha uzun zamanlar daha büyük alanlar yaratması gereken bir durumdan bahsediyorum” şeklinde konuştu.
 
Panel aranın ardından soru cevaplarla devam etti.