İmralı raporunu açıklamayan CPT’ye tepki: İşkenceyi destekliyor
- 09:13 1 Nisan 2023
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA – Eylül ayında İmralı’ya giden ancak ziyareti hakkında bilgi vermeyen CPT’nin kuruluş amacının işkenceyi araştırmak, önlemek ve buna dair raporlarını kamuoyu ile paylaşmak olduğunu söyleyen Margaret Oven, raporun açıklanmamasına ilişkin “CPT işkenceyi destekliyor” tespiti yaptı.
İmralı’da 24 yıldır ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ve Hamili Yıldırım’dan 25 Mart 2021 tarihinden bu yana haber alınamıyor. En son 7 Ağustos 2019 tarihinde avukatları ile görüşebilen Abdullah Öcalan ile görüşmek için hem uluslararası alandan hem de Türkiye içinden binlerce başvuru yapıldı. Yapılan başvurulara yanıt verilmezken, art arda verilen “disiplin cezaları” ile görüşmeler engelleniyor.
Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT), Eylül 2022’de İmralı Adası’nı ziyaret ettiğini duyurmuş tüm soru, eylem ve ısrarlara rağmen Abdullah Öcalan ile görüşüp görüşmediğini ise açıklamamıştı. Ziyarete ilişkin raporu 6-10 Mart arası Strasbourg’da gerçekleştirilen 110’uncu genel kurul toplantısında komite kabul etmişti. Rapora ilişkin inisiyatif almayıp açıklamayan CPT’ye yönelik çağrılar ise sürüyor. En son 2022 yılı raporuna açıklayan CPT, konuya ilişkin yine hiçbir bilgi paylaşmadı.
Britanya İmparatorluk Nişanı sahibi, insan hakları savunucusu ve avukat Margaret Owen, CPT’nin sessizliğini ve uluslararası kurumların işlevselliğine ilişkin JINNEWS’e değerlendirmelerde bulundu.
‘Tüm hukuk kanalları ihlal edilmiştir’
Abdullah Öcalan’dan haber alınamamasının endişe verici noktaya ulaştığını söyleyen Margaret, tüm uluslararası hukuk kanallarının ihlal edildiğini belirtti. Margaret, “Avukatları ve ailesinin kendisinden en son haber almasının üzerinden 2 yıl geçti. Bu durum son derece endişeli bir hal aldı. Sayın Öcalan üzerindeki tecrit uluslararası hukukun ağır ihlallerini içeriyor, bu sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve Birleşmiş Milletler’in uluslararası sözleşmelerini değil aynı zamanda uluslararası hukukun bir parçası olarak Mandela kurallarının da ihlalidir. Nelson Mandela'ya Robben Adası'ndayken uygulanan Mandela kuralları, her tutsağın bir avukat ve ailesi tarafından ziyaret edilme hakkının olduğunu belirtiyordu. Şimdi tek bir haber alamıyoruz, sağlığı nasıl, iyi mi, bilmiyoruz. Çok tanınmış bir Kürt siyaset bilimci bana üç hafta önce Lordlar Kamarası'nda bir komite toplantısındayken 'Kesinlikle iyi aksi olsaydı bilirdik' dedi. Ama gerçekten bilmiyoruz. Ve asıl endişe verici olan Avrupa Konseyi Komitesi’nin 5 üyesi İşkenceyi Önleme Komisyonu (CPT) ile fiilen İmralı Adası'na gitti ve 20- 29 Eylül tarihlerinde 8 gün boyunca oradaydı. Dışişleri ve Adalet Bakanı'nı gördüler hükümet yetkilileriyle görüştüler. Fakat duyduğumuz kadarıyla Öcalan'ı hiç görmediler, bunu bizimle paylaşmadılar” diye konuştu.
‘Üye devletler acilen raporun açıklanmasını talep etmelidir’
İşkenceyi önleme komitesinin ziyaret raporlarını yayınlamamasının şok edici olduğunu belirten Margaret, heyetin bir an önce bu raporu aktarması gerektiğini vurguladı. Margaret “İşkencenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi'ni imzalayan üye devletler ve kişilerin, özverili bir şekilde talepte bulunmaları ve uygun soruşturmalar için seslerini yükseltmeleri ve başvuranın erişebilmesini sağlamaları gerekmektedir” diyerek tüm bu uygulamaların acilen hayata geçirilmesi gerektiğini belirtti. Margaret, “Fakat Türkiye'nin uluslararası alanda söz sahibi olmaya çalışması ve bir kavgaya tutuşması ile birlikte tüm bu insan hakları ihlalleri ve birçok durum hafife alındı. Rusya-Ukrayna arasında arabulucu rolün verilmesi, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliği gibi durumlar kurumları kıskaca aldı. İsveç Türkiye'ye ye silah satmayı bırakmıştı örneğin, ama Türkiye bunu tersine çevirmek için uğraştı. Üstelik İsveç, Kürtlerin iadesinden yana olmuştu. İsveç'in bu baskılara boyun eğmesi ve Türkiye'den yana olması da çok endişe verici. Bu yüzden çok zorlu bir siyasi süreç var. 14 Mayıs'ta Türkiye'de seçimler olacak. Bazı insanlar bu son zamanları diyor, bazıları seçimi ekonomi dolayısıyla kaybedeceğini söylüyor, ama kim bilir” dedi.
Abdullah Öcalan’ın barış süreci için hayati rolü
Barışçıl çözümün bulunması için Abdullah Öcalan’ın sürece dâhil edilmesi gerekirken, tersine İmralı’da tecrit altında tutulması ve asıl işkencenin bunu unutmak olduğunu söyleyen Margaret, kendisinin barış süreci için hayati önemde olduğunu kaydetti. Margaret, “Öcalan'ın barış süreci için kesinlikle hayati önemi var. O özgür olmadığı ve bir barış sürecine katılmadığı sürece, sürmekte olan bu çatışmaya barışçıl bir çözüm bulunamaz. Birleşik Krallık'ta maalesef ki az biliniyor ancak benim çevrem ise onun olağanüstü yazılarını ve kendisini tanıyor. Burada insanlar onun kim olduğunu bilmedikleri gibi, olağanüstü yazılarını, barış ve herkes için daha iyi bir dünya için eşsiz felsefesini de bilmiyorlar. Ve gerçekten neyin tehdit altında olduğunu anlamıyorlar. Türkiye, HDP'nin ve onların Meclis’teki temsil haklarını savunan, avukatlarıyla, sendikacılarıyla, akademisyenleriyle, iktidarlarına karşı çıkan herkesle dolu cezaevlerinden ibaret. Aslında İmralı işkencesinden bahsedecek olursak, bir insanı tek kişilik hücrede tutmak ve bu hücre hapsinin bunca zaman yansıdığı üç kişi daha olduğunu unutmak asıl işkencedir. CPT ise bu işkenceyi destekliyor. Görevinin temelinde araştırmak ve işkenceyi önlemek var. Kuruluşunda işkenceyi araştırmak ve buna dair raporları kamuoyuyla paylaşmak ve ortaya çıkarmak varken bunu uygulamıyor. Eğer bunu yapmayacaksa ve bu faaliyetlerini ve raporlarını kimseye söylemeyeceklerse bunun ne anlamı var ki” ifadelerini kullandı.
‘Uluslararası sessizliğimiz bizi Öcalan'a yapılan işkencenin suç ortağı yapıyor’
Asıl sorunun CPT’nin de dışında hazırlanan raporun üye ülkeler tarafından talep edilmemesi olduğunu aktaran Margaret, sessizlikle uluslararası kurumların da suça ortak olduğunu söyleyerek şöyle konuştu: “Asıl sorun Avrupa’daki yetkililerle ilgili, bu durum tamamen onlara bağlı. Üyelerin bu soruları yanıtlaması için CPT'ye baskı yapması ve raporu yayınlamasını talep etmesi gerekiyor. Örneğin biz buradaki avukatlar olarak Birleşik Krallık'ta, Dışişleri büromuzun ve Adalet Bakanı’mızın, bu raporları CPT'ye yayınlatma talebinde bulunması için baskı yapıyoruz ve elimizden gelen her şeyi yapıyorduk, yapıyoruz. Demek istediğim, bütün bu işkencelere rağmen PKK'yi terör listesinden çıkarmayı reddediyorlar ve biz bunu açıklamaya devam ediyoruz. Belçika Yüksek Mahkemesi örneğini kullanıyoruz. Çünkü Öcalan bunca zaman PKK'nin kurucusu. 2015'te Öcalan'la hemfikirdiler ki aslında 'Şiddet yok, diyalog yoluyla barışçıl bir çözüm istiyorlar. O yüzden kesinlikle terör listesinde olmamalılar' deniliyordu. Fakat şimdi neden onları terör listesinde tutuyoruz? Her zaman, özellikle Brexit'ten bu yana, İngiltere'nin özellikle Türk hükümetine ve MİT'e ne kadar bağımlı olduğunu tüm bu tutumları ve hareketleri ortaya koyuyor. Aksi takdirde neden bu kadar sessiziz? Bu sessizliğimiz bizi Öcalan'a yapılan işkencenin suç ortağı yapıyor çünkü protesto etmiyoruz. Oluşturdukları raporu yayınlamaları için baskı yapmıyoruz. “
Felce uğratılmış uluslararası örgütler
CPT ziyaretinin detaylarını bilmenin demokratik hakları olduğunu dile getiren Margaret, uluslararası kurumların artık felce uğratılmış olduğunu söyledi. Hem CPT’nin hem OPCW’nun büyük bir hayal kırıklığı olduğunu söyleyen Margaret, “CPT heyeti oraya gitti ve fiilen İmralı'daydılar. Bu ziyaret Kürt halkına ve tüm insanlara açıklanmalıdır. Herkesin o rapora ulaşması ve okuyabilmesi demokratik hakkımızdır. Bunun sağlanması için elimizden geleni her zaman yapacağız. Her yerde ve her alanda bu sözde uluslararası örgütlerle ilgili inanılmaz hayal kırıklığını görüyoruz, bazen BM altında, bazen AB altında. Çünkü BM sisteminin ve onun birimlerinin ve uygunsuzluğunun felce uğramasının bir başka örneği de, kimyasal silah kullanımını araştırmakla görevli olan OPCW. İngiltere de bu kurumun bir üyesi. Bu örgüt, kimyasal silahların kullanıldığı şüphesiyle, üyelerinin kimyasal silahla ilgili soruşturma talep etmesini zorunlu kılıyor. Artık Türkiye'nin Kuzey Irak'ta, Maxmur mülteci kampında, Sincar'da kimyasal silah kullandığına ve Kürtlere saldırdığına dair çok sayıda rapor olduğunu biliyoruz ve kendi bakanımıza soruyoruz. Kimyasal silahların önlenmesi konusunda araştırma yapmak örgüte düşüyor ve onlar bu konuda hiçbir şey yapmadı. Bu yaşanan korkunç şeyleri görüyor musunuz? Biz de onların suç ortağıyız. Öcalan'ın özgürlüğünü talep etmek için barışçıl bir şekilde gösteri yapıp ve Kürt bayrağı taşımaya devam ediyoruz ve bunlardan dolayı Terörle Mücadele Kanunu’muz kapsamında PKK'yi desteklemekten veya terör örgütüne üye olmaktan dolayı İngiliz mahkemelerinde yargılanıyoruz. Ben de buna sık sık dâhil oldum bu yüzden birçok kez elimde Kürt bayrağı ile Londra sokaklarında yürüyorum. Bu kadar çok PKK bayrağı insanların ellerinde yükselirken kimsenin tutuklanmaması önemli bir adım olurdu” sözlerini kullandı.
Sessizliği kırmak mümkün
Bu kurumların her kuralının ve amacının yazılı olmasının uygulamada hiçbir şey getirmediğini belirten Margaret şöyle dedi: “Her kurallarının yazılı olması çok güzel ama buradan nereye varacağız? Çünkü hiçbir şey yapmıyorlar. Bu organizasyonları kurduk, ama bakın Güvenlik Konseyi de kuruldu ama bu kurumlar felce uğratılmış durumda. Rusya ve Çin meselesine baktığınızda, Çin'de Uygurlara karşı yürütülen soykırım hakkında çok geniş raporlar sunuldu. Fakat Güvenlik Konseyi ve İnsan Hakları Konseyi bunu görmezden geldi. Çünkü pek çok ülke Çin ile ticaret yaptığı için oylamada çekimser kalıyor. Bu böyle sürüp gidiyor. Yani bu örgütler de şu anda felce uğramış gibi. Dolayısıyla, Yeni Zelanda'da sözde demokrasinin olduğu ülkelerde sivil toplum giderek daha önemli hale geliyor. Kendi hükümetlerine ve temsilcilerine baskı yapmak, her ülkede sivil toplumun her üyesinin sorumluluğudur. Aslında bu sessizliği kırmak ve çok daha güçlü taleplerde bulunmak mümkün. Mesela işkenceyi geniş bir bakışla inceleyen heyet raporunu yayınlayacak ve Türkiye'nin onlara izin vermediğini neyi reddettiğini söyleyecektir. Çünkü Türkiye'nin bütün bakanlarıyla, Adalet Bakanıyla, İçişleri Bakanıyla, Güvenlik Bakanıyla, polisiyle görüştüler, çok sayıda yetkiliyle görüştüler ve bu nedenle Türkiye'nin Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılandığını görmek zorundayız. Neden Putin'in Ukrayna'ya yaptıkları için özel mahkemelerde yargılanmasını talep ederken Türkiye'nin yaptıkları için aynısını isteyemiyoruz? Milyonlarca Kürde Putin'in Ukrayna'da yaptıklarını yapıyor. Bunların hepsi uluslararası hukuka aykırı. ”
Tüm topluma ve halklara umut
Yaptıkları protestoların çok etkili olmadığı zamanlar da olduğunu söyleyen Mangaret, bunun en büyük nedenin “insanların gerçekleri gerçekten bilmemesi” olarak değerlendirdi. Margaret, şunları belirtti: “Gerçekleri bilmiyorlar. Öcalan'ın kim olduğunu, neyi temsil ettiğini ve nasıl bir umut olduğunu görmüyorlar. Bazen karamsarlığa düşüyorum ama umutluyum. O Kürt kadının Tahran'da ‘düzgün’ örtünmediği için öldürülmesinden sonra sokaklarda yankılanan 'jin jiyan azadi' sloganı bana umut veriyor. Hatta Kongo'da ve birçok yerde bu sloganı duydum. Burada, Afrika'da bile haykırdılar. Bunların hepsi insanlık tarihinin bir yerinde kadınların güçlendirilmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin merkezi olmadığı sürece özgür, demokratik bir topluma sahip olamayacağınızı söyleyen ilk lider olan Abdullah Öcalan'ın yazılarından ve felsefesinden geliyor. Bunlar parça parça örnekler ama her şeyin merkezi. Ve Türkiye sadece ırkçı değil, derinden kadın düşmanı olduğunu da gösterdi. Kadınları, insan hakları savunucusu kadınları, aktivistleri, YPJ'nin komutanı olan kadınları hedef alarak kadın cinayetleri işleyebiliyorlar. Kadına yönelik şiddeti önlemek için İstanbul Sözleşmesi'ni imzalayan ilk ülkelerden olmasına rağmen ilk geri çekilen de o oldu. Dünyanın her yerindeki kadınlar ve kadınları destekleyen erkekler bizimle birlikte mücadele etmelidir. Daha iyi bir toplum modeli için Öcalan'ın serbest bırakılmasını talep etmeli ve dünyanın her yerinden insanların onun yazılarını ve öğretilerini okuyup benimsemesini istiyorum. Dolayısıyla tüm bunlara baktığımızda onun serbest bırakılması sadece Ortadoğu için değil tüm dünya için çok önemli olacak.”
Mazeretler tükendi
“Sonuç olarak kötü derin bir çemberin içindeyiz” diyen Margaret, 1930’larda Hitlerin yaptıklarını hatırlatarak “İnsanlar Hitler döneminde geriye dönüp bakarak şunu diyorlardı , 'Ama biz Nazilerin Yahudilere ne yaptığını gerçekten bilmiyorduk.' Eh, artık böyle bir mazeret yok, internet aracılığıyla Türkiye'nin Kürtlere ne yaptığını bilmek isteyen varsa görebilir. 30'lardaki mazereti kullanamayacaklar. Sivil toplum alanı hızla kapanıyor ve müdahaleye uğruyor. Türkiye'de birçok sivil örgüt, dernek ve kadın hakları örgütleri kapatılıyor fakat her ülkede değil. Dolayısıyla nerede ifade özgürlüğü varsa protestolarımızı yapıyoruz ve buradaki siyasiler komiteden raporu talep etmedikçe biz bunu sürdüreceğiz” dedi.