Çadır kent alanı hiçbir mevsime uygun değil!
- 09:18 18 Mart 2023
- Güncel
Rojda Aydın
AMED - Amed’de depremzedeler için kurulan çadır kentin sel suları altında kalmasına ilişkin değerlendirme yapan İl Koordinasyon Kurulu Eşsözcüsü Sorgül Aytek Avşar, çadırların kurulduğu yeri “kötü ve tehlikeli bir yer olarak” tanımlayarak hiçbir mevsime uygun olmadığını ve insanların ikinci kez mağdur edildiklerini söyledi.
Mereş (Maraş) merkezli 6 Şubat’ta yaşanan depremde on binlerce insan yaşamını yitirirken, on binlerce insan da evsiz kaldı. İktidar deprem bölgelerine yardım etmezken, giden yardımları da engelledi. Gelen tepkiler üzerine halka çadır verilirken, binlerce insana hala çadır ulaşmış değil. Depremin üzerinden geçen bir ayı aşkın zamanın ardından depremzedeler bu kez de yağan yağmur ve selden dolayı mağdur oldu. Mereş, Semsûr (Adıyaman), Riha (Urfa) ve Amed (Diyarbakır) gibi kentlerde kurulan çadır kentlerde kalan yurttaşların çadırlarını sel bastı. Amed’de Dicle Nehri kenarına kurulan çadır kenti su basmasından dolayı depremzedeler kendi imkanları ile çadırları boşalttı.
Konuya ilişkin Amed İl Koordinasyon Kurulu (İKK) Eşsözcüsü Sorgül Aytek Avşar, değerlendirmelerde bulundu.
Çadır kentin kurulduğu yer yanlış
Son süreçlerde bir çok kez çadır kentlere ilişkin açıklama yaptıklarını söyleyen Sorgül, çadır kentin kurulduğu bölgeyle ilgili ne kadar yanlış, bilimden, teknikten ve sosyal yaşamdan koparılan bir alan olarak seçildiğini dile getirdiklerini söyledi. Birçok alanda hem bu sorunların göz önünde bulundurulması hem de deprem mağdurlarının psikolojik ve sosyolojik sorunlarına cevap olacak bir planlamanın yapılması gerektiği beklentisi olduğunu söyleyen Sorgül, seçilen yerin oldukça talihsiz olduğunu ifade etti.
Tehlikeli bir yer
O bölge seçilirken hem teknik, hem jeolojik, hem yapısal, ve hem de sosyolojik olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirten Sorgül, “Kötü ve tehlikeli bir yer. Sonrasından kalkıp o yerle ilgili aslında çok da muhatabımız olmayan arsa sahibi bayağı bir güzelleme yaptı. O yerin çok güzel olduğunu daha önce bilmem kimlerin istediğini veya şunun bunun alan kurmak istediğini söyledi. Aslında bu çok da bizim için önemli değil. Kim olursa olsun bilim ve tekniğinden uzaksa, insanların hayatını zor durumda bırakabilecek bir alt yapıya sahipse o yer tehlikelidir. Tabii ki kamu kurumlarında da bilim ve teknolojiyi esas alabilecek kadroların olduğunu biliyoruz. Ama kalkıp bunları görmezden gelmek, aynı zamanda meslek örgütlerinin uyarılarını da görmezden gelmek, yok saymak ciddi bir sorun oluşturuyor. O kadar uyarılarımıza rağmen kalkıp orayı savunmak hangi akla hizmet ediyor?” diye sordu.
Hiçbir mevsime uygun değil
Çadır kentin kurulduğu yerin 4 mevsimi de kaldıramayacak bir yer olduğunu dile getiren Sorgül, şöyle devam etti: “Yazın haşarat ve korkunç bir sıcaklığa maruz kalacaklar. İlkbahar ve sonbahar da sel baskınlarının olması çok yüksek bir ihtimal. Kışın zaten uzak şehrin içinde olsanız bile mahrumiyet bölgesi. Düşünün birçok sosyal alandan uzaksınız sağlık kurumlarından uzaksınız. Tam da aslında deprem sonrası depremzedelerin yeniden hayata yaşama dönebilmesi için senin destek olman gerekirken, kalkıp onları şehir dışına izole etmeniz kabul edilemez bir durum. Biz buna hem meslek odaları olarak hem Kent Dayanışma ve Koruma Platformu olarak karşıyız. Çünkü bir kere bu şehre karşı sorumluluğumuz var hepimizin. Hele ki devlet unsurlarının çok çok daha fazla. Çünkü o misyona sahip. Yani vatandaş barınma hakkına sahip ve siz bunu sağlamak zorundasınız. Bunu bizim size hatırlatmamız gerekiyor.”
‘22 yıllık iktidarın pratiği bu mudur?’
Afetle ilgili uyarıların yapıldığını ancak buna yönelik iktidarın bir hazırlığının olmadığına vurgu yapan Sorgül, “Kalkıp ‘evet biz size söyledik’ demek aslında bizim için de çok hoş bir şey değil. Keşke söylemeseydiniz, keşke söylemeye gerek kalmasaydı. O kadar güzel işleseydi bu birimler. Çünkü devletin birçok birimi var. Halkın yararını esas alması gereken zaten temelinde halka hizmet değildir aslında. Halkı korumaktır. Sosyal devlet olma gereği budur. Yani sen mahrumiyet bölgesine bırakmamalısın. Öyle bir sahipsizlik olamaz. Biz bu noktada karşı çıktık ve hala karşı çıkıyoruz. Depremle ilgili farklı farklı açıklamalarımız da oldu bu konuda. Yer seçimleri zaten ülkemiz birçok afet olayına açık. Hem depreme hem sele, fırtınaya yani yılın birçok ayında neredeyse bütün illerde ara ara seller, işte çığlar, depremle karşı karşıya kalabiliyoruz. Böyle bir gerçekliğimiz var. Böyle bir gerçekliğiniz varsa buna yönelik adımlarınızın, planlarınızın, projelerinizin olması gerekiyor. 22 yıllık iktidarın pratiği bu mudur? İnsanları enkaz altında bırakmak mıdır? Bu enkazlardan sonra sele kaptırmak mıdır? Saçma sapan yerlere kurduğunuz çadırların, insanları çadırlara gönderip sonra kaderlerine terk etmek midir? Yeniden çıkarıp başka yere tekrar götürmek midir? O insanların girdiği psikolojiyi düşünebiliyor musunuz? Ya deprem oluyor, o insanların evleri yıkılıyor ve bir travma yaşıyorlar. Senin o travmayı atlatmaları için çaba sarf etmen gerekirken, hala onların barınmayla ilgili sorunlarını halledememişsin. Şu an ağır ve orta hasarlı binlerce ev var. Yıkılan 6-7 bina olabilir, ama sonrasında arttı. Deprem anında kayıpların olduğu 6-7 binamız oldu. Ama ağır hasarlı birçok yapı var, orta hasarlıda da oturmayan bir çok kişi var. Bu insanlara ne oldu mesela? Bu insanlar nerede, hangi koşullarda? Bu insanlar ev bulamıyorlar kirayla ilgili sorunlarını nasıl halledebildiniz?” şeklinde konuştu.
‘Kendi beceriksizliğinizi başkasına mal edemezsiniz’
“Ne yapacaksınız, nasıl planlar geliştireceksiniz?” sözleriyle iktidara seslenen Sorgül, devamla şunları dile getirdi: “Kenti yeniden inşa için meslek öğütlerinden uzak, kendi kendinize bir araya gelip, planlar, programlar yaparak hangi afetleri geride bırakacaksınız? Bu gerçekten önemli bir şey. İnşa edilebilecek bir plan bir ayda ya da bir yılda olamaz. Sen onun sosyal alanda, sosyal yaşamını sürdürebilmesi, adaptasyonu sağlayabilmesi için ne tarz çalışmalar yaptın? Bu kadar kısa sürede nasıl yapabilirsin? İnsanlar henüz yaralarını sarmamış iken henüz gerçekten ölülerin defnedememişken, henüz tam olarak kaç ölü var, bu tam olarak net bilinmiyorken nasıl planlar yapılabilir, nasıl kent inşa edilebilir? Bu güveni vermeniz gerekiyor, ama veremiyorsunuz. Kendi beceriksizliklerini ve eksikliklerini meslek odalarına mal etmeye çalışıyorlar. Aslında bugün özellikle afet günü hep beraber dayanışma içerisinde çalışmamız gerekirken, kalkıp kendi eksikliklerinizi yanlış hedef göstererek bizlere mal edemezsiniz. Evet sizin 22 yıllık pratiğiniz kötüydü, yeniden kötü bir plan hazırlayarak insanları buna mahkum edemezsiniz.”
‘Hevsel mi kirleteceksiniz?’
Valiliğin çadır kentlere ilişkin yaptığı açıklamayı hatırlatan Sorgül, yağmurun durmasının ardından depremzedelerin yine Dicle Nehri kenarında kurulan çadır kente gönderileceğine işaret etti. Oranın alt yapısının olmadığını aktaran Sorgül, “Yeniden oraya gönderdiğiniz zaman hayatın olağan akışı diyelim ki devam etti, herhangi bir doğal bir afet olmadı. Ama yine insanları oraya yerleştirerek, yaşamdan uzak tutarak, bütün sosyal faaliyetlerden uzak, izole bırakarak orada tutacaklar. Diyelim ki her şey normal, iyi işledi, herkes de memnun. Ama oranın alt yapısı yok. Oranın altyapısı kanalizasyon sistemini nasıl kuracaksınız? Nehri mi kirleteceksiniz? Yani binlerce yıllık Hevsel Bahçeleri’ni mi kirleteceksiniz, tahrip edeceksiniz? Nasıl olacak bu işler? Yani bir yeri düzeltiyim derken sudaki canlıların hayatları ne olacak? Her açıdan orayı düşünmek zorunda. Doğal dokusunu, bahçelerini yapısını ve Dicle Nehri’ni kirletmemeleri gerekiyor. Nereye baksanız kötü. Hangi taraftan bakarsanız bakın bilimden, teknikten, sosyaliteden, ekolojiden mahrum bir yer olacak. Ekolojik olarak herhangi bir koruman olmayacak. Çevrene zarar vereceksin. Şehrin tam ortasında bu alanlardan faydalanabilecek yerler varken neden absürt yerler seçiyorsunuz? Orası bir dolgu alanı değil. Orada sosyal bir yaşam olamaz, nehrin kenarı. Bu alanda hiç bilgisi olmayan insanlar kalkıyor bununla ilgili arsa sahibi vesaire açıklama yapıyor. Şehrin en güzel yeriymiş bilmem neydi diyerek. Sonrasından imara acıkacakmış gibi şeyler deniliyor. Biz o kısmıyla da ilgilenmiyoruz. Vatandaşı doğru ve düzgün bir yere konumlandırmak zorundalar. Sosyal alandan koparamazsınız. Sağlıksız yerlerde barındırmazsınız. Hele ki tehlikelerle yüz yüze bırakamazsınız. Sizin böyle bir sorumluluğunuz var. Siz barınma hakkını sağlamak zorundasınız ve can güvenliğini korumak zorundasınız. O insanların yaşama tutunmasını da sağlamak zorundasınız. Sizin öyle bir misyonunuz var. Varlık nedeniniz aslında budur. Halk için varsınız” şeklinde konuştu.
‘Model olabilir’
Kentin inşası için plan yapmanın ve hayata geçirmenin devletin işi olduğunu belirten Sorgül, sivil toplum örgütü, meslek örgütleri ve platformların ülkenin dinamiklerini uyarma ve yönlendirme sorumluluğu olduğunun söyledi. Sorgül, “Yani karşılamak zorunda olan yapılar devletlerdir. STK’ler ya da meslek örgütleri değil. İşin kötü yanı şu an daha çok onlar çalışıyor. Ne yazık ki bunu deprem anında gördük. Hatta birçok yere model olan Kent Dayanışma ve Koruma Platformu kuruldu ve anında kriz masası oluşturuldu. AFAD’dan ve tüm resmi kurumlardan önce onlar yetişti. Hem alanda, sahada çalışma, hem yardım konusunda hem de kriz masası oluşturma konusunda. Bizler gerçekten belki de ülke genelinde inanılmaz güzel bir profil çizdik. STK’lerin ve meslek örgütleri örgütlülüğün ne kadar önemli olduğunu göstermiş oldu. Bu bir model olabilir” dedi. Gerçek anlamda görevini yapması gerekenlerin görevlerini yerine getirmediğinin altını çizen Sorgül, bunun ciddi bir sorun olduğunu söyledi.
‘Halk artık uyandı’
Sorgül, son olarak şunları söyledi: “Bundan sonraki süreç umarım yani iyi işler. En azından dilek ve temennileriniz o yönde. Hatalarının farkına varmalarını dileriz. Helallik istemek çözüm değil. Siz yapacağınız plan, programlarla ne kadar ciddi olduğunuzu gösterebilirsiniz. Halkını yanında bulunursanız samimiyetiniz anlaşılabilir. Sahipsizlik kendini çok inanılmaz bir şekilde belli etti. Hatay, Maraş, Adıyaman, Malatya ve birçok yerde sahipsizlik hissini yaşadı insanlar. Kimsesizdiler. Onları kurtarmaya gelebilecek hiç kimse yoktu. Bu önemli bir kavram. Bu güveni kaybetmek hele ki devlet kurumlarının bunu kaybetmesi gerçekten çok çok kötü bir durum. Önümüzde seçimler var. Buna yönelik belki şöyle yaparız, böyle yaparız gibisinden vaatler olacak. Ama kim gelirse gelsin bunları önüne alması gerekiyor. Halkı merkezine alması gerekiyor. Halka hizmet etmeyi esas almalılar. Kalkıp sadece yollar ve barajlar yaptım değil. Can güvenliğini sağlamalısınız, güven vermelisiniz, barınma hakkını sağlamalısınız. Deprem veya başka afetlere açık birçok yerimiz var. Her seferinde enkaz altında, sular altında kalıyor umutlar da yaşamlar da. Bu saatten sonra insanlar artık böyle şeyleri kabul etmiyor. Bir şekilde artık halk uyandı, farkına vardı. Sürekli uyutuluyordu halk. Ama artık öyle bir şey olmayacak. Pratiğini gösterdi.”