Bir kurtarma gönüllüsünün izlenimleri: Kadınlar ağır yük altında
- 09:04 2 Mart 2023
- Güncel
Melek Avcı
ANKARA - Depremde arama kurtarma çalışmalarına katılan KADAV çalışanı Özge Ozan, toplumsal cinsiyet odaklı bir afet yönetiminin olmadığını söyleyerek, "Afet sonrasında öfkenin en yakına döndüğünü biliyoruz, bu tabii ki şiddet için bir bahane değil ama durum bu. Kadın ve çocukların şiddete uğradıklarında şu an bölgede başvurabilecekleri hiçbir kamusal mekanizma ayakta değil” dedi.
Mereş merkezli olarak gerçekleşen ve11 kentte hissedilen depremlerde resmi verilere göre yaşamını yitirenlerin sayısı 45 bin 89'a yükselirken binlerce yurttaş yaralandı. Harabeye dönen şehirlerde yurttaşlar bulundukları çadırlarda yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor. Birçok sorun ve ihtiyacın olduğu bölgelerde kadınların ihtiyaç ve sağlık sorunları da baş gösteriyor. Özellikle ped, iç çamaşırı gibi hijyenik ürünlere ulaşamama, temiz su ve tuvalet ihtiyacının giderilememesi enfeksiyon ve salgın hastalıklara da kapı aralıyor. Öte yandan kentin kurumlarının da enkaza dönüşmüş olması kadınların şiddet ve istismar olaylarında başvuracakları yerleri sınırlı kılmış durumda. Kadın örgütleri ise bölgede büyük bir çalışma yürütüyor.
Bireysel olarak Dîlok’un İslahiye ilçesinde arama kurtarma çalışmalarına katılan ve sonrasında Antakya’ya giden Kadınlarla Dayanışma Vakfı (KADAV) çalışanı Özge Ozan, depremin ardından tanık olduklarına ve kadınların durumuna ilişkin konuştu.
‘Kurtarma çalışmaları gönüllülerin organizasyonuyla sürdü’
İslahiye’ye 4’üncü gün gittiğinde arama kurtarma çalışmalarının etkin bir şekilde başlatılmamış olduğunu kaydeden Özge, insanların hem enkaz altında kurtarılmayı beklediğini hem de enkazlar başında yakınlarını çıkarmaya çalıştıklarını belirtti. Mahalle Afet Organizasyonu gönüllüleri ile birlikte öncelikle arama kurtarmaya katıldığını ifade eden Özge, “İslahiye’de kurtarma çalışmaları özellikle gönüllülerin organizasyonuyla sürüyordu. Koşullar çalışmaların sağlıklı biçimde yürütülmesine uygun değildi. Yatacak yer yoktu, su yoktu, asgari hiçbir hijyen ortamı yoktu ve tuvalet, beslenme sorunu vardı. En büyük sorun temiz, kullanılabilecek bir suyun olmaması ve tuvaletlerdi. Bütün arama kurtarmacılar, ki biz sadece 170 kişiydik, askerler, valilikler ve birçok kişi tek bir tuvalet kullanıyorduk. İnsanlar çadırlarını hasarlı yapıların yanına kurmuştu ve bir organizasyon altyapısı göremedik. Parça parça kendileri bir şekilde çadır bulmuş veya AFAD’tan çadır alıp kurmuşlar. Bundan daha kötüsü o soğukta enkazların yanında gece-gündüz insanlar küçük küçük ateşler yakıp orada bekliyordu. Hem arama kurtarma için çabalıyorlar hem de cenazelerini bekliyorlardı” dedi.
‘Sanki savaşta bombalanmış ve terk edilmiş bir kent’
Buradaki çalışmalardan sonra 8’inci günde Antakya’ya geçtiklerini belirten Özge, Antakya’da beklediklerinin aksine çalışmaların neredeyse hiç başlamamış olduğunu ve enkazlara dahi dokunulmadığını gördüklerini vurguladı. “8’inci günde Antakya’da artık bir şeyler değişmiştir diye gittik” diyen Özge şöyle devam etti: “Kente girdik, sanki bir savaşta bombalanmış ve terk edilmiş bir kent görüntüsü vardı. İslahiye’de asgari bir koordinasyon vardı ama Antakya’ya hiç dokunulmamış. Ekip yok, çalışma yok, hiçbir şeyin olmadığı sokaklar gördük. Sokaklar ve geçiş güzergâhları bile 8’inci günde hala temizlenmemişti. Defne’de fizibilite çalışmaları yaparken şunu gördük, üzerimizde çeşitli kurtarma kıyafetleri olduğu için insanlar feryat ediyordu. 2’inci gün bir ekip gelip bakmış ses gelmiyor diyerek gitmişler. Yıkımın dışında bu insanlar için en acı olan günlerce ses gelen enkazların başında elleri kolları bağlı yakınlarının, sevdiklerinin seslerini dinleye dinleye ölümlerine çaresizce tanık olmuşlar. Çünkü hiçbir kurtarma aleti yok, elleriyle çıkarabildiklerini çıkarmışlar ama alet gerekiyor, demir kesme makinaları gerekiyor. Belki de en ağır travma buydu. Çünkü herkes bunu söyledi; ‘Çaresiz kaldık, yapabileceğimizi yaptık ve geri gelmedi.’ Herkes şunu biliyordu; doğru müdahale olsaydı yakınları yaşayacaktı ve bu bilgi ile hayata devam etmek çok zor.”
‘Kadınlar kendi sorunlarına odaklanamıyor’
Deprem bölgesindeki kadınların sorunlarının fazla olduğunu kaydeden Özge, geride kalanların ve çocuk bakımının kadınların omuzlarında olması nedeniyle acılarını dahi yaşayamadıklarını belirtti. Özge, “Bizi her gören çadır soruyordu, 8’inci günde buna inanamadık çünkü İslahiye’de yine çadır vardı ama Ankakya’da hiç yoktu. Biz gittiğimizde salgın hastalıklar başlamıştı ve orada gönüllü kurumların, kadın örgütlerinin, meslek örgütlerinin ve politik kurumların dayanışmasıyla bir organizasyon oluşturulmuştu. İhtiyaçlar artıyor. Kadınlar için su ve tuvalet sorunu çok temel ihtiyaç çünkü erkekler bir şekilde halledebiliyordu fakat kadınlar için tuvalet sorunu aynı zamanda bir güvenlik sorunuydu. Elektrik yok ve kadınlar sadece kendilerini değil çocuklarının da tuvalet ve açlık sorununu çözmekle yükümlü kılındıkları için kendi sorunlarına odaklanamıyorlar. Acılarını dahi yaşayamayıp, geride kalan hane üyelerinin sorunlarıyla uğraşmanın ağır yükü altındaydılar. İslahiye’deki bir enkazda 26 yaşındaki bir kadın 4 çocuğunu çıkarmış, çocuk odasında ölü bedenine ulaştık ve annesi enkaz başında bekliyordu. Geldiğinde şunu söylüyordu ‘Ne olacak bu 4 çocuk.’ Kadın kendi çocuğunun acısını yaşarken aklındaki asıl soru geride kalan çocuklara nasıl bakılacağıydı. Gerçekten kadınlar üzerindeki yük çok fazla” diye aktardı.
‘Toplumsal cinsiyet odaklı afet yönetimi yok’
Özge, Türkiye’de afet yönetiminde çok büyük sorunlar olduğu bilinmekle birlikte toplumsal cinsiyet odaklı bir yönetimin ise hiç olmadığının altını çizdi. Plan ve bütçelerin, kadınların özgün ihtiyaçlarını gözeten bir anlayışla yapılmadığını ifade eden Özge, şöyle devam etti, “Bir kadının tanımadığı birinden iç çamaşırı, ped istemesi zor denildi ama onun zaten bunu istememesi gerekiyor. Sizin organizasyonunun en başından beri kadınların özgün ihtiyaçlarını gözeterek planlama yapmanız gerekiyordu. Çünkü çocuğunu bırakamadığı için çadırdan dışarı çıkamayan, yardım dağıtılan noktalara gidemeyen kadınlar vardı. Eğer siz araçlarla dağıtım yapmazsanız kadınlar için o noktalara ulaşmak çok zor. Feminist dayanışma bunu yapmaya çalıştı. Kadın ihtiyaçlarını gözeterek koliler oluşturarak bu mor tırları gönderdi, bir örnek olsun diye. Diğer bir sorun ise kadınlar için güvenlik sorunu sürüyor. EŞİK ile bir değerlendirme toplantısı yapıldı, burada Malatya ve Diyarbakır’da görev alan bir arkadaş çadır kentlerin dışarıyla bağlantısının koparılarak kurulduğunu aktardı. Afet sonrasında öfkenin en yakına döndüğünü biliyoruz, bu tabii ki şiddet için bir bahane değil ama durum bu. Kadın ve çocukların şiddete uğradıklarında şu an bölgede başvurabilecekleri hiçbir kamusal mekanizma ayakta değil.”
‘Çadır kentlere giriş jandarma denetiminde’
Tehlikeyle karşılaştıklarında kadın ve çocukların güvenliğini sağlayacak bir mekanizmanın da olmadığını belirten Özge, “Çadır kentlerde çeşitli örgüt ve kurumların çabaları var ama bazı çadır kentlerde bu kurumların giriş çıkışlarına da izin vermeyecek şekilde bir tür yarı kapalı bir ortama dönüştüğünü biliyoruz. Örneğin bir başka ekip çadır kente girmek istediğinde jandarma ‘Bizim eşliğimizde girebilirsiniz.’ demiş. Antakya’da da bir bölgede bu yaşandı. Ama biz jandarma eşliğinde gidip kadınlarla konuşamayız çünkü sen orada kadınların kendisini ifade etmesini engelleyecek bir figürsün hem erkek olarak hem jandarma olarak. Bölgedeki arkadaşlar bundan endişe ettiklerini söylüyor çünkü bir süre sonra o kapalı alanlarda neler yaşandığını bilemeyeceğiz, onlara temas edemeyebiliriz. Kadınlar için kurulan merkezler var, Kadın Savunması’nın çadırı Antakya Sevgi Parkı’ndaydı, Mor Dayanışma’nın çadırı vardı, yine HDP’li kadınların kurduğu alanlar var ama o kadar geniş alana yayılmış ki bu yıkım gerçekten tam olarak nereye ulaşabiliyoruz, neyi görebiliyoruz, ne görünmez hale geliyor kestirmek güç. Görünmez olan sorun ve ihtiyaçları görünür hale getirmeye çalışıyoruz” sözlerinin kullandı.
‘TTB ve SES sağlıkçılarına kulak verilmeli’
Kadınların görünür mekanizmalara ve nereye başvuracağını bildiği yerlere ihtiyacı olduğunu söyleyen Özge, şuan tek görünür olanın çeşitli kurumların kadın örgütlerinin çadırları olduğunu kaydetti. Sağlık sorunlarının da baş gösterdiğini aktaran Özge, TTB ve SES çalışanlarının yine bölgede faaliyet göstermeye çalıştığını dile getirerek, “Gebelik durumunda olan ve yeni doğum yapan ya da gebeliğe bağlı çeşitli rahatsızlıklar yaşayan kadınların düzenli kontrol edilmesi, ihtiyaçlarının giderilmesi gerekiyor ama böyle bir mekanizma da yok. Şu mesela ‘lüks’ gibi görünüyor ama değil, daha önceki afet deneyimlerinde gördük, gebeliği önleyici-koruyucu araçların ve ilaçların veya kitlerin kadınlara düzenli bir şekilde ulaştırılması gerekiyor. Biliyoruz ki afet sonrası uzun bir süreç dışarda sağlıksız koşullarda geçecek ve ‘hayat orada bir şekilde devam edecek’ dolayısıyla bunlar da ihtiyaç. Kadın ihtiyaçları konusunda bu kurumların, TTB olsun SES olsun önerilerinin dikkate alınması gerekiyor, çünkü bölgede zaten sağlık sistemi çökmüş durumda. Hastanelerin yıkıldığı bir yerden bahsediyoruz” çağrısı yaptı.
‘Bize ait olan kamu kaynaklarını talep edelim’
Her kesimden kadının kendine özgü ihtiyaçları olduğunu bu nedenle bu farklılıkları da görerek dayanışmanın ve destek mekanizmalarının işletilmesi gerektiğini söyleyen Özge, konuşmasının devamında şunları kaydetti: “Şunu vurgulamam gerek ki, çok büyük bir alan ve nüfus sadece bizim dayanışmamızla çözülemez. Bize ait olan kamu kaynaklarını talep etmemiz ve bu işlerin yapılıyor olmasını sağlamamız da gerekiyor. Dayanışma elbette çok önemli ama şu an deprem tüm Türkiye’ye yayılmış durumda. Göç alan kentlerde dayanışmanın kurulması lazım ama asıl olarak kamu mekanizmalarının düzgün işlemesi için çaba göstermeliyiz. Çünkü o kaynaklar bize ait. Birçok örgüt faaliyetlerini yürütüyor fakat herkes sahaya gidip oradaki durumu birebir değerlendirme ihtiyacı duydu. KADAV olarak da Hatay’a bir ekip gitmişti ve bir rapor hazırlayacaklar. 1999 depremi sonrasında kurulduğu için afette kadınların durumuna ilişkin deneyimi olan bir kurum. Özellikle yalnız kalan, çocuklarıyla kalan kadınların güçlendirilmesi için bir orta vadeli plan çıkarılacak. Bütün feminist ve kadın örgütleri de daha çok ayakta kalabilecek, psiko-sosyal destek planlarıyla birlikte, mekanizmaları nasıl yaratabiliriz üzerine kafa yoruyor. “