Yeniden inşanın esası: Demokratik ekolojik kadın özgürlükçü perspektif
- 09:03 25 Şubat 2023
- Güncel
Gülistan Dursun-Rojda Aydın
AMED - Deprem sonrası bir çok ekoloji örgütünün bir araya gelmesi ile kurulan Eko Afet Grubu’ndan Leyla Çite, yerleşim alanlarının yeniden inşasında demokratik ekolojik kadın özgürlükçü bir yaklaşımın esas alınması gerektiğini söyledi.
Mereş merkezli 6 Şubat’ta yaşanan ve 11 kenti etkileyen depremlerde on binlerce kişi yaşamını yitirirken on binlercesi yaralandı. Depremin ilk gününden bu yana bir araya gelen Ekoloji Birliği, İklim Adalet Koalisyonu, Mezopotamya Ekoloji Hareketi, Amed Ekoloji Derneği ve Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) deprem bölgesinde yaşanan ekolojik tahribata ilişkin Eko Afet Grubu’nu oluşturdu. Eko Afet Grubu, deprem bölgesinde yürüttüğü gözlemlerine ilişkin hazırladığı raporu önümüzdeki günlerde kamuoyu ile paylaşacak.
Amed Ekoloji Derneği üyesi Leyla Çite, Eko Afet Grubu’nun sahada yürüttüğü çalışmalar, önerdikleri alternatif yaşam ve nehir kenarlarında kurulan çadırlara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Amaçları yeniden inşada ekolojik ve demokratik kent önermesi
Kurdistan ve Türkiye kentlerinde bulunan ekoloji hareketlerinin bir araya gelerek Eko Afet Grubu’nu oluşturduklarını belirten Leyla, amaçlarını “Sahada gönüllü ekoloji aktivistleri olarak neler yapabiliriz, nerelerden destek sunabiliriz, hatta ekolojik bakış ile şehirlerin yeniden inşasında ekolojik ve demokratik bir kent önermesi yapabilmek” sözleriyle dile getirdi. Şehirlerde, ilçelerde toplum refleksi ile kurulan koordinasyonlar ve kriz masaları ile de görüştüklerini paylaşan Leyla, “İlk süreçten itibaren bize süreci aktaracak yereldeki insanlarla görüşmeler yaptık. Burada direkt kurum, partilerle değil depremden etkilenen kişiler, oradaki ekoloji bileşenleri, toplumsal örgütlenme ile oluşan kurumlar, belediyeler gibi pek çok kimlikten kişiyle görüşmeler sağladık” dedi.
Yaşam alanları güvenli değil
Ekolojik açıdan yaşam bir bütün olarak ele alındığında insanların ülkede güvenli yaşam alanında olmadığını aktaran Leyla, nedenini “Bunun sorumlusu döngünün doğalı olan deprem değil, tam tersi bununla uyumlu yaşamamıza izin vermeyen, bu yönetim ve ranta dayalı kent politikalarıdır” diye açıkladı. Leyla, sahada yürüttükleri çalışmalar sırasında yaşadıklarını şu ifadeler ile anlattı: “İnsanların bize direkt aktardığı cümle, 'bizim köyümüze baraj yaptılar, bizleri köylerimizden attılar, bizi kentlere hapsettiler. Şimdi de kentte enkaz altında kaldık' şeklindedir.” Leyla, devamla “Kentin oluşumunun nedeninin altında da göç politikası, ekolojik talan, eko-kırım, zincirleme bir sistem. Ya da kimi alanlarda zemin etüdü yapılmamış bir bölge, tarım arazileri üzerinde inşa edilen betonlar ve orada yıkılmayan kerpiç bir ev. Yani tablo çok net. Tabi ki de sadece sorun binanın sağlam olması değil o bina yapılırken yapım amacı, ihtiyaç nedir, kimler buradan rant sağlıyor, ahlaki mi ya da doğayla uyumlu mu, doğanın sana sunduğu mesajı dikkate alarak mı bir yaşam oluşturdun?”
‘Enkaza sebep olan zihniyet tekrardan yeni binalar dikecek’
AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Bir yıl içinde bu kentleri yeniden inşa edeceğiz” sözlerini anımsatan Leyla, “Enkaza sebep olan zihniyet bize birkaç ay içinde tekrar yeni binalar kentler vadediyor. Peki orada yaşayan insana sordun mu nasıl bir kent istediğini? Orada insanları ölüme sürükleyen zihniyet tekrar yeni şehirleri de inşa etme gücünü kendisinde buluyor. Sürekli artçı depremler yaşandığı, doğanın katmanın hâlâ hareket halinde olduğu bir dönemde bu konudaki jeologlar bir yıl boyunca kesinlikle inşaat yapılmaması gerektiğini söylüyor. Buna rağmen hâlâ o egemen akıl ‘biz bir yıl içinde şehirleri dikeceğiz ya da mart ayında 500 bin binanın temeline başlayacağız’ diyor. Yani bu insanları yeni felaketlere, ölümlere sürüklemek demektir” şeklinde konuştu.
Halk karar vermeli
“Güvenli, özgür, ahlaki ve onurlu bir yaşam istiyorsak önümüzdeki bir yılı iyi değerlendirmemiz gerekiyor” diyen Leyla yeni toplumun inşasında en önemli rolün halkın olacağını vurguladı. Leyla, “Afet sürecinde halkın gösterdiği çaba ile yardıma dayalı bir koordinasyonun varlığı oldu. Bu kadar sivil örgütün, gönüllü insanın, genç kadınların, annelerin ve enkazda çalışan gençlerin kimsenin kimseden üstün olmadığı komüne dayalı bir hayat oluştu. Tam da bu noktada nasıl bir kentin oluşacağına o yerelin halkı karar vermeli. Ve tabi ki bunun doğayla uyumunun, etiğinin ve ahlakının da olacağı, konuşulacağı bir alan da oluşturulmalı” ifadelerini kullandı.
Nehir kenarında kurulan çadır kentlerin riskleri
Dicle Nehri kenarına kurulan çadır kentin riskler barındığını söyleyen Leyla, “1-2 yıl önce barajın kapaklarının patladığını, Hevsel ve bölgenin tamamının su içinde kaldığını biliyoruz. Olası bir taşkın mümkün. Bu kadar sel, taşkın, salgın, bulaş hastalık varken bu konuda neden bu kadar ısrarcılar? Yani burada açık bir şekilde insan hakları ihlalinde ısrarcı olmak, bir kasıt ve art niyet vardır. 1-2 ay sonra yaz mevsimine geçtiğimizde haşere, sivrisinek sayısı çok fazla olacak. Bu bize sıtma ve bulaş hastalıklar riskinin olduğunu gösteriyor. Dicle Nehri’ne atık yönetimini sağlanamamasından dolayı suyun kirlenmesi ile birlikte tekrar ekosistemin, havanın, toprağın kirliliğine etki eden bir durum ortaya çıkacak. Ki keza çocuklar ya da yetişkinler için boğulma riski çok fazla olabilir” diyerek yaşanabilecek tehlikelere dikkat çekti.
Çadır kentlerin psikolojik ve kültürel açıdan açtığı sorunlar
Leyla, çadır kentlerin psikolojik ve kültürel açıdan da olumsuzluklarına şu şekilde değindi: “Toplumsal bir travma yaşayan insanların kendi yerinden, şehirlerinden alınıp uzaklaştırılması izole bir alana hapsedilmesi kötü sonuçlar doğurabilir. Etrafının tellerle örülü, barikatların olduğu bir alan ve çadırların korucular tarafından kurulduğu söyleniyor. Yani travma yaşayan çocukların maruz bırakıldığı güvenlikçi politikalar, şiddet unsuru içeren bu kolluk güçleri depremden etkilenen bu kadar travmatize olmuş bireylere sunulan sağlıklı yaşam bu mu diye de sormak gerekiyor. Yani insanların sosyal hayatlarını kültürel anlamda da etkileyecek.”
Ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma
Mevcut sistemin dayattığı çadır kent yaşamına karşı önerilerinin de olduğunu paylaşan Leyla, “Çadır kent mahalleler dediğimiz biçimde ya da güvenli, ekolojik uygunluğu olan konteyner alanlar olabilir. Devlet sistemi insanları farklı şehirlere göç ettirmeye zorluyor. Burada bir kültürel yıkım ve hafızasızlaştırma söz konusu. Sahada bulunduğumuz süre zarfında insanların ya da bir küçük çocuğun dahi önerdiği, istediği artık güvenli bir yaşam. Bu da ekolojik, kadın özgürlükçü ve demokratik paradigma dediğimiz yaşam içerisinde mümkün. Egemen akıl ve iktidarın, var olan yaşam alanlarını talan etmek üzerine kurulu bir sistemi var. Bunu görebiliyoruz, sistem yarattığı bu kötü dünyada insanlara yaşam alanı bile sağlamıyor” diye konuştu.