‘Vergiler halka değil savaş ve ranta gitti!’

  • 09:04 22 Şubat 2023
  • Güncel
 
Rozerin Gültekin
 
AMED - Deprem vergileri ve bütçenin halk için değil savaşa ayrıldığını, rant ilişkilerinin insani ilişkilerin önünde olduğunu, depremle beraber bir kez daha ortaya çıktığını söyleyen DBP MYK üyesi Gülşen Sincar, tüm bunlara karşı bu süreçte halkla birlikte hızlı bir şekilde koordine olup dayanışma için seferber olduklarını söyledi. 
 
Mereş merkezli gerçekleşen ve 11 ilde etkisini gösteren depremlerde devletin tedbirsizliği sonucunda on binlerce kişi yaşamını yitirdi ve yüzbinlerce insan insan evsiz kaldı. İktidarın başta deprem vergileri olmak üzere ülkenin kaynaklarını savaşa aktardığı ortaya yıkımla birlikte bir kez daha tartışmaya açılırken, savaş politikalarındaki ısrar bu süreçte de ortaya çıktı. 
 
Deprem bölgesine yardım ulaştırmayan iktidar, depremden etkilenen Kuzey ve Doğu Suriye ile Güney Kurdistan sınırındaki alanlara saldırılarını sürdürüyor.  
 
Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) MYK üyesi Gülşen Sincar, konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Deprem vergisi halk için kullanılmadı’
 
2002 yılından bu yana AKP iktidarının sermayeyi destekleyen politikaları uyguladığını ifade eden Gülşen, 1999 depreminden sonra yapılan tartışmaların sonucunda deprem vergisi toplanmaya başlandığını ve o miktarın o günden bu yana 86 milyar olduğunu söyledi. Gülşen, bugün yaşanan deprem sonrasında bakıldığında, bu paranın halk için kullanılmadığının gözler önüne serildiğini dile getirdi. Gülşen şöyle devam etti: “Son yıllarda yaşanan her felakette olduğu gibi bağış ve yardım kampanyaları ile kaos durumuna karşı çözüm aranıyor. Bu da kriz dönemlerinde harcanması gereken rakamların olmadığı ortaya çıktı. Dönem dönem çeşitli bakanlıklar, cumhurbaşkanlığı nezdinde açıklamalar yapılıyor bu paraların eğitim, sağlık yol vb harcamalara kullanıldığı söyleniyor. ‘Bir merminin ederi ne kadardır?’ söylemi üzerinden baktığımızda da 2015’ten bugüne kadar AKP-MHP iktidarının savaş ve yıkım söz konusu olduğunda tüm imkan ve olanakları bu uğurda harcayan yönetim beceriksizliği içinde olduğunu söylemek mümkün.” 
 
‘Deprem sürecinde Rojava’ya saldırı devam etti’
 
Halk için bütçe ayrılmazken bütün kaynakların savaşa ayrılmasına dair değerlendirme yapan Gülşen, söz konusu politikaların, iktidarın sürekliliğini sağlamak için uygulandığını belirtti. Gülşen, “İktidar, demokratik yönetimden ziyade tek devlet, tek yönetim yaklaşımı içinde. Kendi sınırları dışında olan yapılanmaları kendine risk olarak gören yaklaşım içerisinde. Arkasına her türlü devlet olanağını alarak iktidarını sürdürmeye çalışan yaklaşım içerisinde. 2015’ten bu yana Rojava hattından Güney Kurdistan hattına karşı geliştirmiş olduğu askeri operasyonlar ülkedeki ekonomik krizin temel nedeni. Sınır ötesi geliştirdiği operasyonların ortaya çıkardığı bütçe açığı sorunları arttırıyor. Depremin hemen akabinde gördük yıkımla karşı karşıya kalan Rojava’nın belli kısımlarına saldırı yapılmasını iktidarın kendi varlığını kriz kaos üzerinden sürdürmesine yönelik tutum olarak değerlendirmek mümkün” ifadelerini kullandı. 
 
‘Devlet enkaz altında’
 
Asrın felaketi olarak değerlendirilen deprem sürecinde bile iktidarın depremin yarattığı yıkıma çözüm bulması gerekirken bu bölgeleri görmezden gelmesine de değinen Gülşen, devletin enkaz altında kaldığını vurguladı. Gülşen, “İnsanlar hala enkaz altında, yüzbinlerce insan evinden oldu. Yüzbinlerce insan yaşadığı coğrafik alanı terk etmek zorunda kaldı. İlk etapta çözüm üretilip deprem vergisinin devreye konulması, bütçenin kısıtlanmaması ve tedbirlerin alınmış olması gerekiyordu. Çadır, konteyner kentlerin geliştirilmesi bir yana, deprem bölgesi olan bir ülkede jeo-fizikçiler ve deprem konusunda uzman kişilerin uyarılarına rağmen önleyici tedbirlerin alınmaması da apayrı bir mevzu olarak duruyor” şeklinde konuştu. 
 
‘İmkanlar doğru temel kullanılmadı’
 
Depremden kaynaklı felaketlerin oranının yüzde 20, yapısal sorunların yüzde 80’i bulan bir oranı bulduğunu dile getiren Gülşen, AKP iktidarının yaşamı göz önüne alan bir yaklaşımının olmadığını, bundan dolayı yeterli denetimin yapılmadığını, önlemin de alınmadığını söyledi. Gülşen, “İmkan ve olanaklar doğru temelde kullanılmış olsaydı bugünkü kaybımız daha az olacaktı. Ya da ilk saatlerde alanda olunsaydı on binlerce canın sağlıklı bir şekilde çıkarılmasının olanakları da yaratılabilirdi. Siyaseten baktığımızda rant ilişkilerinin insani ilişkilerin daha ötesinde olduğunu bir kez daha gördük” dedi. 
 
Dayanışmaya vurgusu
 
Kurdistan’daki yapılanmalar olarak yerel yönetimler nezdinde “Kendimizi de, kentimizi de biz yönetmeliyiz” şiarı ile yola çıktıklarını hatırlatan Gülşen, hiyerarşik yapılanmaların yerelde var olan sorunlara çözüm üretmediğine dikkat çekti. Gülşen, şunları belirtti: “Belediyelerimiz üzerinde geliştirilen kayyım politikaları sonucunda sahada olması gereken ve çok daha kolay çözüm üretebileceğimiz mekanizmaların elimizde olmayışının yarattığı bir dezavantaj durumu yaşandı. Ama halkların kendini hızlı bir şekilde koordine edebilme yeteneği ile açığa çıkan boşluğu giderebilme noktasında bir seferberlik ve dayanışma ruhu ile yaklaşıyoruz. Bu yıkım demokratik yönetim mekanizmalarının yerelden güçlendirilmesi gerektiğini ve demokratik özyönetim ilkesinin güçlü bir şekilde işletilmesi gerektiği ihtiyacını bir kez daha ortaya koydu. Siyaseten uzun yıllardır merkezi hiyerarşik yapılanmaya karşı demokratik özyönetim ilkesinin mutlak suretle oluşturulması gerektiğini belirtiyoruz. Bu yönetim biçimi dayanışma ruhunu çok daha güçlü kılabilecekken bu kez de Pazarcık’taki  dayanışma koordinasyonumuza bir kayyım atama durumu söz konusu oldu. Bunlara karşı alternatif örgütlenmeler var ama güçlendirilmesi gerçeği önümüzde duruyor.”