Deprem bölgesi: Basına gözaltı, tehdit ve şiddet

  • 09:02 18 Şubat 2023
  • Güncel
 
 
Marta Sömek 
 
İSTANBUL - Deprem bölgelerinin hayalet şehirlere dönüştüğünü, devletin sınıfta kalmasının duyurulmasının da engellendiğini söyleyen gazeteci İrem Afşin, basının çeşitli tehdit ve fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyerek, özgür basının çok iyi bir habercilik mücadelesi verdiğini ifade etti.
 
Mereş merkezli 6 Şubat’ta gerçekleşen ve 10 kenti etkileyen depremlerde yaşamını yitirenlerin sayısı resmi rakamlara göre 30 bini aştı. Bölgelerdeki enkazlarda hala canlı olarak çıkartılan yurttaşlar varken, enkaz kaldırma çalışmaları ise devam ediyor. Öte yandan deprem bölgesinde çalışan gazetecilerin yaşananları duyurması engelleniyor.
 
Riha, Mereş ve Semsûr’da çalışan gazeteci İrem Afşin’le izlenimleri ve maruz kaldıkları engellemeler hakkında konuştuk.
 
Riha’da mahalleler terk edildi
 
1999 Gölcük, Yalova, 17 Ağustos Marmara ve 2011 Van depremlerinde sahada gönüllü olarak çalıştığını belirten İrem, bir İngiliz haber kanalı ile 7 Şubat’ta Riha’ya giderek deprem bölgesinde çalışmaya başladığını aktardı. Hava koşullarının oldukça zorlayıcı olduğunu dile getiren İrem, “Urfa, hasar açısından diğer deprem bölgelerine göre daha az etkilenmiş bir il. Şehrin merkezinde yüksek ve son 20 yıllık binaların olduğu kısımda epey hasarlı bina vardı. Yıkılmamışsa bile ciddi hasarı olan binalar da vardı, mahalleler de terk edilmişti. Urfa’da herkes, her ne kadar canlı olarak binalarından çıkmış olsa bile artçılar da devam ettiği için evlerine giremiyordu. Genelde parklarda, apartman önlerinde, sokak aralarında ya arabalarında ya da sokakta kalıyorlar” dedi. 
 
‘Barınma anlamında hiçbir şey yoktu’
 
Riha İpekyol Caddesi’nde 8 katlı büyük bir bina enkazında çalıştıklarını söyleyen İrem, “Yaklaşık 150 kişiden oluşan mahalleli, apartmandan kurtulmuş olanlar, enkazın altında kalan insanların akrabaları bekliyordu. 30 kişinin enkaz altında olduğu söylenilen binada çekim yapmaya başladıktan sonra iki yaralı kurtarıldı ama yaşamını yitiren yaklaşık 12 depremzede de çıkartıldı. Urfa’da herhangi bir arama kurtarma ekibinin gelmediğinden bahsediyordu herkes. Çocuklarının bir kısmı çıkan, bir kısmı enkaz altında kalan oldukça zorlayıcı hikayeler vardı. Herhangi bir tente, sıcak bir içecek, su ve neredeyse hiçbir şey yoktu barınma anlamında” diye belirtti.
 
Semsûr’da halk tepkili
 
İrem, 8 Şubat’ta Riha’da bir çadır kampı kurulduğunu kaydederek, “Urfa Müzesi’nin açık hava otoparkına kurulan 75 çadırdan oluşan yaklaşık bin 500 kişinin konakladığı bir çadırda 4 aile kaldı. Maalesef herhangi bir ısıtma olanağı yoktu. Çadır kentte mülteci, Urfalı aileler, ağırlıklı kadın ve çocuklar vardı” bilgisini verdi. 9-10 Şubat tarihlerinde Adıyaman’da çalıştıklarını söyleyen İrem, şöyle devam etti: “Buradaki asıl sorun neredeyse hiçbir arama kurtarma, enkaz kaldırma ekibinin şehre ulaşmamış olmasıydı. Hiçbir barınma, yiyecek, su, gıda, kıyafet gibi ihtiyaçların karşılanmadığı bir ortamda enkazlardan kendi imkanlarıyla çıkabilmiş insanların, aynı şekilde akrabalarının o enkazlara girmeye çalışarak, ‘Çoğu zaman ellerimizle kazdık’ dedikleri bir ortamda tanıdıklarını, akrabalarını kurtarmaya çalıştıklarını anlattılar. Oldukça ciddi bir tepki de vardı.”
 
‘Adıyaman’ın yüzde 70’inden fazlası yıkılmış durumda’
 
Röportaj yaptıkları yurttaşların ikinci deprem ile enkazlarda çalışanların da binaların çökmesiyle enkaz altında kaldığını söylediğini ifade eden İrem, “Adıyaman’ın yüzde 70’inden fazlası tamamen yıkılmış durumda. Bir caddeden geçerken iki binadan biri yıkılmış. Aralarında postane binası ve hastane gibi 20’den fazla büyük binanın yıkıldığını gözlemledik. Neredeyse her sokakta enkaz olduğu için sokaklar ciddi anlamda bloke olmuş durumda. Sokaklarda bekleyen insanlar, enkazlar, patlamış kanalizasyonlar, bir deprem bölgesinde görebileceğiniz her türlü şey had safhadaydı. 3 enkazdan sadece birinde arama kurtarma çalışması vardı. 12 Şubat günü hala enkaz altından yaralı kurtarılabilen yurttaşlar vardı. Demek ki ilk 3 günde daha fazla ekip Adıyaman’a gidebilseydi çok sayıda vatandaş kurtarılabilirdi” değerlendirmesinde bulundu.
 
Hayalet şehirler…
 
Semsûr’un yüzde 70’inin hasarlı, yüzde 30’unun da tamamen yıkılmış durumda olduğunu dile getiren İrem, “Şehrin ortadan kalktığını söyleyebiliriz. 11 Şubat’ta da Maraş’a gittik, oldukça büyük hasar almış durumdaydı. Şehir merkezinde 3 büyük bulvarın kesiştiği ana merkezde neredeyse bütün binaların yıkılmış olduğunu söyleyebilirim. Yıkılmamış olanlarda da zaten çok ciddi hasar var. Adıyaman ve Maraş’ta bir terk edilmişlik görüntüsü var, hayalet şehir gibi, yarısından fazlası çökmüş. Konuştuğumuz yurttaşlar da şehirlerinin yok olduğunu, haritadan silindiğini anlattılar. Adıyaman Besni dahil çok fazla köye gittiğimizde hala herhangi bir arama kurtarma ekibi ya da yardım ulaştırılmamıştı. Şehirde doğalgaz kesik, herhangi bir ısıtma ve elektrik yok. Çok ciddi bir mazot ve benzin sıkıntısı var. Işık kaynağı veren jeneratörlerin çalıştırılması, enkazlarda çalışan vinç ve iş makinelerinin çalışması açısından oldukça sıkıntı yaratıyor” diyerek yıkımın boyutunu anlattı.
 
Toplu gömülen cenazeler
 
Hem sahadaki ekiplerin hem enkaz önünde bekleyen yurttaşların hem de gazetecilerin enkazlarda yaşamını yitiren yurttaşların cenazelerinin kokularından ötürü oldukça zorlandıklarını vurgulayan İrem, “Adıyaman’da enkaz kaldırma çalışmaları oldukça ağır ve az sayıda ekiple yürütüldü. Bu şehirler için yeterli sayıda çadır ve barınma alanı, seyyar tuvaletler ile ısıtma neredeyse hiç yoktu. Hala her enkazın önünde bekleyen insanlar vardı. Adıyaman’da enkazdan çıkartılan cenazeleri yurttaşlar kendileri gömdü, elimizde görüntüler de var. Belediyeden bir araç verilmediği, mezar taşı temin edilmediği de aktarıldı. Çoğu ilde kefen yok, çöp torbaları, brandalara sarılarak cenazeler defnediliyor, üst üste istiflenen cesetler vardı. Yine toplu mezarlar mevcut, DNA örneklerinin alındığından ise hiç emin değilim. İnsan hakları savunucuları bu hak ihlali ile ilgilenmeli” diye belirtti.
 
Polis amirinden tehdit!
 
“Biz basın mensupları için 7 Şubat akşamı olağanüstü hal (OHAL) ilanından sonra şartlar değişti” diyen İrem, “8 Şubat günü Urfa’daki çadır kentin sorumlusu olduğunu söyleyen polis amiri, ‘Yayında açıkça yüce Türk devletini küçük düşürecek, rencide edecek herhangi bir şey söylenirse yayını keserim. 3 kişiden fazlasıyla röportaj yapılmayacak’ dedi. Ben de buna izin vermeyeceğimi belirttim. Maalesef ciddi bir tehditle karşılaştım, kendisi İngilizce bildiğini, yayını dinleyeceğini, işine gelmeyen herhangi bir şey duyarsa yayını keseceğini ve bana da ‘gerekeni yapacağını’ iletti. Daha sonra sahada karşılaştığım gazetecilerin de aynı şeylere maruz kaldığı, hiçbir şekilde basın, ifade, haber alma ve verme özgürlüğüne sığmayan cümleler kullanıldığını öğrendik” diyerek yaşadığı engellemeleri anlattı.
 
Zorlu çalışma koşulları yanında basına engelleme
 
Özgür basın emekçilerinin de çekim yaparken gözaltına alındığını söyleyen İrem, “Urfa’da gözaltına alınan 2 arkadaşımız, benim de beraber çalıştığım ekiple İpekyol Caddesi’ndeki enkazı çekerken gözaltına alındılar. Aynı enkazı ben bir gün önce çekmiştim. Polis, jandarma ve özellikle AFAD yetkililerinden, ‘herhangi bir engellemeyle karşılaşmadım’ diyen bir meslektaşım yok. Kimilerimiz şiddetle de karşılaştık. Deprem bölgesinde acılı, yaslı ve enkaz altında kalan, akrabalarını merak eden insanlarla, yoğun koku, ciddi bir hijyen problemi, açlık, susuzluk, soğuk şartlar altında günde yaklaşık 13 saat çalışırken bir yandan da bu tip engellemeler, şiddet ve baskıyla karşılaştık” sözlerini kullandı.
 
‘Devletin sınıfta kalmasını duyurmamız engellendi’
 
Çekim yaptıkları esnada fiziki şiddete de maruz kaldığını paylaşan İrem, “Polisler ve AFAD görevlilerinin, her şeye kendilerinin karar verdiğine dair ciddi fikirleri var. Birçok gazeteci arkadaşımız tehdit ve darp edildi, yayın akışına karışıldı, engellendi. Bu konuda hem uluslararası hem de Türkiye’deki basın meslek ve sivil toplum örgütleriyle ilerleyen süreçte ciddi anlamda hukuki yollardan çeşitli şikayetler ve raporlamalarda bulunmayı planlıyoruz” bilgisini verdi.  İrem engellemelerinin nedenini ise şöyle belirtti: “Devletin ciddi anlamda sınıfta kaldı. Bunun görüntülenmesi, ayrımcılığın ört bas edilmeye çalışılması, iktidar yanlısı medyada hiç görülmeyen haberlerin, uluslararası ve özgür basında yer almasının da iktidarı rahatsız etti.” 
 
Özgür basının verdiği habercilik mücadelesi…
 
İrem, “Sadece yandaş medya değil, televizyonlarda enkazlardan çıkanlar, bebekler, çocuklar, hastanelerde ağır yaralı insanların görüntülerini gördük. Bu durum depremzedelerde çok ciddi travma ve hastalıklar yaratıyor. Ajitatif gazeteciliğin ne olduğunu bu depremde bir kere daha gördük. Hem doğru haberi, gerçeği vermek durumundasınız hem de kamuoyunda infial yaratmadan, ajitasyona kaymadan, insan haklarını ihlal etmeyen gazetecilik yapmak gerekiyor. Bu oranda belli oranda sınıfta kaldık.  Ama özgür basının çok iyi bir habercilik mücadelesi verdiğini düşünüyorum” dedi.
 
‘Yurttaşların seslerini duyurmaya devam etmeliyiz’
 
Sahadaki gözlemleri sırasında bir yandan röportaj yapan bir yandan da depremzedelerin ihtiyaçlarını karşılamak için basın dayanışma gruplarında çabalayan meslektaşları olduğunu vurgulayan, İrem,  “Ülkede, bütün baskı ve tehdide rağmen özgür çalışmayı başaran gazeteci arkadaşlarımla gurur duyuyorum” dedi. Alandaki gazeteciler açısından en büyük ihtiyacın ise engellenmemek olduğunu vurgulayan İrem, “Bütün bölgelerde hala çadır ve konteyner, ısınma, barınma, kadın pedi, çocuk bezi, gıda gibi eksiklikler var. Bu bölgelerin ilerleyen süreçte çok ciddi yardıma ihtiyacı var. Bölgedeki yurttaşlar iktidarın yardım sözüne güvenmiyor, yalnız bırakıldıklarını düşünüyor. Bizim de gazeteciler olarak bölgedeki yurttaşların seslerini duyurmaya devam etmemiz gerekiyor” sözleriyle seslendi.