Irkçı saldırı ve söylemlere karşı ortak tutum çağrısı
- 15:34 14 Şubat 2023
- Güncel
İSTANBUL - Deprem bölgesinde mültecilere yönelik saldırılarla asıl sorumluların gizlendiğini belirten hak savunucuları, “Mülteci düşmanlığı afetin sonuçlarının bir siyasal kriz olduğunun üstünü örterek, kamuoyuna kriminal bir vaka gibi sunma işlevi görmektedir” dedi, ortak tutum çağrısı yaptı.
Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi, Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD), Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) ve İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul şubeleri, deprem bölgesindeki mültecilere yönelik ırkçı saldırı ve işkence görüntülerine dair İHD’de basın toplantısı düzenledi. “Depremin yaratığı yıkımı birlikte aşacağız. Birlikte yaşamak istiyoruz!” yazılı pankartın açıldığı toplantıya, çok sayıda hak savunucusu katıldı.
‘Devletin yetersizliği ortada’
Toplantıda ilk olarak konuşan İHD Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri, depremin etkilerine değinerek, deprem öncesi yapılan uyarıların dikkate alınmamasına işaret etti. Depremin sonuçlarından hükümetin sorumlu olduğunu kaydeden Gülseren, duyarsızlığın Marmara depreminden bu yana sürdüğüne dikkat çekti. Enkazların henüz hepsine ulaşılamadığına dikkat çeken Gülseren, “Bu kadar büyük bir can kaybının sadece deprem nedeniyle yaşanmadığını, çarpık yapılaşmanın ve deprem gözetilmeden şehirleşmenin ağır sonuçları olarak görüyoruz. Bu nedenle bu bir katliamdır. Biraz sert sözcükler kullanma ihtiyacı var. Çünkü deprem uzmanları yine uyarıyor. Marmara depreminin çok yakın olduğu uyarısında bulunuyorlar. Devletin yetersizliği ortada olduğuna göre bizlere düşen sorumluluğun farkında olup, bundan sonraki planlarımızı yapma ihtiyacının öne çıktığını görüyoruz” dedi.
‘Birlikte ve planlı bir mücadele yürütülmeli’
Hem depreme maruz kalmış hem de daha sonra ayrımcılığa uğramış ve hedef haline getirilmiş mültecilerin durumuna dair konuşan Gülseren, “Bölgede 2 milyon mülteci var. Bu kesimin arama kurtarma çalışmalarından yararlanma noktasında, hem yaşamı yeniden kurma noktasında, erişim noktasında ayrımcılığa maruz kaldığına dair pek çok örnek var. Hırsızlık, taciz suçlamaları var. Ayrıca işkenceye de maruz kaldıklarını sıklıkla görüyoruz” sözlerine yer verdi. Ciddi hak ihlalleri yaşandığını ve bunun devam edeceğini belirten Gülseren, tüm bunların tespiti, önlenmesi ve tekrar olasılığının ortadan kaldırılması için birlikte ve planlı bir mücadele yürütülmesi gerektiğini vurguladı.
Mültecilere ayrımcılık
Ardından konuşan ÖHD üyesi Ahmet Baran Çelik, depremin ardından nefreti körükleyen ve saldıran binlerce kişiyi tespit ettiklerini aktardı. Yüzlerce avukatın bu durumu takip ettiğini ve binlerce suç duyurusunda bulunduklarını dile getiren Ahmet, “Burada organize bir kötülükten söz ediyoruz. Bir enkazda bulunan bir mülteci ailenin sırf Türkçe bilmediği ve Arapça konuştuğu taktirde kimsenin yardıma gelmeyeceğini düşündüğü için konuşmadığını öğrendik. Deprem altında kalmış, akrabaları ölmüş olsa bile diğer vatandaşlar gibi nakledildiklerinde kamu binalarında kalamayacaklarına dair karar alındı. Yine aynı şekilde bunların nakil işlemleri de engelleniyor. Başka bir şehirde akrabaları varsa ve bunu ispat edebilirlerse nakledilme şartı getirilmiş” sözlerini kullandı.
Ahmet, bazı siyasi partilerin bu durumu özellikle kışkırttığına değinirken, “Devlet kurumları sürekli kendisini şu şekilde açıklıyor; ‘Mültecilere yardım yok.’ Bu açıklamalar da mültecilerin bir hakkı yokmuş gibi bir hava yaratıyor. Bu da bu insanları dışlamaya, ötekileştirmeye ve nefret söylemine maruz kalmasına neden oluyor” dedi.
Yardım almaktan çekiniyorlar
ÇHD İstanbul Şube üyesi Fatih Aydın da, mültecilere yönelik saldırıların siyasi partilerin ayrımcı ifadeleriyle başladığını vurgulayarak, “Yardımlardan yeterli derecede pay almaktan dahi çekiniyorlar. İki gün önce oradaydım. İnsanlar kamyonların önünde sıraya girerken, mülteciler bir adım geride duruyorlar. Bunun sebebi yaratılan bu korku iklimidir. Kendi çabalarıyla enkazdan çıkmış olan insanlar, şu an yardım istemekten çekinir haldeler” şeklinde konuştu.
‘Nefret söylemleri işkenceye dönüşüyor’
Ortak basın metnini okuyan Birlikte Yaşamak İstiyoruz İnisiyatifi üyesi Çiğdem Özbaş, depremle birlikte daha önce savaş nedeniyle ülkelerini terk etmiş mültecilerin, bir kez daha ölümün ortasında kaldığını dile getirdi. Çiğdem, “Diğer depremzedeler gibi aileleri için endişelenen, yaralıları ve cenazeleri ile uğraşan, güvenli bir alan bulup temel ihtiyaçlarına erişmeye çalışan mülteciler, bu temel hak ve ihtiyaçlarına dahi eşit bir şekilde erişemiyor. Öte yandan da bazı siyasiler ve sosyal medya kullanıcıları tarafından kendilerine yöneltilen nefret dili ve ırkçı saldırılarla mücadele etmeye çalışıyorlar. Göçmenlere yönelik nefret söylemleri ne yazık ki hızlıca nefret saldırılarına ve işkencelere dönüşmektedir” dedi.
Asıl sorumluları gizleme çabası
Mültecilerin “günah keçisi” ilan edildiğini kaydeden Çiğdem, şunları belirtti: “Adli vakalarla, hırsızlık, gasp gibi suçlarla ilişkilendirilerek nefretin dozajı iyice arttırılmakta ve bu yolla asıl sorumluların üzeri örtülmeye çalışılmaktadır. İktidarın insan haklarını tümüyle askıya alarak OHAL’i daha rahat uygulamasına, işkence ve kötü muamele gibi suçları daha pervasızca işlemesine zemin hazırlamaktadır. Ayrıca, mülteci düşmanlığı afetin sonuçlarının bir siyasal kriz olduğunun üstünü örterek, onu kamuoyuna kriminal bir vaka gibi sunma işlevi görmektedir. Çadır bölgelerinde ırkçı saldırı tehdidi altında olan mülteciler güvenli bir yaşam kurmak, deprem koşullarının üstesinden gelmek için afet bölgesi dışındaki illere gitmek istiyorlar. Ancak bu süreçte de çeşitli engellerle karşılaşıyorlar. Afetten etkilenen ve kayıtlı olduğu ilden ayrılmak isteyen mültecilere verilen 90 günlük yol izin belgesi olmadan hareket edebilme hakkının kapsamı ve sonrası belli değildir. Mültecilerin mahkûm edildiği bu belirsizlik, onların yaşamlarını yeniden kurmalarının, eğitim, sağlık ve istihdam gibi temel haklarına erişmelerinin önünde duran en büyük engeldir.”
Çiğdem açıklamada ayrımcılık, şiddet ve işkenceye karşı toplumsal muhalefete “ortak tutum” çağrısında bulundu.