Yıkımın tek nedeni tedbirsizlik!

  • 09:02 12 Şubat 2023
  • Güncel
 
 
 
Marta Sömek
 
İSTANBUL – Türkiye’nin bir “deprem ülkesi” olduğunu, ortaya çıkan tablonun tek nedeninin tedbirsizlikten kaynaklandığını, deprem toplanma alanlarının da rantsal alanlara çevrildiğini söyleyen TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Yazman Üyesi Buket Yararbaş Ecemiş, “Deprem tehlikesini riske dönüştüren tek neden, afet öncesi alınması gereken tedbirlerin uygulamaya geçirilmesi konusunda yönetimlerin ve kurumların gösterdiği zafiyettir” dedi.
 
Mereş merkezli 6 Şubat’ta gerçekleşen ve 10 kenti etkileyen depremlerde ihmaller nedeniyle bilanço her geçen dakika daha da ağırlaşıyor. Can kaybının 20 bini aştığı depremlerin 7’inci gününde hala binlerce enkaz mevcut. Deprem toplanma alanlarının dahi betonlarla dolu olduğu iktidarın yıkım ve enkazları karşısında ise halk kendi imkanlarıyla arama kurtarma çalışmalarını sürdürüyor.
 
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Jeoloji Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Yazman Üyesi Buket Yararbaş Ecemiş ile depremler sonrasında süren enkaz ile yıkım, kentlerdeki altyapı sorunları ve bu enkazlara ilişkin neler yapılması gerektiğini konuştuk.
 
‘Efektif bir arama kurtarma süreci yürütülmedi’
 
Ülkede son yüz yılda yaşanan en büyük deprem ile yüz yüze gelindiğini paylaşan Buket, 7.7 büyüklüğünde meydana gelen ve 10 kenti etkileyen ilk deprem, ardından gerçekleşen 7.6 büyüklüğündeki ikinci depremde de Elbistan ve Afşin’in ağır bir şekilde etkilendiğini belirtti. Çok sayıda can ve mal kaybı olduğunu, on binlerce yurttaşın da yaralandığını ifade eden Buket, “Henüz sayısını tahmin edemediğimiz on binlercesinin de enkaz altında olduğunu ne yazık ki biliyoruz” dedi. Depremin üzerinden günler geçmiş olmasına rağmen kurtarma, her türlü ihtiyaç malzemesinin tedarik edilmesinde tam bir koordinasyon sağlanamadığını söyleyen Buket, “Afet yönetim sistemimizin arzu edilir şekilde yönetilemediği, organize olamadığı, yeterince arama kurtarma ekibi ve ekipmana sahip olmadığı, var olan ekipmanın ise akaryakıt tedarik sıkıntısı nedeniyle çalıştırılamadığı, bu nedenle de efektif bir arama kurtarma sürecinin yürütülemediği görülmektedir” sözlerini kullandı.
 
‘Kentlerimiz zayıf mühendislik birimleri üzerinde’
 
Kentlerin imar planlama süreçlerinden başlayarak, yapılaşma sürecindeki yapı denetim fonksiyonlarının gerektiği şekilde yerine getirilmesinin son derece önemli olduğuna dikkat çeken Buket, şunları kaydetti: “Kentlerimizin önemli bir kısmı jeolojik sakınca olarak nitelendirebileceğimiz, aktif fay zonları, dere yatakları, heyelanlar vb. gibi zayıf mühendislik birimleri üzerinde bulunmakta. İmar planına açılmaması gereken, tarım ve hayvancılık için elverişli ova ve meraların imara açılması ile de kırılganlığı artmaktadır. İmara esas olmak üzere gerçekleştirilen, yerleşim alanının yapısal ve mühendislik özellikleri ile tehlike ve risk teşkil eden unsurların belirlendiği jeolojik-jeoteknik veya mikro bölgeleme etütleri, kentlerin sağlıklı planlanması için temel unsurlardan birisidir.
 
Deprem toplanma alanları rantsal alanlara çevrildi!
 
Ancak ilerleyen zaman içerisinde, yapılan imar planlarının idareler tarafından rant kaynaklı olarak değiştirilmesi, daha önceden tespit edilmiş, jeolojik açıdan tehlikeli alanların yavaş yavaş imar kapsamına alınmasına neden olmakta, yapılaşma süreci ile tehlikeli alanlar bir risk havuzuna dönüşmektedir. İmar planlarında deprem toplanma alanları olarak belirlenmiş bölgelerin, sonradan yapılan imar değişiklikleri ile rantsal alanlara çevrildikleri hepimizin bildiği gerçeklerdir. İmar planlarında yaşanan bu denetimsizlik, yapılaşma sürecinde de devam etmektedir. Yapıların zemin ve temel etütlerinden başlayıp, inşaatın yapı kullanma belgesinin alınmasına kadar olan tüm süreç Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca yetkilendirilmiş yapı denetim kuruluşları tarafından denetlenmektedir. Ancak gerek mevzuatlardaki eksiklikler, gerekse denetim mekanizmasının ‘denetimsiz’ olması, yapı denetim kuruluşlarını müteahhidin taleplerine göre hizmet veren kuruluşlara indirgemiştir.”
 
Rantlaşma altyapıyı yetersiz hale getirdi
 
Rant ve taleplere göre değiştirilen imar planlarının kentlerdeki yapı stokunun artması ve altyapının yetersiz hale gelmesine yol açtığının altını çizen Buket, “Yapılaşma sürecindeki ‘denetleniyormuş’ gibi yapılan denetleme sonucunda da kentlerimiz gerek doğa kaynaklı afetler gerekse insan kaynaklı afetler karşısında dayanıksız hale gelmektedir. Sürekli birbirini besleyen ve şişiren bu kısır döngü kentlerin afetlere karşı direncini düşürmektedir” değerlendirmesinde bulundu. 10 kentte meydana gelen deprem sonucunda kentlerin hem altyapı hem de üst yapısında inanılmaz boyutta bir yıkımın meydana geldiğini vurgulayan Buket, “Sürekli değiştirilen imar planlarının da katkısı ile yapı denetim sisteminin iflasının adeta bir göstergesi olmuştur” dedi.
 
Kanun afet ihtiyaçlarını karşılamıyor!
 
“Ülkemizde imar, planlama, yapı üretim ve denetim süreçlerinin tamamı rant ve talan düzenine göre şekillenmektedir” diyen Buket, “Bu çerçeveden bakıldığında merkezi ve yerel kurumsal yapılanmanın yetersizliğinin yanı sıra özellikle imar, planlama, afet ve kentleşme süreçlerimize ilişkin mevzuat ve yasal düzenlemelerimizin oldukça yetersiz olduğu görülmektedir” diye belirtti. 7269 sayılı Afet Kanunu’nun 1959 yılından beri yürürlükte olduğunun bilgisini veren Buket, “Ancak günümüzün afet yaklaşım ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Bu durum sadece Jeoloji Mühendisleri Odası’nın tespiti olmayıp, 2020 yılında meydana gelen Elazığ depremi sonrasında TBMM’de kurulan Deprem Zararlarının Azaltılma Komisyonu’nun hazırlamış olduğu raporda da ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Yine 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi hakkında çıkarılan kanun, ilk yapıldığı günden günümüze kadar hızla ve şaşırtıcı biçimde değiştirilerek, motor gücün müteahhitlerin eline verildiği, ev sahipleri ile müteahhitler arasında yapılan bir pazarlık işi ve ranta dönüştürülmüştür” şeklinde konuştu.
 
‘Uydurulmuş değerlere göre hesaplamalar yapıldı’
 
Benzer şekilde özellikle uygulama süreçlerinde de var olan yasal düzenlemeye aykırı uygulamaların gerçekleştirildiğine dikkat çeken Buket, uygulamaların izleme, kontrol ve denetim süreçlerinin yapılmadığı, bunun da yapı süreçlerine olumsuz etki yarattığını sözlerine ekledi. Yapılaşma süreçlerinde ise yapı denetim kuruluşlarınca idareye (belediyeler) karşı yapılan denetimlerde birçok usulsüzlüklerle karşılaşıldığını dile getiren Buket, “Yapı denetimi, doğası gereği yerinde yapılan inceleme, kontrol ve denetlemeyi içermekte olup bu sürece yapının statik projesine altlık teşkil eden ve arazi çalışmaları jeoloji mühendislerince yapılan zemin ve temel etütleri de dahildir. Ancak zemin ve temel etütleri yerinde yani sahada denetlenmediği, çalışmalar sonucunda hazırlanan raporlar sadece içerik olarak incelendiği için her türlü suistimale açık hale gelmektedir. Yönetmelik esaslarına göre belli sayı ve kurallara göre açılması gereken zemin sondajlarının hiç açılmadığı halde açılmış gibi gösterildiği, zeminin mühendislik değerlerinin bulunması için alınması gereken numunelerin, alınmadığı halde alınmış gibi gösterilmesi ve aslında hiç olmayan uydurulmuş değerlere göre yapının temeline ve statiğine esas teşkil edecek hesaplamaların yapıldığını yapılan şikayetler üzerine biliyoruz” değerlendirmesi yaptı.
 
‘Yıkılan binalar için dönüşüm tesisleri kurulmalı’
 
Böylesi durumlarda TMMOB Disiplin Yönetmeliği çerçevesinde gerekli soruşturmayı başlattıklarını ifade eden Buket, “Ancak burada vurgulanması gerekli olan şey, bu duruma yerinde denetimin yapılmamasının neden olduğu ve bakanlığa yaptığımız tüm taleplerimize rağmen bu konunun görmezden gelinmesidir” dedi. Öte yandan depremlerde yıkılan binaların bir kısmında asbest kaynaklı malzemelerin kullanılmış olabileceği göz önüne alınarak, her bir yapıda gerekli güvenlik ve çevreye yayabileceği olası toz hususlarının dikkate alınması gerektiğine işaret eden Buket, “Bina Yıkım Yönetmeliği’nin öngördüğü şekilde bina yıkım işlemlerinin gerçekleştirilmesi, çıkan hafriyatın ise yeraltı suyu ve çevresel diğer kaynaklara etkisi olmayacak alanlara dökülmesi veya geri dönüşüm tesisleri kurularak, hafriyattan çıkan malzemenin tekrar kullanılmasının sağlanması gerekir” tespitinde bulundu.
 
Uygulamalar gerçek anlamda denetlenmeli!
 
Depremler için “gerçek” bir denetleme mekanizması olması gerektiğini vurgulayan Buket, “Doğa kaynaklı afetlerin yaratacağı yıkımların yaşanmaması, dirençli kentler ve dirençli toplumların yaratılması için bütünleşik afet yönetim sistemini esas alan, güçlü bir kurumsal yapı ve günümüzde yaşanan sorunları giderecek yasal düzenlemeler ile yapılan uygulamaların mutlaka gerçek anlamda denetlenmesi gerekmektedir” diye konuştu.
 
Tek neden tedbirsizlik!
 
Türkiye’nin bir “deprem ülkesi” olduğunu belirten Buket, “Yılda 5.5 ve daha büyük depremlerin olma oranı yüzde 76 ile dünyada altıncı, bir yılda depremler nedeniyle ortalama can kaybı 950 kişi ile dünyada üçüncü, ortalama depremden fiziksel olarak etkilenme oranı yılda 2.745.757 kişi ile dünyada sekizinci olarak, artık bir deprem ülkesi olduğumuzu kabul etmemiz gerekmekte. Deprem tehlikesini riske dönüştüren tek nedenin, afet öncesi alınması gereken tedbirlerin hazırlanması ve uygulamaya geçirilmesi konusunda yönetimlerin ve kurumların gösterdiği zafiyet olduğunun bilincine varılması gerekmektedir” ifadelerini kullandı.
 
Ne yapılmalı?
 
Buket, bu kapsamda yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı:
 
“*Afet ve Acil Durum Bakanlığı kurularak liyakatli kadrolarla örgütlenmesi sağlanmalıdır.
 
*Afete dirençli kentler, alt ve üst yapılar ve dirençli toplum oluşturulması, mutlaka bir devlet politikası olarak benimsenmelidir. Tüm belediyelerde işlevsel afet ve acil durum birimleri kurulmalıdır.
 
*İmar, planlama, yapı üretim ve denetim süreçlerine ilişkin mevcut mevzuat gözden geçirilmeli, günün ihtiyaçlarını karşılayan düzenlemeler yapılmalıdır.
 
*Deprem öncesi, sırası ve sonrasına ilişkin çocuklara ve yetişkinlere eğitimler verilmeli, afet bilinci geliştirilerek, toplumsal direncin artırılması gerekir.”