Barbara Spinelli: Tarih İmralı’daki hukuksuzluğu yazacak

  • 09:01 12 Aralık 2022
  • Güncel
Melek Avcı 
 
ANKARA - Avrupa Hukukçular Birliği Eşbaşkanı Barbara Spinelli, PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecridin son yüzyılda yaşanan en büyük inan hakları ihlali olduğunu, tarihin bunu yazacağını belirterek, CPT’nin iç tüzüğüne dayanarak gerçekleştirdiği ziyarete ilişkin açıklama yapmadığını, bunun değişmesi ve İmralı ziyaretine ilişkin elde ettiği bulguları paylaşması gerektiğini söyledi. 
 
İmralı’da yaşanan ağır tecrit ve sözde disiplin cezaları ile PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan ve diğer tutsaklardan ne bir haber alınıyor ne de avukat ve aile ile görüşmeleri sağlanıyor. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) İmralı ziyareti sonrasında PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşüp görüşmediğini açıklamaması hem Kürt halkının hem de insan hakları savunucularının ve birçok kişinin tepkisini çekmeye devam ediyor.
 
Görüştük ya da görüşmedik diyemedi
 
CPT’nin iç politikasına aykırı olmamasına rağmen, “görüştünüz mü görüşmediniz mi” şeklinde sorduğumuz soruya muğlak bir yanıtla, “Söz konusu ziyaretin ardından CPT web sitesinde belirtildiği üzere, CPT heyetinin şu anda İmralı Cezaevi'nde tutulan dört mahpusa yapılan muameleyi ve gözaltı koşullarını incelediğini teyit edebiliriz. Bu amaçla, heyet üyeleri tarafından ilgili mahpuslarla her zaman özel olarak görüşülür” denilerek genel ilkelerine işaret etmiş ve “evet görüştük” ya da “hayır görüşmedik” yanıtını verememiştir.
 
Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit, CPT’nin tutumunu ve avukatlar olarak girişimlerini European Association of Lawyers for Democracy  (Avrupa Hukukçular Birliği) Eşbaşkanı ve World Human Rights (ELDH) aktivisti Barbara Spinelli, değerlendirdi.
 
‘Mektuplarımız CPT’yi İmralı'ya götürdü’
 
Barbara, avukatlar olarak Türkiye Adalet Bakanlığı’na, Abdullah Öcalan ile görüşmek için yazdıkları mektuba yanıt alamasalar da bu mektupların CPT’yi İmralı’ya götürdüğünü belirtti. Barbara, “Yazdığımız bu mektubun işe yarayacağına eminiz. Zira biz bu mektubu yazdıktan sonra CPT İmralı için Türkiye'ye özel bir ziyaret yaptı. Fakat CPT heyeti yaptığı bu ziyaretin sonuçlarını Türkiye’nin izni olmadığı için paylaşamadı. Bilgi vermek ve oluşturdukları raporu yayınlamak için Türkiye ile anlaşmaları gerekiyor. Bu durum yani Türkiye’nin CPT ile arasındaki bu politikadan dolayı gerçekten üzgünüz. Çünkü CPT'nin olanları derhal kamuoyuna açıklamasına izin vermeleri gerekiyor. Türk hükümetinden gerçek bir şeffaflık talep ediyoruz. Bakarsanız eğer, bizim gönderdiğimiz mektuptan sadece birkaç hafta sonra heyet İmralı'ya gitti” diye konuştu.
 
‘Tarih kitapları bu insan hakkı ihlalini yazacak’
 
Abdullah Öcalan ve diğer tutsaklara yönelik bu utanç verici hak ihlalinin son yüzyılda gördüğümüz en büyük hak ihlali olduğunu söyleyen Barbara, “Bir insan hakları aktivisti olarak şunu söyleyebilirim, Sayın Öcalan'ın uzun yıllardır yine İmralı’daki diğer tutsakların yaşadığı tecridin hiçbir hukuki dayanağı yoktur. Bu tür bir tecrit,  onun hayatının mahkûm edilmesi anlamına geliyor ve bu Türkiye'nin imzaladığı ve onayladığı tüm insan hakları sözleşmelerine aykırıdır. Bunun tek nedeni siyasi sebeptir. Ancak bu gerekçe, Türk hükümetinin insan hakları yükümlülüklerini dikkate almayan kör bir bakışının sonucudur. Kör bir bakıştır. Tarih kitapları bu tecridi, son yüzyılda karşı karşıya kaldığımız en büyük insan hakları ihlali olarak yazacaktır. Hatta gelecek yüzyıllarda da tarihe böyle geçeceğinden emin olabilirsiniz” ifadelerini kullandı.
 
‘CPT şimdi konuşmalı iki yıl sonra değil’
 
Barbara, yapılan heyet ziyaretinin acil bir talep üzerine yapıldığını vurgulayarak CPT'nin politikalarını eleştirdi. Barbara şöyle dedi: "CPT sadece komitenin kurallarına uyuyor. Burada iki temel sorun var. İlki Türk hükümeti. Çünkü Türk hükümeti izin verirse CPT giden heyetin bulguları hakkında ayrıntılı olarak bilgi paylaşabilir. Bu nedenle, Türk hükümetine, CPT delegelerinin bulgularını paylaşması ve Sayın Öcalan'ın koşulları hakkında şimdi konuşmasına izin vermesi için baskı yapmalıyız, ziyaretten iki yıl sonra değil. Bu konuda şeffaflık sağlamaya zorlamalıyız. İkinci sorun ise komitenin kendi yapısı, yani kuralları. Hükümetlerin çalışmalarına müdahale etmesine, hatta çalışmaları durdurmasına ve sonuçları kamuoyuna açıklama noktasında kendilerini engellemesine izin vermiş durumda. Delegelere şunu anlatmak zorundayız; 'Bu sıradan bir ziyaret değil, acil bir durum.' Bu ziyaret bizim Türk hükümetine acil çağrımız üzerine yapılmıştı. Bu nedenle komisyonun bu kuralları değiştirilmelidir. CPT'nin ziyaretin sonucu hakkında hemen konuşmasını ve İmralı’daki bulgularını paylaşmasını talep ediyoruz.' 
 
‘Ağır tecrit Avrupa'nın sessizliğinden geliyor’
 
Özellikle avukatların Abdullah Öcalan ile görüştürülmesi konusunda ısrarcı olduklarını aktaran Barbara devamla ”Avukatın tutsakla konuşmasına ve görüşmesine izin verilmemesi hiçbir uluslararası insan hakları hukukunda kabul edilemez. Bu acil bir durum. Dünyanın her yerinden insanlar, Sayın Öcalan'ın iyi olup olmadığını bilmek ve hukuki konumu için bir strateji oluşturmak üzere avukatlarıyla konuşmasına izin verilmesini istiyor. Kendisi hayatı boyunca İmralı'da tutsak edilemez. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sayın Öcalan'ın İmralı'nın dışında ışığı görmeye hakkı olduğunu özellikle vurguluyor. Dolayısıyla, bu artık hiçbir şekilde kabul edemeyeceğimiz bir durum. Eğer CPT heyeti İmralı'daki tutsakların insan haklarının ağır bir şekilde ihlal edildiğine dair bir bulgu gördüyse, bunun nedeni, Avrupa ve diğer devletlerin sırf Türk hükümetine olan siyasi ve jeopolitik ihtiyacından gelen sessizliğidir. Ancak bu, insan hakları aktivistleri ve Avrupa hukukunun savunucuları olarak görmek istemediğimiz türden bir insan hakları sistemi ve diplomatik ilişkidir” değerlendirmesi yaptı. 
 
‘Devletlere karşı güçlü yaptırımlar uygulayan sistem yok’
 
Diğer yandan CPT'nin bu zamana kadar üstlendiği rolün önemli olduğunu belirten Barbara, CPT'nin İmralı'daki koşulların “iyileştirilmesi” için defalarca uyarı ve önerilerde bulunduğunu söyledi.  Barbara, "Ziyareti gerçekleştiren her heyet, İmralı'daki durumu iyileştirmek için ne yapılması gerektiği konusunda Türkiye'ye karşı kesin zorunluluk ve tavsiye içeren çok güçlü raporlar hazırlıyor. Sorun şu ki, Türkiye uluslararası yükümlülüklere, CPT'nin tavsiyesine ve diğer tüm uluslararası mekanizmaların zorunlu kurallarına ne saygı duyuyor ne de uyguluyor. Dolayısıyla, devletlere karşı doğrudan çok güçlü yaptırımlar uygulayan bir insan hakları sistemi maalesef ortada yok. Türkiye kurul kararını uygulamak istemiyor. Esnek ve ılımlı hukuk araçları olan CPT'den gelen yasal karardan daha geçerli ve daha eski bir araç olan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin kararlarını dahi uygulamıyor. Dolayısıyla bu mesele, Avrupa Konseyi'nin farklı mekanizmalarından gelen kararların ve tavsiye niteliğindeki raporların yerine getirilmemesi ve tavsiyenin ihlali olduğunda Türk hükümetinin nasıl sorumlu tutulması ile ilgilidir" değerlendirmesi yaptı.
 
‘İnsan hakları sisteminin çöktüğünü Türkiye Cizre'de gösterdi’
 
İnsan hakları sisteminin ulus devletleri durdurmakta yetersiz kaldığını dile getiren Barbara, "Nazilerin düşüşünden sonra, ulus devletlerin aynı baskı yollarını yeniden yaratmasını imkânsız kılmak için bu bölgesel insan hakları sistemi yaratıldı, ancak Türkiye bu sistemin ne kadar başarısız olduğunu gösterdi" dedi. İhlallerin sadece Öcalan'a karşı değil tüm Kürt halkına karşı olduğunu kaydeden Barbara, "Bunu Cizre'de gördük. Malum sokağa çıkma yasağında Cizre'de yaşananlara tanığız. Bodrumlarda yaşananlar o kadar vahimdi ve o kadar korkunçtu ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden acil bir önlem dahi gelmedi. Binlerce sivil infaz edildi ve katledildi. Böylece bu sistemin başarısız olduğunu gördük ve sistemi güçlendirmek ve hukukun üstünlüğünü güçlendirmek için bir şeyler yapmamız gerekiyor. Çünkü bunu uluslararası düzeyde sağlamazsak yeni faşizm ve yeni Nazizm karşısında mücadele etmek bölgesel olarak imkânsız hale gelir" ifadelerini kullandı.
 
'Türkiye'nin suç stratejisinin karşısında durulmalı'
 
Barbara son olarak şunları dile getirdi: "Sayın Öcalan'a yapılan zulüm, Kürtlere yönelik soykırım politikasının bir parçasıdır. Bu ayrı ayrı ele alıp konuşamayacağımız bir şey. Kesinlikle karşısında durmamız gereken bir strateji var. Çünkü bu Türk hükümetinin suç stratejisidir. Irak Kürdistanı'nda, Rojava'da kimyasal silah kullanımına ilişkin soruşturmalarda hem ulusal sınırları içinde hem de sınır ötesi uluslararası alanda bu suç stratejinde benzer bir ortaklığı gördük. Biz üzerimize düşen her şeyi yapmaya devam edeceğiz. Uluslararası düzeyde ortak bir strateji izliyoruz. Pek çok sivil toplum örgütü  ağımıza katılıyor. Türk hükümetinin insan hakları yükümlülüğüne saygı duymaya çağırmak ve insan hakları oturumundaki tüm farklı, bölgesel ve uluslararası savunuculuk türlerini ihlal eden çizginin karşısında durmayı sürdürmeye devam etmek için birlikte hareket ediyoruz. Avukatlar olarak bu konuda durmayacağımızı söylemek isterim çünkü ihlallere ve hukuksuzluğa gözlerimizi kapatamayız."