‘İfade özgürlüğü ve cezasızlık politikası’ paneli düzenlendi
- 19:02 9 Aralık 2022
- Güncel
RIHA- Riha'da "İfade özgürlüğü ve cezasızlık politikası" panelini düzenlendi. Panelde topluma, gazetecilere ve tutsaklara yönelik baskı ve saldırılara işaret edilerek, ifade özgürlüğünün olmadığı belirtildi.
İnsan Hakları Derneği (İHD), Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ve Riha Barosu İnsan Hakları Haftası kapsamında baronun Tahir Elçi Konferans Salonu'nda "İfade özgürlüğü ve cezasızlık politikası" adlı panel düzenledi. Moderatörlüğünü ÖHD Riha Şube Eşbaşkanı İbrahim Halil Öyke'nin yaptığı panele Dicle Fırat Gazeteciler Derneği (DFG) Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu, Ceza Hukukçusu Dr. Günal Kurşun, MED Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuki ve Dayanışma Dernekleri Federasyonu (MED TUHAD FED) Yöneticisi Avukat Yusuf Çakas konuşmacı olarak katıldı.
Burada ilk olarak konuşan Günal Kurşun, ifade özgürlüğünün hiçbir dönemde Türkiye'de uygulanmadığını söyledi. Günal, Türkiye'de ifade özgürlüğünün oluşamamasının altında bugün yaşanılan pek çok sorunda olduğu gibi, geçmişle yüzleşememenin yattığını ifade ederek, "1915 Ermeni soykırımını söylemek ya suç, yada Hrant Dink gibi sesli söylerseniz öldürülüyorsunuz" dedi. Kurşun, "1915 Ermeni Soykırımı ile yüzleşemediğinden, 1934 Trakya Pogromuyla da yüzleşilemiyor. 1934 yılında Avrupa ve İsrail'e giden çok sayıda Edirneli Yahudi aileler var. 1942'de varlık vergisi olayları var. 6-7 Eylül 1955 ile yüzleşmeyince Maraş Çorum, Sivas olaylarını anlamaya imkan yok. Alevilere yönelen olayların da sorumlusu geçmişle yüzleşememektir. O geçmişle yüzleşilseydi bu olaylar yaşanır mıydı? Bunlarla yüzleşmeyince bugün yaşananları da anlamak çok zor" sözlerine yer verdi.
‘Geçmişle yüzleşme’
Günal, şöyle devam etti: “Geçmişle yüzleşmeden ve bu ana akım politikaların değişmemesiyle bu topraklarda ifade özgürlüğü kavramından bahsedemeyiz. Çünkü ifade özgürlüğü olsun istemiyorlar. Fredom House raporunda Türkiye 180 ülke arasından 147'nci sırada yer alıyor. Bunun nedeni devletin patolojik, hastalıklı bakış açısından kaynaklanıyor. Bu hastalık iyileşmeden Türkiye'deki diğer halklar, inançlar ve farklılıklar iyileşemeyecektir. İlacı geçmişle yüzleşmekte, insan hakları düşüncesinde, temel insan hakları temelinde aranması gerektiğini düşünüyorum.”
‘Gazeteci kamu denetçisi rolündedir’
DFG Eşbaşkanı Dicle Müftüoğlu ise basın ve ifade özgürlüğüne değinerek, DFG raporlarına göre 87 gazetecinin tutuklu olduğunu ve diğer hazırlanan raporlarda Kürt gazetecilerin listede yer almadığına işaret etti. Dernek olarak her ay basın ve ifade özgürlüğüne yönelik raporlama yaptıklarını belirten Dicle, haber esnasında polislerin ilk olarak kalkanları kaldırarak gazetecileri engellediğini, buna itiraz eden gazetecilerin darp edilip, gözaltına alındığını söyledi. Dicle, "Gazeteci biraz daha toplum ve devlet arasında kamu denetçisi rolündedir. Kamuoyuna duyurmakla mükelleftir. Bir nevi bu yasalar çerçevesinde de tanımlanmış, yasayı okuma hali bile olmadığı için bu hak öteleniyor" dedi.
‘Tehdit, sansür’
Erişim engeline de değinen Dicle, sözlerinin devamında şunları belirtti: "Eskiden gazetelerde uygun bulunmayan haberin üzeri siyah filmle kapatılıp, 'sansürlüdür' yazardı. Yine TV'lere dair RTÜK yasası var. Verilen para cezaları ve yayın durdurma cezaları var. Herhangi tek bir ceza alması halinde kimi yayınların, yayın haklarının elinden alma durumu da var. Geçmiş dönemden hatırlıyorum birçok radyoda, başka şeyden benzer cezalar nedeniyle size önden yasaklı kelimeler listesi iletiyordu. Sunucu Kürt sorunu dediğinde konuk olan kişiyi bağlaması gerekirken yasa, 'sen onu çıkardığın için bu ceza sana bağlı' diyor. Öyle olunca da basın sansüre doğru gidiyor. TELE1'de Hakan Arslan'ın torba içinde verilen cenazesi soruşturması var. Böylesi bir insanlık onuruna yakışmayan şeye karşı bir yargılama yokken bunu yayınlayanlara tehdit, sansür var. Her bir gazetecinin, radyonun kendini sorguladığı durum var.”
‘Ses çıkarmalıyız’
Dicle, en son Taksim'deki bombalı saldırı ardından internette yaşanan bant daraltma durumunu hatırlatarak, “Birçok uzman Türkiye kanunlarında böyle bir maddenin olmadığını belirtti. Ama bakıyorsunuz İçişleri Bakanlığı bunu Kuzey ve Doğu Suriye'ye saldırı gerekçesi yapıyor. Son 5 ayda 26 Kürt gazeteci tutuklandı. Yargı ise bir gazeteciye programında neyi işlemesi, neyi işlememesine de müdahale ediyor. Sokakta röportaj veren bir kişi de gözaltına alınıyor. O şekilde gerçeği ortaya çıkaran ve söyleyenlere korku verilmek isteniyor. Bu politikalara karşı birlikte ses çıkarmalıyız. Bir gazeteci tutuklandığında ona dönük tepki sadece gazetecilerle sınırlı kalmamalı. Toplumun tamamının haber alma hakkını savunmak için itiraz etmeleri gerekiyor. Aksi halde bizim söz söyleme hakkımız kalmayacak" diye konuştu.
‘İfade özgürlüğü ihlali’
Avukat Yusuf Çakas ise, cezaevleri ve ceza hukukuna ilişkin konuştu. 15 Şubat 1999'dan bu yana tek kişilik hücrede tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın ilk 10 yıl tek başına kaldığını, 7 Ağustos 2019 son avukat görüşüne çıktığını, 1999'dan bu yana sadece 2 defa telefon hakkını kullandığını hatırlatan Yusuf, bunun adının "tecrit" olduğunu söyledi. Yusuf, bunları haberleştiren gazetecilerin tutuklandığını belirterek, bununda ifade özgürlüğünün ihlali olduğunu aktardı. Cezaevlerinin tutsakları hasta ettiğini fakat tedavi etmediğini söyleyen Yusuf, "Hastaneye giden tutuklulara kelepçeli muayene, ağız içi arama gibi onur kırıcı işlemler yapıldığından muayeneyi tutuklular kabul etmiyor" diye konuştu. Yusuf, hasta tutsakların durumuna da değinerek, ATK'nin burada yetkili tek kurum olduğunu söyledi. ATK'nin "Tahliye" kararı vermesine rağmen bu defa kolluğun engel çıkardığını söyleyen Yusuf, birçok hasta tutsağın yaşadığı örnekleri verdi.