‘CPT defalarca İmralı Adası’na gitti, hiçbir rapor açıklamadı’
- 09:01 6 Aralık 2022
- Hukuk
Rojda Aydın
AMED - PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde ağırlaştırılan tecridin giderek derinleşmesini “cinayet” olarak tanımlayan ÖHD’li avukat Özüm Vurgun, CPT’nin şimdiye kadar defalarca gittiği İmralı Adası’na dair hiçbir raporu açıklamadığına dikkat çekti. Özüm, İmralı Adası ile görüşmelerin sağlanması için başvuruların devam edeceğini sözlerine ekledi.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 yılında başlayan ve 15 Şubat 1999’da İmralı’da esaret altına alınmasının üzerinden 23 yıl geçti. Abdullah Öcalan ile birlikte Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ve Hamili Yıldırım, İmralı Adası’nda ağır tecrit altında tutuluyor. Abdullah Öcalan ve diğer 3 tutsaktan 20 aydır hiçbir haber alınamıyor. Aile ve avukatların Bursa İnfaz Hakimliği’ne yaptığı başvurular ise “avukat görüş yasağı” ve “disiplin cezaları” gerekçeleriyle reddediliyor.
Öte yandan Avrupa Konseyi İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT), 20-29 Eylül tarihli Türkiye ziyaretine dair 3 Ekim’de yaptığı açıklamada, ziyaret ettiği kurumlar arasında İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nin de yer aldığını duyurmuştu. Abdullah Öcalan'ın müdafiliğini yürüten Asrın Hukuk Bürosu, 29 Kasım’da “CPT’nin Eylül tarihinde İmralı Adası’na yaptığı ziyarette Sayın Öcalan’ın görüşmeye çıkmadığı duyumuna sahibiz” açıklaması yapmıştı.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Diyarbakır Şubesi Eşbaşkanı avukat Özüm Vurgun, İmralı’daki tecrit, CPT’nin tutumu ve avukatların kentlerdeki barolara başvuruda bulunmasına dair sorularımızı yanıtladı.
“Sadece hapishaneler bakımından değil, şu an tüm Türkiye’de bir tecrit alanından bahsetmeliyiz. Biz her daim tecritle alakalı diyorduk ki ‘kasten adam öldürme’ye yöneliktir bu. Bir cinayet vakası girişimidir ve tecridin koşullarının iyice ağırlaştırılması durumu vardır.”
*Yıllardır ağırlaşan bir tecrit var ve yaklaşık iki yıldır İmralı’dan haber alınamıyor. Yapılan tüm başvurular, disiplin cezaları ve farklı gerekçelerle reddediliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tecrit sistemi İmralı Adası’nda başlayan ve İmralı Adası’nda yoğunlaşan, daha sonra tüm ülkeyi etkisi altına alan bir süreç. Sadece hapishaneler bakımından değil, şu an tüm Türkiye’de bir tecrit alanından bahsetmeliyiz. Biz her daim tecritle alakalı diyorduk ki ‘kasten adam öldürme’ye yöneliktir bu. Bir cinayet vakası girişimidir ve tecridin koşullarının iyice ağırlaştırılması durumu vardır. İmralı Adası’nda kalan 4 müvekkilimiz 2018 yılından itibaren görüşmemiş, en son 2021 yılının Mart ayında görüşme sağlanmış ve o da telefon görüşmesi olmuştu. Aileyle yapılan telefon görüşmesi kesilerek daha sonra hiçbir görüşme sağlanamamıştır. Türkiye’nin hukuk sisteminin nasıl yerle bir edildiğini ve bu hukuk sisteminin iktidar eliyle hukuka nasıl bir yansımanın olduğunu çok net bir şekilde göstermekte. Şu anda iktidar savaş yöntemleriyle, halkın üzerine baskı, hukuksuz sistematikler, gözaltılarla hukukta bir yerleşim sistematiği bir yerleşke oluşturmuşken, hukuk üzerinde baskısını arttırmışken, zaten İmralı Adası’nda da en başta başlattığı bir şey. Aslında buradaki okumaları Türkiye’nin yansıması olarak değil, İmralı Adası’nda başlatılan her türlü hukuksuzluğun Türkiye’ye yansıması şeklinde okuyabiliriz. Çünkü hem Kürtler üzerinde hem Kürdistan hem de Türkiye üzerinde başlatılan bu hukuka aykırı her türlü hareket önce İmralı’da hayata geçiriliyor, hayata geçirildikten sonra Kürt halkı üzerinden hayata geçiriliyor ve daha sonra Türkiye’nin muhalif kesimlerinin tamamına yansıyan bir sistem haline geliyor.
‘Bu bir cinayet girişimidir’
Tecridin yansımasını ve tecrit koşulları hukuki anlamda değerlendirildiğinde hukukla bağdaşma olmayan, insan haklarına ayrı, insan onurunu zedeleyici bir bağdaşma olduğu çok nettir. Dünya verileri üzerinde ağır tecride maruz kalanların ve daha sonrasında verdikleri veriler itibariyle söylediğimiz gibi bu bir cinayet girişimidir. Aslında devlet İmralı Adası’nda 4 mahpusa yönelik cinayet girişimi, psikolojik yok etme, sosyolojik yok etme girişiminde bulunuyor. Hukukla hiçbir bağdaşma olmayan, tamamen düşman ceza hukuku içerisinde ilerleyen, düşman bakış açısıyla yaklaşan bir süreçte bir mahpus gözüyle, bir mahpus gibi davranılmayıp tamamen insanlığa karşı, insanların yaşam haklarına karşı, insanların anayasada bulunan sağlık, özel hayat ve aile hakları dahi tamamen yerle bir edilmekte. Avukatlarıyla görüştürülmemesi zaten adalete erişimi de engellemekte ve silahların eşitliğini de buradan kaldırmakta. Bütün kararlar İmralı Adası’ndaki 4 müvekkilimizle ilgili tüm kararların tamamı şu anda iktidarın ve yönetim biçiminin Türkiye’deki hukuk alanına yansıması ve baskılarını ortaya çıkaran bir şey.
“768 avukat bu çağrı metinin altına imza attı. Türkiye’de yapılmış en yüksek çağrı metinlerinden bir tanesiydi ve sadece hukukçular bakımından değerlendirildiğinde. ÖHD bu ortaklaşmayı öne çıkaran, bu ortaklaşma içerisinde yer alan kendi önüne özellikle bir hedef olarak koyan bir kurum şeklindeydi.”
* ÖHD’nin tecrit konusunda şimdiye kadar ne tür girişimleri oldu? Yaptığınız girişimlerden herhangi bir sonuç alabildiniz mi?
Bilindiği üzere bizler ilk önce bir çağrı metni yayınladık ÖHD, İHD, ÇHD ve birçok kurumla beraber. 768 avukat bu çağrı metinin altına imza attı. Türkiye’de yapılmış en yüksek çağrı metinlerinden bir tanesiydi ve sadece hukukçular bakımından değerlendirildiğinde. ÖHD bu ortaklaşmayı öne çıkaran, bu ortaklaşma içerisinde yer alan kendi önüne özellikle bir hedef olarak koyan bir kurum şeklindeydi. Bunun ardından herhangi bir çağrıya hiçbir yanıt bulunamadı. Çağrıya yanıt bulunamamasıyla beraber bu seferde ikinci bir kademe olarak, yetki belgesiyle İmralı’ya gitmek için 765 avukat başvuru yaptı. Yine ÖHD öncülüğünde birçok insan hakları aktivisti, hak temelli çalışan kurumların içinde bulunan avukatlar, yetki belgesiyle beraber başvuruda bulundu. Bununla ilgili de herhangi bir sürecimiz yok. Yani reddedilme gerekçemiz, ret ve kabul dahil hiçbir süreç yok. Bir cevapsızlık hali var. Çünkü reddedilse dahi hukuk sisteminde Türkiye hukuku bakımından çok net bir şekilde işlemlerimizi yapabileceğiz. Hukuksal alanda çalışmamızı yürüteceğiz. Bununla ilgili bir şey olmadığı için bir cevapsızlık hali. Sizlere artık hukuka aykırı bir cevap vermekten utandıkları için söylüyorum bunu. Hukukla bağdaşmayan bir cevap vermek yerine, şu anda bir sessizlik hali olarak düşünüyoruz. Bunun üzerine yetki belgelerine de cevap verilmedi. Böyle bir süreçte yine ÖHD öncülüğünde avukatların da böyle bir süreci başladı; Amed’de biz 105 avukat ve ÖHD’nin bulunduğu bütün illerde yetki belgesi için çalışma yaptığımız yerlerde kendi barolarımıza avukatlık mesleğinin yapılmadığı, yapılmasına izin verilmediğine dair başvurularımızı yaptık. Son süreçte avukatlık mesleğinin ne kadar yok edilmeye çalışıldığını, hak savunuculuğunun ne kadar yok edilmeye çalışıldığını ortaya koymakla ilgili bir şeydi.
‘Ortadoğu ve Avrupa’da bin 500’den fazla avukat ortak bildiri yayınladı’
Bunun yanı sıra yine ÖHD öncülüğünde Avrupa’daki birçok kurumla çağrıda bulunarak ve ortaklaşarak, Avrupa öncelikli 22 ülkede 756 avukat, Ortadoğu’da ise yaklaşık 800 avukatın çağrı bildirisi yayınlandı. Bunlar yine ÖHD öncülüğünde ve bu çalışmayı yürütmesiyle Türkiye’deki İmralı Adası’ndaki müvekkillerimize karşı yaklaşım itibariyle bu durumu ortaya koymak amaçlı iki farklı hem Ortadoğu ve hem de Avrupa ülkeleri olmak üzere bin 500’den fazla avukatın farklı farklı tarihlerde ortak bildirisi yayınlandı. Buna dair de bir yanıt yok. Bu süreçle alakalı birçok baroyla toplantı alınmaya çalışılıyor. Avrupa insan hakları kurumları, hak alanında çalışan avukatlar ve barolarda da bu ortaklaşmaya gidilmeye, bu hukuksuzluğu yok etmeye dair çalışmaları ÖHD sürekli sürdürüyor. Kademe kademe bu sürece uygun bir şekilde ilerletiyor.
“CPT’yi ilk önce tarafsız olmaya çağırmak lazım. Sayın Abdullah Öcalan’ın da buradaki yaklaşımı aslında çok net. Tarafsızlığını ortaya koymadığını çok net bir şekilde gösteriyor. CPT defalarca İmralı Adası’na gitti ve bununla ilgili hiçbir rapor açıklamadı, hiçbir bilgi vermedi.”
* Geçtiğimiz günlerde Asrın Hukuk Bürosu’nun avukatlarının paylaştığı bilgi üzerine Abdullah Öcalan’ın CPT ile görüşmeyi reddettiği açıklanmıştı. CPT’nin tutumunu ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın görüşmeyi reddetmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında CPT’nin bu süreçte artık bir tarafsızlığı kalmadı. Tamamen devlet odaklı, aslında devletler odaklı. Bu sadece Türkiye odaklı değil. Mahpuslara yaklaşım tamamen devlet odaklı, işkence yaklaşımı tamamen devlet odaklı ilerleyen bir şekilde. CPT’nin açıklamadığı birçok rapor var Türkiye içerisinde. Bunlar değerlendirildiğinde CPT’nin çalışma sistematiği içerisinde ilk önce başvurular, bilgiler ve bilgi aldıkları süreçte birçok kurumu ziyaret ederler. Ya hapishaneler ya işkence merkezleri, kapalı alanlarda birçok yeri ziyaret ederler. Buradan bir rapor çıkartılır ve bu rapor Türkiye’ye yollanır. Ve Türkiye’nin buna cevap vermesi beklenir, onlar bunu beklerler. Ve bunun üzerine raporu yayınlayıp yayınlamayacaklarını kendi aralarında tartışırlar ve çocuğunda bu Türkiye açısından yayınlanmayan bir süreçte. CPT’yi ilk önce tarafsız olmaya çağırmak lazım. Sayın Abdullah Öcalan’ın da buradaki yaklaşımı aslında çok net. Tarafsızlığını ortaya koymadığını çok net bir şekilde gösteriyor. CPT defalarca İmralı Adası’na gitti ve bununla ilgili hiçbir rapor açıklamadı, hiçbir bilgi vermedi. Hem biz hukukçular, hem dünya kamuoyunu hareketlendirmeye ya da bunla ilgili bilgi almak isteyen insanlara herhangi bir şekilde bilgilendirme yapmadı.
‘CPT insan haklarıyla ilgili bir şey yapmadı’
Burada da çok net bir şekilde CPT’nin aslında Türkiye odaklı çalıştığı, CPT’nin bir insan hakları alanında işkence, kötü muamele ve infazla alakalı süreçle ilgili bir şey yapmadığını görebiliyoruz. Çünkü Avrupa’daki bu tarz yapıların tamamı aslında siyasal mantıkla çalışıyor. Bunu da iyi okumak lazım. Bunu bizler bu şekilde okumadan öncesinde zaten Sayın Abdullah Öcalan bu okumayı yapmış ve buna karşılık olarak görüşmeye çıkmamıştır. Çünkü artık bir sonucunun geleceğini bilmemek durumundadır. İnsan hakları alanında çalışan bir kurum ve yapı, 2021 yılının Mart ayından yapılan ve yarıda kesilen telefon görüşmesinden itibaren iki yıla yakın bir süredir görüştürülmeme, hiçbir şekilde görüştürmeme durumu var. Bu bir insanlık onuruyla alakalı, yaşam hakkı ihlali, insanlık onuruna aykırı ve zedeleyici bir süreç olmasıyla, bir mahpusun askeri standartlara tamamen karşıt olan, Birleşmiş Milletlerin kendi çıkarmış olduğu sözleşmeye karşı çıkan bir süreçte durumu zaten çok net bir şekilde CPT’nin nasıl bir yapı içerisinde olduğunu net söylüyor. Abdullah Öcalan’ın CPT’yi reddetmeyi değerlendirmek bizim haddimiz değildir. Aslında bir yandan da baktığımızda doğru bir yöntem, ne kadar, nasıl bir şekilde oranın artık bir sonuç olmadığını ve kendi avukatlarıyla görüşme isteğinin tekrar yenilenmesi. Aslında bunun ne olduğunu ve çözüm odağı olmayacağını çok net anlatmış ve bizlere de aktarmış durumda. Yani İmralı Adası’nda aileler ve avukatlar müvekkilleriyle görüşmeden herhangi bir sürecin ilerlemeyeceğini ve hukukla bağlantılı hiçbir ilerleyişin olmayacağını gösteren ve bize anlatan bir süreç olarak okumak gerekiyor bu durumu.
“Sayın Abdullah Öcalan, Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar ile görüştürülmememizin en büyük sebeplerinden bir tanesi de biz aslında bunu yaparken hukuk sistematiğinde bir şeyi de afişe etmek istiyoruz, meşrulaştırmak değil teşhir etmek istiyoruz.”
* Amed’de 105 avukat tecride yönelik Diyarbakır Barosu’na başvuruda bulundu. Yine birçok kentte ÖHD şubeleri aynı kapsamda başvuru yaptı. Bu çalışmanızın içeriğine biraz değinebilir misiniz? Hukukçular tam olarak hangi konularda bir itirazda bulunuyor?
ÖHD’nin bu çalışması, bizim yetki belgelerine dayanan çalışmamızdır. İlk önce çağrı metinimiz, çağrı metininden sonra İmralı Adası’na gitmek ve müvekkillerimizle görüşmek için bir yetki belgesi için çalışmamız ve bunun için başvurumuz oldu. Bundan sonrasında ise yaptığımız çalışma aslında bizim avukatlık mesleğimizin yaptırılmadığıyla alakalı. Her şeyin ötesinde bir hukuksuzluğun ötesinde müvekkillerimizi bir köşeye koyarak, avukatlar açısından bir değerlendirme yaptığımızda bu süreç avukatlık mesleğinin yaptırılmamasıyla alakalı. Ve avukatlık mesleğine yaklaşımla alakalı bir süreç. Aslında biz bunu birçok dosyamızda görüyoruz. Türkiye Barolar Birliği’nde şu an işlenen konulardan bir tanesi bu. Avukatlık mesleğinin zedelenmesi, bu zedelenme bizden yana değil aslında yok sayılmasıyla alakalı. Hukuk sistemindeki avukatlara bakış açısının yansımasıdır. Biz bunları yaşadığımız dosyalarımızda görmemizin yanı sıra, bu artık İmralı Adası’nda sonucu çok büyütmektedir. Bu durumu bir köşeye koyduğumuzda açıkçası İmralı Adası’ndaki müvekkillerimizle görüşememizin sebebi yani yetki belgelerimiz dolayısıyla müvekkillerimiz oluyor artık. Sayın Abdullah Öcalan, Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar ile görüştürülmememizin en büyük sebeplerinden bir tanesi de biz aslında bunu yaparken hukuk sistematiğinde bir şeyi de afişe etmek istiyoruz, meşrulaştırmak değil teşhir etmek istiyoruz.
‘Savcılıklar ve hakimlikler kanuna aykırı emri yerine getiriyorlar’
Asrın Hukuk Bürosu’na yaptığı başvuruların gerekçeleri hiçbir şekilde gelmemekte. Gerekçelerin sebepleri istendiğinde infaz hakimliği süreci dolduktan sonra birçok disiplin cezası, üç ayda bir aile görüşü yasağı, ziyaretçi yasaklanması, telefon görüşmesi ve avukat kısıtlılığı durumu var. Asrın Hukuk Bürosu’ndaki avukat arkadaşlarımız bu gerekçeleri göremiyorlar. Neden olduğunu bilemiyorlar. Dosyaları içerisinde müvekkillerinin vekaletnamesiyle beraber başvurularda bulunuyorlar. Dosyaların örneklerini almak istediklerinde dosyaların vekâlet kayıtları bile yapılmıyor. Bu da hukuka aykırı değil, hukuk ortamının olmadığı, tamamen bir barbarlık şeklinde yürüyen, tamamen hukuk sisteminin çöküşünden bahsediyoruz burada. Bunları da afişe etmek ayrı bir durum. Bunları da teşhir etmek için aslında bu başvurular yapılıyor. Asrın Hukuk Bürosu’ndaki avukat arkadaşlarımızın herhangi bir belgeye ulaşamaması burada yine avukatlık mesleğini zedeleyici ve küçük düşürücü halde. Bizlerin müvekkillerimize başvuru yapmamıza rağmen görüştürülmememiz, görüştürülmememizin yanı sıra gayet hukuki, insani ve avukat-müvekkil görüşmesi içerisinde olduğunu söyleyerek söylüyoruz biz bunu hukuksuz olarak bahsettiğimiz şeyi. Bizlerin başvurularımızın yanıtsız bırakılması. Bununla bağlantılı bir başvuru yaptık. Bunların tarafı olduğumuz uluslararası sözleşmelerde de hiçbir şekilde ortaklaşması yok. Türkiye’de ilgili savcılıklar ve hakimlikler kanuna aykırı emri yerine getiriyorlar. Tamamen anayasal bir suç ve bir suçu ortaya koyuyorlar. Savcılık ve hakimlerin hukukun gerektiği şekilde davranmalıdır. Yaklaşık iki yıldır devam eden disiplin cezalarının bir tanesinin nedeni, sebebi ve olay örgüsünü bilmeden yaşayan bir avukat topluluğu var. Teşhir etmek istediğimiz şey Türkiye’de avukatlık mesleğinin ne duruma getirildiğidir.
"Türkiye Barolar Birliği’nin bu konuya göz yummaması gerektiğini, hukuk alanına ve hukuka dair yaklaşımını net bir şekilde söylemesi gerektiğini düşünüyoruz. Aslında bu süreci biraz da barolara devrettik."
*Son olarak bundan sonraki süreçte neler yapacaksınız?
Bundan sonraki süreçte yine bir cevap ve sonuç bekleme sürecimiz olacak. Bu başvurumuz barolara bir çağrımızdı. Kendi bulunduğumuz barolara bu başvuruyu yaparak çağrıda bulunduk. Türkiye Barolar Birliği’nin bu konuya göz yummaması gerektiğini, hukuk alanına ve hukuka dair yaklaşımını net bir şekilde söylemesi gerektiğini düşünüyoruz. Aslında bu süreci biraz da barolara devrettik. Bu barolara devretme süreci üzerine bizler buradan bir sonuç alamazsak, kendi öz düşünceme göre Barolar Birliği’ne tekrar avukatların başvurması gerekmektedir. ÖHD olarak biz bunun çalışmasını hem hukuki anlamda tüm çalışmalarını Türkiye içerisinde hukuk alanlarına başvuru yaparak, hem de Avrupa’daki meslektaşlarımızla ortaklaşarak bu hukuksuzluğu teşhir etmesini ve önüne geçilmesi konusunda her türlü girişimde bulunuyoruz.