Newroz Uysal: İmralı, kişiye özel, izolasyon ve işkence merkezidir
- 09:02 31 Temmuz 2022
- Güncel
Derya Ren
DİYARBAKIR - PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit politikaları ve avukat görüş yasaklarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Avukat Newroz Uysal, İmralı’nın tecrit, izolasyon ve işkence merkezine dönüştüğünü belirtti. Newroz, “Kürt halkı ve Ortadoğu halkları için sunduğu perspektifin gerçekleşebilmesi için sadece görüş yasağının kalkması değil Sayın Öcalan’ın özgür bırakılması gerekir” dedi.
İmralı’da 23 yıldır ağırlaştırılmış tecrit altında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ve çözüm sürecinde İmralı'ya Sekreterya olarak götürülen Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ile Hamili Yıldırım’dan 25 Mart 2021 tarihinden bu yana haber alınamıyor. En son 7 Ağustos 2019 tarihinde avukatları ile görüşebilen Abdullah Öcalan, Veysi Aktaş, Ömer Hayri Konar ile Hamili Yıldırım’ın aile, vasi ve avukatları tarafından şu ana kadar yüzlerce defa görüşme başvurusu yapılmasına rağmen, bu başvurular, keyfi verilen disiplin cezaları gerekçesiyle engelleniyor.
Disiplin Kurulu Başkanlığı tarafından, PKK Lideri Abdullah Öcalan ve İmralı’da bulunan diğer 3 tutsak için 2021 yılının Ağustos ayı ile 2022 yılının Şubat ve Mayıs ayları olmak üzere 3 farklı aile görüş yasağı, 2021 Ekim ve 2022 Nisan ayından bu yana iki farklı 6 aylık avukat yasağı gerekçesiyle görüşlerin yapılması engellendi. Disiplin Kurulu’nun verdiği cezalara itiraz eden avukatlar, Bursa Ağır Ceza Mahkemesi’ne başvuruda bulundu. Ancak avukatların yaptığı itiraz başvurusunun reddine karar verildi. Avukatlar, yaptıkları itiraz başvurusunun reddedilmesinden sonra 12 Mayıs’ta Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurdu.
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın avukatlarından ve Asrın Hukuk Bürosu Avukatı Newroz Uysal, İmralı’da uygulanan tecrit sitemi, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın 25 Mart 2021 tarihinde kardeşi ile yaptığı telefon görüşmesi ve ardından yaşanan gelişmeler, avukatlar olarak müvekkilleri ile görüşmelerinin engellenmesine dair sorularımızı yanıtladı.
* Sizinle dönem dönem İmralı ve tecrit konusuna ilişkin görüşüyoruz. PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşme yapılmadığı sürece de konuşmaya devam edeceğiz, İmralı politikalarını. Nasıl bir sistemdir İmralı’da uygulanan? Hukukta bunun yeri var mı ya da dünyadaki benzer, yakın bir örneği? Öncelikli olarak bunu biraz değerlendirir misiniz?
Bununla ilgili daha önce çok kez röportaj verdik, yazılar yazdık, broşürler hazırlandı. Zaman zaman İmralı ile ilgili birçok benzetme yapıldı ama İmralı kişiye özel kurgulanmış içerisinde hukuksal olmayan, politik amaçlar içeren, 23 yıldır hukukta yeri olmayan, hukuk dışı uygulamalar yapan tecrit, izolasyon ve işkence merkezidir. Bu sistem içerisinde yer alan birçok nokta var. Biz bu sistemi hukuksal, siyasal olarak, Sayın Öcalan’ın çözüm ve barış girişimleri anlamında ele alabiliriz. Hakeza kurgulanan bu sistemin amaçlarından sonuçlarına kadar birçok şeyi ifade edebiliriz. 23 yıldır o kadar kurgulanmış ve ince elenmiştir ki birçok benzetmelerin yapıldığını söyledik. Örneğin, Güney Afrika’daki Mandela’ya benzetiliyor. Sayın Öcalan’ın korsanca kaçırılması ve daha sonra oluşan tutukluk sürecinden kaynaklı Guatemala Adası’na benzetilmiştir. Ancak bunlara hem benzeyen hem de bunlardan farklı ve çağdaş hukuk anlamında en ağır cezaevi olduğunu ifade edebiliriz.
Bu ağırlığın temelinde Sayın Öcalan’ın 10 yıl tek başına kalması; yanına diğer tutsaklar götürüldükten sonra ayrı ayır koğuşlara alınması, Sayın Öcalan’ın her türlü kanuni, insani hakkının ahlak dışı bir şekilde bir şantaj aracı olarak kullanılmasının temeline baktığımız zaman İmralı bir tecrit merkezidir. İmralı ne Türkiye hukukuna ne de insan hakları hukukuna uymayan özel kurgulanmış hukuk dışı bir sistemdir.
“Ne verilen disiplin cezaları ne de avukat görüş yasaklarının, İnfaz Hakimliği kararlarının hukukta hiçbir yeri yoktur. Şekilsen anlamda hukuki görülebilir. Ancak sonuç olarak tecrit edilme halinde bir değişiklik fark etmiyor.”
* PKK Lideri Abdullah Öcalan’dan 16 aydır haber alınamıyor. Avukatlar, görüşme yapmak için 271 kez başvuruda bulundu, ancak bu görüşmelerin yanıtsız bırakıldığı görülüyor. Geçmişte görüşmenin yapılması “hava muhalefeti”, “koster arızalı” gibi gerekçelerle engelleniyordu. Şimdi ise bu değişti “disiplin cezaları” gerekçe gösteriliyor. Gerekçelerin değişmesini nasıl değerlendiriyorsunuz. Hiç iletişimin olmadığı bir yerde bu gerekçeler ne anlama geliyor?
Bu sistem içerisinde “görüştürülmeme” gerekçesinin hava muhalefeti, infaz hakimliği kararı, disiplin cezalarının olmasının birbiriyle aralarında hiçbir fark yok. Sonuç bizi yine bir hukuksuzluğa götürüyor. Avukat, vasi ve aile görüşlerine izin vermemeyi tarihsel olarak belli bir döneme ayırdık, devletin ret gerekçelerini dikkate alarak. “Koster bozuk” 1999 yılından 2015 yılına kadar başvurulan bir yöntemdi. 2015 darbe girişiminden sonra OHAL süreci ile beraber Bursa İnfaz Kurumu’nun vermiş olduğu yasaklama kararıyla görüşmelerimiz engellendi. OHAL’in 2018 yılında kalkmasıyla beraber yeni bir disiplin cezaları süreci ve İnfaz Hakimliği’nin yasaklama kararları ile karşılaştık. Bursa Ceza İnfaz Hakimliği’nin aile için 3 aylık, avukatlar için de 6 aylık görüş yasağı ile ortaya çıktı. Bunların arasında hukuki anlamda fark yoktur. Ancak şekilsel anlamda fark vardır.
16 yıl boyunca “koster bozuk”, “hava muhalefeti”, “gemiyi çalıştıracak kişinin olmaması” gibi fiili gerekçeler ile gayri ahlaki, gayri gerçekçi gerekçeler ile görüşmeler engellendi. Son süreçlerde alınan yasaklama kararları ile bu fiili gerekçelerin hiçbir farkı yoktur. Çünkü ne verilen disiplin cezaları ne de avukat görüş yasaklarının, İnfaz Hakimliği kararlarının hukukta hiçbir yeri yoktur. Şekilsen anlamda hukuki görülebilir. Ancak sonuç olarak tecrit edilme halinde bir değişiklik fark etmiyor. Devlet bir hukuki kılıf bulma gereği duydu. Ancak 2018 yılından bu yana aralıksız bir şekilde disiplin cezalarının uygulanması, yine aynı şekilde avukat görüş yasaklama kararlarının alınması kabul etmiyoruz. Devlet tüm bu yöntemler ile tecridi devam ettiriyor.
“Sayın Öcalan da Türkiye’de bir tutsak, hakkın öznesi olduğu için her türlü hakkı kullanma hakkına da sahiptir. Hukuki anlamda haklarının kullandırılmaması, devlet bakımından hukuka aykırılık sorununu ortaya çıkarır.”
* PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, 25 Mart 2021 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı 4 buçuk dakikalık bir telefon görüşmesi vardı. Abdullah Öcalan bu görüşme esnasında “Bu durum hem siyasi hem de hukukidir” tanımlamasında bulunmuştu. Bunu biraz açar mısınız? Hukuki boyutuna dair neler söylemek istersiniz?
Dünyadaki hukuk tarihinde, hukuk, felsefe, sosyolojisinde de günümüz modern hukuk kanunlarında da bir tutsağın sahip olduğu asgari hakları vardır. Bu haklar, cezaevinde olan bir kişinin ailesi, avukatları, vasisi ile görüşme, mektup alışverişinde bulunma, basın-yayın organlarına erişebilme yani fiziki özgürlüğünün alıkonulması dışında kişinin yine maddi-manevi bütünlüğünü tamamlayabilecek geliştirebilecek haklara sahip olması, ilkesel olarak kabul edilir. Bunu yapmak devletin yükümlülüğündedir. Türkiye devleti de bu çağdaş hukukun bir parçasıdır. Bununla ilgili infaz, ceza kanunları, düzenledikleri tüzükleri var. Tutsak bulunan bir kişinin hakları benzer şekillerde düzenlenmiş ve kabul edilmiştir.
Sayın Öcalan da Türkiye’de bir tutsak, hakkın öznesi olduğu için her türlü hakkı kullanma hakkına da sahiptir. Hukuki anlamda haklarının kullandırılmaması, devlet bakımından hukuka aykırılık sorununu ortaya çıkarır. Sayın Öcalan şahsında da haklarının engellenmesi, ortadan kaldırılması anlamına gelmektedir. Devletin hukuk dışı adım atmasında Sayın Öcalan, bir özne olarak kabul edilirken, hukukun yerine getirilmesi konusunda ise bir özne olarak değil politik bir aktör olarak görülmekte. Sayın Öcalan devletin bu çelişkili haline dikkat çekmek istiyor. Evet Sayın Öcalan bir halkın lideri, bununla beraber Ortadoğu ve dünya halkları nezdinde dünyada bir çözüm lideri olarak görülüyor. Fikirleri tartışılıyor, bilim insanı olarak kabul ediliyor, üniversitelerde düşünceleri tartışılıyor. Kürt halkı yıllardır siyasi muhataplık anlamında Sayın Öcalan’ı işaret ediyor. Bununla birlikte Sayın Öcalan siyasi muhatap olarak da görülüyor. Bundan kaynaklı da kendisi ile kurulan ilişkinin her türlüsü bu şekilde siyasileştirilmesinin doğru olmadığını aslında biz avukatları olarak sürekli altını çizdik ve ifade ettik.
Sayın Öcalan bir hak öznesidir. Haklarının bir siyasi şantaj aracına dönüştürülmemesi, her türlü hakkını kullanabilmesi gerekir. Siyasi bir aktör olarak rolünü oynayacağı zaman farklı yöntemler, farklı süreçler, farklı heyetler ile görüşmeler tabi ki yürütür. Ancak Sayın Öcalan’ın politik olarak siyasi tutsak olmasını ifade edersek, mevcut haklarını kullanması bir engel olarak görülmemeli. Sayın Öcalan haftalık telefon görüşmesi hakkının bir siyasi tepkiden kaynaklı kullandırılmasının ne kadar gayri ahlaki olduğunu ifade etmek için bunu kullandı.
* PKK Lideri’ne verilen disiplin cezalarına itirazda bulunulmuştu, ancak bu itirazların reddine karar verilmişti. Daha sonra durumu AYM’ye taşıdınız, bu konuya dair bir gelişme var mı, varsa eğer bu gelişmeler nelerdir?
Disiplin cezaları süreçlerinde avukatlar olarak hiçbir şekilde dahil edilmiyoruz. Disiplin cezası veriliyor, bu cezalar bizlere tebliğ edilmiyor. Bizler avukat ve aile görüşü başvurusunda bulunuyoruz, ancak herhangi bir cevap verilmiyor. Yaşanan bu durumlara ilişkin İnfaz Hakimliği’ne itirazda bulunuyoruz. Bu şikayetlerden sonra disiplin cezalarından haberdar oluyoruz. Konuya dair avukatlar olarak AYM’ye birçok başvuru yaptık. Şu ana kadar AYM olumlu bir karar vermiş değil. Başvurularımızın bir kısmı bekliyor, bir kısmı için de ‘kabul edilmezlik’ kararı veriyor. Bu disiplin cezalarını uluslararası hukuka taşıma girişimlerimiz de var. Ancak Mayıs ayında AYM’ye yaptığımız başvuru ile ilgili henüz bir gelişme yok. Başvurumuzda tedbir kararının uygulanmasını istemiştik, tecrit hali için. Ancak bu konuda da herhangi bir karar verilmedi.
“24 yıldır hukuksal anlamda, savunma hakkı bağlamında uygun haklarını yerine getirebilecek, iletişim hali kurulamadı. Ancak son yıllarda görüşmelerimizin engellenmesi, görüşme notlarımıza el konulması öyle bir noktaya geldi ki, dosya fotokopisi bile alamıyoruz. Hukuki anlamda bunun bir örneği yoktur.”
* Diğer yandan verilen disiplin cezaları ya da benzeri durumlarda PKK Lideri’nin avukatları olarak size de bilgilendirme yapılmıyor, aslında sizin mesleğiniz de engelleniyor. Hukukta bu uygulamanın bir karşılığı var mıdır ya da ne anlama geliyor?
Tecridin yayılması ve etki alanı gibi birçok konuyu tartışıyoruz. Politik olarak tartışmalar yürütülüyor, “tecridin toplum üzerindeki etkisi” adı altında. Bununla beraber tecridin hukuka da bir etkisi var. Bunu birçok yönlü ele alabiliriz. İnfaz Kanunu’nun değişmesi, Sayın Öcalan’ın yararlandırılmaması için ağırlaştırılmış müebbet için değişiklik yapılması, F Tipi Cezaevlerine geçiş süreci gibi birçok başlık sıralayabiliriz. Avukatlar olarak baktığımız zaman tecridin hukuka yansımasını da görüyoruz. Avukatlar hakkında davaların açılması, avukat-müvekkil görüşlerini ihlal edecek şekilde kayıt cihazlarının hazır edilmesi, bakanlık görevlisinin görüşmede hazır bulundurulması, görüşmede tutulan notlara el konulması, diğer cezaevlerinde avukatlar haftanın 5 günü mesai saatleri içerisinde görüşebiliyorken, Sayın Öcalan için adada olduğu gerekçesi ile özel bir izne tabii tutulması 15 günde bir saatle sınırlı tutulması gibi birçok örnek verebiliriz. Evet bunların hepsi Sayın Öcalan şahsında bir hak kaybıdır, haklarının engellenmesidir.
Ama tüm bunların yanında biz avukatlar açısından da mesleklerini yapamamaktır. Çünkü bizim işimiz müvekkillerimizi görmek, görüşmek, hukuki süreci yürütmek, hukuksal başvurularını yapmak, herhangi bir başvuru yaptığımızda ona danışmak; onun fikrini alabilmek, onun hukuki sürece dahiliyetini sağlamak, her türlü süreci bir istişare halinde yürütebilmek. Ancak 24 yıldır hukuksal anlamda, savunma hakkı bağlamında uygun haklarını yerine getirebilecek, iletişim hali kurulamadı. Bu kendisinin korsan bir şekilde getirilmesinden sonraki süreçlerde de böyle devam etti. Ancak son yıllarda görüşmelerimizin engellenmesi, görüşme notlarımıza el konulması öyle bir noktaya geldi ki, biz dosya fotokopisi bile alamıyoruz. Hukuki anlamda bunun bir örneği yoktur.
“Türkiye’de bulunan hiçbir cezaevinde benzer bir süreç olduğunu düşünmüyoruz ve yoktur. 24 yıldır avukatlar Sayın Öcalan şahsında uygulanan bu tecrit ve izolasyonun bir parçası edilmişler ve mesleklerini yerine getirmiyorlar.”
Bizler hiçbir şekilde disiplin cezalarından haberdar olamıyoruz. Haberdar olduğumuzda Bursa İnfaz Hakimliği’ne başvuruda bulunuyoruz. Disiplin cezasının verildiği belgenin bir kopyasını istiyoruz. Ancak dosya fotokopisi verilmiyor. Sayın Öcalan’ın politik kişiliği, daha önceki dönemlerde verilen hücre cezaları, bunların toplumda ‘infial’ yarattığı, tepkilere neden olduğu, kamu güvenliğini tehlikeye attığı gibi gerekçeler ile dosya fotokopisi verilmiyor. Biz avukatlar verilen disiplin cezalarından sonra gidip görüşmek istediğimizi belirtiyoruz. Ancak izin verilmiyor. Yaptığımız görüşmelerin yüzde 99’u cevapsız bırakılıyor. Verilen disiplin cezalarına dahil olmak, itiraz etmek istiyoruz. Ancak itirazlarımız kabul edilmiyor. Tüm bunlara baktığımız zaman mesleki açıdan mesleğimizi yapma önünde engeldir. Sayın Öcalan ve diğer 3 tutsak müvekkilimiz için savunma hakkının kısıtlanmasıdır. Görüştürülmememiz mesleğimizin engellenmesidir. Ancak son süreçte mektuplarımıza cevap alamama halimiz, dosya fotokopilerini alamamamızı hukuksal tecrit olarak ifade ediyoruz.
Sayın Öcalan üzerinde devam eden tecrit halinin diğer cezaevlerinde bulunan diğer tutsaklara, topluma, politikaya, siyasete yaptığı etkinin Sayın Öcalan şahsında hukuksal yansımasıdır. Bugün bu tecridi uygulaya gelen irade, Sayın Öcalan’ın hukuksal bir özne olmasına dahi tahammül etmiyor. Herhangi bir hukuksal başvuruda adının geçmesinin, tecrit halinin hukuksal başvuruya uygun bir şekilde AYM, AİHM ya da Birleşmiş Milletler (BM) nezdinde bir başvuruya konu edilmesinin bile ‘önünü nasıl alırım’ diye düşünüyor. Bu süreçleri tüketiyor ve avukatları saf dışı bırakmaya çalışıyor. Tabi ki de bu durum avukatlık mesleğimizin engellenmesidir. Savunma hakkının engellenmesidir. Bunun örneği gerçek anlamda yoktur. Türkiye’de bulunan hiçbir cezaevinde benzer bir süreç olduğunu düşünmüyoruz ve yoktur. 24 yıldır avukatlar Sayın Öcalan şahsında uygulanan bu tecrit ve izolasyonun bir parçası edilmişler ve mesleklerini yerine getiremiyorlar.
“Biz hep söylüyorduk; bu uygulamalar sadece İmralı ile sınırlı kalmaz. ‘İmralı’da yaşansın, Sayın Öcalan’a özeldir bu uygulamalar’ denilen birçok uygulama devlet tarafından alındı, diğer cezaevlerine ve avukatlara yayıldı.”
* ÖHD öncülüğünde 10-17 Haziran’da 775 avukat Abdullah Öcalan ile görüşme gerçekleştirmek için başvuruda bulunmuştu. Avukatların böylesi bir kampanya başlatmalarının önemi nedir?
Savunma hakkının kısıtlanması, avukatlık mesleğinin bu kadar kriminalize edilmesi, Sayın Öcalan’ın tüm avukatları hakkında davalar açılması, dosya fotokopisi bile almakta zorlanmamız, disiplin süreçlerinin dışında tutulmamız, Sayın Öcalan’ın hiçbir hukuksal sürecine avukatların dahil edilmemesi, sadece Sayın Öcalan’ın avukatlarının sorunu değildir. Sadece Kürt avukatların da sorunu değildir. Aslında bu mesleki anlamda avukatların mesleki sorunu olduğu gibi hak öznesi olan siyasi tutsakların avukatsız bırakılma, savunma hakkının dışarıda tutulmasının politik bir yansımasıdır. Ve bu noktada Sayın Öcalan üzerinde uygulanan birçok hukuksal uygulamanın Sayın Öcalan şahsında başlayıp zamanla yayıldığını biz çok net bir şekilde gördük. Bunun örneğini maalesef ki birçok baro, avukat, insan hakları kurumu, hukuk kurumu, OHAL ile beraber yaşadık. Ancak biz onu öncesinde de hep söylüyorduk bu uygulamalar sadece İmralı ile sınırlı kalmaz. “İmralı’da yaşansın, Sayın Öcalan’a özeldir bu uygulamalar” denilen birçok uygulama devlet tarafından alındı, diğer cezaevlerine ve avukatlara yayıldı. Biz bunu zaman içerisinde gördük.
“Meslek örgütlerinin mesleki anlamda, insan hakları kurumları insan hakları alanında, hukuksal muhatap olan baroların ve diğer kurumların da gerçek anlamda İmralı’da uygulanan bu hukuksuzluğa karşı ses çıkarması artık gereklidir. Görmezden gelinemeyecek kadar ciddi bir boyutta.”
Bugün Sayın Öcalan üzerinde yürütülen, “mutlak avukat yasağı” diyoruz artık, çünkü 6 ayda bir gerekçesiz bir şekilde yenileniyor. Bunun hukuksal anlamda sadece bizlerin değil tabi ki avukatlık mesleğinin tamamını ilgilendirdiğini düşünüyoruz. Bunu sürekli dile getiriyoruz. Bundan önce de birçok ulusal baroya da insan hakları kuruluşuna da başvurarak bu süreçleri iletmiştik. ÖHD’nin başlatmış olduğu bu 775 avukat ile görüş başvurusunda bulunması talebi de hakeza hem bu avukat yasaklamalarına karşı bir tepki halidir. Bunun ortadan kaldırılması için de tabi ki bir çağrı içeriğini barındırmakta, bu sürecin mesleki anlamda güçlendirilmesi ve tabi ki benzer çalışmaların arttırılması gerekir. Bakanlığın henüz bu başvuruya cevap vermediği gibi, ancak ÖHD’nin ilk çalışması da değil bundan önce de biliyorsunuz bildirge yayınlamıştı 768 avukat ile. Yani hukuk kurumlarının İmralı’da uygulanan hukuksuzluğa karşı ses çıkarmaları gerekir. Meslek örgütlerinin mesleki anlamda, insan hakları kurumları insan hakları alanında, hukuksal muhatap olan baroların ve diğer kurumların da gerçek anlamda İmralı’da uygulanan bu hukuksuzluğa karşı ses çıkarması artık gereklidir. Görmezden gelinemeyecek kadar ciddi bir boyutta.
“İmralı Cezaevi olağanüstü koşullarda temas kurulabileceği bir alan haline geldi. Bunun değiştirilmesi konusunda biz Sayın Öcalan’ın avukatları olarak Türkiye’deki faaliyet yürüten insan hakları kurumlarına, hukuk derneklerine, barolara keza resmi anlamda bunun muhatabı olan Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na, buna benzer birçok kurum ve kuruluşa da başvuruda bulunduk”
* Asrın Hukuk Bürosu olarak, 28 baroya başvuruda bulundunuz. Sanırım Diyarbakır Barosu’nun bir girişimi oldu, İmralı’ya gitmek için. Diğer baroların bir girişimi oldu mu, olmadıysa bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aslında bizler Sayın Öcalan üzerindeki tecrit ve işkence sistemini her zaman ciddi, kritik ve tehlikeli gördük. Ama zaman içerisinde özellikle 2015 sürecinden sonra ciddi anlamda var olan tecrit hali artık mutlak bir iletişimsizlik haline dönüştü. Biz hiçbir şekilde haber alamaz hale geldik. Ne sağlığından, ne fiziki koşullarından ne de güvenliğinden. Bu süreçte biz Covid gibi bir pandemi atlattık. Yine Sayın Öcalan’ın yaşam hakkı ile ilgili iddialar basına çıktı. Sonrasında İmralı’da bir yangın çıktı iddiası ortaya atıldı. Bunların hepsine baktığımızda aslında sadece İmralı Cezaevi olağanüstü koşullarda temas kurulabileceği bir alan haline geldi. Buna tepki olarak ya da bunun değiştirilmesi konusunda biz Sayın Öcalan’ın avukatları olarak Türkiye’deki faaliyet yürüten insan hakları kurumlarına, hukuk derneklerine, barolara keza resmi anlamda bunun muhatabı olan Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na, buna benzer birçok kurum ve kuruluşlara da başvuruda bulunduk. Bunlardan bazıları da barolardır. Ve bundan talep ettiğimiz husus bu tecridin görülmesi, avukatlık mesleği bakımından, avukat hakları merkezlerinin harekete geçirilmesi ve bakanlık ya da rapor açıklaması, bu sürecin yakından takip edilmesi noktasında.
Diğer barolar bunu tartıştıklarını ve gündeme aldıklarını ifade ettiler. Ancak Diyarbakır Barosu bir başvuru yaptı bakanlığa. Bu basına da yansıdı. Bu tecrit halinin ortadan kaldırılması ve adaya gidip orada bir ziyaret yapılması şeklinde. Ancak bakanlıktan kendilerine dair herhangi bir dönüş olmadığını biliyoruz. Bu şekilde aslında bu başvuruların çoğalması gerektiğini biz düşünüyoruz ki var olan tecrit ve izolasyon durumunun takipçisi olduğunu devletlerin görmesi gerekir. Sadece toplumdan gelen tepkiler değil, bu hukuksuzluğun hukuk kurumları tarafından da teşhir edilmesi ve takip edildiğinin hissedilmesi gerekir.
“23 yıllık süreç içerisinde CPT sadece 8 kez özel ziyaret yapmış ve rapor hazırlamış. Yani bu bile aslında yaklaşımın ciddiyetini bizlere gösteriyor. Ne CPT’nin, ne AİHM’in ne de Bakanlar Komitesi’nin ilgili kurumlarının İmralı nezdinde ciddi bir planlaması, ciddi bir takibi olduğunu düşünüyoruz.”
* Bununla bağlantılı olarak uluslararası kurumlara da başvurularınız oldu, bir gelişme var mı bu konuda. CPT, Avrupa Konseyi vb. kurumların yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sayın Öcalan’ın tutsaklık süreci boyunca aslında uluslararası birçok kuruma başvurular yapıldı. Bunların içerisinde başına Avrupa Konseyi, BM gibi kurumlar yer alıyor. Bunun ilgili olan komiteleri, araştırma komisyonlarına ya da ilgili kurumlara defalarca başvurular yapıldı. Biz son süreçte de hakeza BM’ye ‘acil talepli’ bir başvuru yapmıştık. ‘Mutlak iletişimsizlik’ tespitine yaraşır şekilde bir geri dönüt olarak Sayın Öcalan üzerindeki tecridin görülmesi ve bunun alınması şeklinde. Ancak bu birleşmiş milletlerin henüz yaptığımız bu başvuruya bir hukuki işlem başlatılmış değil. Benzer şekilde biz Sayın Öcalan’ın bu durumu ile ilgili 6 aylık bazen ihtiyaca göre 3 yıllık bazen de 1 yıllık raporlar düzenliyoruz. Bu raporları uluslararası kurumlara, ilgili komitelere, barolara iletiyoruz ve bu süreçte hem tecrit halinin bilgilendirilmesi hem de bu durumun ortadan kaldırılması için ilgili kurumlara sorumluluklarını terine getirmeleri çağrısını yapıyoruz. Bunlardan bir tanesi Avrupa Konseyi ve CPT’ye yapıyoruz.
Ancak dönüp baktığımızda 23 yıllık süreç içerisinde CPT sadece 8 kez özel ziyaret yapmış ve rapor hazırlamış. Yani bu bile aslında yaklaşımın ciddiyetini bizlere gösteriyor. Ne CPT’nin, ne AİHM’in ne de Bakanlar Komitesi’nin ilgili kurumlarının İmralı nezdinde ciddi bir planlaması, ciddi bir takibi olduğunu düşünüyoruz. Genellikle süreci ya zamana yayıyorlar, ya başvurularımızı uzun süre bekleterek harekete geçiyorlar, ya da biraz önce ifade ettiğim Sayın Öcalan’ın hak öznesi olması ya da politik öznesi olması arasında bir tercih giderek; aslında politik özne olmasından kaynaklı aslında olmaması gereken politik duruşlarından kaynaklı belirli bir mesafede yaklaşarak aslında bu tecridi ön açıcı buluyorlar.
* Sizler İmralı’ya gitmek için başvurularınızı sürdürürken, Kürt kamuoyu tecridin kaldırılması bir yana PKK Lideri’nin özgürlüğü için eylemler yapıyor. Buna ilişkin ne söylemek istersiniz?
Bizler Sayın Öcalan’ın avukatları olarak İmralı tecrit sisteminin hukuken sürdürülebilir olmaması gerektiğini, bunun ortadan kaldırılması gerektiğini çok kere söyledik. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü konusunda bugün Türkiye’de ve Kürdistan’da, dünyada yıllardır süregelen bir kampanya var. Ancak Sayın Öcalan’ın özgürlüğü talebi hukuksal, siyasal ve politik olarak bizce meşrudur. Sayın Öcalan’ın halklar nezdinde barış ve alternatif çözüm anlamında muhatap olarak görülmekte. Sayın Öcalan’ın gerçekten Kürt halkının lideri olarak ya da Kürt sorununun onurlu anayasal çözümü noktasında üstüne düşebilecek rolü yerine getirebilmesi için tabi ki özgürlüğünün mutlaka sağlanması gerekir. Bununla ilgili AİHM bir ihlal kararı verdi. Bu karardan sonra bakanlık komitesinde bir denetim süreci yaşanıyor. Hukuksal anlamda Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün mümkün kılınabilir olduğunu gösterir. Dünyada ölünceye kadar hapis cezası yok denilecek derecede az. Bugün hiçbir infaz sisteminde düşmanca intikam alarak bir cezalandırma sistemi yoktur.
“Hukuksal anlamda Sayın Öcalan’ın özgürlüğü, dünya çağdaş hukuk, infaz hukuk bağlamında mümkün olmalı. Ve bunun için verilmiş bir AİHM kararı var. Ama politik olarak sadece Kürt halkı değil Ortadoğu halkları bunu yıllardır haykırıyor: ‘Sayın Öcalan bizim liderimizdir ve özgür olması gerekir’”
Ve Sayın Öcalan’ın içinde bulunduğu koşullara baktığımızda mutlak tecrit koşullarında aslında var olan tutsaklığın getirmiş olduğu asgari düzeyin çok üstünde bir durumla karşı karşıyayız. Ve bu 23 yıldır devam edegelen bir süreç. Hukuksal anlamda Sayın Öcalan’ın özgürlüğü, dünya çağdaş hukuk, infaz hukuk bağlamında mümkün olmalı. Ve bunun için verilmiş bir AİHM kararı var. Ama politik olarak sadece Kürt halkı değil Ortadoğu halkları bunu yıllardır haykırıyor: “Sayın Öcalan bizim liderimizdir ve özgür olması gerekir.” Kürt halkı ve Ortadoğu halkları için sunduğu perspektifin devamı ve bunun gerçekleşebilmesi için sadece görüş yasağının kalkması değil Sayın Öcalan’ın özgür de bırakılması gerekir. Bugüne kadar yürütülen kampanyalar tabi ki özgürlük kapısını aralayabilmiş değildir. Lakin bu kampanyanın büyütülebilmesi süreci özgürlüğü yaratabilecek bir etki gücün başlangıcıdır. Toplumun her kesiminin yaratmış olduğu bir etki vardır.
Sayın Öcalan için devam eden özgürlük kampanyasının temel çağrısı şudur: Sayın Öcalan dünyada perspektif alanda kendini kabul etmiş bir düşünürdür. Kendisinin özgür olması sadece Kürtler ve Türkler arasında değil bir dünya barışının da aracıdır. Kabul görmüş, düşüncelerinin tartışıldığı bir filozofun, bir halk liderinin mutlak tecrit edilmiş değil; toplum içerisinde düşünsel anlamda kendisini var edebilecek alanlar yaratılmalıdır. Bugün sadece Kürtler değil, dünyanın birçok alanında kampanyalar yürütülüyor, bu kampanyalara bizlerde Sayın Öcalan’ın avukatları olarak kimi zaman bilgilendirme yapıyoruz. En son Mısır ve Lübnan’da kadın aktivistlerin oluşturduğu bir özgürlük insiyatifi vardı. Bu da Sayın Öcalan’ın Ortadoğu halkları için ne kadar anlamlı olduğunu gösteriyor. Ancak bizler bu kampanyaların etki alanın daha da genişletilmesi ve büyütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Halkların bu kadar Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü istemesi durumuna karşı devletin tecridi derinleştirmesi politik bir cevap halidir. Devlet tecridi derinleştirirken, halkın Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü istemesi çok önemlidir. Ve Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün yakın olduğunu biliyoruz.