Tülay Hatimoğulları: Toplumsal Lozan’ın örülmesi için bir fırsat
- 09:01 23 Temmuz 2022
- Güncel
Dilan Babat
ANKARA - Lozan Antlaşması’nın 99’uncu yıldönümünde değerlendirmelerde bulunan HDP’li Tülay Hatimoğulları, Lozan ve cumhuriyetin 100’üncü yılının, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın işaret ettiği toplumsal Lozan’ın örülmesi, demokratik cumhuriyetin inşası için bir fırsat olduğunu vurguladı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında 16 Mayıs 1916’da Fransa ve İngiltere arasında gizli yapılan Sykes-Picot Anlaşması’yla Kürdistan coğrafyasının dört parçaya bölünmesinden 7 yıl sonra 24 Temmuz 1923’te İsviçre'nin Lozan şehrinde, Türkiye ile Britanya, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya tarafından imzalanan Lozan Antlaşması’yla, Kürtlere yönelik imha ve inkar politikaları devreye konuldu. Antlaşmanın 99’uncu yıldönümünde bu politikalar hala devletler eliyle sürdürülüyor.
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları 24 Temmuz’da 100’üncü yılına girecek olan Lozan Antlaşması’na dair sorularımızı cevapladı.
* Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Ortadoğu'da sınırlar yeniden çizildi. 1639 yılında Osmanlı ile İran arasında imzalanan Kasrı Şirin Antlaşması ile Kürtler ikiye bölünürken, 24 Temmuz 1923'te imzalan Lozan Antlaşması ile birlikte dört parçaya bölündü. Lozan Antlaşması'nın imzalanmasıyla, Türk ulus inşa sürecinde, "tek millet, tek devlet, tek dil, tek bayrak" politikaları da devreye girdi. Öncelikle bu tarihlere baktığımızda Kürtler hangi soykırımlardan ve politikalardan geçildi?
Kasr-ı Şirin’in birinci antlaşması 1639 yılında imzalandı. O zamanlarda Türkiye’nin İran sınırı önemli oranda belirlenmiş oldu. Yani şu an Türkiye’nin misakı milli sınırları içerisinde yaşayan Kürtler ile İran sınırında yaşayan Kürtler arasında ilk sınırlar o zamanlarda belirgin hale getirildi. 1746 tarihinde ikinci Kasr-ı Şirin antlaşması gene birinciyi baz alarak devam etti. O dönemlerde devam eden savaşlar sürecinde Osmanlı topraklarında yaşayan Kürtlerin esasen 4 parçaya bölünme süreci bu şekilde başladı. Bu serüven ne yazık ki günümüze kadar devam etti.
“Lozan Antlaşması’nı Türkiye’den azınlıklara verilen ayrıcalıkların ‘kaldırıldığı’ bir anlaşma gibi de okumak lazım. Lozan Antlaşması’nın hemen akabinde 1924 Anayasası Türkiye’de kabul ediliyor. 1924 Anayasası ‘tek millet, tek bayrak, tek dil’ anlayışını iyice açığa kavuştuğu anayasadır.”
* Lozan Antlaşması’nın maddelerinde "Türkçenin dışında farklı bir dil konuşan insanların, kendi anadillerini okullarında geliştirmek, mahkemelerde kendilerini anadilleriyle ifade edebilme hakkının garanti altına alındığı belirtilir. Bu maddeler ne kadar yerine getirildi?
Lozan Antlaşması’ndan önce Ankara Anlaşması 1921 tarihinde imzalandı. Ankara Anlaşması’nda özellikle “azınlıkların” haklarının tanındığı bir anlaşma o zaman gerçekleşiyor. O dönemde 1921 Anayasasında Türkiye’de bulunan bütün azınlıkların kendi kültürlerini ve anadillerini özgürce kullanabilmesi açısından ön açıcı maddeler vardı. Fakat Lozan Antlaşması ile birlikte bu değişimin hızlı bir biçimde olduğunu görebiliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletinin misakı milli sınırları Doğu, Batı ve Güney’den Hatay haricinde önemli oranda belirlenmişti. Tartışmalı kısımları olsa da Lozan’ın en temel özelliği misakı milli sınırlarının netleştiği bir anlaşma olmasıydı. Türk-Yunan ilişkileri oldukça gergindi ve Lozan Antlaşması’yla buradaki sorunlar temel olarak çözüldü. Burada Fransa ve İngiltere’nin rolüne de bakmak lazım. Fransa ve İngiltere, 1917 tarihinde Sovyet Rusya'da gerçekleşen Bolşevik Devrimi’ne Türkiye’nin etkilerini engellemek istiyorlardı. O zamanlar da Mustafa Suphiler ve arkadaşları Sovyet Rusya'da Lenin ile kurmuş olduğu ilişkileri Türkiye topraklarına taşımak istedikleri için Karadeniz'de bulundu. Bu sürecin bu kadar hızlanmasının nedenlerinden biri de budur.
Lozan Antlaşması’nı Türkiye’den azınlıklara verilen ayrıcalıkların “kaldırıldığı” bir anlaşma gibi de okumak lazım. Lozan Antlaşması’nın hemen akabinde 1924 Anayasası Türkiye’de kabul ediliyor. 1924 Anayasası azınlıklara tanınan hakların ortadan kaldırıldığı, ‘tek millet, tek bayrak, tek dil’ anlayışının iyice açığa kavuştuğu anayasadır. Türkiye’nin sınırlarının belirlenmesinden hemen sonra devam eden Kurtuluş Savaşı, Kürtlerin de büyük desteğini alarak, Türklerin başarıyla yürüttüğü bir savaştı. Türk milletinin tek başına ulaştığı bir başarı olarak anlatılır, orada Türk halkının verdiği mücadele kıymetliydi ama Kurtuluş Savaşı’nda Türkler kadar Kürt halkı da vardı. 1921 Anayasası olsun, Ankara Antlaşması ve Kürt halkının verdiği mücadeleyi görürken, Lozan Antlaşması’yla başlayıp 1924 Anayasası ile bir bakıma “taçlandırılan” süreç aslında Kürtlerin o dönemde verdiği mücadeleyi ve kabul gören varlıklarını tamamıyla ortadan kaldıran bir anlayış işlemeye başladı. Türk-İslam sentezi diye ifade edebileceğimiz bu anlayış, Türkiye’nin kuruluş kodlarının temelini belirledi. Bu ülkede yaşayan her yurttaş “Türklüğü” kabul etmek zorunda, kendi etnik aidiyetini reddedecek, ‘Bir Kürt, Arap, Ermeni kendini Türk olarak ifade edecek’ baskısı daha belirgin oldu. Misakı milli sınırları içerisinde Türk-İslam sentezinin derinlik kazandığı bir dönem başladı.
“Kürt özgürlük mücadelesinin son 40 yılını değerlendirdiğimizde, siyaset alanında da farklı alanlarda da Kürt halkı mücadelesini sürdürüyor. Kürtler anadillerinden vazgeçmedi, asimilasyon politikalarına karşı örgütlü bir duruş sergilediler.”
* Bu antlaşmalara karşı Kürt halkının duruşu nasıldı?
Akabinde Tevhidi Tedrisat (tekleştirme) Kanunu çıkarıldı. Tevhidi Tedrisat Kanunu, Mart 1924 tarihinde çıkarılıyor. Çıkmasıyla birlikte özellikle eğitim dili tekleştirilmeye başlandı. O döneme kadar Kürtlerin kendi dernekleri vardı, kendi anadilleriyle eğitim görebildikleri okulları vardı. O dönem hepsi yasaklanmaya başlandı, Kürtçe çıkarılan yayınlar yasaklanmaya başlandı. Lozan Antlaşması’yla iyice ortaya çıkan yaklaşımın bu kanunlarla birlikte artık Kürtlere dönük ciddi şekilde kültürel asimilasyon ve Türkleştirme politikalarının yoğunlaştığı dönem oldu. Buna dönük Kürtlerin yaklaşımı da çok önemli.
2022 tarihinden de baktığımızda 4 parça Kürdistan’da Kürt halkı misakı milli sınırları içerisinde de, Türkiye’de de bir özgürlük mücadelesi verdi. Dersim’de Koçgiri Ayaklanması, Dersim Tertelesi yaşandı. Orada Alevilik ön planda ama orada da bir Kürtlük de var. Dersim Tertelesi bir Alevilik soykırımıydı ama aynı zamanda Kürt kimliğine dönük saldırı vardı. Bütün bu saldırılara baktığımızda Kürt halkı bugüne kadar örgütlü mücadelesini devam ettirdi. Kürt özgürlük mücadelesinin son 40 yılını değerlendirdiğimizde, siyaset alanında da farklı alanlarda da Kürt halkı mücadelesini sürdürüyor. Kürtler anadillerinden vazgeçmedi, asimilasyon politikalarına karşı örgütlü bir duruş sergilediler. Kürt halkının Türkiye’deki, Rojava’daki, Irak ve İran’daki varlıklarından söz ediyorsak, halkın bu politikalara boyun eğmediğini bizlere göstermiştir.
“Özellikle İkiz kulelerin bombalanması, Afganistan ve Irak’ın işgali, Arap baharı ile başlayan süreçte emperyalist güçler, artık Ortadoğu bölgesi ve Kuzey Afrika’nın bir kesimini küresel sermayeye entegre etme politikasını devreye koydu.”
* Lozan'da bir dizi görüşmeler yapılmıştı. Bu görüşmelerin içerisinde Musul ve Kerkük meselesi de vardı. Günümüzde de hala Musul ve Kerkük sorunu devam ediyor ve bir anlaşmaya varılmış değil. Devletlerin Musul ve Kerkük üzerinde devam eden anlaşmazlığı nedir? Musul ve Kerkük'e dönük yapılmak istenilen politika nedir?
Türkiye’deki devlet anlayışı zaman zaman her ne kadar Kemalizm yüzünü batıya dönen bir anlayış olsa da misakı milli sınırları içerisinde Osmanlı geleneğinden kopmayan, Osmanlının sınırlarının tahayyülü aslında tamamen körelmiş değildi. O dönemin nesnel koşulları devam eden savaşlarda, ülkeler nefes almadan İkinci Dünya Savaşı patlak verdi. Türkiye devletinin doğu ve güneydoğu sınırlarının hak ettiği sınırlar olmadığı ve daha da genişletilmesi kanaati vardı. Kemalizm bunları daha az açığa çıkarabildi ama ümmetçi anlayışla iktidara gelen AKP hükümeti, aslında “Ben Osmanlının devamıyım, neo Osmanlıcılığı dediğimiz yeni Osmanlıcılık politikalarını hayata geçirmek için iktidara geldim” mesajını ilk günden verdi. “Yetmez ama evet”çi anlayış buna kandı. Demokratikleşme, Kürt açılımı dediler ve bir ümmetçilik anlayışıyla da sentezlendiği zaman, Alevi, Kürt ve azınlık sorunu çözülecek anlayışı oldu. Bu tamamen yanlıştı o dönemde çokça sosyalist parti bunun böyle olmadığını, bunun anlamının savaş olduğunu söyledi.
Bu çerçeveden baktığımızda Musul ve Kerkük’ten vazgeçmeyen Türkiye’nin, AKP döneminde misakı milli sınırlarını genişleten ve misakı milli sınırlarını eksik bulan Musul, Kerkük ve Rojava topraklarının bir bölümünü Türkiye topraklarına dahil edeceği ve misakı milli sınırlarının o zaman tamamlanacağına dair bir anlayışı var. Ortadoğu ve dış siyaseti bu anlayışı hayata geçirmek için yaptı. Musul ve Kerkük’ü burada, daha önce sınırın ötesinde bırakılmış olan topraklarına katma fikri var. Musul ve Kerkük’ün yeraltı zenginlikleri çok, oradaki petrol ve enerji kaynaklarına sahip olmak için de o bölgeler çok önemseniyor. Basit bir ümmetçi anlayışla değil, yeşil doları andıran yanları var. Özellikle birinci dünya savaşıyla beraber Ortadoğu’da küçük devletlerin sınırları netleşti. Bazıları yakın tarihte bağımsızlıklarını ilan etti. Bu süreçte oluşan ulusal devletin küresel ölçekte sermaye yapılanmasına artık yeterli bir hizmet sağlayamadığı kanaati gelişti. Özellikle İkiz kulelerin bombalanması, Afganistan ve Irak’ın işgali, Arap baharı ile başlayan süreçte emperyalist güçlerin artık Ortadoğu bölgesindeki ve Kuzey Afrika’nın bir kesimini küresel sermayeye entegre etmek politikasını devreye koydu. AKP’nin uluslararası alanda bu kadar destek görmesinin sebeplerinden biri de küresel sermayeyi entegre etme sürecini hızlandırmak istemeleri. Önümüzdeki süreçlerde yaşanacak çatışmaları belirleyecek etmenlerden biri de bu.
“Israrla ve inatla Kürtleri ‘Türkleştireceğim’ diyerek devam eden Lozancı anlayış, Türkiye’nin önünü kapatmış olabiliyor. 100 yılık tarihe baktığımızda Türkiye devletinin bundan çoktan sonuç çıkarması gerekiyordu. Kürt halkını baskıladıkça öz iradesi fazla güçlendi. Artık cumhuriyetin ikinci yüzyılında demokratik zemindeki çözüm zorlanmak durumunda. “
* Lozan Antlaşması çokça söz edildiği gibi 100 yıllık geçici bir anlaşma mı? Nedir bu 100 yıllık tarih tartışması? Gerçekten de 100 sonra geçerliliğini yitirecek mi? Bunun Türkiye ve dünya siyasetinde nasıl bir karşılığı var?
Buna dair çok farklı görüşler var. Bir görüş “100 yıllık bir anlaşma olduğu yönünde, diğer bir görüş ise böyle bir maddenin olmadığı yönünde. Yapılmış olan incelemelerde, bu maddenin olduğuna dair yeterince bilgiye sahip değiliz. 2023 Lozan'ın 100’üncü yılı olmakla beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin de 100’üncü yılı. Cumhuriyetin 100’üncü yılında HDP olarak, ısrarla altını çizdiğimiz nokta cumhuriyetin demokratikleştirilmesi ihtiyacıdır. Lozan’ın bu haliyle kalması Türkiye’nin hem iç hem de dış siyasetinde birçok sorunun önünde engel teşkil ediyor. Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözülmesi halinde Türkiye’nin iç siyasetinde refahı, barışçıl politikaları çok daha iyi bir biçimde olacaktır.
Erdoğan’ın, İran Cumhurbaşkanıyla görüştü. Rusya’nın Ukrayna ile savaşı devam ederken Putin de katıldı. Bu üçlü zirvede konuşulan konular yine Kürt sorunu. Kürt sorunu ile ilgili pazarlıklar İran ve Rusya ile yapılacak. Bu görüşmenin 100 sene önce Lozan’da yapılmış pazarlıklardan farkı nedir? 100 yılının tekrarını yapmanın anlamı yok. Lozan’ın özellikle belirli başlı maddeleriyle bir hesaplaşmanın vakti geldi ve geçiyor. Bunların en temel noktalarından birisi azınlıklara yaklaşımla ilgili. Türk ve Sünni olmayan bütün her kesimiyle nasıl bir yol ve yöntem izlenecek, Türkiye’de bunların konuşulması gerekiyor. Bugüne kadar Kürt sorunu barışçıl yöntemlerle çözülmüş olsaydı 2022’de Tahran’da yapılan görüşmede aynı konuları konuşuyor olmazdık. Türkiye’nin özellikle bölge siyasetinde önü çok daha fazla açılırdı. Şu an ısrarla ve inatla Kürtleri “Türkleştireceğim” diyerek devam eden Lozancı anlayış Türkiye’nin önünü kapatmış olabiliyor. 100 yılık tarihe baktığımızda Türkiye devletinin bundan çoktan sonuç çıkarması gerekiyordu. Kürt halkını baskıladıkça öz iradesi güçlendi ve bugüne kadar 4 parça Kürdistan’da zayıflayarak değil güçlenerek geldi. Dört ülkenin otoriter sistemlerine rağmen Kürt halkı güçlendi. Demek ki sorunun çözümü burada değil, artık çözüme dair yaklaşımda yüzyılı tekrar etmek değil, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında demokratik zemindeki çözüm zorlanmak durumunda.
“Ocak 2009 tarihinde Sayın Öcalan ile yapılan görüşmelerde Sayın Öcalan’ın tezleri vardı. 5 ilke şartı söz konusuydu. Bu 5 ilke şartında somut olarak Sayın Öcalan önerilerde bulundu. Bütün bu ilkeler toplumsal Lozan dediğimiz kavramı güçlendiren yaklaşımlardır.”
* PKK Lideri Abdullah Öcalan Lozan Antlaşması’na dair "Toplumsal Lozan'a" işaret etmişti. Toplumsal Lozan'ın halklar için önemi nedir?
Sayın Öcalan görüşme notlarında “Lozan Kürtler ve Türkler için de eksik kalmıştır” gibi bir tespiti vardı. Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi tezi üzerine ciddi olarak durmuştur. Demokratik bir cumhuriyet tezi ülkede güçlendirilirse her iki halk açısından Lozan Antlaşması’nın bundan geliştirilebileceğine dair bir yaklaşımı var. Sayın Öcalan’ın toplumsal Lozan’dan kast ettiği; bir demokratik konfederal sistemin bölgede yaşayan bütün halklar açısından en temel çözüm noktasının bu olacağına dair bir yaklaşımı. Ulus devletlerin halkların sorunlarını çözemediğini görebiliyoruz. Ortadoğu’da oluşan devletler hangi halkın sorununu çözmüştür? Hangi azınlığın sorununu çözmüştür? Halklar kendi iradelerini demokratik yönetimlere yansıtabiliyorlar mı? Bu soruların tek cevabı hayır. Ulus anlayışı otoriter rejimlerin bölgede daha da derinleştirilmesini sağladı. Demokratik konfederalizm modeliyle anlaşıldı. Sykes Picot’dan başlayarak, Lozan Antlaşması’nın desteğiyle cetvelle çizilen bu sınırlar halkları bölmeye çalıştı ama halkların duygularını ve dillerini ortadan kaldıramadılar. Türkiye’de yaşayan Kürt Kürtçe konuştu, Suriye’deki Kürt de öyle. Cetvelle çizilen sınırlar bunları ortadan kaldıramadı.
Ocak 2009 tarihinde Sayın Öcalan ile yapılan görüşmelerde Sayın Öcalan’ın tezleri vardı. 5 ilke şartı söz konusuydu.Bu 5 ilke şartında somut olarak Sayın Öcalan şunları önerdi; Lozan, Erbil ve Diyarbakır’da konferanslar gerçekleştirilsin ve konferanslarda, savaş yerine barış, birlik ilkesi, kültürel haklar ilkesi, demokratiklik ilkesi, demokratik siyaset tartışılsın. Bütün bu ilkeler toplumsal Lozan dediğimiz kavramı güçlendiren yaklaşımlardır. Bu yaklaşımları Türkiye açısından okumamız eksik kalır, bölgesel açıdan önemli bir yaklaşımdır. Demokratik konfederal model bütün Ortadoğu halklarına ilaç gibi gelecek. Ortadoğu’da kendi renkleri ve iradeleriyle bir anlayışın hakim olacağı bir modeldir. Bu modelin sadece siyasal bir model gibi kavramlaştırmak eksik kalacaktır. Bu modelin hayata geçirilmesi adaletli bir ekonomik politikayı da gerektirir. Yerel yönetimlerin ekonomilerinin güçlendirilmesi bu da konfederal modeli daha da güçlü kılacaktır. Bunları iç içe düşünmemiz gerekiyor, Lozan Antlaşması’nın ve aynı zamanda cumhuriyetin 100'üncü yılı, cumhuriyetin demokratikleştirilmesi ve Lozan'ın barışa hizmet edecek şekilde dönüşümünün sağlanması için tarihi bir fırsat. Bu fırsat için hep birlikte çalışabiliriz.