Meral Danış Beştaş: Yasaklarla emekçinin direnişini durduramazsınız

  • 16:13 25 Aralık 2023
  • Siyaset
 
ANKARA - Bütçenin tümü üzerinde son konuşmalara dair söz alan DEM Parti Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, iktidarın ülkeyi adım adım yoksulluğa nasıl getirdiğine dikkat çekti. Meral, "Yasaklarla işçinin, emekçinin ayak seslerini kesemezsiniz; erteleyebilirsiniz ama emeğin büyük direnişini durduramazsınız, durduramayacaksınız" diyerek, emekçilerin hakları için verdiği mücadeleye değindi. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, 2024 Yılı Merkezi Bütçenin tümü üzerindeki son konuşmalara dair söz aldı.
 
‘Hukuk tanımaz iktidarın yaratığı yaralı bir ülke var’
 
Bütçeye dair yasama ve yürütmenin görevlerine dikkat çeken Meral, “Parayı kullanma biçimimiz aynı zamanda geleceğimizi de belirleyen bir tavırdır, fakat yoğun geçen günler ve geceler boyunca gördüğümüz tavır bolca israf, hamaset, pervasızlık ve halka karşı vurdum duymazlıktı. Karşımızda hukuk tanımaz iktidarın yarattığı yaralı bir ülke var ve o yaralı ülkede yaşayan ve geçim savaşı veren yaralı halklar. Yara büyük, neden mi? Yalanlarla yasaları birbirine çatıştırıp kendi bekası uğruna hukuka savaş açan bir iktidar var; sayelerinde 12 Eylül anayasası bile daha demokratik görünüyor. Geldiklerinden beri Anayasa'yı istedikleri gibi değiştirip, hatta sistemi de değiştirerek tüm yetkileri kendilerinde toplayıp Meclisi çalışamaz, yargıyı bağımlı kılıp; hâlâ ‘Bu Anayasa'yı da uygulayacağız’ diyorlar” dedi.
 
‘AKP ile AYM arasında gerileme neden olan ilk karar değil’
 
“Anayasaya aykırılık salt iktidar tarafından topluma dayatılan bir durum değil faşizmin yarattığı bir olgu” diyen Meral şöyle devam etti: “Ülkeyi yaralı hâle getirip hukuksuzluğu silah gibi toplumun gözlerinin içine doğrultan aynı akıldır. O nedenle kimse AİHM kararına uymadı, Yargıtay AYM’ye muhtıra çekti diye şaşırmasın. Zira Can Atalay kararı 2002'de iktidara gelen AKP ile AYM arasında gerilime neden olan ilk karar değil. Demirtaş, Yüksekdağ, Leyla Güven için hangi AİHM kararı, hangi AYM kararı uygulandı ki; bunun gibi onlarca karardan söz edebilirim. AYM’nin çoğu kararı iktidar için vahim görülmüş, kendilerince vahamet olan hususlar Anayasa değişikliğine konu olmuştur. Şimdi de Can Atalay kararı sonrası Yargıtay, AYM ile ortak bir amaca, Anayasa’nın iktidarın bekası lehine değiştirilmesine hizmet etmektedir.”
 
‘Bu ülkenin asıl güvenlik sorunu sizin zihniyetiniz’
 
Parlamentonun çalışma şekline ve yargının siyasallaşmasından söz eden Meral, bütçe konusunda ise iktidarın yasama ve yargı yetkisinin elinde olmasını istediğini kaydetti. Meral, “Mafya kliklerinin parsellediği, tahliyelerin sektöre çevrildiği, rüşvetin en geçerli yasa hâline geldiği bu çürümüş yargı sistemi bir ringe dönüşmüş. Ülkede mafya niye var? Çünkü hukuk yok. Türkiye'yi yerli ve yabancı mafya için güvenli bir bölgeye dönüştürdünüz; ülkeyi uluslararası mafyanın koridoru, off-shore ülkesi yaptınız; yabancı mafyayı yerli ve millî mafyaya kayyum olarak atadınız. ‘millî güvenlik’ adı altında yasaklamadık etkinlik, konser, festival, grev, toplantı bırakmayan iktidarınızda uluslararası suç örgütleri hep Türkiye'de. Kendi yurttaşını güvenlik sorunu olarak gören bu zihniyet, uluslararası suç örgütlerini hiç güvenlik sorunu yapmıyor; bu ülkenin asıl güvenlik sorunu sizin zihniyetinizdir, yönetme biçiminizdir. İktidarın ülkeyi sürüklediği karanlık girdabın en net örneklerinden biri, tecrittir” ifadelerine yer verdi. 
 
BM ve AB’ye çağrı: Türkiye cezaevlerinde fili bir idam uygulanıyor
 
İmralı’daki tecridin son bulması ile birçok sorunun çözülebileceğine dikkat çeken Meral, “Burada günlerce övündüğünüz, İHA’lar, toplar, tanklar, tüfeklerden daha derin bir icadınız var aslında. Hakkını aramak isteyenin karşısına insansız ve hukuksuz bir sistem çıkardınız. İnsansız bir uçak yaptınız, hüneriniz bitmedi. Hukuksuz bir ülke yarattınız. Adalete inanan tek bir yurttaş bırakmadınız, Edwar Said derki; ‘bugün insanın evindeyken kendini evinde hissetmemesi bir ahlak sorunudur.’ Yurttaşları evlerinde hissettirmemek adına, hukuksuzluk adına ne varsa yaptınız. 7 Haziran seçimlerinde yurttaşlar tarihsel bir tercihte bulundu. Yanıtınız seçimi değiştirip, yasaları tanımamak oldu. Halkın demokratik iradesinin karşısına demokrasi düşmanlığıyla çıktınız. Gezi’de intikam alıp Kobanê meselesini uydurma bir davaya dönüştürerek, hukuku halklara olan hıncınızı kullanmak için kullandınız. Devam ediyor, durmuyorsunuz, binlerce insan için Mazlum İçli ve TJA aktivisti Sümeyye Gök, bir komplo dosyasından yargılanıyor. Biri müebbet aldı diğeri hala yargılanıyor. İşkence tezgahlarında ömürlerinizi erittiğiniz çok isim var. Hasta mahpusları öldürüyor, buna cinayet değil hukuk diyorsunuz.  İdare ve Gözlem Kurulu diye bir şey uydurdunuz, infazlarını tamamlayanları cezaevinde tutmanın yolunu arıyorsunuz. Sessiz sedasız Türkiye’ye fiili bir idam cezası getirdiniz. BM’ye , AB’ye tüm mekanizmalara sesleniyorum; Türkiye cezaevlerinde fiili idam uygulanıyor” dedi.
 
‘90’larda yargısız infaz vardı şimdi yargılı infaz’
 
İktidarın yasası olmayan cezalar çıkardığını, cezaları biten her bir tutsağı idama hazırladığını vurgulayan Meral şu sözleri kullandı: “90’lardan ne çok öğrenmişsiniz, o dönem yargısız infaz vardı şimdi yargılı infaz. Geçmişle hesaplaşmadınız, hesaplaşmanın üstüne hesaplar eklediniz. Büyüttüğünüz sermaye ile suç işlerinde ortaklaştınız, Soma’nın, Ermenek’in Amasra’nın hesabını sormadınız, gerçek failleri ortaya çıkarmadığınız için kaçak madeninde ölen işçiyi de bir de göçmen diye yakma gücü verdiniz sermayederlerinize. Sermaye ile suç ortaklığınızın sonucudur. Ülkede can güvenliği sorunu yarattınız. ‘Ben devlete emanet ettim devlet onu koruyamadı’ demişti Zerya Ertaş’ın babası. Öğrencileri asansörden düşebilir, işçi göçük altında kalabilir, yaşanabilir değil ölümle yüz yüze gelen bir ülke yarattınız. Saray güvenliği için oluşturduğunuz bütçenin onda birini, yüzde birini asansör için harcamadınız. İktidarın savaş halini dünyaya da kendi halklarına da güven vermediği, bu güvensizlik ortamına karşı ön görülen bütçe meşruiyetini zedelediği bilinsin. 
 
Kürde düşmanlık yaptığınız kadar enflasyonla kavgalı değilsiniz
 
Her yere gidip dolaşıp yatırım bekleyeceğinize önce evinizin içerisini temizleyin. Kürt sorununda akılsızlıkla değil siyasi akılla çözme niyeti gösterseniz kapı kapı para peşinde koşulmayacak. Mili Savunma Bakanlığı’nın kasasındaki savaş parası bu ülkenin kalkınma bütçesine dönüşecek. Mesele bu kadar yalın ve basit. Kürt sorunundaki çözümsüzlük noktasındaki inatçılığınız hukuktan giderek uzaklaşmayı, hukuksuzluğun yaygınlaşması ise ekonomik krizi derinleştiren bir olgudur. Uluslararası demokrasi ve seçim enstitüsünün 2023 raporuna göre; Türkiye hukukun üstünlüğü kategorisinde 123 ülke arasında 148’inci sırada. Gurur duyun, 148’inci sıradan sonraki ülkeler inanın sizi kıskanıyor. 2023 yılında ihlal kararları doğrultusunda bireysel başvurularda verilen tazminat 1.3 milyar TL. Geçen yılın tam 5 katı bir artış var. Bu rakam iktidarın yurttaşa nasıl davrandığının yansımasıdır. Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü diyordunuz, hukuksuzluğun üstünde karar kıldınız. Bu bütçe sırasında gördük ki sizin yaraları sarma gibi bir derdiniz yok, siz ağzınızı açtığınız da bile halkın yarasına tuz basıyorsunuz. Halk gırtlağına kadar borca düşmüşken, siz en hararetli konuşmalarınızı Kürtçe selam veren vekillerimize saldırmak için yaptınız. Kürde düşmanlık yaptığınız kadar enflasyonla, geçim derdi ile kavgalı değilsiniz. Öyle ki iki kelime Kürtçe’den korktuğunuz kadar ülkenin çökmekte oluşuna korku duymuyorsunuz. Çok rahatsınız, Allah akıl, fikir versin. Xweli li seri we bê.
 
Demokrasi rafa kaldırılınca ekonomi tepetaklak oldu
 
Anayasaya uymak aklınızın kıyısından bile geçmezken, Kürt düşmanlığında anayasaya sarılıyorsunuz. Anayasal haklar, yurttaşlık, özgürlük yok ama anayasal Kürt düşmanlığı, demokrasi ve Kürt düşmanlığı var. Bu ülkede düşmanlığın anayasasını yarattınız. Anayasa'ya göre ettiğiniz yeminde ‘milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği, hukukun üstünlüğü, demokratik ve laik cumhuriyeti, toplumun refah ve huzuru, adalet anlayışı içinde  insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması’ ifadeleri var. Bunları asıl ihlal eden siz değil misiniz? Sahi, Anayasa'dan haberiniz var mı gerçekten? Cevabı ben vereyim: İşinize gelince var, işinize gelince yok. Ne ala dünya sizler için. Bakın, her şey çok net. ‘Ne kadar ekmek, o kadar köfte’ Bu sözü, yerinden yöneticiler, valiler ve kayyumlar çok söylüyor. Erzurum'da Vali ve Büyükşehir Belediye Başkanı gittikleri her yerde ‘Ne kadar ekmek, o kadar köfte. Ne kadar oy, o kadar yol, hizmet’  diyorlar; onu da hatırlatmış olayım. Mevcut ekonomi koşullarında da ne kadar demokrasi, o kadar ekonomi. Demokrasi rafa kaldırılınca ekonomi tepetaklak oldu. Yüksek enflasyon karşısında ücretler, gelirler nasıl eridiyse hukuksuzluklar ve baskılar karşısında kırıntı düzeyindeki demokrasi eridi, hukuk eridi.
 
Kürt düşmanlığı köpürtülürken yaşananlar 
 
Cumhurbaşkanı Yardımcısı buradaki konuşmasında millî gelir artışından söz etti, başka bir bakan da artan sosyal yardımlarla övündü. Biz mi yanlış hesaplıyoruz bilmiyorum, bugün konuşmasında düzeltir sanırım; millî gelir arttıysa sosyal yardımların azalması gerekmiyor mu? Sosyal yardımlar artıyorsa millî gelir düşüyor demek değil midir? Hangisini çözelim bilmiyorum, sanırım herkes bu meselenin cevabını biliyor. Asıl mesel şu: Kişi başına düşen demokrasi, kişi başına düşen hukuk, kişi başına düşen özgürlük arttı mı, yoksa tamamen ortadan mı kaldırıldı? Buna cevap vermeniz gerekir. Evet, kişi başına düşen yoksulluk da kişi başına düşen baskı da şiddet de yasak da eşitsizlik de ötekileştirme de kişi başına inkâr ve ret de Cumhurbaşkanı hükûmet sisteminiz de katmerlenerek arttı ve artmaya devam ediyor. Demokrasi ortadan kaldırılıp milliyetçilik pompalanırken, Kürt düşmanlığı köpürtülürken ne oldu biliyor musunuz? Emekçiler yoksullaştı, ekonomideki emeğin payı düştü. Çözüm sürecinde toplumsal refah artarken çözümsüzlük sürecinde sermayenin, yandaşın refahı yükseldi; toplumsal refah çöktü. Bu ülkede ne zaman barışın bütçesi yapılırsa halkın yoksulluğu o zaman sona erer.
 
Türkiye'de zengin değilsen yoksulsun, yoksul değilsen zenginsin
 
Bütçe ayırmadığınız için yurtlardaki asansör facialarından koruyamadığınız öğrencileri, çaresizlikten intihara sürüklenen insanları, erkek şiddetinin hedefindeki kadınları, istismara uğrayan çocukları F-16’larla mı, füzelerle mi koruyacaksınız? Eduardo Galeano ‘Bu ülkede zengin olmayan herkes yoksuldur’ der. Evet, Türkiye'de zengin değilsen yoksulsun, yoksul değilsen zenginsin; iktidar toplumu bu hâle getirmiştir. Ya zenginsin ya yoksul; mesele budur. Türkiye'nin en büyük iş ve istihdam kaybı yaşanıyor ama işçi ve emekçi grev yapamıyor. Neden? İktidarın sopası olan yargı millî güvenlik gerekçesiyle grevleri yasaklıyor. AKP-MHP iktidarı sermayenin iktidarı değil de nedir? AKP-MHP iktidarı işçi düşmanı değil de nedir? Bir de iktidar çıkmış bununla övünüyor ‘Bizim zamanımızda grev denilen olaylar kalktı’ diyor iyi bir şeymiş gibi. Bu, övünülecek bir şey değil, demokrasi adına utanılacak bir şeydir. Yasaklarla işçinin, emekçinin ayak seslerini kesemezsiniz; erteleyebilirsiniz ama emeğin büyük direnişini durduramazsınız, durduramayacaksınız.
 
Bütçenin kesesini halktan aldığınız vergilerle dolduruyorsunuz
 
Bütçe gelirleri açısından bizleri kıskanan Almanya teknoloji ve üretimle, Arap Yarımadası petrolle keseyi dolduruyor. ‘Dünya 5’ten büyüktür’  dediğiniz o 5’li kazanıyor, siz ise bütçenin kesesini halktan aldığınız vergilerle dolduruyorsunuz. 2023 yılının ilk on ayında toplanan vergilerin yüzde 67’sinin yükü yoksulların çektiği dolaylı vergilerden oluştu yani verginin büyük kısmını yoksullar ödüyor yani ücretlinin aldığı maaşın yaklaşık yüzde 40'ı vergilere gidiyor. Topladığınız bu vergiler haramdır, zulümdür. Bugün 13 bin 414 TL brüt maaşı olan bir asgari ücretlinin eline geçen para 11 bin 402 TL değil, sadece 8 bin TL yani ücretliler her ay on iki gün devlete çalışıyor, kalan on sekiz günün on beş günü patrona, kala kala üç günün emeği ücretliye kalıyor; ekmeğe mi versin, kira mı ödesin, ulaşıma mı harcasın? iktidar yatıp kalkıyor ve diyor ki: ‘Enflasyonu frenledik, yakında enflasyon düşecek.’ Milyonlarca emekliye, memura, ücretliye az zam vermek için TÜİK’e talimat yağdırıp enflasyonu düşük gösteriyorlar; oysa söz konusu kendi alacağı olunca, vergi enflasyonu olunca, nedense sarayın mutfağından çıkıp halkın mutfağına gelebiliyorlar.
 
KDV'yi yüzde 18'den yüzde 20'ye çıkardınız
 
Enflasyonu düşük gösteren iktidarın vergi artışlarına bakınca büyük soygun ortaya çıkıyor; 2024 yılı vergilerindeki artış, 2023 yılına göre yüzde 72,8 daha fazla oldu, 2024 yılında ödeyeceğimiz vergi 2019 yılında ödediğimiz verginin 10 katından daha fazladır, dört yılda toplanan vergi 10 kat arttı; peki, maaşlar kaç kat arttı? 2019 yılında asgari ücret net 2 bin 020 TL’ydi, şimdi asgari ücret ne kadar? 11 bin 402 TL. Reel değerini ölçtüğümüzde zaten eksideyiz ama sırf miktar üzerinden baktığımızda Hükûmet vergide 10 katını almış, maşallah, maaşta ise sadece 5 katını vermiş. Kendinize 1 gram pudra şekeri, halka ise katran katran dert bırakıyorsunuz. Siz vergi alırken ampulleri yakıyorsunuz, maaş zammı verirken mum ışığıyla hesap yapıyorsunuz. KDV'yi yüzde 18'den yüzde 20'ye çıkardınız, çoklu maaşlarınıza kaynak yarattınız. Yüzde 8 olan mal ve hizmet KDV’sini yüzde 10'a çıkardınız, günlük 15 milyon harcama yapan saraylılara kıyak geçtiniz.
 
Ücret asgari ama soygun büyük
 
Pandeminin etkilerinin hâlâ devam ettiği ve milyonlarca insanın etkilendiği deprem sonrası hijyen ürünlerine bile zam yaptınız, karşılığında koruma ordularını finanse ettiniz. Üreticiyi üretemez, tüketiciyi tüketemez hâle getirdiniz. Asgari ücrete getireceğiniz zam miktarının erimek için üç günlük ömrü var. Ücret asgari ama soygun büyük. Bir ülkenin vergi politikası iktidarın kimden yana politika ürettiğinin kanıtıdır. Sizin vergi politikanız yoksulun sırtından ‘doyan doyana’ anlayışıdır. Sizin vergi politikanız yoksula sefalet, gençlere kan ve barut kokusudur. Adaletsizlik sizin vergi politikalarınızın pusulasıdır çünkü siz, emekçinin alın terinden, yoksulun ekmeğinden, emeklinin huzurundan, ücretli çalışanın hayatından çalan bir vergi politikasına sahipsiniz. 85 milyon, iktidarınızı, yandaşlarınızı, trol ordunuzu, ihalecilerinizi, mafyanızı, çifter maaşlı bürokratlarımızı besliyor, 85 milyon size bakıyor ama siz, emekliye, asgari ücretliye maaş zammı söz konusu olduğunda bulutsuz havada bulut sayıyorsunuz, yokuşa yokuş ekliyorsunuz. Bakın, Aziz Augustinus der ki: ‘Adalet olmayınca devlet büyük bir çeteden başka nedir ki?’ Allah aşkına, bu adaletsiz vergi düzeni bir çete görüntüsü değil de nedir? Bu korkunç adaletsizliğe ‘vergi’ adı altında örgütlenmiş çeteci gasp anlayışına son vermek bizim boynumuzun borcudur. Savaşın, rantın, talanın, sömürünün bütçesi bir kadın bütçesi olamaz.
 
Bu bütçede kadın özne değil, aile içerisinde konumlandırıldı
 
Bütçede, kadınların yaşadığı şiddet, ayrımcılık ve ötekileştirmeyle mücadele için ayrılmış özgün bir kalem yok. Toplumsal cinsiyet eşitliğini hedefleyen, toplumsal cinsiyete duyarlı, kadın yoksulluğunu gören, bununla mücadele etmeyi, genç kadınlara istihdam yaratmayı, kadınların siyasete katılmasının engellerini kaldırmayı, yaşamın her alanında özgürce, korkusuzca ‘bugün başıma ne gelebilir?’ demeyeceği bir yaşamı hedefleyen bir bütçe yok karşımızda. Aksine, AKP’li yılların diğer tüm bütçeleri gibi, kadınların sorunlarını derinleştiren, yeni sorunlar yaratan bir bütçe var. Bu bütçede kadın özne değildir, aile içerisinde konumlandırılmıştır. Kadın yoksulluğu salt sosyal yardımlar bağlamında ele alınmıştır. Bakın, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanını dinledik, otuz dakika konuştu, 59 defa ‘aile’ dedi, cinsiyet eşitliği, kadın yoksulluğu, kadın işsizliği demedi. Özcesi, bu bütçe AKP’nin kadın düşmanı politikasının net göstergesidir. Kadın düşmanlığını siyasetin bir normu hâline getiren iktidar, toplumun yarısı olan kadınları bir kez daha sorunların kıskacında bırakmıştır. Kadınları gören, toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe nasıl olurdu anlatalım. Bütçe hakkı kapsamında kadınların katılımı esas alınırdı. Kadın yoksulluğu ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadele odak noktası olurdu. Sosyal güvence ve eşit işe eşit ücret politikası benimsenirdi. Kadın işsizliği önlenerek kadınların çalışma hakkı esas alınırdı. Ev içi emek görünür olurdu. Kadınları şiddetten koruyacak politikalar benimsenirdi, İstanbul Sözleşmesi başta olmak üzere tüm sözleşmelerin etkin biçimde uygulanması odak olurdu, yeterli sayıda sığınak hedeflenirdi ve ‘Kadın Bakanlığı’nın’ kurulması kabul edilirdi; bunların hiçbiri yapılmadı, kaynak ayrılmadı. Bu iktidar var olduğu sürece yapılmayacağını biliyoruz ama biz yapacağız
 
Kayyumlarınızı geldikleri yere göndereceğiz
 
Sizin Kürt düşmanı, kadın düşmanı politikalarınızın irade gaspçısı kayyumlarınız atanmadan en etkili kadın özgürlükçü politikaları yürüttük, kurumlar inşa ettik ve kaldığımız yerden devam edeceğiz; irade gaspçısı kayyumlarınızı geldikleri yere göndereceğiz. Kadın odaklı demokratik yerel yönetimlerimiz, kadın özgürlükçü perspektifimiz tüm dünyada örnek olmaya devam edecek. Engellilere önerdiğiniz en dahi çözümünüz eve kapatılma. Eleştirdiğiniz erişilebilirlik yasasıyla, yerleşim mekânlarının erişime imkânsızlığıyla, doldurmadığınız istihdam kotalarıyla, okul idarecilerinin ve öğretmenlerin okullardan engellileri kovan pratikleriyle, yoksulluk sınırının yarısına dahi yetmeyen ödemelerle engellilere vadettiğiniz tek gelecek dört duvar arasına sıkıştırılmış esarettir, geleceksizliktir. Engellilik konusunu da yaşamın her alanındaki bakış açınızda olduğu gibi kârlı bir işletme anlayışına çevirdiniz. 5 bin 200 TL'lik, evde bakım ücretiyle, engellilerin özgürlüğünü gasp eden, bağımlılaştıran sosyal politikalarınızla hem engellileri hem de anneleri sosyal güvencesiz olarak eve kapattınız. Bir diğer dahiyane uygulamanız da yüzde 90 engellilik durumunun iki yıl sonunda yüzde 60’a inivermesi. Engellilik oranlarını düşürerek kazanılmış hakları gasp ediyorsunuz.
 
Genç işsizler
 
Uygulamalarınız tıp dünyasında çığır açıyor gerçekten. Bütçe görüşmeleri boyunca gençlerin beslenme, barınma sorunlarından demokratik, bilimsel eğitim taleplerinden, ana dilinde eğitimden, geleceksizleştirilmelerinden, sosyal medya yasaklarından ve uyuşturucu sorunundan söz ettik ancak şimdi size genç işçileri ya da işsiz gençleri biraz anlatmak istiyorum. Onlar kentlerin yoksul mahallelerinde oturan ve buldukları geçici işlerde sürekli işsizlik kaygısıyla çoğu zaman sendikasız, sigortasız ve düşük ücretlerle çalışan genç arkadaşlarımız. Sizler yemek yerken size servis yapan garsonlar, sabahtan akşama kadar marketlerde, AVM’lerde ayakta duran kasiyerler, temizlik görevlileri, kapımıza kadar gelen kuryeler, kargo çalışanları, tekstil atölyelerinde ter döken genç kadınlar, pazarlarda, hallerde, sokaklarda kendinden büyük yüklerin altına giren taşımacılar, sanayide, merdiven altı imalat atölyelerinde yağ içinde, daha şimdiden nasırlaşmış elleriyle gece gündüz ter döken bazıları çocuk, genç işçiler, sabah akşam müşteri hizmetlerinde, ‘call center’larda insanlık dışı çalışma koşullarında çalışanlar ve adlarını, mesleklerini burada sayamadığımız binlerce, kimi zaman beyaz, kimi zaman mavi yakalı, çoğu zaman işsiz gençler; bu saydığımız birbirinden farklı iş kollarında çalışan genç arkadaşlarımızın en önemli özelliği ucuz iş gücü olmaları. İşsizlik ile beş parasızlıkla on paraya çalışma arasında seçim yapmak zorunda kaldıklarında on paraya çalışmaya mecbur bırakılmaları.
 
Bu ülkeyi cehenneme çevirdiniz 
 
Gelecek kaygısı, iş bulamama, alacağı maaşın asla yetmeyeceğini bilme, öğrenciler için mezun olduğu bölümde iş bulamama, iş cinayetleriyle karşı karşıya kalma, kayıt dışı, güvencesiz ve esnek çalışma, aileye bağımlı olma gibi sorunlarla boğuşan bu gençlerin en büyük hayali ne biliyorsunuz? Bir an önce, en kolay yoldan geriye bakmadan bu ülkeden kaçıp gitmek. Bu tercihte de hiçbir siyasi görüş birbirinden ayrılmıyor yani siz bu ülkeyi gençler için nasıl bir cehenneme çevirdiyseniz hiçbiri burada kalmak istemiyor. Bütün bu ağır yoksulluk koşullarında, işsizlik tehdidi altında bu kış soğuğunda evlerinden çıkarak alın teri döken genç arkadaşlarıma seslenmek istiyorum: Bizim umut etmek ve beraber mücadele etmekten başka çaremiz yok.
 
Gençlere çağrı 
 
Gençlere diyorum ki; Siz gitmeyin, gelin, hep birlikte ülkeyi kötü yöneten bu zihniyeti iktidardan gönderelim; kendi hayatımıza ve geleceğimize sahip çıkmanın tek yolu, kol kola ve omuz omuza vererek iktidarın karşısına dikilmektedir. Bu toplumun tüm ezilenleri, yoksulları, emekçileri, kadınları, gençleri bir araya geldiğinde onların karşısında hiçbir iktidar duramaz; zamanı gelmiş bir fikrin önünde hiçbir güç duramaz, zamanı gelmiş fikirleri yüksek sesle haykırmanın zamanıdır. Bu ülkeye; bizlere, gençlere, kadınlara, halklara bir gelecek sunmayan, barış, huzur, refah ve eşitlik getirmeyen bu zulüm bütçesi karşısında bizim ise direnme gücümüz var. Soygunun karşısında yoksulların, emekçilerin isyan gücü var, itiraz gücü var, bizden alınanları bir bir geri alma gücümüz var. Yoksulların gücü, eşitsizlerin isyanı; hırsızların, soyguncuların, haramilerin saltanatını bir gün sona erdirecektir.”