Çiğdem Kılıçgün Uçar: Yeni Anayasa’da Kürt sorununun çözümü esas alınmalı

  • 12:46 10 Ekim 2023
  • Siyaset
ANKARA - Yeşil Sol Parti Eşsözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, Meclis Grup Toplantısı'nda, siyasi gelişmelere ilişkin yaptığı konuşmada, “Kürt sorunu anayasal bir sorundur. Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünü içermeyen bir anayasaya gerçekten yeni bir anayasa olamaz” dedi.
 
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Eşsözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, gündemdeki siyasi gelişmelere ilişkin haftalık Meclis Grup Toplantısı’nda konuştu. Çiğdem konuşmasında, Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılara ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik 9 Ekim 1998’de gerçekleşen uluslararası komploya değindi. 
 
‘İşgale karşı direniş ve mücadele yöntemi önemlidir’
 
Filistin ve İsrail arasında süren savaşa ilişkin değerlendirmede bulunan Çiğdem, meşru direnişin meşru yöntemlerle olması gerektiğini belirtti. Çiğdem, “7 Ekim tarihinden itibaren bütün dünya günlerdir İsrail devletinin işgal ve şiddetinin sebep olduğu bir savaşa tanıklık ediyor. Eşit, özgür ve demokratik bir yaşamın mümkün olduğuna inanan ve bunun mücadelesini veren bizler, Filistin halkının yıllardır sürdürmüş olduğu eşit ve özgür yaşam mücadelesini ve direnişini sonuna kadar destekliyoruz. Bir halkın işgale karşı direnişi ne kadar meşru ve gerekli ise bununla ilgili yürütülecek mücadelenin yönteminin de önemli olduğunu ısrarla vurgulamak isteriz. Çünkü her mücadele özgürlük getirmiyor. Tarih bunun örnekleri ile doludur” sözlerini kullandı.
 
‘Sivillere yönelen canice katliamlar biran önce durdurulmalıdır’
 
Yürütülen savaşta kadınlara ve sivil halka yönelik muamelelere dikkat çeken Çiğdem, “Filistin halkının direnişi meşrudur. Bugün ortaya çıkan savaş İsrail'in savaş ve işgal politikalarından bağımsız değildir. Bu savaşta tekrar karşımıza çıkan özellikle kadınlara dönük uygulanan şiddeti kabul edilebilir bulmadığımızı ve direniş savunusu açısından da meşru görmediğimizi ifade etmek isteriz. Bugün yaşananlar elbette sadece bugüne ait değildir, bugün söyleyeceğimiz her sözün, bugün alacağımız her tutumun gelecek açısından onurlu, adil ve demokratik bir yaşama elbette ki hizmet etmesi gerekiyor. Gerçek olan şudur; Savaş hukukunu aşan ve direk sivilleri hedef alan bir savaş yürütülüyor. Sivillerin canice katledildiği bir durum var, yapılacak en acil şey bunun durdurulmasıdır, çünkü ortada siviller ve onlar üzerinden yürütülen bir savaş var. Ortadoğu’da ulus devletçi siyasetin halkları düşmanlaştıran politikaları bir an önce son bulmalıdır. İsrail savaşı derinleştiren adımlarından vazgeçmeli, tüm yaşam alanlarını hedef haline getiren bombardımanı durdurmalı ve hepsinin temel gerekçesi olan işgal politikalarından vazgeçmelidir. İsrail ve Filistin ilişkisinde derinleşen bu savaş karşısında başta Ortadoğu halkları olmak üzere tüm halkları adil ve demokratik çözümün tarafı olmaya davet ediyoruz” dedi.
 
‘9 Ekim komplosu Kürt ve Ortadoğu halkının geleceğine yönelik bir saldırıdır’
 
Çiğdem 9 Ekim komplosunun yıldönümüne ilişkin ise, “Dün halkların umuduna, ortak yaşam iradesine karşı geliştirilen uluslararası komplonun yıldönümüydü. 9 Ekim komplosunun 25’inci yıldönümündeyiz. 9 Ekim 1998 yılından başlatılan uluslararası komplo halkların hakkı olan eşit, özgür ve bir arada yaşamın yolunu tıkamak için Sayın Öcalan şahsında gerçekleştirilen ve başta Kürt halkı olmak üzere ve Ortadoğu halklarının geleceğine dönük yapılan bir müdahaledir, bir komplodur. Bu komplo bitti mi, elbette hayır. Komplo büyük oranda boşa çıkarılmış olmasına rağmen bir yandan da devam ediyor. Bu bağlamda komplonun nasıl devam ettiği ve hangi krizlerle kendini sürdürdüğü ve karakterinin anlaşılması demokratik siyasetin en acil görevlerinden biridir” ifadelerini kullandı. 
 
Çiğdem’in konuşmasının devamı şu şekilde:
 
“Bugün ülkede Kürt halkının üzerindeki ağır baskı ve Türkiye’nin başta Rojava olmak üzere Kürt kazanımlarının olduğu her yerde saldırısı, Rojava’da, Mexmur’da, Federe Kürdistan’da sivil halkın üzerine yağdırdığı bombalar komplonun bütün ağırlığıyla devam ettiğinin göstergesidir.
 
En büyük kanıt onurlu bir barışa sırt çevrilmesidir. Diğer bir kanıt Ortadoğu halklarının geleceği için onurlu bir yaşam fikriyatı sunan Sayın Öcalan üzerindeki mutlak tecridin derinleştirilmesidir. Sayın Öcalan tecrit edilerek bölgenin en uzun soluklu ve can alıcı sorunlarından biri olan Kürt sorunun demokratik yollarla çözümü engellenmektedir. Sadece Kürtleri, Türkiye halklarını değil, esasen tüm Ortadoğu halklarını dizayn etme hevesiyle bölgesel ölçekteki istikrarı, güvenlik ve insan hakları yok edilmek istenmektedir. Unutmamak gerekir ki tecrit komplonun sürdürülmesinin bugünkü adıdır. Ancak 25 yıldır ağır tecrit altında tutulan Öcalan’ın tutumuyla kendi şahsında Kürt halkına karşı gerçekleştirilen 9 Ekim komplosu boşa çıkarılmıştır.
 
Halklar onurlu bir yaşamın mücadelesini veriyor 
 
Halklara köleliği, sömürüyü, onursuz bir yaşamı dayatan anlayışa karşı demokrasi ve özgürlük temelinde onurlu bir yaşamın mücadelesini vermiştir. Bu komplo aynı zamanda tüm halklar nezdinde de teşhir olmuş, ipliği pazara çıkmış, uluslararası kirli, vicdansız bir tezgah olarak tarihteki yerini almıştır. Bu sebepledir ki Kürt sorununu çözümsüz bırakmak için gerçekleştirilen komplo ve onun devamı olan tecride karşı iki gündür başta İstanbul ve Amed olmak üzere halkımızın, mücadele arkadaşlarımızın bu komplo karşısında ve Türkiye’de bir rejim haline getirilmek istenen tecrit karşısında almış olduğu tutum başka bir tecrit ile karşı karşıya kaldı.
 
Demokratik yöntemden vazgeçmedik vazgeçmeyeceğiz
 
Yasalarla güvence altına alınan, en demokratik hakkımız olan düşünce ve fikirlerimizi beyan etme hakkımız, açıklama yapma hakkımız kolluk tarafından şiddetle tecrit edilmiş, arkadaşlarımız ters kelepçe ile gözaltına alınmıştır. Şunu belirtmek isteriz, biz Kürt sorununun çözümünde adil ve demokratik yöntemlerle çözümün geliştirilmesi mücadelesinden vazgeçmedik ve vazgeçmeyeceğiz. Ve bunun ön adımı olarak gördüğümüz tecridin kaldırılması için yürüttüğümüz mücadeleden de vazgeçmeyeceğiz. 
 
9 Ekim 1998’de uluslararası bir komplo ile Sayın Öcalan Suriye’den çıktı ve 10 Ekim 2015’de Ankara Garı önünde Emek, Barış ve Demokrasi Mitingi için toplananlara yönelik IŞİD'li iki intihar bombacısının saldırısı sonucu bu ülkede barışı savunan 104 kişi hayatını kaybetti ve 500 üzerinde insan da yaralandı. Aralarında 17 yıl olan bu iki olayı birbirinden bağımsız ele almak mümkün değil. Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrarın yarattığı kaos ortamı başta Türkiye tarihinde sivillere yönelik gerçekleştirilen en büyük katliam olan Gar katliamı olmak üzere birçok katliam silsilesini de beraberinde getirmiş ve bizler de buna en acı şekilde tanıklık ettik. Göz göre göre gelen bir katliamdan bahsediyoruz. Saldırıya ilişkin onlarca istihbarat olmasına rağmen, emniyetin elinde bütün bilgiler olmasına rağmen karşı hiçbir önlem alınmayan bir katliam ile karşı karşıyayız. 10 Ekim iddianamesine yansıyan skandallar göz göre göre bile bile katliama yol verildiğini gösteriyor. Bunun kayıtları belgeleri ortada. Benzer mitinglerde alınan sıkı önlemlere rağmen 10 Ekim mitinginde bütün arama noktaları kaldırıldı ve IŞİD'li iki canlı bomba ellerini kollarını sallayarak miting alanına girmiş oldular.
 
IŞİD ve ÖSO gibi gruplar Türkiye’de hala korunuyor
 
Aradan geçen zaman katliamda ihmali olanlar, delilleri izleyenler tek bir kamu görevlisi dahil yargılanmadı, görevden alınmadı, sorumluluğu olan tek bir bakan istifa etmedi. Aksine, duruşmada IŞİD canlı bomba emrini verenin tahliye edildiği ortaya çıktı. Ülke tarihinin en kanlı katliamı olarak anılan 10 Ekim Katliamı davasında 8 yıldır süren adalet mücadelesi bugün saray yargısının gerçek failleri koruyan, saklayan ve bir an önce dosyayı kapatmaya çalışan tavrı yüzünden bir ilerleme kaydedememiştir. Ankara Gar Katliamı dosyası IŞİD’in Türkiye’de ne kadar kolay örgütlenebildiğini, bu tarz katliamları nasıl kolay bir şekilde gerçekleştirebildiğini çok açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bugün hala IŞİD, ÖSO gibi gruplar Türkiye’de nasıl korunup kollandıklarına hata kaçakçılıktan silah ticaretine kadar her türlü suçu Türkiye yapılanmalarında çok rahat bir şekilde gerçekleştirdiklerine ve buna rağmen nasıl serbest bırakıldıklarına ilişkin haberler önümüze düşmeye devam ediyor. IŞİD ve türevleri eliyle yapılan bu katliamlar ile devreye konulan savaş ve imha konseptine ancak barış ve demokrasi mücadelesini daha da yükselterek, daha da ortaklaştırarak cevap verebiliriz. Üzerinden tam 8 yıl geçen ve savaşa karşı barışı savunmanın bedelini Gar Katliamı’nda ödeyen tüm canlarımızı saygıyla anıyor, bu katliamın sorumlularının açığa çıkarılması ve cezalandırılması için yürütülen mücadelenin her zaman yürütücüsü ve bir parçası olacağımızın da sözünü yinelemek istiyoruz.
 
Rojava’ya saldırı
 
4 Ekim'de Türkiye’nin Dışişleri Bakanı diğer deyimiyle savaş bakanlığını yapan Hakan Fidan’ın ’Bütün alt yapı, üst yapı tesisleri, enerji tesisleri, bundan sonraki güvenlik güçlerinin topyekün meşru hedefidir’ açıklamasıyla günlerdir Rojava saldırısı var. Yüzlerce saldırı var. Kobanê, Mexmur, Hesekê, Amûdê, Til Temîr, Qamişlo, Dirbêsiyê gibi yerler başta olmak üzere ilçeler ve köyler bombalanıyor. Nereye saldırılıyor? Petrol ve gaz istasyonlarına, elektrik santralleri, su istasyonu ve hastaneler. Onlarca yer kullanılamaz halde, hizmet veremez hale getirilmiş durumda. Savaştan ötürü göç edenlerin toplandığı tamamen bir sivil yaşamın olduğu Mexmur’da cami bombalandı ve görüntülere yansıdı. Aynı şekilde aynı esnada oyun oynayan iki çocuk, tarlada çalışan kadınlar ve Rojava Dêrik’te kendi yaşam alanlarının sivil düzenini sağlamaya çalışan 29 asayiş görevlisi hava saldırılarıyla katledildi.
 
Bu bir halkı 7’den 70’e sistematik olarak ölüme zorlamaktır
 
Tüm bunların anlamı nedir?  Burada yaşayan halkların yaşamına kastetmektir. Açık söyleyelim bu savaş milyonlarca insanın doğrudan yaşamına kastediliyor. Suyu, elektriği, doğalgazı kesmek ne demektir? Bu bir halkı 7’den 70’e sistematik olarak ölüme zorlamaktır. Bunu adı açlığa, sefalete, yaşama doğrudan el ve dil uzatmaktır. Tanımı zor bir katliam girişimidir. Bir halkı dizleri üzerinde görme arzusuyla yanıp tutuşanlar böylesi pratikleriyle övünürken yanı başımızda başlayan İsrail Filistin savaşı hakkında da bolca akıl ve ahlak dağıtmaya devam ediyorlar. Bir halkın elektrik, su ve yemeğine bomba atanlar ve bundan medet umanlar ‘prensip olarak her türlü sivil ölüme karşıyız’ diyorlar. Siz ikiyüzlüsünüz! Ve tüm savaşlar, tüm gözyaşları bu ikiyüzlü tutumunuzdan, üzerinize düşeni yapmamaktan ve daha da körüklemekten kaynaklanıyor.
 
Kürt düşmanlığı sizin tek politikanız
 
AKP-MHP iktidarı ‘Barış ve huzur olmalı’ diyor. İyi de bu barış ve huzur niye bize tekabül etmiyor, niye bize vurmuyor? Bunu isteyenler neden en ağır şekilde şiddete ve cezalandırmaya maruz kalıyor? Sadece barış dediği için, sadece adalet dediği için insanlar neden bu kadar baskı altında? Hukuk neden bu kadar devre dışı kalıyor?  Yine son bir haftada 500’e yakın gözaltı var. Torba kanun misali her kurumu kriminalize edip gözdağı vermek için propaganda yapmaya devam ediyorlar. Özellikle il ve ilçe binalarımızı basarak zoraki bağlantılar kurmaya çalışıyorlar. Demek ki neymiş siz saf Kürt düşmanısınız. Kürt düşmanlığı sizin tek politikanız. En son İzmir'de gözaltına alınıp tutuklanan İzmir İl eşbaşkanlarımız Berna Çelik ve Çınar Altan ile Buca İlçe Başkanımız Nihat Türk’ün emniyetten çıkarken gösterdikleri direniş ve baş eğmeyişleri bundan sonraki mücadelemizin ana hattı olmaya devam edecek.
 
Rojava’ya yönelik saldırılara karşı ses çıkarmaya davet ediyoruz
 
Rojava'ya saldırmak için bahaneler yaratmak en çok bugün Dışişleri Bakanı olarak tanıdığımız Hakan Fidan'ın en iyi bildiği şeylerden birisi, daha önce de ‘füzeler atarız, savaşı oradan başlatırız’ diyen birisi. Bugün de aynı şeyleri yapıyor demek ki hevesi bitmemiş. Fakat Kobanê’de kimlerin hevesi kursağında kalmışsa yine kalacak, bunun iyi bilinmesini isteriz. Savaş hukuku aleni bir şekilde çiğneniyor. Uluslararası hukuk mercileri sessiz, BM sadece ‘endişeliyim’ diyor. Fakat insanların yaşamına dokunan bir endişe olmuyor. Başta uluslararası kurumlar olmak üzere, STK’leri, tüm demokratik kamuoyunu bu savaş suçuna, sivillere dönük komplovari cinayet girişimlerine karşı koymaya ve ses çıkarmaya çağırıyoruz.
 
84 milyon açlık ve yoksullukla mücadele etmek zorunda 
 
Ekonominin yine en önemli gündemlerinden biri de enflasyon ve zamlar. Seçim sonrası her gün yeni bir zamla uyanmaya devam ediyoruz Niye? Saray yandaşlarının saltanatı sürsün diye. Bir avuç yandaş zenginleşirken milyonlar açlık ve sefalete içinde yaşamaya mahkum edilmiş durumda. İnsanlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamaz durumda. Yapılan araştırmalara göre 56 milyon açlıkla, 28 milyon ise yoksullukla mücadele etmek zorunda bırakılmıştır. Yani 86 milyonun içinde sadece 2 milyon insan rahat yaşayabilmektedir. 84 milyon kişi ise açlık ve yoksulluk içinde yaşam mücadelesi vermeye devam etmektedir. Aile bakanlığının verilerine göre; elektrik faturasını ödemediği için yardım alan hane sayısı 5 milyona ulaşmıştır. Bu rakam yoksulluğu geldiği noktaya göstermesi açısından çarpıcıdır.
 
Erdoğan emeklileri açlık sınırın altında bir ücrete mahkum ediyor
 
İnsanlar şimdiden kışın doğalgaz ve elektrik faturalarını nasıl ödeyeceklerini kara kara düşünmeye başladı. Özellikle iktidarın  7 bin 500 lira maaş reva gördüğü emekliler. Bugün sabah itibariyle Cumhurbaşkanının yaptığı bir açıklama var. ‘Müjde’ gibi sundu ama emeklilerin hiçbir derdine deva olmayacak. Tek bir seferlik 5000 lira vereceğini ifade etti. O da sadece çalışmayan emeklilere verilecek. Bu konuda sözlerimizi tükettiğimiz için yeni bir söz söylemeye ihtiyaç duymuyoruz. 7 bin 500 lira ile geçinmenin mümkün olmadığını iktidar çok iyi biliyor. Emeklilere yapılan sefalet zammını kabul etmiyoruz. Erdoğan sürekli emeklilere ‘enflasyona ezdirmeyeceğiz’ diyor ama emeklileri açlık sınırının altında bir ücrete mahkum ediyor. Yıllarca emek veren emeklilere bu şekilde muamele edemezsiniz. Onları ve emeklerini değersizleştiremezsiniz. Erdoğan diyor ki, ‘emeklilerin mağduriyetlerini yılbaşına doğru çözeceğiz.’ El insaf böyle bir çözüm mü olur? Emeklilerin bırakın yılbaşını aybaşına kadar sabredecek takatları ve sabırları kalmadı. 
 
Asgari ücret yoksulluk sınırı baz alınarak belirlenmeli
 
Asgari ücret en azından yoksulluk sınırı baz alınarak belirlenmesi gerekiyor. Bu konuda hem kanun teklifi hem de araştırma önergesi verdik. Her zaman olduğu gibi AKP-MHP oyları ile reddedildi. En düşük emekli maaşı da asgari ücret seviyesinde de olmalıdır. Bu da bugünkü rakamlarla 22 bin liraya denk gelmektedir. Taban aylıklar değişmeden, aylık hesaplama sistemi değişmeden yüzdelik zamlarla emeklilerin refahını artırmak mümkündür. Bu vesile ile yurdun dört bir yanında yaşayan emeklilere dayatılan sefalet ücretini kabul etmiyor. Mücadeleleri mücadelemizdir. Emekliler başta olmak üzere iktidar tarafından sefalete mahkum edilmiş bütün yurttaşlarımızı selamlıyorum. Haklarını almaları için elimizden gelen her türlü çabayı göstereceğimizi de buradan ifade ediyoruz.
 
Yeni bir Anayasa ihtiyacı var
 
Uzunca bir süredir Erdoğan'ın gündemlerinden biri yeni anayasa. Erdoğan ülkede demokrasi ve özgürlükler gelişsin diye yeni bir Anayasa’yı gündeme getirmediğini hepimiz biliyoruz. Belli ki yeniden seçilmek için yeni Anayasa bahanesiyle yeni bir zemin kurmaya çalışıyor. Elbette bu ülkenin gerçekten demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyacı var. Kimse bunu görmezden gelemez ama hiç kimsenin bu talebi kendi çıkarları için harcamaya ve seçim malzemesi haline getirmesine hakkı yok. Biz de yeni bir Anayasa istiyoruz. Bu ülkenin Kürtleri, Alevileri, kadınları, gençleri, yeni Anayasa talep ediyor.
 
Yeni Anayasa’da Kürt sorununun çözümü esas alınmalı
 
Bizler ülkenin ezilenleri olarak gerçekten yeni gerçekten demokratik gerçekten sivil bir anayasa istiyoruz. Eskinin tekrarı asla yeni olmaz, eski kafa ile yeni Anayasa yapılamaz. Gerçekten yeni bir Anayasa yapılacaksa ülkenin en büyük sorunun çözümü bu Anayasa’da yer almalıdır. Kürt sorunu Anayasal bir sorundur. Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümünü içermeyen bir Anayasa gerçekten yeni bir Anayasa olamaz. Demokratik hakların kullanılmasına tahammül etmeyen muhalifleri cezaevlerine dolduran ve onları kabul edilemez cezalarla mahkum etmeye çalışan 82 darbe anayasasını bile geride bırakan uygulamaların sahibi olan AKP’nin demokratik bir anayasanın neresinde durduğunu hepimiz iyi biliyoruz. Şeffaf tartışmaların olmadığı algılarla yapılan bir Anayasa olamaz. Kime ve ne için yapıldığı saklanan bir Anayasa olamaz. AKP’nin bugün için kendisi için bir Anayasa’ya ihtiyaç duyduğu elbette kesin. Ancak bizler yeni anayasanın tek muhatabı olarak kendisini sunan yasasızlığı dayatan AKP ve MHP iktidarına karşı demokratik sivil bir Anayasa’nın mücadelesini yürütmek tüm toplumsal kesimleri demokratik kamuoyunu bu yapım sürecinin güçlü muhatabı haline getirmek durumundayız. Tüm toplumsal kesimleri bu süreci iktidarın tekeline bırakmayacak şekilde sorumluluk almaya ve birlikte yapım sürecini omuzlamaya davet ediyoruz.
 
AKP ve MHP zulmüne karşı direnen herkesin kongresidir
 
15 Ekim’de Ankara Kapalı Spor Salonu’nda kongremiz var. Dolayısıyla Yeşil Sol Parti olarak bugün yaptığımız son grup toplantımız. Bu vesileyle Yeşil Sol Parti ile emek veren seçimde, seçimden sonra emek veren emek vermeye devam edecek arkadaşlarımıza teşekkür ediyorum. Çok ciddi ve kritik bir seçim sürecini atlattık. AKP ve MHP iktidarının göstermeye çalıştığı başarı Kürt halkına ve demokrasi güçlerine yönelik ağır bir baskı olarak devam edecek gibi gözüküyor. Dolayısıyla bugüne kadar yürüttüğümüz mücadelenin daha da büyümesi elzem olarak önümüzde duruyor. Yeni dönemde yeni arkadaşlarımızla yeni yönetimle ve arkadaşlarımızla sözümüzü burada ve sokakta güçlü kurmaya devam edeceğiz. Bu kongre sadece Yeşil Sol Parti’nin kongresi değil AKP ve MHP zulmüne karşı direnen bütün mücadele alanlarının kongresidir. Bu kongreyi sahiplenmeye ve kongreye etrafında kenetlenmeye demokratik bir Türkiye’nin mümkün olduğunu göstermek açısından bütün mücadele arkadaşlarımız ve halkımızı davet ediyorum.
 
Bütün Türkiye için özgürlük kongresi olacak
 
Kongreye giderken hem merkezde hem de yerellerde tam da HDP'nin ve Yeşil Sol Parti’nin bütün bileşenlerini içerecek kongre hazırlık komisyonları, mutabakat komisyonları oluşturuldu, cinsiyet kotası gözetilerek komisyonlar kuruldu. Aynı zamanda kadın mutabakat komisyonu ile birlikte partimizin paradigması ve partimizin ihtiyaçları doğrultusunda kongre çalışmaları devam ediyor. Bu kongre bütün Türkiye halklarının ihtiyaç duyduğu gibi özgürlük kongresi olacaktır. Bu kongre Türkiye’de demokratik bütün değerleri ayaklar altına alan ve bir rejim haline getirilen tecride karşı bir kongre olacaktır. Bu kongre hepimizin kongresi ve bu kongre yürüttüğümüz mücadelenin en güçlü sesinin çıkacağı kongredir. Yeniden bütün arkadaşlara teşekkür ediyorum, kongreyi herkesin kendi kongresi gibi sahiplenmeye davet ediyorum. Hepimizin yolu açık olsun.”