‘Uluslararası güçler Kürtlerin bir statü sahibi olmasını istemedi’

  • 09:08 18 Mart 2021
  • Siyaset
 
Dilan Babat
 
ANKARA - Türkiye’ye bağlı grupların Efrîn’e yönelik saldırılarının 3’üncü yıldönümünde yaşananları değerlendiren HDP’li Tülay Hatimoğulları, Türkiye’nin sınır boyunca bölgedeki Kürtler ve Suriye’deki Kürtler arasında bir Arap kuşağı oluşturmayı hedeflediğini söyledi. Tülay, “Suriye’de Kürtleri kendi içlerinde 'dövdürtmek’ istediler” dedi. 
 
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve desteklediği grupların, 20 Ocak 2018 tarihinde başlattığı ve 18 Mart 2018'de sonlandırdığı Efrîn’e yönelik saldırılarda, yüzlerce kişi katledilirken, evler yakıldı, yıkıldı. Kentte bulunan tarihi yapıların da yok edildiği saldırılar karşısında günlerce direnen halk, Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi tarafından Şehba’da kurulan kamplara yerleştirildi. Ağır silah, tank ve savaş uçaklarıyla yıkımın gerçekleştirildiği kentte yaşananlara ilişkin Efrîn İnsan Hakları Örgütü de bir rapor yayınladı. Rapora göre, saldırılar sonucunda 498 kişi katledildi, bunların 82’si ise işkence ile katledildi. Yine saldırılar sonucunda 303’ü çocuk, 213’ü kadın olmak üzere 696’dan fazla kişinin yaralandığı raporda yer aldı. 
 
Kürtçe saldırıların hedefinde 
 
Saldırılarla beraber Efrîn’in demografik yapısı yok edilirken, kentte bulunan 64 okul da yıkılan yerler arasında yerini aldı. Neredeyse Kürtlere dair bütün izlerin saldırılarla silinmek istendiği kentin gelir kaynağı da yağmalandı. Efrîn’de ayrıca halka, Türkçe ve Arapça eğitim dayatılmaya başlanırken, birçok caddenin adı ise Türkçe olarak değiştirildi. 
 
270 kadın kaçırıldı, 60 kız çocuğu tecavüze maruz kaldı 
 
Efrîn’de yaşananlardan biri de kadınların hedef alınması oldu. İnsan hakları raporuna göre, 2019 yılında insan kaçırma ve fidye isteme olaylarının sayısı 6 bini aştı. 500 kişinin ailesinden fidye parası istendi ve 300 kişinin ise akıbeti bilinmiyor. 700 kişi işkenceye uğrarken, 54 kişi işkence sonucu katledildi. Kadınlar ve çocuklar kaçırılarak ailelerinden fidye istendi. 41 kişi bombardıman sonucu yaşamını yitirdi, 670 sivil de yaralandı. Mayın ve patlamalar sonucu ise bin 730 sivil yaralandı. Yine Kadın Hakları Koruma ve Araştırma Merkezi’nin yayınladığı raporda, kadına yönelik kaçırma, tecavüz ve katletme sayılarında ciddi artışlar yaşandı. İşgal sonucunda, 2018 yılından 2019 yılına kadar 40 kadın katledildi, 128 kadın yaralandı, küçük yaşlardaki 60 kız çocuğu tecavüze uğradı. Bu kadınlardan 5’i intihar ederken, 270’i de kaçırıldı. Selefi grupların yine Girê Sipî ve Serêkaniyê’ye saldırmasından sonra yaklaşık bir milyon insan göçe zorlandı. Göç edenlerin yüzde 60’ından fazlasının kadın olduğu kaydedilen raporda, halkın bağlarına el konulduğu ve asimilasyon politikalarının hayata geçirildiği de belirtildi. 
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana Milletvekili Tülay Hatimoğulları, 2018 tarihinden bu yana Efrîn’e yönelik saldırıların yıldönümü dolayısıyla değerlendirmelerde bulundu. 
 
‘Arap kuşağı oluşturmayı hedeflediler’
 
Türkiye’nin Suriye politikasının iki temel başlık üzerinden yürütüldüğünü söyleyen Tülay, bu temel başlıklardan birinin yayılmacı siyaset olduğunu, diğerinin de Kürt düşmanlığı olduğunu kaydetti. Suriye devletinin savaştan dolayı sınırlarını yeterince tutamama ve siyasi yaptırım zayıflıklarının Efrîn’e yönelik saldırının zeminin hazırladığını ifade eden Tülay, “Suriye topraklarında Rojava dediğimiz bölgede ciddi bir işgal harekâtı gerçekleşti. ABD ve Rusya üzerinden pazarlık etmeye başladı. Bu pazarlık sonucu Rusya’nın önünü açmasıyla büyük bir işgal harekâtı başladı. Kürtlere yönelik bir etnik temizlik hedefledi. Türkiye’nin Suriye savaşı başlattığı andan bugüne kadarki net bir biçimdeki hedefi özellikle Türkiye, Suriye ve Kürdistan arasında bir tampon bölge oluşturmak, göçmen politikası ile göçmenleri Avrupa Birliği’ne (AB) şantaj olarak uygulamak, diğer yandan ise Türkiye’de bulunan Suriyeli Arapları bu bölgeye yerleştirmeyi ve bir tampon bölge haline getirmeyi amaçlıyordu.  Böylece fiili olarak sınır boyunca Türkiye’deki Kürtlerle Suriye’deki Kürtler arasında bir Arap kuşağı oluşturmayı hedefliyordu ve halen öyle bir hedefi var. Bunların tümüyle mevcut iktidar eliyle bundan sonraki süreçte orada fiili olarak kalma ve ilhakı (egemenliğinin altına) almayı hedefliyor” dedi. 
 
‘Uluslararası güçler Kürtlerin bir statü sahibi olmasını istemedi’
 
Efrîne yönelik saldırılarda uluslararası güçlerin de payının olduğunu dile getiren Tülay, bunlardan birinin de Rusya’nın Türkiye’nin önünü açarak, NATO hattından koparmak olduğunu söyledi. Tülay şöyle devam etti: “Birçok pazarlık sonucu S-400 füzelerini Türkiye’ye sattı. ABD’nin mevut iktidara uyguladığı CAATSA yaptırımları da var. Joe Biden halen Türkiye ile görüşmedi ve halen Türkiye Joe Biden tarafından bir telefon bekliyor. Türkiye en nihayetinde jeostratejik konumu itibariyle önemli bir bölge. Şimdi bu jeostratejik konumu ile ilgili de tabi ki, Türkiye’nin yanlarında olacaklar. Bunun için uluslararası güçler Türkiye’ye; ‘Kürt halkına karşı en büyük meselelerinden buysa senin önünü açarım’ dedi. Ama bu önünü açma adım adım oldu çok kontrolü adımlar yürütüldü. İkinci bir konu ise özellikle Rojava’nın Suriye’de bir statü kazanmasını da istemiyorlar. Bunu Suriye hükümeti de istemiyor. Dolayısıyla orada Kürtleri kendi içinde ‘dövdürtmek’ istediler. TSK oradaki ‘Kürt halkına bir saldırsın bir savaş hali oluşsun ve orada Kürtlerin Rojava’da ellerini zayıflatalım’ diye düşündüler.” 
 
Kadınlar hedef alındı
 
Tarihi boyunca yürütülen savaşlarda kadınların “ganimet” olarak görüldüğünü ve bunun Efrîn’de de ortaya çıktığını vurgulayan Tülay, konuşmasına şöyle devam etti: “Bu son 10 yıllık savaş sürecinde ve şiddetinde aynı zamanda Şengalli kadınların yanı sıra Suriye’de Kürt ve Arap kesimi olan kadınlar kaçırıldı. Bu kaçırılan kadınlar Türkiye üzerinden Yemen’e Sudi Arabistan’a, Bahreyn’e, özellikle Libya’ya satılmışlar. BM’nin yaptırımlar komitesinin ‘temiz el yok cephenin gerisinde’ başlığı ile özellikle Efrîn, Resulayn ve Tel Ebyat’a orada bulunan savaşçıların kaçırdığı kadınlar üzerinden bir rapor hazırladılar. Bu raporda, insan kaçırma, işkence, taciz, tecavüz ve para ile satma, hepsi bunların içerisinde yer aldı. Yine Almanya’da Êzidîler, bu konu ile ilgili konsey başkanın yaptığı bir açıklamada, farklı Arap ülkelerine Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya satılan kadınların olduğu belirtildi. Şimdi binlerce kadın kaçırıldı ve satıldı. Türkiye’nin yürütmüş olduğu siyaset kadınların kaçırılmasına zemin oluşturmuştur. Bugün eğer Türkiye aklı başında kendi halkı ile barışık olsaydı ve Kürt sorunu barışçıl yöntemlerle çözmeyi kafasına koymuş olsaydı, Türkiye 910 bin km sınırda Suriye’de savaş başlatmazdı. Suriye’nin barışı, huzuru ve güvenliği, Türkiye’nin barışı ve güvenliği anlamına gelecekti. En iyi sınır koruma biçimi komşunun barış içinde yaşamasının zeminini hazırlamaktı. Oysa Türkiye devleti bu Kürt düşmanlığı ve mevcut iktidarın neo osmanlıcılık politikalarının ürünü olarak bütün bu yaşadığımız kara tablonun müsebbibi konumdalar.” 
 
‘Muhalefet ulus devlet anlayışını sürdürüyor’
 
Efrîn’e yönelik saldırılarda, Meclis’te bulunan muhalefetin sessizliğe büründüğünü kaydeden Tülay son olarak şöyle konuştu: “Kürt sorunun barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözülmesi konusunda insanların varsa bir fikri varsa bile çıkıp cesaretle söylemiyorlar. Bunun yanı sıra Türkiye’de ulus devlet anlayışını, Meclis’teki yansımalarını da görüyoruz. Efrîn işgalini muhalefete onayladı iktidar partisi zaten bunun üzerinde iç siyaseti de güçlendirmek istedi. Mevcut olan AKP iktidarı bu zor sıkışmışlığından çıkmak için sürekli sınır ötesi operasyonlar düzenledi. Bu operasyonlar aynı zamanda iç siyaseti dizayn etmek, derinleşmiş ekonomik krizin üzerini örtmek için sadece sorun ‘beka’ sorunuymuş gibi aktarmaya çalıştı. Ne yazık ki, muhalefet partileri de bunun arkasına dizildi. Tüm bunları Gare operasyonundan bozulduğunu gördük. Her şey o kadar abartılı bir hale getirildi ki İnsanların artık bunun karşısındaymış gibi davranma ihtimali ortadan kalktı. 
 
Kürt sorununa dair kararlaşmış oldukları bir fikir yok
 
Mevcut muhalefetin HDP kesiminin dışında Kürt sorununun çözümüne dair kararlaşmış oldukları bir fikir yok. Ulus devlet anlayışını sürdürmekteler. Ama Türkiye sorunlarını çözmeyi önüne koymuşsa ve bu ülkeyi demokratik bir şekilde ‘biz yöneteceğiz’ anlayışına sahiplerse, AKP’nin yarattığı tahribatları demokratik bir biçimde onarmak istiyorsa, muhalefet Kürt sorununu zorunlu bir biçimde merkezine almak zorundadır. Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde en temel engel mevcut olan Kürt sorunudur. Bir an önce bu sorunun herkes tarafından masaya yatırılıp değerlendirilmesi ve çözülmesi gerekiyor. Bu ülkenin demokratikleşmiş ve Kürt sorununu çözmüş, insan hakları ve demokrasi konusunda alacağı yol da çok fazla olacaktır. ”